• Sonuç bulunamadı

2.3. PROGRAM GELİŞTİRME

2.3.1. TÜRKİYE’DE PROGRAM GELİŞTİRME ÇALIŞMALARI

Türk eğitim sistemi, Tanzimat Fermanı’nın ilânı ile Batı örneğine uygun olarak yapılanmaya başlamıştır (Antel’den akt. Demir, 1997:87). Ancak bu dönemde açılan Batılı modeldeki okullar kendilerinden bekleneni tam olarak verememişlerdir. Bunun en önemli

102 sebepleri bu okullar açılıp kapatılırken, öğretim programları hazırlanıp değiştirilirken ülkenin ihtiyaç ve çıkarlarının göz önünde bulundurulmaması ve geçmişten ders çıkarılıp geleceğe bakılamamasıdır. Atatürk de 1921’de o güne kadar gelen eğitim ve öğretim anlayışının, gerilememizin en önemli sebebi olduğunu belirtmiştir (Akyüz, 1999:376).

Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda Türkiye’de eğitimin durumu pek iç açıcı değildir. Okuma yazma bilenlerin sayısı az olmakla beraber okullar ve öğretmenler de yetersiz durumdadır. 1923-1924 öğretim yılında Türkiye’de 11-12 milyon nüfusun ancak yüzde onu; kadın nüfusunun ise ancak yüzde üçü okuryazardır. Ülkede 4894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise, 64 meslek okulu, 9 fakülte ve yüksek okul olmak üzere toplam 5062 öğretim kurumu bulunmaktadır. Bu okullarda görevli öğretmen ve öğretim üyesi ise ilkokulda 10.238, ortaokulda 796, lisede 513, meslekî teknik öğretimde 64 ve yüksek öğretim kurumlarında 307 olmak üzere toplam 11.918 kişidir. Öğrenci sayısı ise ilkokullarda 341.941, ortaokullarda 5905, liselerde 1241, meslek okullarında 6547 ve yüksek öğretimde 2914 olmak üzere toplam 358.548’dir (Karagözoğlu, 2008:34).

Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitimin nicelik bakımından yetersiz oluşunun yanında nitelik bakımdan da iyi durumda olmadığı görülmektedir. Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu meslekî bir eğitim almamış, eğitim ve öğretimin bilimsel yöntemlerini öğrenerek yetişmemiştir. Öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere neredeyse okuryazarlığı iyi durumda olan herkes öğretmen olarak görevlendirilmiştir (Karagözoğlu, 2008:34).

O dönemde öğretim programları çağın gereklerinden uzak olup dinsel ya da sadece genel kültüre dayalı bir yapıya sahiptir. Beceri, pratik ve davranış kazandırmayı amaçlayan öğretim programları henüz Türk eğitim sisteminde yaygın şekilde görülmemektedir (Karagözoğlu, 2008:34). Bu kadar eksiklikleri olan ve çağın gerisinde kalmış bir eğitim sistemini çağdaş bir düzeye ulaştırmak ancak köklü bir değişimle mümkündür. Cumhuriyet’le beraber büyük Atatürk’ün eğitime vermiş olduğu önem, bu konudaki kararlılık ve idealizm sayesinde eğitimde birçok reform gerçekleştirilmiştir.

“Eğitim, cumhuriyet projesinin önemli alanlarından biridir, hatta felsefi açıdan tümüdür denilebilir. Çünkü ekonomi, hukuk, siyaset, aile gibi tüm toplumsal kurumlarda projenin öngördüğü hedefleri başarabilmek ancak çağa uygun bilgi ve beceri sahibi insanlarla mümkün olabilir. Söz konusu alanlarda yeterli sayı ve kalitede yetişmiş insan bulunmazsa böylesine iddialı bir projede beklenen yarar elde edilemez. Bu durum gerçekçi bir eğitim politikasını gerektirir. Eğitim politikası toplumun ihtiyaçları ile çağın gereklerini uzlaştırarak eğitim

103 alanında yapılması gerekenleri, öncelikleri ve stratejileri belirler. Dönemin eğitim politikası Atatürk’ün toplumsal gerçeklerin felsefi ve sosyolojik boyutları üzerinden geliştirdiği esaslı bir liderlik vizyonunun eseridir” (Doğan, 2010: 402).

