• Sonuç bulunamadı

Türk Masallarının Metinleri

HELVACI GÜZELİ

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde zengin bir adamla karısı varmış. Bunların bir kızları ile bir de oğulları varmış.

Bu zengin adam hacca gitmeye niyetlenir. Bunu öğrenen karısı der ki:

‘Efendi, sen hacca gideceksin, oğlanı da alacaksın yanına; bize kim bakacak burada?’ ‘Dur hanım, bu gece düşüneyim de yarın sana cevabını veririm.’

O gece düşünen zengin adam sabah olunca hanımına der ki:

‘Seni ve kızını memleketin en ciddi adamı olan imama emanet edeceğim.’ ‘Pekâlâ.’

Kararlaştırdıkları gibi hanımı ile kızını imama emanet eden zenginle oğlu yola çıkarlar. Onlar gittikten sonra imam da sık sık uğrayıp ne lazımsa alıyor. Et lazım oluyor, et alıyor; yemeklik lazım oluyor, yemeklik alıyor. Eksiklerini görüyor.

Bir gün anası evde yokken kız su ısıtmış, yıkanıyorken imam da elinde et, gelip içeri girer. Kızı yıkanırken görür. Eti bırakıp geri döner ama, kıza da âşık olur. Camiye gidip yarım yamalak ezanı okur, cemaatle namazı kılmadan gidip bir cadı karısı bulmaya koyulur. Bulduğu cadı karıya:

‘Al sana bir kese altın, der; hacca giden filan adamın kızını bana edeceksin.’ ‘İmam efendi o biraz zor, anası o kızı kapıdan dışarı hiç çıkartmaz.’

‘Ne yapacaksan yap, bu işi sen halledeceksin.’

İmamın fazla ısrar etmesi üzerine kadın kabul etmek zorunda kalır. İmam kadına der ki: ‘Sen git, kazanın hamamını kirala.’

Kadın gidip hamamı bir günlüğüne kiralar. Cadı karısı da kızın evine gelir:

‘Aman hanım, bugün hamamda çok eğlentiler olacak, memleketin bütün bekar kızları oraya toplanıp şenlik yapacaklar. Sen de kızını yolla, gelsin.’

‘Kızımın babası ile kardeşi daha yeni hacca gittiler, ben nasıl yollayayım. Herkes bizi ayıplar, olmaz.’

Cadı karısı hamamı çok methettiği için kız da havaslanır:

‘Ana, yolla da ben de gideyim. Orada gençlerle ben de eğleneyim, seyredeyim de geleyim.’

70 ‘Peki, olur.’

Kız hamama lazım olanları bir bohçaya koyar, cadı karı ile yola çıkarlar. Hamama varırlar ki hiç kimse yok. Hamamı tenha gören kız sorar:

‘Hani teyze, hamamda hiç kimse yok.’

‘Kızım erken geldiğimiz isabet oldu, yer alırız. Şimdi herkes gelirse yer kalmaz.’

İkisi soyunup hamama girerler, cadı karısı soğuk suyu bahane edip dışarı çıkar. Kız içinde yalnızca yıkanırken imam içeri girer, imamı gören kız toplanır:

‘Amca bugün burada şenlik varmış, daha kimse gelmedi. Senin ne işin var burada?’ ‘Güzelim, kimseyi ne yapacaksın, seninle ikimiz burada eğleniriz.’

Kız hemen vaziyeti anlar, ama anlamamış gibi hareket eder: ‘Peki, gel sen su dök de ben yıkanayım, sonra da ikimiz eğleniriz.’ İmam su döker, kız yıkanır, sıra imama gelir:,

‘Gel ben de seni yıkayayım.’

Kız, imamın başını iyice sabunlar, hamam tasını peştamalın içine koyup imamın kafasına, gözüne vurmaya başlar. İmam ağzı, yüzü kan içinde kalır. Kız dökünüp kurunduktan sonra giyinip evine gelir. Olanları anasına anlatmaz.

