• Sonuç bulunamadı

Çağdaş Bir Mistik ya da Derviş Olarak Nurettin Topçu

Nurettin Topçu’nun ilmî şahsiyetinin başlıca boyutlarından biri, Blondel, Bergson ve Massignon’un yorumlarıyla değerlendirdiği ve esas olarak Abdülaziz Bekkine, Hallâc-ı Mansur, Yunus Emre ve Mevlâna tesiri etrafında şekillenmiş olan tasavvufî birikimidir.

Topçu için, dostları ve öğrencileri “çağdaş bir mistik”167 ya da “arif derviş”168 unvanını kullanmışlardır.169

166

Topçu, a. g. e. , s. 242.

167

Kaplan, Mehmet, “Çağdaş Bir Mistik Nurettin Topçu”, Armağan, ss. 138-140.

168 Tarlan, Ali Nihat, “Nurettin Topçu”, Armağan, s. 137.

61 Topçu, tasavvufî birikimi hem teorik düzeyde kavrayan hem de deneyim düzeyinde yaşayan ender insanlardandır. Fransa’da bulunduğu yıllarda, doktora çalışmasını yaparken tahsil ettiği felsefe-psikoloji dersleri ve tanışıp etkilendiği kişiler, onun mizacında var olan dervişliği yavaş yavaş ortaya çıkarmıştır. Orada tanıyıp bağlandığı ilk mistik, filozof Blondel’dir. Blondel’in “Din esas itibariyle mistiktir. O ilahi varlığa, duyularla ve akılla ulaşılamaz ancak kalp ve irade yolu ile ulaşılabilir… Bu hale ulaşmak isteyen ruh günahlardan temizleniyor, kendinden geçiyor, dünya cemiyetlerini ve fena libasını terk ediyor. Bütün bunlara temizlenme deniliyor. Böylece kalp benliğinden boşaldıktan sonra Allah’a ait bir şey oluyor ve iki aşk o zaman birleşiyorlar”170 şeklindeki ifadelerinden son derece etkilenen Topçu, filozofun Hareket felsefesini şiar edinmiştir.

Tanıştığı ikinci mistik, filozof Henry Bergson’dur. Bergson’un ‘Dinamik din mistisizm esasına dayanır. Gerçek mistisizm müstesna bir hal ve az bulunan bir cevherdir… Çünkü tam bir mistisizm, hareket, yaratıcılık ve aşktır. Bu ise Hıristiyan ve

İslâm dinine has bir durumdur… Mistisizmin gayesi, aşk içinde kâinatta birlik yaratmaktır. Ancak mistik temas, Allah’la birleşen insan iradesi, insanlar arasında evrensel aşkı yaratmaya kabiliyetlidir.”171 Biçimindeki ifadelerinden de etkilenen Topçu, batı mistisizmini içselleştirmiştir.

Topçu son olarak da ilim adamı Massignon ile tanışmış, ona Türkçe öğretirken fikirlerinden istifade etmiştir. Tasavvuf ve Hallâc-ı Mansur üzerinde kapsamlı çalışmaları olan Massignon’un “İslâm mistisizmi hem kaynağında hem de ilerleme çağında mütemadiyen ezber okunan, üzerinde derin derin düşünülen ve tatbik edilen Kur’ân-ı Kerim’den doğmuştur”… “İnsan ruhu ile kendi yaratıcısı arasında söz konusu olan birleşme Kur’ân’ın ruhuna yabancı değildir”172 şeklindeki ifadeleri, Topçu’nun mistik muhtevadan İslâm tasavvufuna geçişini sağlamıştır.

Topçu’nun Türkiye’ye dönüşü ve tasavvufa yönelerek onu araştırması ile ilgili olarak, Mustafa Kara şunları ifade etmektedir:

170

Topçu, Bergson, Dergâh Yayınları, İstanbul 2002, ss. 53-55.