Eğitimle ilgili sistemli ilk hareket, 15 Temmuz 1921’de Kurtuluş Savaşı sürerken Ankara’da toplanan Maarif Kongresi ile başlamıştır. Bu kongrede Gazi Mustafa Kemal Paşa, eğitimle ilgili durumu ve tespitlerini aktarmış; yapılması gerekenlerin özünü belirterek eğitimcilerin bu konunun ayrıntılarıyla ilgili çalışmalarını istemiştir (Binbaşıoğlu, 2009:371). Atatürk’ün çizdiği eğitim özellikleri şöyle özetlenebilir: ulusal, çağdaş ve pedagojik ilkelere dayalı öğretim yöntemlerinin uygulandığı, ulusun doğal yeteneklerine, karakterine ve düşünce yapısına uygun; özgürlük ve erdem kavramlarının benimsetildiği, insancıl bir eğitim.

1921 Maarif Kongresi’nde ve sonrasında eğitimle ilgili amaçlar şöyle özetlenebilir: “Ülke çocuklarının kuvvetli bir ulusal eğitime ihtiyacı vardır. İhtiyaç, daha sonraları, Atatürk Millîyetçiliği şeklinde gelişmiş ve Eğitim Yasasına girmiştir.

Tanzimat ve daha sonraki düzenlemelerde egemen olan dinsel eğitim, yerini, laik eğitime bırakmış, öğretimdeki ikilik 1924’te çıkan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile ortadan kaldırılmıştır

Kafaları bilgi ile tıkabasa doldurmaya çalışan eğitim, yerini, yaşamda işe yarayan bilgiler öğretmeye çalışan, etkinlik ilkesine dayalı, iş ve meslek eğitimine bırakmış, bunlar eğitimde amaç haline getirilmiştir” (Binbaşıoğlu, 2009:374).

Atatürk, henüz zaferin kazanılmadığı bir dönemde, 1 Mart 1922 tarihli Meclis açış konuşmasında eğitimin önemini şöyle dile getirmektedir: “Hükümetin en feyizli ve en mühim vazifesi maarif işidir. Bu görevi başarabilmek için eğitim programlarının, milletimizin bugünkü durumu ile sosyal ve ekonomik ihtiyaçları, çevrenin şartları ve asrın gereği ile uygun ve uyumlu olması esastır” (Doğan, 2010: 404).

“Cumhuriyet’in ilanıyla beraber 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile tüm öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı bünyesi altında toplanmış ve okul programları üzerinde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Eğitim programlarındaki değişikliklerin özünü laiklik, batıya dönüş ve müsbet bilimler oluşturmuştur” (Varış’tan akt. Demirel, 2004:15). Bu dönemde yapılanlar arasında, eğitimle ilgili bazı toplantılar, okuma-yazma seferberliği ve millet mekteplerinin açılması, Latin alfabesinin kabulü, eğitimde demokratikleşme ve laikleşme, kadın eğitimine önem verilmesi, millî dil ve tarih anlayışının gelişmesi, dil ve tarih kurumlarının kurulması sayılabilir (Şişman, 2011).

104 Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Türk eğitim sisteminin yeniden yapılanmasında çok önemli bir yasal düzenlemedir (Doğan, 2010:388). Bu kanunla birlikte farklı alan ve kategorilerdeki tüm eğitim öğretim faaliyetleri Maarif Vekâleti’ne devredilmiş; eğitimdeki ikiliğe son verilmiştir:

Kanunu oluşturan temel ilkeler şunlardır:

“Türkiye dâhilinde bütün öğretim ve ilim müesseseleri Maarif Vekâleti’ne bağlıdır. Şer’iye ve Vakıflar (Evkaf) Vekâleti veya özel vakıflar tarafından idare olunan bütün medreseler ve okullar Maarif Vekâleti’ne devredilir.

Şer’iye bütçesinde mektepler ve medreseler için konmuş olan ödenekler maarif bütçesine nakledilir.

