• Sonuç bulunamadı

1. OKÇULUK VE ATÇILIĞIN TARİHİ GELİŞİMİ

1.2. ATÇILIĞIN TARİHİ GELİŞİMİ

1.2.1. Türk Kültüründe At ve Atçılık

İnsanlık tarihinin gelişiminde önemli rolü olan atın insanın hizmetine girmesi çok eski zamanlara dayanmaktadır. Atın ehlileştirilmesi ile insanlığın ilerlemesi doğru orantılıdır. Öncelikle temel ihtiyaçlarını karşılamaya ve vahşi hayvanların saldırılarından, doğa olaylarından korunmaya çalışan ilk insanların hayatta kalabilmek için hangi araçları kullandıkları ve hangi hayvanlardan yararlandıkları mağara duvarlarına çizdikleri figürlerden anlaşılmaktadır.

At, Türklerin sosyal ve kültürel hayatında önemli bir yere sahiptir. Attan sonra gelen diğer önemli hayvan koyundur. M.Ö. 2500’lerden ulaşılan kalıntılarda koyun kemikleri ile at kalıntıları birlikte görülmüştür. Bozkır Türklerinin hayatında önemli bir yere sahip olan at, aynı zamanda bir gıda maddesi olarak kullanılmıştır. Türklerde en çok at ve koyun eti yenmekteydi.26

Erken dönem uygarlık tarihine bakıldığında hayvanların aynı zamanda totemik anlamda kutsal bir değer kazandığı görülmektedir. Erken dönemde mesela Somoyedler için ren geyiği ne ise Türko-Moğollar için de at odur. Her ikisi de avcı çıkış noktasından gelmektedir ve her ikisinde de hayvan yetiştirmenin aklî ve dünyevî yönleri ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle hem ren geyiği hem de at, başlangıçta et ve yük hayvanı olarak kullanılmaktaydılar. Türklerin ataları olan Proto-Türkler tarafından atın evcilleştirilerek insanın hizmetine sokulmasıyla insanlık tarihinde önemli adımlar atılmıştır. Türkler “at” çevresinde gelişen hayatlarında bu şekilde yeni bir alt kültür oluşturmuşlardır.27

İlk dönem insanları için at, sadece etini yemek için avlanmaktaydı. İnsanlar, atı üzerine binmek ya da arabaya koşmak gibi işlerde kullanmayı bilmiyorlardı. Aynı zamanda o dönem atları üzerine binilmeyecek kadar güçsüz ve zayıftı. İnsanlar da henüz atı bağlayıp çektirecekleri arabayı icat etmediklerinden ilk dönemlerde atın böyle bir işlevi yoktu. Daha sonraki dönemlerde atın diğer hayvanlardan farkı anlaşılarak at yetiştiriciliği önem kazanmaya başlamıştır. Yoğun at yetiştiriciliğinin

26 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1995, s. 304-305. 27 Öngel, a.g.e., s. 98-99.

14 Moğolistan steplerinde en yüksek noktalara ulaştığı bilinmektedir. At yetiştiriciliği bütün bozkır ülkelerinde önemli bir yere sahip olmuştur. Hatta Türkler arasında daha da özel bir anlama sahiptir. Atın evcilleştirilmesi ile insanlar bir yerden başka yere daha kolay ulaşmışlardır. Bu durum hem savaşlarda hem de göçlerde insanlara uzun mesafeleri aşma konusunda büyük kolaylıklar sağlamıştır.28

İnsanlığın gelişiminde etkili hayvanlardan olan at sayesinde, göçebe topluluklar savaşlarda üstünlük sağlamışlar ve daha uzak coğrafyalara ilerlemişlerdir. At göçebe hayatta binek hayvanı, ulaşım aracı, yiyecek, içecek kaynağı gibi birçok amaçla kullanılmıştır. İnsanlar at sayesinde ürettiklerini başka yerlere taşıma, yer değiştirme gibi imkânlarla sosyo-kültürel hayatlarını geliştirmişlerdir. Atla birlikte göçebe toplumlarda “atlı kültür” olarak bilinen yeni bir dönem başlamış olur.29

Orta Asya coğrafyasının zorlu tabiat şartlarına karşı koyabilecek en uygun hayvanın at olduğu görülmüştür. Gerek dağları gerekse ucu bucağı görünmeyen düzlükleri aşmanın en rahat yolu olarak görülen at üstünde ilerlemek veya atlı arabalarla yapılan yolculuklar, atın önemini her dönemde insanoğluna göstermiştir. Ünlü dil bilimci W. Radloff “Sibirya’dan” adlı eserinde, atın bu coğrafya için ne kadar önemli olduğunu ve bu zor coğrafyada yaşayan insanların ata verdiği değeri eserinde sürekli tekrarlamıştır.