171 Topçu, Bergson, ss. 103-109.

62 “Topçu, bir takım felsefî şüphelerle Türkiye’ye döndükten sonra “Kur’ân’dan kaynaklanan” bu düşünce sistemini yakından tanımak istedi. Kader onun karşısına mürşid olarak Hasib Efendi ve Abdülaziz Bekkine’yi çıkardı. İlim adamı olarak da Celal Hoca ile tanışınca sacayağı tamamlanmış oldu. Gençlik yıllarında Cuma günleri Karagümrük Rifaî dergâhındaki sohbetlere katılan Celal Hoca’nın hatıralarından onun fena fi’r-resûl halini tam olarak yaşayan bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Abdülaziz Efendi ile olan ve bazen sabahlara kadar süren sohbetler yoluyla Topçu’nun içindeki istifhamlar yok olmuş, bunların yerine gönül dünyasının doyumu olmayan uçsuz bucaksız mevhibeleri geçmiştir.”173

Topçu Abdülaziz Efendi ile kendi arasındaki ilişkiyi şu şekilde ifade etmektedir: “Hocam... Beni şüphe çukurundan alıp, iman irtifalarına çıkardı. Geceleri saat bire, ikiye kadar oturur, uykusu gelen, meselesi olmayan veya problemi halledilenler gittikten sonra, saatlerce sohbet ederdik. Ben sorardım. O hep cevap verirdi. Şüphelerimi dağıtır, istifhamlarımı çözer, sıkıntılarımı giderirdi. Şu kadar senelik tahsil, bu kadar senelik okuma ve araştırmalarımda, felsefede, ilimde, Avrupa’da bulamadıklarımı onda buldum. Bu sohbetlerimizin sonunda, kafamda hiçbir istifham kalmayınca izin alır kalkardım. Tam ayakkabılarımın birini giyip ikiciye sıra gelince kafama yeni bir soru takılırdı. Geri dönsem rahatsız ederim diye düşünürdüm. Kalsam o sual, kafamdan çıkıncaya kadar, bana rahat vermez ve kolay kolay da çıkmazdı. Hocam, şeyhim, mürşidim bu halimi bilirdi. Beni tebessümle karşılar, bin kere dönüp gelsem, sanki yeni oturmuşuz gibi sohbete devam ederdi. Şüphelerimi gene dağıtır, suallerimi yine cevaplandırır, beni sükûnete kavuştururdu...”174

O günlerden itibaren insan-eşya-hakikat konuları, ilim, felsefe, hikmet meseleleri, hürmet, merhamet, hizmet mertebeleri, nihayet ızdırap, aşk ve vuslat neşveleri bütün açıklığı ile duyulur ve yaşanılır hale gelmiştir.

Topçu, dervişlere has olan tecrübe ve marifeti bizzat duymuş ve yaşamış olmasına rağmen, gönül âleminin cazibe ve çekiciliğine kapılarak hiçbir zaman hayattan kaçmamış, aksine ömrünün sonuna kadar bu meşrep ve neşveyi diğer insanlara aktarmanın yollarını aramıştır.

173

Kara, Mustafa, “a. g. m”, s. 23.

174

Karaman, Hüseyin, “Nurettin Topçu’nun Ahlâk ve Tasavvuf Anlayışı”, RÜİF tarafından 15 Mayıs 2008 tarihinde düzenlenen “Nurettin Topçu’nun Düşünce Dünyası” konulu paneldeki konuşma metni, http://www.huseyinkaraman.net (16.06.2010).

