• Sonuç bulunamadı

TÜRK SİYASETİ VE DÂVA ADAMLIĞI BAĞLAMINDA: HÜSEYİN AVNİ

Nurettin Topçu’nun çocukluk yıllarından itibaren tanıdığı; şahsiyeti, ruh dünyası ve dava adamlığına hayranlık duyduğu Hüseyin Avni Ulaş, Türk siyaseti ve demokrasisinin önemli isimlerinden, millî mücadelenin de önderlerinden birisidir. Topçu, onu ‘millet mistikleri’nden biri olarak görmüş, onun otoriterliğe karşı çıkışı, demokrat ve cesur konuşmaları ve karizmatik kişiliğinden oldukça etkilenmiştir. Öyle ki Topçu’nun vefatında odasında konsolun üzerinde Mehmet Âkif ve Hüseyin Avni’nin resimleri vardır.233

Hüseyin Avni, Erzurumlu olduğu için Topçu’nun aile dostudur. Çemberlitaş’taki eve sık sık gelip gitmektedir. Topçu, küçük yaştan itibaren onun tesiri altında kalmıştır. Hatta Fransa dönüşü Hüseyin Avni’nin kızı Fethiye Hanım ile evlenir ancak bu evlilik altı ay kadar sürer. Hüseyin Avni’nin Topçu’da çok derin izler ve etkiler bırakmasında, bu dava adamının Bergson’nun sezgisini andıran ruh dünyası, pozitivizmin ölü olguları karşısında canlı ve yaratıcı bir atılımı (hayat hamlesi), bilimciliğin hayat hamlesini kesmeye uğraşan maddi hesaplarının karşısında hayatın ritmik akışındaki coşkunluğu ve “yaratıcı tekâmül”ü, zekânın otoritesi karşısında kalbin, aşkın ve sezginin saltanatını, mekanik bir zamanın karşısında geçmişle uyumlu bir zaman anlayışını temsil eden234 hayatının etkisi oldukça büyüktür.

Topçu, Hüseyin Avni’yi Millet Mistikleri adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: “Gençağazâde Hüseyin Avni 1303 (1887) senesinde Erzurum’un Künbet köyünde doğdu. Babası Musa Bey’di. Genç yaşında tahsil için

İstanbul’a gelerek Vefa Sultanisi’nde okudu. Sonra Mekteb-i Hukuk’u bitirerek avukatlığa başladı. Birinci Cihan Harbine iştirak ederek Kafkas

232

Topçu, Taşralı, Dergâh Yayınları, İstanbul 2005, s. 243.

233 Karaman, Nurettin Topçu, s. 42. 234 Mollaer, a. g. e. , s. 144.

85 cephesinde dört sene kaldı. Hüseyin Avni memleketin sefaletlerini ilk defa Anadolu çocuğuyla yan yana bulunduğu orduda öğrenmişti. Harpten sonra Erzurum’a döndüğü zaman Şark vilayetlerinin Ermeni faciasına korkunç bir sahne olduğunu gördü. Erzurum’da Maliye Hukuk Müşavirliğine tayin edildikten sonra mebusluğa seçildi. Erzurum’da, İstiklâl mücadelesinin başlangıcı olan tarihî kongreyi birkaç arkadaşıyla birlikte kurdu… Sonra

