• Sonuç bulunamadı

4.1. GENEL DEĞERLENDİRME

4.1.1. Türk Sendikacılık Tarihi Açısından Genel Değerlendirme

Türk sendikacılık tarihi açısından değerlendirmeye başlanılabilmesi için, ilk önce Takrir-i Sükun Kanunu’ndan bahsetmek gereklidir.

Takrir-i Sükun Kanunu maddeleri şu şekildedir (Kutlu, 2007: 104-105):

İrtica ve isyana ve memleketin nizamı içtimaisini ve huzur ve sükununu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilat ve tahkikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Reisicumhurun tasdikiyle resen ve idareten men’e mezundur. İşbu ef’al erbabını hükümet İstiklal Mahkemesine tevdi edebilir.

İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren iki sene müddetle mer’iyyül icradır.

75

Takrir-i Sükun Kanunu’nun hükümete tanıdığı yetkiler nedeniyle hükümete muhalefet edebilmek mümkün gözükmemekteydi. Cumhurbaşkanı’nın onayıyla hükümet her tür muhalif örgütlenmeyi yasaklayabilecek ve söz konusu unsurlarda rol alanları İstiklal Mahkemesi’ne gönderebilecekti (Şener, 2015: 239). Ancak söz konusu kanunun çıkarılmasının nedeni Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ve Şeyh Sait İsyanı’dır (Sarıay, 2015: 379-385). Dolayısıyla amaç sendikacılığın veya herhangi bir demokratik unsurun önünü kesmek değildir.

Celal Bayar’ın başvekilliği dönemi olan 1938 yılında çıkarılan 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu ile sınıf esasına ya da ismine dayanan sendika ve siyasi partiler gibi cemiyetlerin kurulmasına yasaklayan düzenlemeler getirildi (Çelik, 2010: 80).

Bu süreçten sonra ise şu gelişmeler yaşanmıştır (Bayrakçı, 2017: 172): 1946 yılında Cemiyetler Kanunu’ndaki sendikacılık engeli kaldırılmış; ancak bu değişiklik sonrasında kurulan sendikalar Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi güdümünde bulundukları için özgür bir sendikacılık ortamı doğmamıştır. 1947 yılında 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları Hakkında Kanun ile sendikacılığa çeşitli kısıtlamalar getirilmiş; söz konusu kanunla sendikacılığın ideolojik unsurlardan uzak ve devletle beraber yapılmasını emreden bir sendikacılık kültürü getirilmeye çalışılmıştır.

1961 Anayasası bakımından sendikal örgütlenmeler her ne kadar hak ettiği yeri almış olsa da 1971 yılında bir takım değişikliklerle sendikal örgütlenmelere yeniden kısıtlamalar getirilmiştir (Özerkmen, 2003: 243).

1980 sonrasında ortaya çıkan neo-liberal politikalar 1983 yılındaki sendikal mevzuatı etkilemiştir. Bağımsız bir sendikal model oluşturulmaya çalışılmış ve bu amaçla oluşturulmuş mevzuatlarda 1997 yılına kadar kısıtlamaya gidilmiştir. Bu bağlamda Türkiye ve dünyadaki ekonomik ve siyasi konjonktür ve mevzuattaki değişiklikler sendikaları ekonomik ve sosyal çıkar elde etme uğraşı vermeye itmiştir. Bu yönüyle bir baskı ve çıkar grubuna dönüşen sendikalar iktidardaki partileri etkilemeye çalışmışlar; siyasi partilerle işbirliğinden kaçınmış ve ideolojik ortaklıklardan vazgeçmişlerdir (Mahiroğulları, 2003: 17).

Bununla birlikte 2000’li yıllardan sonra sendikalar siyasi partilere daha yakın olmaya başlamışlardır. Özellikle lobicilik faaliyetleri sendikal anlamda daha da artmıştır.

76

Lobi baskı ve çıkar gruplarıyla aynı anlamda kullanılmasına rağmen hol veya koridor anlamına gelmektedir, hol veya koridordan kasıt parlamentodur. Lobicilik ile kanun simsarlığı faaliyetleri ifade edilmek istenmektedir. Bu simsarlar bağımsız kişiler olabileceği bir grubun adına da hareket edebilirler ki ülkemizde lobicilik daha çok bir grup adına kulis yapma şeklinde ortaya çıkmaktadır (Ay, 1997: 1191). Bu da beraberinde siyasal yozlaşmayı getirmektedir.