63

Şöhret ve alkış afetini ayaklarının altına alarak, ruh dünyasının derinlikleri kadar sosyal hayattaki sefaletleri de kendine dert edinmiş, bunların halli için gayret göstermiştir. “O, tasavvufî düşünceyi müstakil bir sistem olarak değil, onu iktisattan sanata, tarihten felsefeye, psikolojiden sosyolojiye, dinden maarife kadar uzanan geniş bir saha içinde ele almıştır. Loncalar kadar Dede Efendi’ye, Malazgirt kadar Mevlâna’ya, hizmet kadar çileye, vecd kadar mektebe ağırlık vermiştir. Kısaca o, tasavvufî düşünceyi klasik terimlerle nakletmenin ötesinde ona çağdaş izahlar getirmiş, yeni mesuliyetler ve yeni hedefler göstermiştir.”175

Bir yaşam tarzı, bir hâl olan tasavvufu, her sûfî, içinde bulunduğu hâle, mizâcına, mertebesine, tasavvufî anlayışına göre tarif etmiştir.176 Genel itibariyle tasavvuf, sonsuza ulaşma isteği ve hırsı olarak177 ya da Hakk’a ermek178 şeklinde tanımlanabilir.

Tasavvufu bir kalp terbiyesi ve aşk psikolojisi olarak ele alan Topçu, din felsefesi üzerine yazdığı yazılarda, İslâm tasavvufunu hareket ahlâkının genel bir çerçevesi olarak ortaya koymuş veya hareket felsefesinin açılımını tasavvuf felsefesinde aramıştır. “Tasavvuf, düşünen bir varlık ve evrenin yegâne değeri olan insanın içsel tecrübesine dayanan bir ruhsal “atletizm” ve insan diyalektiğinde ilahî yönün negatif ahlâkî boyuta galip gelmesidir”179 diyen Topçu, şöyle devam etmektedir:

“İslâm dini, mistisizmin hayat kaynağını bağrında yaşatmaktadır.

İslâm tasavvufu, Kur’ân’dan kalp ilmini çıkaran felsefedir.”180 ‘Hakikatte o, insan ilmidir. Âlemden sıyrılarak kendi ruhuna çevrilen insanın içsel hayat denemesi ve Allah yolundaki atletizmidir. Tasavvuf insan hakikatlerinin kapısıdır. Kur’ân’ı anlayan ve gerçek imanın yolu olarak onu bizzat yaşayanlar mutasavvıflardır.181 Tasavvuf, İslâm’ın ahlâki özünü mistik tecrübenin konusu yapan derin bir felsefî yasayıştır… İslâm’ın uyanış çağı, bilhassa makinenin insan ruhunu boğduğu asrımızda, eşyadan ve maddeden ruha yani insana dönüşün sırrını sunacak olan tasavvufun ahlâk dünyamızda zaferi ile açılacaktır. Bugün İslâm cemaatinde yalnız cemaat halinde olmanın gücü ve sönük neşvesi kalmıştır. Bu gücü istismar edenler

175 Kara, Mustafa, “a. g. m”, s. 23.

176 Yılmaz, Hasan Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yayınları, İstanbul 2000, s. 28. 177 Fahri, Macit, İslâm Felsefesi ve Tasavvufuna Giriş, İnsan Yayınları, İstanbul 2002, s. 103. 178

Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2002, ss. 513-514.

179

Mollaer, a. g. e. , s. 26.

180 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s. 126. 181 Topçu, İslâm ve İnsan/Mevlâna ve Tasavvuf, s. 27.

64 hayâsızlığı tam bir seferberlik halinde yükselerek, doymadan hırs ve menfaatlerini aşırı bir iştiha ile tatmine çalışıyorlar. Zamanımız, İslâm’ı habis yüzlerine maske yapan ve hırslarını tanrılaştıran zenginlerin, haksız ve zalim saadetlerini devam ettirmek için, bir yandan İslâm maskesini kullanırlarken öbür taraftan masona da, zâlime de, şerir’e de ve müraiye de el uzattıkları devirdir. Bu devri kapatmakla başlayacak olan İslâm’ın uyanış çağı peygamberler devrinin ahlâk ve imanıyla dünya ilim ve felsefenin ulaşabildiği zirvelerde tasavvufun bayrağı altında ilân edilecektir.”182

Tasavvufun gayesini, mistik bir tecrübe ile çokluktan birliğe veya Allah’a ulaşma olarak tarif eden Topçu, şunları söylemektedir:

“Peygamberin vahyi, mistik bir olaydır. Mi’rac olayında en yüksek mertebesini bulan mistik birleşme dinin hem temelinde, hem de en yukarı ucunda bulunur. Dinin ibadet şekilleri, kendi mistikliğinden çıkmış ve hafifletilerek herkesin yapabileceği hale konulmuş hareket şekilleridir.