Maarif Vekâleti yüksek din mütehassısları yetiştirilmek üzere Üniversitede bir İlahiyat Fakültesi kurar ve imam-hatiplik gibi din hizmeti görecek memurların yetişmesi için ayrı mektepler açacaktır.

Bu kanun yayım tarihinden itibaren eğitim ve öğretimle meşgul olup millî müdafaaya bağlı olan Askeri Rüştiye ve İdadiler, Sıhhiye Vekâleti’ne bağlı yetim mektepleri, bütçeleri ve öğretim elemanlarıyla beraber Maarif Vekâleti’ne bağlanmıştır” (Doğan, 2010:389).

Türkiye’de program geliştirme çalışmaları, il merkezlerinde mahallî okullar ve il Millî Eğitim Müdürlüklerinin çalışmalarıyla başlamış, daha sonra Millî Eğitim Bakanlığı merkez örgütünde devam etmiştir. 1924’te Türkiye’ye davet edilen Amerikalı eğitimci John Dewey’in hazırladığı raporla daha çok ilköğretim program geliştirilme çalışmaları yapılmıştır (Demirel, 2004:15).

1924 programı, “1924 İlk Mektep Müfredat Programı” adıyla yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim ve öğretim anlayışı ve ihtiyacı ve şartları göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Bu program iki yıl yürürülükte kalmış; dönem şartları ve dünyadaki gelişmeler dikkate alınarak “1926 İlk Mektep Müfredat Programı” hazırlanmıştır. 1926 programı, bugünkü programların dayandığı altı temel özelliği içermesi açısından önemlidir. Bu temel özellikler şöyledir:

1. “Toplu öğretim sistemi, 2. İlkokulun amaçları, 3. Derslerin özel amaçları,

105 4. Öğretimde takip edilecek yollar,

5. İlk okuma-yazma öğretiminde uygulanan çözümleme metodu,

6. Beş sınıflı ilkokulun birinci ve ikinci devreye ayrılması” (MEB’den akt. Gözütok, 2003).

1926 programı on yıl yürürlükte kalmıştır. Daha sonra günün ihtiyaçları doğrultusunda eski program düzenlenerek 1936 programı oluşturulmuştur. Bu programda “İlkokulun Hedefleri” başlığını taşıyan ilk bölümde “Ulusal Eğitim” ilkelerine yer verilmiştir. Daha sonra, “İlkokul Eğitim ve Öğretim İlkeleri” üzerinde durulmuştur. Bu program 1948 yılına kadar yürürlükte kalmıştır (Gözütok, 2003).

Bu dönemde programların temel felsefesi, yeni nesillere cumhuriyet rejimini benimsetmektir. Bu dönemde hazırlanan programların her şeyden önce ulusal bir nitelik taşıdığı görülmektedir (MEB’den akt. Gözütok, 2003). Cumhuriyet Dönemi eğitim anlayışı, o dönem toplumunun ekonomik, politik ve toplumsal yapısı, batı dünyasının etkisi, bilim ve teknikteki gelişmeler, yabancı uzmanların görüşleri ve Atatürk’ün eğitim anlayışıyla şekillenmiştir (Sönmez’den akt. Gözütok, 2003).

1939 yılında toplanan I. Millî Eğitim Şûrası’nda alınan kararla “Köy İlkokul Programı Projesi” uygulamaya konulmuştur. Bu projede köy okulları programlarında bazı değişiklikler yapılmış ve hedeflere yer verilmiştir. Bu programı uygulayacak öğretmenleri yetiştirmek üzere köy Enstitüleri kurulmuştur (Gözütok, 2003).

1948 programı; bilgi öğretimini esas kabul eder. Her ders için ele alınması gereken konu ve ünite sayısını fazlalaştırmak, yüklü bir içeriğe yol açmıştır. Bu durumun ortaya koyduğu güçlükleri uygulamalarda gidermek mümkün olmamıştır (Karagöz’den akt. Gözütok, 2003).

