• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ĠMAJ KAVRAMI VE TÜRKĠYE ĠMAJI

2.3. Türkiye Ġmajını Etkileyen Faktörler

Tarihin büyük topluluklarından olan Türklerin etnik bir kimlikleri, oldukça karmaĢık ve göz alıcı bir kültürleri vardır. Ama buna rağmen Braudel gibi uygarlık tarihçilerine göre,

Türklerin kendilerine özgü bir uygarlıklarının olduğundan söz edemeyiz. Uygarlık tarihçileri, Türklerin tarihteki asıl rollerinin “uygarlıklar arasında aracı olmak” olduğu konusunda birleĢiyorlar. Türklerin kültürler ve dinler karĢısında fanatik olmamak, her türlü uygarlığı kolayca benimseyebilmek gibi özellikleri, hem bu rollerinden kaynaklanıyor hem de bu rollerini pekiĢtiriyor. Uygarlıklar arasında aracı olma rolü, küçümsenecek bir rol değildir, hatta tam tersine “Türkler olmasaydı, uygarlıklar arasında etkileĢim olmazdı” denebilir. Uygarlık tarihçilerinin bu görüĢlerine ilave olarak Türklerin tüm tarihleri boyunca sentezcilik dıĢında bir yandanda kendi özgün uygarlıklarını oluĢturmaya da giriĢtikleridir. Sürecin yönü bu doğrultudadır. Türklerin arĢivcilik, askerlik gibi devlet yönetme tekniklerine, mimari, Ģiir, musiki, dokumacılık gibi alanlarda her zaman kendilerine özgü bir uygarlığın temellerine sahip oldukları birçok araĢtırmacı tarafından belirtilmektedir (Göka,2008:12).

Göka (2008:13), Türklerin kandilerine özgü bir uygarlık kurmaya yatkınlıkları, Ġslam‟la karĢılaĢmalarından sonra da ayan beyan görülen bir olgu olduğunu ifade eder. Öyleki islamla ilk defa toplu olarak karĢılaĢtıkları coğrafya olan Maveraünnehir‟de Ġslam düĢünce külliyatına, mimarisine, müziğine Türk soylulardan çok önemli katkılar olmuĢtur. Türk tarihi açısından Müslüman olmanın heyecanı ile yerleĢik yaĢama ve uygarlığa yönelmenin ayırt edici biçimde kendini gösterdiği bu döneme “Maveraünnehir Aydınlanması” dense yeridir. Selçuklu ve Osmanlı Türkleri, Ġslam uygarlığına Arap, Fars, Bizans parçalarından oluĢan senteze dayalı katkılar yapmıĢlardır. Katkılar pek doğal olarak düĢünce ve bilim alanında değil, devlet yönetimi, askerlik, mimarlık ve islam sanatları alanlarındadır. O dönemdeki Türklerin misyonu yıkılmakta olan Ġslam dünyasını korumak ve kollamaktır. Türklerin savaĢçı nitelikleri uygarlıkla iliĢkileri açısından küçümsenemez. SavaĢçı nitelikleridirki, onları Ġslam dünyasının kılıcı, koruyucusu haline getirmiĢtir. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı dönemi, muhtemelen Türkler olmasaydı kaybolup gidecek olan Ġslam dünyasının yeniden Ģahlandığı, Ġslam uygarlığına muhteĢem katkıların yapıldığı dönemler olmuĢtur.

Tarihi varlık olarak Türkler Haçlı Seferleri‟nden sonra sahneye çıkmıĢ, savaĢ anıları ile Bizans kaynakları, bu imajı pekiĢtirmiĢtir. Türk Ġmajı‟nın ideolojik temelini, “Hiristiyan-Müslüman” ikiliği oluĢturmaktadır. Tarih yazarlarına göre Türkler, doğuya ait tüm kötülükleri taĢımaktadır. Tarafıszlığı ile tanınan Alman Tarihçi Hmmer bile,

Rodos‟un fethini anlatırken, Türkler‟i, “inançsız, acımasız, elikanlı, kutsal yerlere saygısız” olarak nitelemekte, Türkler‟in akrabalarını öldürme töresinden söz etmektedir (Güvenç, 1993:296).