İstanbul’a geldi ve son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na iştirak etti. Burada beş ay çalıştıktan sonra Anadolu’ya kaçtı ve Ankara’da açılan Millet Meclisi’ne iltihak etti… Vicdanı memleket hayatından aldığı hudutsuz ilhamlarla kaynaşıyordu. Yüksek rütbelerin, ömrünü saray emrinde çalışmakla geçirmiş şöhret severlerin karşısında pervasızca “ben köylüyüm ve bütün ilhamımı köylüden aldım!” diye bağırmaktan çekinmedi… Hüseyin Avni meclise sığmıyordu. Mustafa Kemal Paşa meclisin zekâ ve maharet tarafını, o ise aşk ve heyecan tarafını temsil ediyordu… Hüseyin Avni, hürriyet ve demokrasinin emsalsiz eserini tarihe vermiş olan bu meclisin en azametli sembolü, en gür sesi oldu… Demokrasiye hayranlığı, aşk derecesinde, vecd derecesinde, tapınma derecesinde idi… Onun demokrasi görüşü, ancak din ve iman kelimeleriyle anlatılabilir… O muazzam ruh, istiklâl ve hürriyet diye meclisin duvarları arasında çırpınan bir kuş gibi, devamlı cezbeye kapılmış bir haldeydi… Bu memleket Namık Kemal’den beri, onun aşkında bir insan yetiştirmedi… İdeallerinin dünyasında ve mukaddes dâvanın adamı olarak, haşin ve mustarip bir şahsiyet, engin ve karanlık bir âlem, kolay kolay yanına yaklaşılmaz bir ruh, bir azamet, bir

şahika, ağır bir varlık idi… Vecdi, galeyanı içinde yanan bu hürriyet ve millet mistiği, imanının kaynağını Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin toprağından almıştı. Sonra Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’nin ruhaniyetine sığındı. Korkmadı, usanmadı; zulmü çiğnedi, ezdi ve nihayet çiğnendi… Bu adam, yirminci asırda Hz. Ömer’i yaşatan adamdı. Ve işte bunun için devlette muvaffakiyetsizliğe uğratıldı ve yine bu yüzden kalplerimizde ebediyen yıkılmaz saltanatı kurdu… Akla hayranlığı vardı. Sokrat’ı bunun için çok seviyordu. İslâm’ın akıl dini olduğunu pekiyi kavramıştı. Hurafeci hocaların dinsizliğini, putperestliğini biliyordu. Akıl yoluyla bütün hakikatlere ulaşılabileceğine kanidi… Hüseyin Avni’nin insanda aradığı, karakter ve kanaat sahibi olmaktı. Yüksek mevkilerin insan için kuvvet olmadığına inanıyordu. Kuvveti ruhta arıyordu milletin ruhunda inkılâp yapılmasına taraftardı. Şekil ve kıyafet değiştirmelerine inkılâp diyemiyordu. Millet enerjisinin bu sahalarda harcanmasına tahammülü yoktu. Millî mücadele devrini temsil eden Kuvâ-yı Milliye ruhunun millette devamlı olmasını istiyordu. Millet davasının hukuk ve ahlâk davası olduğuna kâniydi… Millete ruh ve şuur vermenin gerçek ibadet olduğuna inanmıştı. Milletin hürriyet ve istiklâlini, ne pahasına olursa olsun, muhafaza etmek istiyordu… Onu gömdük. Onunla birçok şeyleri gömdük ve bir büyük âlem kazandık. Gömdüğümüz onun şahsiyeti, onun kuvveti, onun muazzam huzuru, onun sesi, sözü, kalbi, onun bütün muhitini yaşatan varlığı oldu. Kazandığımız, neslimize yüce bir miras olan azametli bir tarih, bir insanın

86 değil, bir insanlığın tarihi, belki de ilâhî olan ve mutlaka ebedî kalacak olan bir büyük ruhtur… Biz biliyoruz ki, büyük ruhlar kılıç gibidirler, onlar yaşarlarken bu kılıç kınındadır, öldükten sonra kınından sıyrılır; ruhlardaki cihadı, onlar yaparlar. Erzurumlu Hüseyin Avni büyük cihadını yapmaya başlamıştır, bu cihadın ruhlardaki cihangirane fetihleri, gelecek asırların manevî temellerini kuracaktır.”235

İşte Topçu, bu şekilde tasvir ettiği Hüseyin Avni Ulaş’ı şahsiyeti ve mücadelesi bakımından örnek almış ve “ruhunu idare eden mürşidi” olarak kabul etmiştir.

2.5. HAREKET FELSEFESİ BAĞLAMINDA: MAURİCE BLONDEL’İN ETKİSİ