1950’li yıllara kadar Türkiye’de program geliştirme çalışmaları daha çok dersler ve konular listesi hazırlamakla ele alınmış, 1952 yılında yurdumuza gelerek köy okullarında incelemeler yapan K. V. Wofford’un hazırladığı raporla daha sistematik bir yaklaşımla yapılmaya başlanmıştır (Demirel, 2004:15, Gözütok, 2003). Eğitim sisteminde uzun yıllar süren dersler ve konular listesi anlamında kullanılan “Müfredat Programı” anlayışından 1950’li yıllardan sonra “Eğitim Programı” anlayışına geçilmiştir (Demirel, 2004:15). Program geliştirme çalışmalarının 1950 yılı itibariyle daha programlı bir şekilde yapılmaya çalışıldığı görülmektedir.

106 1950’li yıllarda ortaokul ve liselerde bir üst öğrenime öğrenci hazırlamanın yanında okul ile yaşam arasında bağlantı kurulması amacıyla çok programlı okul uygulamalarına geçilmiştir (Ünal ve Ünal, 2010).

1953 yılında V. Millî Eğitim Şûrası’nda, 1948 programının, günün değişen ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde yeniden gözden geçirilmesi üzerinde durulmuş, ancak geliştirilecek programın deneme okullarında uygulanıp yapılan düzenlemelerden sonra bütün okullarda uygulanmasına karar verilmiştir (MEB’den akt. Gözütok, 2003). Bu karar, Türkiye’de program geliştirme anlayışının uygulamaya konduğunun göstergesi olarak düşünülebilir (Gözütok, 2003).

1953 yılında toplanan Millî Eğitim Şûrası’nda ilköğretim programları ele alınmış, 1948 ilkokul programının geliştirilmesi zorunluluğu üzerinde durulmuş, böylece program geliştirme çalışmaları Millî Eğitim Bakanlığı’nda ağırlıklı bir şekilde başlamıştır. Hazırlanan taslak program 1953-1954 öğretim yılında Bolu ve İstanbul’da deneme okullarında uygulanmıştır. Ayrıca bu çalışmalarla beraber okul düzeyinde ilköğretimin amaçlarını belirleme çalışmalarına başlanmış olması, araştırma ve değerlendirme kavramlarının program geliştirme ve uygulamalarında yer alması kayda değer adımlar olarak görülebilir. Bu çalışmalara paralel olarak 1954-1955 öğretim yılında İstanbul Atatürk Kız Meslek Lisesi’nde deneme okulu program komisyonu tarafından geliştirilen deneme okulu programı da ortaöğretimdeki program geliştirme çalışmalarının öncüsü niteliğini taşımaktadır (Demirel, 2004:15). “Ancak bu program uygulamaları belli bir teorik zemine oturtulmadığından ve yeterince izlenmediğinden başarısız olmuş ve uygulamadan kaldırılmıştır” (Ünal ve Ünal, 2010).

1960’lı yıllara gelindiğinde Türkiye’de program geliştirme çalışmalarının tekrar ilkokul programları üzerinde yoğunlaştığı görülür. 1961 yılında kabul edilen 222 sayılı İlköğretim Kanunu’nun getirdiği hükümler, programların geliştirilip değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. 1962 yılında toplanan VII. Millî Eğitim Şûrası’nda:

“Programların günün gerçekleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak düzenlenmesi, Programların geliştirilmesine bağlı olarak ders ve kaynak kitaplarının hazırlanması, Öğretmenlerin yeni programların gereklerine uygun olarak yetiştirilmesi,

Hazırlanacak ve uygulanacak bir deneme programının komisyonlarca incelenip değerlendirildikten sonra çeşitli bölgelerde iki yıl süreyle denenmesi,

107 Deneme programlarının geliştirilerek bütün yurt çapında uygulanması kararlaştırılmıştır” (Demirel, 2004:16).

Hazırlanan program taslağı önce 14 ilde uygulanmaya başlanmış, daha sonra beş yıl süreyle bütün illerin deneme okullarında uygulanmıştır. Bu programla ilgili çalışmalar illerde kurulan program geliştirme komiteleri tarafından yürütülmüş ve desteklenmiştir. 1968 programı uygulamaya konduktan sonra program yakından takip edilerek eksiklikler giderilmeye çalışılmıştır (Demirel, 2004:16).