İmam bütün gücüyle bağırınca hamamcı yardımına gelir. İmamı siler, temizler, giydirip yolcu eder. İmam o kızgınlık ile hacıya hemen bir mektup yazar: ‘Hacı Efendi, kızını bırakıp gittin, mahalle yosması oldu, bütün milletin diline düştü. Şimdi ise ben baş edemiyorum. Sen buna bir çare bul.’

Yolda mektubu alan adamcağız beyninden vurulmuşa döner, oğluna der ki:

‘Oğlum, ata hakkımı sana haram ederim; git, bacını öldür. Gömleğini kanına batır, bana getir. Yoksa ben o memlekete ayak basmam.’

Kızın kardeşi gelir, uçtan bucaktan sorar. Hep derler ki: ‘Biz o kızın kapıdan dışarı çıktığını görmedik.’

Delikanlı bacısına bir düşmanlık yapıldığını anlar. Bacısına: ‘Haydi der, babamıza karşı gidelim.’

‘Olur ağabey’ der, mantosunu giyip yola düşerler, memleketlerinden çıkarlar, ormanlık bir yere gidince delikanlı kardeşine durumu anlarlar:

‘Bacım, durum böyle böyle, senin başına bu iş gelmiş. Babam senin ölmeni istedi. Gömleğini çıkart, ver bana, Sen de babamın evine gitme. Allah’ın memleketi çok. Ölmektense birinde yaşa, daha iyi.’

Kız ağlayarak gömleğini çıkartır. Kardeşi, tuttuğu bir kuşu kesip kanı ile kızın gömleğini boyar. Kızı orada bırakıp babasının yanına döner.

71 Kız da kardeşinden ayrıldıktan sonra yoluna devam eder. Karanlık çökünce civardaki alaca

kargalardan, vahşi hayvanlardan korktuğu için bir ağaca çıkar.

Kızın çıktığı ağacın altında da bir hark varmış. O memleketin padişahının oğlu her sabah atını o harkta sularmış. O sabah atlar ürküp su içmek istemezler. Oğlan hayret edip suya bakınca içinde bir kız hayali görür, kafasını kaldırır ki ağaçta bir kız.

‘Sen bu Allah’ın dağında, buraya nereden geldin?’ ‘Beni alacaksan bu ağaçtan indir, almayacaksan bırak.’

‘Alacağım, söz veriyorum’ deyip kızı ağaçtan indirip kızı saraya götürür. Kırk gün, kırk gece toy düğün edip bunları gerdeğe atarlar.

Bir gün, beş gün derken aradan epey zaman geçer. Bunların üç tane çocukları olur. Kız bir gün penceren önünde otururken ağlamaya başlar, kocası da niye ağladığını sorar:

‘Neyin var hanım?’

‘Üç çocuk anası oldum, anamdan babamdan ayrıyım. Bana bir günden bir güne: ‘Seni anana, babana götüreyim de gör’ demedin.’

‘Yahu, senin anan baban var mı?’

‘Tabi var, ben taş oyuğundan çıkmadım ya. Anam da var, babam da var, kardeşim de var; filan memleketteler.’

‘Peki, benim işlerim çok, seni vezirle yollarım. Orada dört ay kalırsın, ananı babanı görür gelirsin.’

Kız, çocuklarını alıp vezirle beraber yola çıkarlar. Yanlarına da bir tabur asker katarlar. Bir iki konaklık yer gidince akşam olur. Vezir kendi çadırı ile kızın çadırını askerlerinkinden daha aşağı çıkartır. Akşam olunca vezir padişah oğlunun karısından yakınlık ister, o da kabul etmez.

‘Çocuğunu keserim’ diye tehdit eder vezir.

‘Kes.’ Diye karşılık verir padişahının oğlunun karısı.