Türk milleti tarihin o ana kadar Ģahit olduğu en önemli bağımsızlık mücadelesini vererek Türkiye Cumhuriyeti‟ni kurmuĢtur. Bu bağımsızlık mücadelesi daha sonraki yıllarda dünyadaki tüm ezilen uluslara önemli bir örnek teĢkil etmiĢ, kısa zaman zarfında dünyadaki bağımsız devletlerin sayısında da önemli artıĢlar kaydedilmiĢti (Ortaylı, 1987:83).

Bağımsızlık elbette tek baĢına yetmez. Devletin tanınması ve tanıtılması da gerekir. Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türkiye‟nin ilk CumhurbaĢkanı Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkiye‟nin dıĢ tanıtımı adına ortaya konan olumlu çabalar, maalesef onun ölümünden sonra uzun yıllar aynı duyarlılıkla sürdürülmemiĢtir.

“Bir musibet, bin nasihattan evladır” sözü, bir Türk atasözüdür. Türk kamuoyunun ve Türk Hükümetlerinin ülkemizi ve ülkemizin dıĢ sorunlarını dünyada gerekli biçimde anlatmaya sevk eden ve bu alanda duyarlı olunmasını sağlayan en önemli itici faktör, Türk ordusunun 1974 yılında Kıbrıs‟a yaptığı askeri müdehale olmuĢtur. O tarihe kadar Rum, Ermeni ve Yahudi lobisinin Batının büyük merkezlerinde yaptığı Türk aleyhtarı propaganda ve lobi giriĢimleri karĢısında daha duyarlı davranıp yeterince anti propaganda çalıĢması yapmaya yeltenmeyen Türkiye, Türk ordusunun Ada‟ya çıkıĢından sonra, çeĢitli baskı guruplarının Batı kamuoyunu Türkiye aleyhinde harekete geçirmesinden ve bu giriĢimlerin zararını görmeye baĢlamasından sonra, artık bir Ģeyler yapılması gerektiği konusunda ilk kez harekete geçmeye baĢlamıĢtır (Ortaylı, 1987:83).

Kısa süre içerisinde tüm Batı‟da koyu bir Yunan hayranlığı ve anlaĢılması zor koyu bir Türk düĢmanlığı hakim oldu. Gerek Rum ve Yunan lobisinin faaliyetleri, gerekse de Türkiye aleyhtarı diğer grupların Batılı ülkelerin baĢkentlerinde oluĢturdukları kamuoyunu yönlendirme giriĢimleri kısa sürede etkisini gösterdi. Batı ülkelerinin yönetimleri Türkiye aleyhinde harekete geçtiler. Ülkemiz ise, Türkiye aleyhinde oluĢan bu uluslar arası aleyhte kampanya karĢısında, o güne kadar bu gibi konularda herhangi bir giriĢimi ve tecrübesi olmadığından, bu ani saldırı karĢısında da yeterli çalıĢma yapamadı ve haklı olduğu konuları bile bırakın Batı‟ya, dost kabul ettiği Ġslam ülkelerine bile yeterince anlatamadı. Bu olaylardan sonra Türk kamuoyunda ülkemizin

dıĢarıda tanıtımı konusu yoğun biçimde tartıĢılmaya baĢlandı. DıĢ iliĢkiler yanında, dıĢ kültürel iliĢkilere ağırlık verilmesi konusu önem kazanmaya baĢladı. Bu konuda harekete geçildi. Fakat yasaların ve konuyla kuruluĢların mevcut düzenlerinin yetersiz olduğu anlaĢıldı. Türkiye‟nin çok istemesine rağmen Avrupa ülkeleri ile iliĢkilerinin istediği seviyede seyretmemesi ve nihayet 30 yıllık ümitli israrlı bekleyiĢinin ardından, 1997 yılının son günlerinde Avrupa birliğinin geniĢlememesi ile ilgili Lüksemburk‟ta yapılan toplantıda AB kapılarının belirsiz bir tarihe kadar ülkemize kapatılması Türk batı iliĢkilerinde yeni değerlendirmelerin yapılmasına neden oldu (Ortaylı, 1987:84).