1968 programı, ünite ve konuların işlenmesinde hazırlık, planlama, ünite ve küme çalışması, araştırma, inceleme, kendi kendine öğrenme, tartışma ve değerlendirme gibi yenilikleri eğitim sistemine taşıması bakımından önemlidir. Ancak uygulama sonuçlarının yeterince iyi değerlendirilip gerekli düzenlemelerin yapılamaması nedeniyle başarılı olamamıştır (MEB’den akt. Gözütok, 2003).

1973 yılında sekiz yıllık ilköğretim okulu denemesi “8 Yıllık Temel Eğitim” adıyla yapılmıştır. Bu doğrultuda program çalışmaları gündeme gelmiş ve çalışmalara hız verilmiştir. Kurulan çalışma grubu sekiz yıllık okulun amaçlarını ve öğretim ilkelerini belirleyip çalışmalarına başlamış; ancak sekiz yıllık eğitim deneme aşamasında kalmış; uygulama tam anlamı ile gerçekleştirilemiştir (Demirel, 2004:16; Gözütok, 2003).

1982’de program geliştirme çalışmalarına ağırlık verildiği görülmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı o güne kadar program geliştirme konusunda yaşanan eksiklikleri gidermek amacıyla bir standart oluşturmayı amaçlamıştır. Buna göre bir program geliştirme modeli oluşturulmasına karar verilmiş; oluşturulacak programların bu model esas alınarak hazırlanmasını sağlamak için çalışmalar yapılmıştır. “Üniversitelerde görevli bilim adamlarıyla işbirliği yapılarak ortaya çıkan yeni bir program modeli kabul edilerek 2142 sayılı Tebliğler Dergisi’nde yayımlanmıştır. Bu model Genelkurmay Başkanlığı’na, Bakanlıklara, Öğretim Daire Başkanlıklarına ve okullara gönderilerek ders programlarının burada belirtilen esaslar çerçevesinde hazırlanması istenmiştir. 1984 yılı başında bu programların hazırlanmasında dikkate alınması gereken ilkeler, Anayasa, Hükümet programı ve Cumhurbaşkanının direktifleri doğrultusunda yeniden belirlenerek 14.2.1984 gün ve 16 sayılı Talim ve Terbiye Kurulu kararıyla yayımlanmıştır. Bu model, amaç- davranış-işleyiş-değerlendirme boyutları içinde programların derslere göre hazırlanması esasını getirmektedir” (Demirel, 2004:17).

1990’lı yıllarda Millî Eğitim Sistemini düzenleme çalışmaları içinde program geliştirme ve ölçme değerlendirme alanlarına ayrı bir önem verilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından

108 28 Şubat 1990’da Ölçme Değerlendirme ve Program Geliştirme İhtisas Komisyonları sonucunda Türkçe, Matematik, Güzel Sanatlar, Sanat Tarihi, Psikoloji, Fen Bilgisi, Tarih, Felsefe Grubu ve Sosyal Bilgiler alanında olmak üzere dokuz program geliştirme komisyonu kurulmuş ve çalışmalara başlanmıştır (Demirel, 2004:17).

1991-1992 öğretim yılında Ders Geçme ve Kredi Sistemi yürürlüğe konmuştur. Sistem; öğrencinin kendi ilgi, istek ve yeteneğine göre yönlendirilmesine, belirli alanlarda yetiştirilmesine ve başarının değerlendirilmesine olanak sağlamak amacıyla kabul edilmiştir. Ancak Ders Geçme ve Kredi Sistemi, pilot uygulamalar yapılmadan yaygın bir şekilde uygulanmaya konulması, alt yapı yetersizlikleri, eğitimciler ve veliler tarafından yeteri kadar anlaşılamaması vb. ile yürürlükten kaldırılmıştır. 1995-1996 öğretim yılından itibaren kademeli olarak “Sınıf Geçme” sistemi yeniden uygulamaya geçirilmiştir” (Gözütok, 2003).

1996 tarihli XV. Millî Eğitim Şûrasında eğitim açısından çok önemli bir karar alınarak “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim”in uygulanmasına geçilmiştir (Gözütok, 2003).

2000’li yıllarda Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Program Geliştirme Modeli hazırlanmıştır. Bu modelin oluşturulma sebebi eğitim-öğretim programları geliştirilirken göz önünde bulundurulacak esasları ve izlenecek yolu ayrıntılı bir şekilde açıklamaktır (Demirel, 2004: 60).