Merhametsiz vezir çocuğun birini keser. Ertesi akşam birini daha keser. Nihayet üçüncü akşam da son çocuğu keser. Kadının kendisine hala yakınlık vermediğine kızan vezir o gece de kadını kesmeye karar verir:

‘Bu gece de seni keseceğim.’

‘Bir abdest alayım, Allah rızası için iki rekat namaz kılayım da beni öyle kes.’ ‘Ama kaçarsın?’

‘Kaçmam, istersen belime ip bağla.’

Kızın beline ip bağlar, çadırdan dışarı çıkan şehzadenin karısı ipi bir ağaca bağlayıp gecenin karanlığında olanca kuvvetiyle kaçar. Vezir ipi çeker çeker ki bir türlü gelen olmaz. Bir de ne görsün, ip ağaca bağlı. Sabah olunca:

72 ‘Haydi askerler, dönüyoruz. Padişahın karısı bir dağ kızıydı, çocuklarını alıp dağa kaçtı.’

Vezir geri dönüp saraya gelir: ‘Padişahım sağ olsun, karınız dağ kızı idi, dağa gelince çocukları alıp kaçtı. Olmadı bulamadık.’

Kız babasının memleketine gelir, yolda acıkınca rastladığı bir çobandan yiyecek ister. Çoban da buna ekmeğinden verir. Kız da boynundaki altınlardan birini keserek bir hayvan kesmesini ister:

‘Al bu altını, bana bir davar kes, karnını ver. Gerisi senin olsun.’

Çobandan karnı alan kız bunu başına geçirip bir Keloğlan olur. Çobanla elbiselerini de değişip şehre iner. Dükkanın birinde bir ihtiyarın helva yapıp sattığını görür. Yanına varıp: ‘Beni de yanına çırak alır mısın?’diye sorar.

‘Var git oğlum işine, ben ekmek parasını zor kazanıyorum. Bir de sana çırak parasını mı vereceğim.’

‘Amca, senin de, benim de rızkımı verecek ancak Allah’tır. Beni yapına çırak al da ben kazanayım, sen ye.’

‘Olur oğlum.’ Helvacının yanına çırak girer. İhtiyara der ki:

‘Şimdi sen bana, ne kadar undan helva olur, ne kadar şeker gider. Bana bunları tarif et.’ İhtiyar buna helvanın nasıl yapılacağını, neden ne kadar katılacağını öğretir. Kız kalkar, soyunur. Dükkanı temizce siler, süpürür. Bütün taşları yıkar, helvayı yapıp taşların üzerine koyar. Sabahleyin ihtiyar gelince şaşırır:

‘Ulan oğlan, sen benim ocağımı batıracaksın; bu kadar unu, bu kadar şekeri niye telef ettin. Ben akşama kadar bir ekmek parası kazanıyorum, bu kadar helva satılır mı?

‘Senin neyine gerek, sen benim işime karışma. Sen şurada otur.’

Adamcağızı bir köşeye oturtur. O gün dükkan arı kovanı gibi işler. Öğle olmadan helva biter. Helvacı buna çok sevinir:

‘Oğlum, seni buraya Allah mı yolladı, kullar mı yolladı; sen buraya nereden geldin. Sen Hızır mıydın?’

Ertesi gün, daha sonraki günler o kadar çok helva satılır ki bunun adı ‘Helvacı Güzeli’ne çıkar.

Diğer tarafta bunun kocası veziri sıkıştırır: ‘Benim çocuklarımı ne ettinse bulacaksın?’ ‘Ne edeyim, dağ kızı idi, çıktı gitti.’

‘Hayır, bunu kabul etmem. Haydi seninle gideceğiz, hangi dağda kaçtı ise orada arayacağız. Memleket memleket dolaşıp arayacağız.’