AB‟nin kararına Türkiye‟nin yaklaĢımının nasıl olması gerektiği konusunda Bakanlar Kurulun‟da yapılan durum değerlendirmesinde, “ AB Ülkelerinin bu yaklaşımının

temelinde tarihi ön yargıların etkili olduğu” Ģeklinde genel bir görüĢ ortaya konuldu.

Yani Batı‟nın bizi anlamakta zorlandığı ve Ģuuraltı ettiği bir kısım noktalar var. Bunlar ya kasıtlı biçimde üretilmekte veya yanlıĢ anlamalar sonucu ortaya çıkmaktadır. Ama öyle yada böyle Batı insanının bakıĢının olumlu olduğunu söylemek mümkün değildir (Ortaylı, 1987:84).

SavaĢ, soykırım, iĢgal gibi konlar imaj üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Ermeni Soykırımı iddialerının Türkiye Ġmajı‟na zarar vermesi de bu noktada gösterilebilecek diğer bir örnektir (Karpat ve Saran, 2002:46).

2.3.2. Kültürel Faktörler

Kültür kavramının coğrafya haritasına hiç benzemeyen bir yanı ve özelliği de onun sınırları sorunu, daha doğrusu, onun sınırlarındaki belirsizliktir. Coğrafya haritasında sınırlar esas alındığı halde, kültür haritalarında sınırlar pek kesin değildir. “Doğu Kültürü” ve “Batı Kültürü” biçiminde ikili ve geleneksel bir ayırım vardır. Fakat bu bölünmenin sınırları kesin değildir. Ortadoğu, Akdeniz ve Ġslam kültürleri içiçe girmiĢ kültür alanlarıdır. Birinin sınırları nerede biter? Öteki nerede baĢlar? Kestirmek, yanıtlamak kolay değildir (Güvenç, 1999:110).

Bu gün yazları torosların yüksek yaylalarına, kıĢları ılık akdeniz kıyılarına göçen, geçimlerini hayvancılıktan sağlayan ve geleneksel çadırlarında barınan Yörük- Türkmenlerin genel nüfusumuz içindeki yeri, ihmal edilebilecek kadar azdır. Oysa birçok nesil önce böyle değildi; göçebe Türkler, Osmanlı toprakları içinde önemli bir

oranda bulunuyorlardı. Anadoluya ilk geldikleri zamanlarda ise, Türklerin Büyük Çoğunluğu göçebeydi. Göçebelikten yerleĢikliğe geçiĢ, pekte öyle kolay ve bir anda olmadı; yıllarca asırlarca sürdü. Bu gün yerleĢik düzene geçmeyi baĢarmıĢ olsalar da, Türklerin yüzlerce yıllık tarihi bulunan göçebelik yaĢantılarından getirdikleri alıĢkanlıklar, her zaman etkisini sürdürdü; zihniyet iĢleyiĢlerini ve psikolojilerini belirleyerek Türk grup davranıĢının önemli bir bileĢeni oldu (Göka,2008:71).

Türk göçebe ruh hali, yeni arayıĢlara yol açan bir dinamizm içeriyor; yeniliklere ve değiĢime açık olmak gibi büyük bir avantaj sunuyor. Türklerin en zor dönemlerde yaptıkları hiç beklenmedik atılımlarda, yenileĢme giriĢimlerinde göçebelik kalıntısı ruh halinin büyük bir payı var (Göka,2008:72).

Türk imajının ideolojik temelini “Hıristiyan- Müslüman” ikiliği oluĢturdu. Hırıstiyan Ġdeolojisi, “ Hırıstiyan Devleti”ne sızan kafirleri yeniden doğu‟ya geldikleri yere sürmek üstüne kuruldu. XIV.YY‟dan sonra Türk- Arap imgeleri birbirine karıĢmaktadır. Batılılara göre her iki halk birbirinden ayrılmaz biçimde “Müslüman Doğu”ya aittir. Çünkü Müslüman ulus olamaz.XV. YY‟dan sonra Türkler doğunun simgesi olarak görülmüĢ; doğuya ait bütün sıfatlarla değerler, Türk imgesine eklenerek yüklenmiĢtir (Güvenç, 1993:296).