Siyasal yozlaşma tarihin en erken dönemlerinde ortaya çıkmasına rağmen demokrasiye geçişle birlikte kapsamı daha da genişlemiştir. Siyasal yozlaşma genellikle politik gücün varlığıyla açıklanmaktadır. Devlet idarecilerinin sınırlandırılmamış ya da denetimsiz gücü ve siyasal süreçte rol alan birimlerin kendi özel çıkarlarını kollamaları siyasal yozlaşmanın ortaya çıkma nedenini oluşturmaktadır. Bir diğer ifadeyle aşırı büyümüş devlet olgusu siyasal yozlaşmayı beraberinde getirmektedir (Dağdelen, 2013: 304-305). Dolayısıyla politik yozlaşmayı öne çıkaran faktörleri özel çıkar ve siyasal güç ve yetkilerin kısıtlanmaması olarak ifade etmek mümkündür (Oğuz, 2011: 84-85). Türkiye’de de sendikacılık alanında 2000’li yıllardan sonra lobicilik faaliyetleri genişlemiş ve bu da doğal olarak siyasal yozlaşmayı beraberinde getirmiştir. Zira sendika temsilcileri bir müddet sonra siyasi partilerden milletvekili veya üst düzey bürokrat olabilmek için iktidardaki partilerin istekleri doğrultusunda hareket edebilmektedir. Bu da maaş zammı ve hak talep eden sendika üyelerinin istedikleri zam ve kazanımları alamamalarına sebep olmaktadır. Yasal mevzuat nedeniyle toplu sözleşme masasına oturan sendikaların pazarlıklarda etkin rol almaması da maaş zammı ve diğer kazanımlara yönelik beklentilerin arzu edilen ölçüde olmamasına neden olmaktadır. Kuşkusuz sosyal haklar açısından da söz konusu durum aynı minvalde ortaya çıkmaktadır. İktidar partilerine yakın olan sendikaların varlığı iktidarın yanında olmayan sendikalar için de bir polarizasyon ortamı yaratmakta ve bu da diğer sendikaların muhalif partilere yaklaşma eğilimine ve onların güdümüne geçmesine neden olmaktadır. Bu polarizasyon ortamında da sendikalar üyelerinin menfaatlerinden ziyade siyasi partilerin menfaatlerini gözetmek durumunda kalmakta; muhalif sendikalardan da muhalif partilerde milletvekilliği gibi siyasi kariyer yapmak isteyen idareciler çıkmaktadır. Doğal olarak böyle bir ortamda da reel ücretler istenildiği düzeye gelememekte; sosyal haklar konusunda hala bir takım sıkıntılar yaşanmaktadır. Kaldı ki özellikle kamu idarecilerinin sendika üst düzey yöneticileri veya siyasi aktörlerle olan kişisel ya da siyasi, ideolojik ilişkileri,

77

sendikaların rant maksimizasyonu faaliyetleri nedeniyle çalışanlarına çok daha rahat bir şekilde baskı uygulayabilmekte; bu hususlar da sürekli mahkemelere ve yasal başvuru mekanizmalarına taşınmaktadır. Söz gelimi Kastamonu İdare Mahkemesi’nin 2018/106 esas ve 2018/587 karar sayılı kararında idare resmi olarak yapılması gereken tebligatı whatsapp ve telefonla yaptığı için mahkeme bu hususu resmi tebligat olarak kabul etmemiştir (https://www.memurlar.net/haber/804021/ucretsiz-izinde-olan-norm-kadro- fazlasi-ogretmen-resen-atanir-mi.html 05.03.2019).

Bu durum da idarenin çalışanlarına baskı yapmakta ne kadar rahat davranabildiğinin bir göstergesidir. Zira bu tarz problemlerle uğraşması gereken sendikaların rant maksimizasyonu peşinde koşmaları çalışanların sosyal haklarının ve maaşlarının neden arzu edilen seviyelerde olmadığını açıklamaktadır.