Bunlar araya araya kızın helva sattığı şehre gelirler. Acıktıkları için çocuklardan lokanta sorarlar. Çocuklar da:

73 ‘Burada lokanta yok, derler lakin burada bir Helvacı Güzeli var, gayet güzel helva yapar.

Haydi sizi oraya götüreyim.’

Helvacı Güzeli’ne giderler; sorarlar:

‘Helvacı Güzeli, gayet iyi helva yapıyormuşsun, bizi doyuracak helvan var mı?’

‘Var, olmaz olur mu? Sizin kıyafetinizden yabancı olduğunuz belli. Siz bu gece benim misafirimsiniz.’

Onları yedirir, içirir, karınlarını doyurur; orada oturtur. Helvacı Güzel’i bunları tanır, onlar bunu tanıyamazlar.

Onlar orada otururlarken dükkana bir adam gelir. Helvacı Güzeli’nin mahallesinden, der ki: ‘ Helvacı Güzeli, filan mahallede helva sohbeti yapacaklar, seni oraya istiyorlar.’

‘Ben bu gece gelemem, benim misafirim var.’ ‘Onları da getir, onlar da helva yerler.’

‘Peki, siz misafirlerimi de alın gidin. Bana evi tarif edin, ben helva malzemesini alır gelirim.’

Onlar beraberce giderler, bu da arkalarından helva malzemesini alır gelir.

Helvacı Güzeli oraya varınca ne görsün…Babası orada, imam orada, vezirle kendi kocasını da zaten kendisi yollamıştı; hepsi bir araya geldiler. Helvacı Güzeli içeri girince hep bir ağızdan bağırırlar:

‘Helvacı Güzeli nerede kaldın?’

‘Ancak gelebildim. Şimdi helva yapmaya başlayacağım. Yalnız benim bir adetim var: Ben helva hazırlayana kadar herkes bir hikaye anlatacak. Sıra bana gelince de haber verirsiniz.’ O helva pişirirken herkes bir hikaye anlatır. Sıra ona gelince seslenirler: ‘Helvacı Güzeli, sıra sana geldi.’

Helvacı güzeli gelip kapının ağzına oturur, içerdekilere der ki:

‘Dışarıda işi olanlar varsa işlerini görüp gelsinler. Ben hikaye anlatırken ne dışarıdan içeriye kimseyi alırım, ne de içeriden dışarıya kimseyi salıveririm.’

Hep beraber Helvacı Güzeli’ni dinlemeye başlarlar, o da kapının arkasına serdiği mindere oturup anlatmaya başlar. Babasının hacca gitmesini, kendilerini imama emanet ettiğini, imamın kendisini yıkanırken gördüğünü anlatır. Söz buraya gelince imam: ‘Benim karnım gidiyor, ben bir dışarı çıkayım.’der. Kız:

‘Yok öyle iş, seni dışarı çıkartmam, hele otur bakalım.’

Anlatmaya devam eder. Padişah oğlunun kendisini bir ağaçta bulmasını, vezirin bundan yakınlık istediğini, vermeyince çocuklarını kestiğini anlatınca vezir kıvranmaya başlar: ‘Ben bir dışarı çıkayım.’

74 Helvacı güzeli daha fazla anlatamaz. Babasına, ‘Sen benim babamsın’, kocasına da ‘sen de

kocamsın’ diyerek başındaki karnı sıyırıp çıkarır. ‘Vezirle imam da benim düşmanım’ der. Orada ağlaşırlar, kocasının boynuna sarılır. Yiyip içip muratlarına geçerler.

75

KEÇİ KIZ

Evvel zaman içinde bir sığır çobanı varmış. Bir de karısı varmış. Bunlar bir gün, sığır güderken bir keçi bulmuşlar. O da tılsımlı bir kızmış. Eve almışlar gelmişler. Bir direğe bağlayıp önüne de ot atıvermişler. Önündeki otu yer beğirirmiş. Sığır çobanıyla karısı gidiverdiklerinde keçi postundan çıkar, evi yeri temizler. Aşlarını pişirir. Koyboluverirmiş. Bir gün çobanın elbiselerini yüyecek olmuş. Evde ne kadar kirli esbabları varsa toplamış.