Torun‟a göre (2006:415), Tarih boyunca bütün toplumlar kültür değiĢmeleri yaĢamıĢlardır. Türk toplumu da bu değiĢmelerden önemli ölçüde etkilenmiĢtir. Devletin çöküĢünü önlemek ve devamını sağlamak amacıyla, 18. yüzyılda Osmanlı Ġmparatorluğunda baĢlatılan batılılaĢma çabaları, daha sonraki dönemleri de etkileyecek değiĢimleri ve tartıĢmaları beraberinde getirmiĢtir. Batılı devletler karĢısında ayakta durmakta zorlanan Osmanlı Devleti, baĢta askerlik olmak üzere yönetim, eğitim, hukuk ve ekonomi gibi pek çok alanda Batı uygarlığının kurumlarını ve düĢüncelerini almaya çalıĢmıĢtır. Ancak bir yandan batılı düĢünce ve kurumlar alınırken, diğer yandan eski yapılar varlıklarını sürdürmüĢlerdir. Bu durum, kültürde ikileĢmeye yol açmıĢ ve batılılaĢma çabalarının olumsuz sonuçlarından biri olmuĢtur.

Önde gelen Türk tarihçilerinde Jean- Poul Roux, Türklerin tarihleri boyunca değiĢmeyen ortak bazı tutum ve davranıĢları olduğunu ifade eder. Roux‟a göre Türklerin ortak tutum ve davranıĢları Ģöyledir: “ maddi ve manevi sağlamlık; yüksek onur; verilen söze sadık kalmak; ihanet edenlere karĢı acımasızlık; ırkçılığın yokluğu;

çok belirgin bir askeri anlayıĢ ve buna uygun özel nitelikler; gözüpeklik; savaĢanlar arası dayanıĢma; üste kesin iteat; kendisinin ve baĢkalarının yaĢamını hiçe saymak; idearecilik ve muhasebe anlayıĢı; arĢivleme konusunda özel eğilim; toplumsal sınıfların çok güçlü bir Ģekilde yapılandırılmıĢ olmasına rağmen bir sınıftan diğerine geçmede büyük kolaylık; bilim ve sanat koruyuculuğu sevgisi; büyük mimarlık baĢarıları; din alanında bitmek tükenmek bilmeyen bir merak ve örgütleme çabası; hoĢgörü; tasavvuf merakı ve bir tür alaycı kuĢkuculuk. Zihniyet dilin yansıması (ya da dil zihniyetin yansıması) olduğuna göre, bu özelliklerin aynı zamanda Türkçenin özellikleri olduğunu söylememiz yadırganmamalıdır (Göka,2008:45).

Kuran (2004:27), XX. yüzyılda Türkiye‟nin kültür değiĢmesini etkileyecek ana unsurun XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Avrupa‟da geliĢen Pozitivizim olduğunu ifade etmektedir.

Tarih ve dil bakımından Türkiye bir Doğu (Asya) Kültürü‟dür. Türk Tarihi‟nin ve Türk Dili‟nin kaynakları doğudadır. Türkler bin yıla yaklaĢan bir süredir Anadolu‟ya yerleĢtikleri için Ortadoğu kültür alanına girmiĢlerdir. Akdeniz kıyısındaki yerleĢmeleriyle Akdeniz Kültürü‟nün; Müslüman oldukları için Ġslam Kültürü‟nün bir üyesi sayılırlar. Nüfusunun büyük çoğunluğunun köylerde yaĢadığı ve tarım teknolojisi ile hayatını kazandığı için, Türkiye bir tarım ülkesidir. Öte yandan Avrupa Konseyine üye olan Ortak Pazar‟a girmek isteyen Türkiye, ekonomik bakımdan, Batı Avrupa Kültürüne katılmaya hazırlanmaktadır (Güvenç, 1999:110).

2.3.3. Coğrafi Faktörler

“Türkiye”, Türklerin oturduğu memleket veye Türklerin yurdu demektir. Bu söz Bizans ve Latin kaynaklarında çok rastlanır. Marko Polo Anadolu‟dan geçerken Anadoluya “Turcia Minor”, yani Küçük Türkiye demiĢti (Ögel,1979:20).