İslâm’da namaz ve oruç, mistiğin çile doldurma hareketleriyle aynı mahiyettedirler ve gayeleri de aynıdır, onlarda mümini Allah’ın huzuruna yükseltmeye hazırlarlar. Zaten, din ibadetleriyle mistiklerin çile dolduruculuğu arasında aynı gayeye çevrilmiş olarak, aynı karakteri taşıyan ortalayıcı ibadetler de sürekli dualardır. Ruhun Allah’la birleşmesi, bir dinî

şahsiyet değiştirmenin mükâfatıdır.

Velilerle Peygamberler büyük mistiklerdir. Mistikler vicdan âleminin inkılâpçılarıdır. Onlar, ahlâk hayatının insanüstü varlıklarıdır. İnce bir tahlilden geçirildiği takdirde, Kur’an-ın birçok ayetleri, derin bir mistik vahyin sırlarını bize vermektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in kendisi de samimi ve sürekli bir çile doldurucu hayatı geçiren, “Allah’ının tutkun bir âşıkı” idi. Hallâc-ı Mansur’un bize tanıttığı mistik çalışmalarla ruh bir kere beden zevklerinden sıyrıldı mı, insan Allah’lığa yaklaşır. Artık Allah’ın emri ile yapılandan bir şey istemez. O andan itibaren onun her hareketi, Allah’ın hareketidir ve onun her emri Allah’ın emridir. Mistikliğin gayesi olan bu hikmete Allah ile ruhun birbirlerini tanıdıkları müşterek bir aşk hamlesi içerisinde ulaşır.

İslâm’ın mistisizminden ibaret olan tasavvuf, Müslüman dünyasına erginlikle yayılmıştır. Bu doktrin asırlarca Müslüman cemiyetine kudretini verdi ve birliğini sağladı. O, sade nazarî bir ilimden veya derin düşünüşten ibaret kalmadı. Belki bir âdetler sistemi halini aldı ve halkın hayatına nüfuz etti. İnsanın pratik hayatı için lâzım olan hareket kaideleriyle formüllerini verdi. Bu sistemin getirdiği adalet ideali Anadolu halkı içerisinde, hattâ cemiyetin aşağı sınıfları arasında, bu milletin kudretini içinden kemirenlerin düşmanlığı karsısında onu asırlarca muhafaza edebildi. Tasavvufun

182

65 gelenekleri ve onun birleştirici kuvveti, Anadolu tarihinin yorulmak ve yıkılmak bilmez sürekliliğinin sebebi olmuştur. Devirlerinin mistiklerini ask ve irade ile takip eden ilk Müslüman müminleri, bir olan Allah’ın adıyla yalnız sınırlarda değil hem de devlet merkezinde, yalnız kâfirler arsında değil, aynı zamanda kendi kalplerinin derinliğinde mukaddes cihad ilan ederek çarpışmışlar ve ızdırap çekmişlerdi.”183

Düşünürümüz, ızdırabı insan hayatının en umumî hâdisesi olarak görmüş ve

şöyle tarif etmiştir: “Izdırap, harfsiz, sözsüz, sessiz konuşabilen kalbin dilidir… İnsanı yaratıkların son halkasında ilâhî varlığın eşiğine ulaştırarak, belki bir gün bu kapıyı da açtıracak olan tek kapıdır.”184