Keçi postuna girip, dereye yıkamaya gitmiş. Orada üstünden postu çıkartıp elbiseleri yümeye başlamış. Dere kenarına da bir Beyoğlu atını sulamaya gelmiş. At kızın şavkından katiyen su içememiş. Beyoğlu bir baksa, bir dünya güzeli çamaşır yıkarmış. Kız, çamaşırı yıkamış, arıtmış eve gelmiş. Keçi postuna girmiş ot yerimiş. Beyoğlu da kızı eve girene kadar takip etmiş.

Beyoğlu çobana dünür göndermiş.

‘Kızınızı bizim oğlana verin.’derlermiş. Çoban da:

‘Yahu bizim kızımız falan yok. Bir keçi bulduk, şoraya bağladık. Daha kepir kepir ot yeyip durur. Onu ne deyip de verelim size.’ dermiş. Beyoğlu:

‘İlle de o keçiyi bana alın’der. Çoban, keçiyi Beyoğluna vermiş. Beyoğlu keçiye düyün etmiş. Boynuzuna bir ip bağlamış davul zurna eşliğinde beğirde beğirde götürmüşler. Beyoğlu eve gelmiş attan inmiş. Anası:

‘Ben evlat besledim. Keçi ile mi evlenecektin?’ diye üzülmüş. Bir gün oğlanın anasını düğüne okumuşlar.

‘Gelinini de giydir, düğüne gel.’ derler. Kadın da üzülürmüş.

‘Eller gelini, kızını giydirir düğüne gider. Ben kiminle gideyim?’ dermiş. Kendisi giyinmiş, düğüne gitmiş. Kız da arkasından keçi postundan çıkıp, beyin atına binmiş. Heybenin bir gözüne üzüm, çerez koymuş. Bir gözüne de keçi topalağı doldurmuş. Düğün evine varmış. Millete üzümü çerezi serpip:

‘Beyin gelini geliyor!’ diye bağırırmış. Kayınnasına da keçi topalağı atarmış. Millet üzümü çerezi yermiş. Kayınnası da:

‘Millet üzüm çerez yerken bu keçi topalağı da neymiş’ deyip, şüphelenmiş ve hemen eve dönmüş. Eve varınca bir bakmış ki keçi postu orada duruyormuş. Hemen postu almış ateşe atmış, yakmış. Kız arkadan hemen gelmiş ama postu yanmış. Gelin, dövünmüş, çırpınmış niye yaktın postumu diye ama nafile… Kaynanası da:

76 ‘Sen benim gelinimdin de bugüne kadar niye bildirmedin? Beni üzdün, keçi sıfatında

durdun?’ deyip sitem etmiş. Sarılmışlar, dolaşmışlar. Dün oraya gittim de hala geçinip giderler. (Göde, 2010, s.225)

77

HANİ YA BACIMIN AYAGI?

Bir varmış, bir yokmuş... Bir adamın bir kızı ile bir oğlu varmış. Bu çocukların anaları ölmüş babaları yeniden evlenmiş. Analık bunlara ne ekmek veriyor, ne aş. Bu çocukların da analarından kalma bir inekleri var, bunu alıp otlatmaya götürürler. İnek beslendikçe bol bol süt verir, çocuklar da bu sütle karınlarını doyururlar. Bu çocuklar adamakıllı etlenirler, bığıl bığıl olurlar. Analığın da bir çocuğu var, o da sararıp soluyor. Analığı bir düşünce alıyor. “Ben bunlara ekmek vermiyorum, su vermiyorum; bunlar bığıl bığıl bitiyor, bizim çocuk da dünyadan yitiyor. Ne olacak.”