Türkiye, kuzeyde Karadeniz, batıda Ege Denizi, güneyde Akdeniz ile çevrili, toprakları Avrupa ve Asya kıtaları üzerinde yer alan dolayısı ile Avrupa ve Asya arasında köprü konumunda olan bir ülkedir.

Sosyolog Selcen Doğan, batı dünyasının, Türkiye‟nin kültür ve yaĢam tarzı olarak Avrupa‟ya ait olmadığını kanıtlamak istediğinde, Ortadoğu bağlantısına dikkati

Ġran ile Saddam‟ın ve Körfez SavaĢı‟nın ülkesi olan Irak‟la sınırları olduğu için oluĢan Türkiye imajı‟nın, “Ġran ve Irak gibi Müslüman olan Türkiye, neden bu iki ülkeden farklı olmak zorunda?” sorusuyla Ģekillendiğine dikkat çekmektedir (Doğan,2002:55).

Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege Sorunu da ülkenin jeopolitik konumundan kaynaklanan ve imajı olumsuz etkileyen diğer bir örnektir (Karpat ve Saran, 2002:46).

2.3.4. Ekonomik Faktörler

Türkiye‟nin ekonomik performansının çekicilik düzeyi, enflasyonist ortam, teknoloji, bilgi ve yetiĢmiĢ insan kaynağına yönelik yetersizlikler nedeniyle düĢük algılanmaktadır. Ülke ekonomisindeki geliĢmeleri duyurmak üzere hazırlanan yıllıklar, faaliyet raporları, ekonomi amaçlı konferanslar, ekonomik yayınla, ekonomik iĢbirliği toplantıları ve uluslar arası fuarlara katılım bu baĢlık kapsamında dikkat edilmesi gereken noktalardır. Ekonomi amaçlı konferanslar, ekonomik yayınlar, ekonomik iĢbirliği toplantılar ülkemiz ekonomisindeki geliĢmelerin duyurulmasının yanı sıra Türk Markaları‟nın dünyaya tanıtılması açısından da büyük önem taĢımaktadır (Karpat ve Saran, 2002:46).

2.3.5. Deneyimler

KiĢisel gözlemler, satın alınan ürün ve üretici firmaya, kamu ya da özel kesim çalıĢanlarına iliĢkin deneyimler, Türkiye Ġmajı‟nı etkileyen birincil deneyimler olarak değerlendirilebilir (Karpat ve Saran, 2002:47).

Ġkincil deneyimler ise Dünya medyasında yer alan olumsuz haber ve fotoğraflar, okul, aile ve medya aracılığı ile edinilen deneyimlerdir.

Genelde bir markayı bir özellikle özdeĢleĢtirmeye eğilimli insanlar, ülkeler hakındaki imajı çoğunlukla gündemin en üst maddesiyle sınırlandırmaktadır. Fransa denildiğinde aĢk, Vietnam denildiğinde savaĢ, Tayland denildiğinde seks turizminin akla gelmesi ya da Mısır‟ın pramitleri, Brezilya‟nın karnavalı, Ġran‟ın mollaları çağrıĢtırması, Türkiye denildiğinde ise insan hakları ihlalleri konusu üzerinde durulması bunun bir sonucudur ve basının haber seçimi de bu temele dayanmaktadır (Borça, 2002: 200).

Türkiye hem dıĢarda yansıttığı görüntü hem de batı tarafından algılanıĢı açısından çeliĢkilerle dolu bir imaj sergilemektedir. Zamanla Türkler de kendilerine yabancıların

yakıĢtırdığı sterotipleri içselleĢtirmiĢ ve neredeyse bir kısmını kabul bile etmiĢtir. Yabancı basında bir yandan savaĢ, terör, radikal islam, Kürt sorunu ve insan hakları ihlalleri ile gündeme gelen bir ülke diğer yandan güneĢli, mutlu insanların denize girdiği reklam afiĢleri ile okuyucuların karĢısına çıktığında karmaĢık ve çeliĢik bir imaj yaratılmaktadır (Doğan, 2002:67).

BÖLÜM 3: TÜRK CUMHURĠYETLERĠ VE AKRABA TOPLULUKLARINDAN

Benzer Belgeler