W. Radloff, Orta Asya coğrafyasında yaptığı gezi ve incelemeleri anlattığı “Sibirya’dan” adlı eserinde 16 Mayıs günü yolculuğunda, geç vakitte sağlam atlar tedarik ederek yolculuğa çıktığını ve 8 Haziran’da at üzerinde karanlık boğazları korku ile geçtiğini anlatmaktadır. Radloff, Çinlilerin çok fazla at beslediğini ve bazı Türk kavimlerinin kendilerine Çin sülâlesinden eş olarak bir prenses almak için M.Ö 107 yılında, Çin sarayına 1000 at yolladığını ve karşılığında prenses Si-Gün’ü aldığını söylemektedir.30

Çinlilerin kaynaklarında Tu-iku’lar diye adlandırılan bazı Türk kavimlerinde at oldukça önemli bir yere sahipti. Bir at çalmak ölümle cezalandırılmaktaydı.

28 Öngel, a.g.e., s. 99-100.

29 Belek Kayrat, “Eski Türklerde At ve At Kültürü”, Gazi Türkiyat Dergisi, Bahar 2015/16. s.111-

128.

15 Birinin bir azasına zarar veren kimse ceza olarak bir at verirdi. Bir at veya başka bir şey çalan kimse onun değerinin on mislini ödemek zorundaydı. Ölen birinin akrabaları at veya koyun keserek ölünün olduğu çadırın önüne kurbanları sererler ve ölünün ruhuna gitmesi için bu hayvanları kurban ederlerdi. At üzerinde çadırın etrafında yedi kez dönerek yüksek sesle ağlarlar ve bu merasimi yedi kez tekrar ederlermiş. Sonraki günlerin birinde ölünün binek atını ve bütün eşyasını cesetle birlikte yakarlarmış, külleri bir kaba toplayarak yılın belli zamanlarında gömerlermiş. Bu durum, o dönem insanları için atın ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.31

Eski Türk kültüründe önemli yeri olan at, hayatın her alanında kendini göstermiştir. Atını yanından ayırmayan savaşçılar onları çok sevmişler ve atlarına manevi olarak bağlanmışlardır. Ölen savaşçıların atlarıyla birlikte gömüldüğüne mezar kalıntılarında rastlanmıştır.

İlk at kitabının tarihte, Hititler döneminde Anadolu’da yazıldığı bilinmektedir. Mitanniler’den Kikkuli isimli biri tarafından dört tablet üzerine yazılan kitap, at eğitim yöntemlerini anlatmış ve Hattutaş’ta bulunmuştur. Bu kitapta atların eğitiminin yanında, yazıldığı dönemin tarihi ve dil bilimi hakkında da bilgiler verildiği için önemli bir kaynak niteliğindedir.32

Atlarına fazlasıyla değer veren Türkler, at yetiştiriciliğine de önem vermişlerdir. At, Türklerin savaşlarında ve günlük yaşantılarında, avlarında, eğlencelerinde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.

Göçebe kültüründe, atın günlük yaşantıda önemli bir hayvan olarak değerlendirilmesinin yanında dinî bir anlamı da vardı. Türklerde atlara ait din ve kurban törenleri düzenlenmekteydi. At kurban etme geleneği Türklerden komşuları olan diğer milletlere de geçmiştir. Türklerde göğe, toprağa ve atalara, sığır yanında at da kurban edilmiştir. Fakat bu törenlerde atlar, diğer hayvanlar gibi bıçakla kesilmemiş, geçmişten gelen gelenekler devam ettirilerek ok ile avlanıp kurban

31 Radloff, a.g.e., s. 131.

32 Murat Küçük, “Türkiye Türkçesi Ağızlarında, At Donları ve Nişâneleri ile ilgili Adlandırmalar”,

Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish

16 edilmiştir. Gök Tanrı adına yapılan bu törenlerde “at takdisi, at kurbanı” birçok göçebe toplulukta devam etmiştir.33

İyi cins atlar, Merkezî Asya denilen Yenisey’den Tanrı Dağları’na kadar uzanan bölgedeki geniş ve yeşil ovalarda yetiştirilmiştir. Özellikle Fergana bölgesinde yetiştirilen asil atlar hakkında Çin kaynaklarında bilgilere rastlanmıştır. Çinliler Türk atlarının güzelliğine hayran kalmışlar ve bu cins atları elde etmek için savaşmak yerine Hunlarla iyi geçinmeyi tercih etmişlerdir. Çinliler Türk atlarını “kan damlayan atlar” olarak isimlendirmişlerdir.34