Analık bu çocukları kolluyor, bakıyor ki ineği emiyorlar. Akşam olup da çocuklar eve gelince analık kocasına diyor ki:

“Ben hasta oldum.” “Ne olacak şimdi?”

“İneği kesersen iyi olurum.”

“İnek, çocukların analarından kaldı, niye kestiriyorsun?” “Yok, kesilirse iyi olacağım.”

Adam ineği keser, çocuklar da aç kalırlar. Çocuklar sağa sola bir iki dolanırlarsa da yiyecek bir şey bulamazlar.

Bir gün babaları bu çocukları alıp bir yere bırakıp gelir. Bu iki kardeş bir müddet böyle giderler. Oğlan sorar:

“Abla, ben susadım, şuradan su içeceğim.”

“İçme, su canavar izinde göllenmiş, içersen canavar olursun.”

Biraz daha giderler, bir geyik izine rastlarlar. Çocuk dayanamayıp geyik izinden su içer. Hemen tepesinde bir çift boynuz biter, oğlan bir geyik olur. Geyikle kız kardeşi gide gide bir koyun çeşmesine varırlar.

“Eğil selvi kavağım eğil.” der kız, kavak eğilir, başına çıkar. “Doğrul selvi kavağım doğrul.” der kavak doğrulur. Geyik de dağlara çıkar, gider.

Padişahin oğlu atını sulamaya gelir. Kızın şavkı suya vurduğu için at yanaşıp da su içmez. Padişahın oğlu o yana bakar, bu yana bakar, bir şey göremez. Bir de yukarıya bakar ki ne görsün, ayın on dördü gibi bir kız parlıyor. Orada padişahın oğlunun aklı bokuna karışır, düşüp bayılır. Gelip padişahın oğlunu ayıktırırlar. Padişah emir verir ki kavak kesilecek. Baltasını alan, nacağını alan kavağı kesmeye başlar. Keserler, keserler, kavağı o gün deviremezler. O gece geyik gelip diliyle kavağı yalar, büsbütün eder. Geyik geçip gider. Devresi gün yine kavağı kesmeye gelirler, bakarlar ki kavak eskisi gibi olmuş. Bir cadı karısı

78 gelir:

“Durun, siz onu indiremezsiniz. Siz gidin. Ben onu indiririm. Bana biraz un, bir tekne, bir saç, bir de sacayak getirin.”

Gidip cadı karısının istediklerini getirirler. Cadı karısı baslar iş görmeye. Saçayağını ters kurar, teknenin tersinde hamur yuğurmaya başlar, sacı ters kurar. Kız dayanamayıp ağaçtan seslenir:

“Nene nene, ne ediyorsun, tersine mi ediyorsun?”

“Ah kızım gözlerim görmüyor, in gel de buraları düzelt git.”

Kız “Eğil selvi kavağım eğil.” deyince kavak eğilir, kız iner. Başar tekneyi doğrultmaya, sacı, sacayağını doğrultmaya. Hemen kızın etrafını sarıp kızı yakalarlar. Kız “Doğrul kavağım doğrul.” derse de kavak doğrulur, kız aşağıda kalır. Padişahın oğlu da kızı alıp gider.

Kırk gün, kırk gece toy düğün edip gerdeğe atarlar. Bir hafta sonra halayık ile köyün kenarındaki göle çamaşır yıkamaya giderler. Çamaşırı yıkadıktan sonra halayığa der ki: “Besleme, gel sen beni yıka, hamam yaptır; sırtımı oğala.”

Hemen elbiselerini hamamlıkta soyunur. Besleme yıkarken ayağıyla göle iteleyiverir, göldeki bir alabalık da bunu yutar.

Besleme kızın elbiselerini giyip eve gelir. Padişahın oğlu zanneder ki hanımı, halbuki besleme. Onlar evde otururlarken geyik bacaya gelir, başlar saymaya:

“Şu eniştemin ayağı, şu beslemenin ayağı; hani ya bacımın ayağı, hani ya bacımın ayağı?” Besleme padişahın oğluna der ki:

“Kalk şu geyiği cellat et!”