MEB Program Geliştirme Modeli on beş aşamadan oluşmaktadır: 1. Aşama: Modelle ilgili birimlerin teklifi,

2. Aşama: Programın çerçevesinin belirlenmesi. Programın belirli ilkeler doğrultusunda genel çerçevesinin oluşturulması,

3. Aşama: Amaç ve süreç kavramlarının tanımlanması. Bu aşamada, Programın başlığı, genel amaçları, formatı

Komisyon üyelerinin isimleri ve görevleri Zaman çizelgesi

Komisyon tarafından izlenecek yöntem ve ilkelerin bulunduğu bir dokümanın ilgili birim tarafından hazırlanmaktadır.

4. Aşama: Ders alanı komisyonun oluşturulması, 5. Aşama: İhtiyaç belirleme çalışmalarının yapılması, 6. Aşama: Ana konu başlıklarının belirlenmesi,

7. Aşama: Ders ve sınıf düzeylerine göre hedeflerin belirlenmesi, 8. Aşama: Öğretim stratejileri ve materyallerin belirlenmesi,

109 9. Aşama: Ünite planlarının geliştirilmesi,

10. Aşama: Öğretim materyallerinin belirlenmesi veya geliştirilmesi, 11. Aşama: Hazırlanan taslak programın alanda test edilmesi,

12. Aşama: Test sonuçlarına göre programda gerekli düzeltmelerin yapılması, 13. Aşama: Programın ülke genelinde uygulanması,

14. Aşama: Program türünün değerlendirilmesi

15. Aşama: Yeni bir programın geliştirilmesi ya da programın yeniden gözden geçirilmesi amacıyla modelin sistemli bir şekilde tekrarlanması (Demirel, 2004: 61) şeklindedir.

Millî Eğitim Bakanlığı, 2003 yılından itibaren öncelikle ilköğretim programlarının ardından ortaöğretim programlarının yenilenmesi için çalışmalar başlatmıştır. MEB, (2005) programların geliştirilmesini gerekli kılan nedenler başlığında şu açıklamalara yer vermektedir:

“Günümüzde ekonomik ve sosyal kalkınmanın en önemli bileşeni olan eğitim, tüm dünyada hızlı ve sürekli bir değişim içindedir. Eğitim, artık sadece anayasal bir hak ve sosyal bir hukuk devletinin görevi olarak görülmemekte, aynı zamanda ekonomik açıdan “eğitilmiş insan gücü” en verimli üretim alanlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca eğitim, siyasi, toplumsal ve kültürel bütünleşmenin ve değişimlerin yönetilmesindeki en etkin araçlardandır.

Dünyada bilginin önemi hızla artarken, “bilgi” kavramı ve “bilim” anlayışı da hızla değişmektedir. Demokrasi ve yönetim kavramları farklılaşmakta, teknoloji hızla ilerlemekte tüm bunlara paralel olarak küreselleşme ve sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş sıkıntıları yaşanmaktadır. Belirtilen hızlı değişim ve gelişim ile hâkim olmaya başlayan küreselleşme süreci, sadece ekonomik alanda belirleyici olmakla kalmayıp, sosyal ve kültürel alanlarda da etkili olmaya başlamıştır. Bu gelişmeler aynı zamanda, bilgi toplumu oluşumu sürecini başlatmıştır. Bilgi toplumunun ekonomik büyümeyi hızlandırıcı, sosyal alt yapı hizmetlerinin sunumunu iyileştirici ve kültürel etkileşimi artırıcı etkileri olduğu da açıktır.

Avrupa Birliğine üyeliği bir devlet politikası hâline getirmiş olan ülkemiz, gerek “Kalkınma Plânlarında” gerek AB’ye sunduğu “Ulusal Programlarında” eğitimde kalitenin ve seviyenin artırılması hususunu, kısa ve orta vadeli önceliklerde önemle vurgulamıştır. Bugün ilköğretim ve orta öğretim seviyesinde okullaşma oranları AB ülkelerinde yüzde 100’e ulaşmış olduğu hâlde, bu oran 1999-2000 öğretim yılı itibarıyla ülkemizde ilköğretimde yüzde 87,6, orta öğretimde ise yüzde 59,4 dür. Yükseköğretimdeki okullaşma oranı AB ülkelerinde ortalama

110 yüzde 43 iken bu oran ülkemizde yüzde 29 seviyesindedir. Toplam eğitim harcamalarının GSMH’ya oranı AB ülkeleri için ortalama yüzde 5, OECD ülkeleri için ortalama yüzde 6, ülkemizde ise 1999 yılı itibarıyla yüzde 3,9 dur. Bu durumuyla eğitimimizin kalitesi, uluslar arası geçerliliği ve kabul edilirliği sorgulanır durumdadır” (MEB, 2005).

Milli Eğitim Bakanlığı, gelişmiş dünya ülkelerinin çoğunun ülkemize kıyasla okullaşma, alt yapı ve eğitim harcamaları bakımından ileride olduğu hâlde, sosyal ve ekonomik alandaki yapısal değişimler, demokrasi ve yönetim kavramlarındaki farklılaşmalar ve teknolojideki değişimler doğrultusunda, eğitim sistemlerini sürekli değiştirerek gelişmelere uyum sağlamak için eğitim sürelerinden, okul türlerine ve eğitim programlarına kadar her alanda reformlar yaptıklarını belirterek program geliştirme çalışmalarının çağın bir gereği olduğunu belirtmektedir (MEB, 2005).

AB üyesi ülkelerin ve diğer gelişmiş ülkelerin eğitimlerini, “herkes için hayat boyu öğrenme” yaklaşımıyla; bilgiye ulaşma yol ve yöntemlerini öğreten, etkin bir rehberlik hizmeti içeren, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, piyasa meslek standartlarına uygun, üretime dönük eğitime ağırlık veren, fırsat eşitliğini gözeten olarak tanımladığı belirtilmiştir. “Ülkemizde de eğitime olan talep, tüm bu değişimlerin ve gelişmelerin doğrultusunda artış göstermektedir. Ülkemizde demografik yapıda, ailenin niteliğinde, toplumsal dokuda, tüketim anlayışında, insan haklarında, siyasal alanda, bilim ve teknolojide önemli hareketlilikler gözlenmektedir. Doğal olarak, bu hareketliliklerin eğitim sistemine yansıtılması ve geleceğin dünyasının gerekliliklerinin algılanabilmesi gerekmektedir” (MEB, 2005).

2004 yılı program geliştirme çalışmaları değerlendirildiğinde şöyle bir tablo çıkmaktadır;

“Programlarda davranışçı yaklaşım yerini yapılandırmacı yaklaşıma bırakmıştır. İçerik ve etkinlikler, çoklu zeka kuramı, etkin öğrenme gibi kuramlara göre düzenlenmiştir.

Program geliştirme çalışmaları, bilimsel dayanakları olan kapsamlı ve sürekli bir süreç olarak kabul edilmiştir.

Dünyadaki son bilimsel gelişmeler ışığında ortaya çıkan bilginini içeriği yansımasına dikkat edilmiştir.

Öğrenci merkezli bir öğrenme modeli merkeze alınmış ve buna uygun olarak hazırlanmış etkinliklere örnekler verilmiştir.

111 Ölçme ve değerlendirme yaklaşımı olarak, süreç değerlendirme esas alınmış ve buna uygun değerlendirme etkinliklerine yer verilmiştir.

Bir program geliştirme modeli geliştirilerek çalışmalar bu modele uygun olarak yürütülmüştür” (Akbaba, 2004).

Ancak, yeni programlarla ilgili olumsuz birçok değerlendirme yapılmıştır. “Reform niteliğinde görülen ve geliştirilmesi yerinde olan yeni ilköğretim programlarının deneme uygulamasının sadece bir yılda gerçekleştirilmesinin ve program değerlendirme sürecinin tüm aşamalarının sistematik biçimde yerine getirilmeden ülke çapında uygulanmasına karar verilmesinin, program geliştirme ve program değerlendirmenin temel ilkelerine uygun olmadığı söylenebilir. Bu durumun, programların uygulanmasından bugüne kadar, başta öğrenme-