“Niye, o senin kardeşin değil mi?” “Yok, o benim kardeşim filan değil.”

Padişahın oğlu kalkar, asker düzer. Yarındası gece geyik yine gelir, fakat etrafı sarılı: “Bu kel halayığın ayağı, bu da eniştemin ayağı; hani ya bacımın ayağı, hani ya bacımın ayağı?” deyince etrafı saran askerler geyiği yakalarlar. Cellatlar hazır, bıçaklar hazırlanmış. Geyik eniştesine der ki:

“Bana biraz müsaade et.” “Hay hay edeyim.”

Geyik gölün kenarına gider, padişahın oğlu da arkasında. Geyik göle döner: “Usturalar gılevlendi,

Boynuma “Gel” eylendi,

Ne durursun bacım, ne durursun çık gel.” der. Gölden de cevap gelir : “Kel halayık yitti beni,

79 Alabalık yuttu beni,

Sultan Süleyman kucağımda, Altın tas elinde,

Nasıl çıkayım kardeş, nasıl çıkayım.”

Padişahın oğlu bu konuşmaları işitir. Ertesi gün bütün gölü boşaltırır, içinden bir alabalık çıkar. Alabalığın karnını yararlar, içinden hanımı çıkar. Elbise giydirirler, evlerine dönerler. Kel halayığa da derler ki:

“Deli katırla mı gidersin, eğri saplı bıçakla mi?”

“Eğri saplı bıçak gerdanına uğrasın, deli katırla giderim.”

Maya kazanını deli katırın kuyruğuna bağlarlar, kel halayığı da içine bindirirler; deli katıra bir kamçı vurup havalandırırlar. Kel halayığın en büyük pırtığı kulak kadar kalır.

Sizlere sağlık, bize selamet.

80

TÜYLÜCE

Bir varmış, bir yokmuş... Vaktin zamanın birinde bir padişah varmış. Bu padişah bir gece hanımıyla yatakta iken aralarında şöyle bir konuşuk geçer:

“Efendi ben senden evvel ölürsem, benim ayakkabılarım kimin ayağına olursa benim yerime onunla evleneceksin.”

“Peki hanım.”

Aradan günler geçer; bu hanımın vakti tamam olur, vefat eder. Padişah da hanımıyla konuştuklarını unutmaz, ayakkabılarını bir gezici tellalın eline verir. “Bunları bütün memlekette dolaştır, kimin ayağına olursa onu alacağım.” Tellal bütün memleketi dolandırmış, fakat kimsenin ayağına olmamış. Kimin ayağına büyük, kimininkine ise küçük geliyor. Tellal yedi gün sonra geri gelir:

“Padişahım, hiç kimsenin ayağına olmuyor.” “Peki oğlum, bırak oraya.”

Aradan bir müddet geçer. Padişahın kızı bir gün evi süpürürken anasının ayakkabılarını giyer, bakar ki tam kendi ayağına göre. Kız ağlamaya başlar, babası kızına sorar:

“Kızım niye ağlıyorsun?”

“Baba niye ağlamayayım, annemin ayakkabılarını giydim de bana tamam karar geldi.” “Eh öyleyse kızım ben seni alacağım.”

“Baba delirdin mi sen, sen bir memleketin padişahı olasın da hiç öyle iş olur mu? Bizim şeriatımıza, memleketimize yakışır mı?”

“Hayır kızım, ananın vasiyeti yerde kalmasın, alacağım ben seni.” “Günahtır baba, başka bir şey yaparız.”

“Hayır kızım, ben seni alacağım!”

“E... Peki, mademki beni alacaksın kırk gün bana mühlet ver.” Bu kırk gün içinde kız gidip bir çoban buldu.