Orta Asya bozkırlarında yetiştirdikleri iyi cins atlarla tanınan Türkler arasında atların gök, ateş, su ve yelden yaratıldığına dair birçok efsaneler vardır. Bu efsanelerin hepsinde at, kutsal bir varlık olarak ele alınmıştır. Atlar bu efsanelerde rüzgâr kökenli atlar, sudan çıkan atlar, mağara ve toprak kökenli atlar, gök kökenli atlar şeklinde dört gruba ayrılmıştır. Süratle her yeri dolaşan zaman ve mekânın dışında rüzgârla hareket eden atlara rüzgâr kökenli atlar, dayanıklılığı ve sürati ile aranılan suyla bağlantılı atlara sudan çıkan atlar, Türk kökenli mağara rivayetlerinde güçlülüğün sembolü olan kan terleyen atlara toprak-mağara kökenli atlar, semavî bir kökten geldiğine ve kutsal olduğuna ve gökten tanrı tarafından indirildiğine inanılan atlara gök kökenli atlar denilmiştir. Mitlerle ilgili motiflerde atların sıradan bir hayvan olarak ele alınmadığı, tanrılarla ve onun kutsadığı varlıklarla ilgili olduğu görülmektedir.35

Bozkır kültürünün “atlı göçebelik” ‘ten ibaret olduğu ve bu kültürün temelinde at yetiştiriciliği ve çobanlık faaliyetlerinin yer aldığı bilinmektedir. Bu faaliyetler için bazı görüşlere göre, Karadeniz’in kuzeyindeki düzlükler Kuzey Türkistan taraflarındaki İskit bölgesinin en uygun bölge olduğu düşünülmüştür. Atlı göçebe kültürünün M.Ö. 5-4. yüzyılda başladığı ancak bazı görüşlere göre de “Eurasia” bozkırlarında M.Ö. 1. bin başlarında “atlı” kavimlerin yaşadığı belirtilmiştir. Atlı kültürün Orta Asya’dan göçler vasıtasıyla Avrupa’ya taşındığı,

33 Öngel, a.g.e., s. 118-119.

34 Osman Esin, “Orta Asya Ön Asya ve Anadolu Ekseninde Eski Türklerin Hayatında Önemli Bir

Figür: At”, Ulakbilge, 2017, Cilt 5, Sayı 14, Volume 5, Issue 14, s. 1315-1334.

17 Macaristan kazılarında bulunan bronz ve demir gemlerin Güney Rusya, Sibirya, Kafkaslar ve İran’da bulunanlarla benzerlikler gösterdiği görülmüştür. Kafkaslarda, M.Ö. 1200’lerden beri atın ehlileştirilmesinde Mezopotamya ve Ön Asya’nın rolü çok fazla olmuştur.36

Batıda yaygın bir anlayış olan “Aryanizm” görüşünün devamı sayılan Indo- Germen nazariyesine göre, çok erken dönemlerde Hint- Avrupalıların Çin’in Kansu bölgesine kadar Orta Asya coğrafyasına yayıldıkları ve göçebe oldukları, atı ehlileştirdikleri, ata binme sanatının dünyaya onlardan yayıldığı kabul edilmektedir. Atın ehlileştirilip insanlar tarafından kullanılması, insanlık tarihinde önemli gelişmelerin başlangıcı sayılmıştır. Bozkır kültüründe binicilik oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Başlangıçta binicilik, kalabalık sürüleri kollamak gibi ekonomik bir araç olarak ele alınmasına rağmen sonraki dönemlerde “askerî” bir amaca doğru ilerlemiş ve “bozkır savaşçılığı”nın temeli olmuş, atlar da zamanla savaş atı tipine doğru ilerlemiştir. Hunlar, kendilerinden önce Çin sahasında, henüz hiçbir millet tarafından atlı muharebelerin bilinmediği bir dönemde, kendi tipik kültürleri ile tarih sahnesinde ortaya çıktıklarında savaş atlarını da birlikte getirmişlerdir. Orta ve Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliğinin ilk olarak Şan-si bölgesinde başladığı görülmektedir. Çeşitli kaynaklardan Çinlilerin ata binmeyi ancak M.Ö. 300’lerde Asya Hunları’ndan öğrendikleri anlaşılmaktadır.37

Eski çağlardan itibaren Türklerin siyasî, dinî, iktisadî ve sosyal hayatında at önemli bir yere sahip olmuş ve Türkler sürüler halinde atlar yetiştirmişlerdir. Bu atların etini yemişler, kurban olarak sunmuşlar ve savaş atlarından binlercesini ihraç ederek ekonomilerini sağlamışlardır. Çinliler ordularında Türk sistemini kullanarak okçu süvari birlikleri yapmışlar ve atları Türklerden ipek karşılığında almışlardır. Çin kaynaklarında sadece Göktürk döneminde 11 cins Türk atından bahsedilmiştir. Çinliler atı başlangıçta sadece savaş arabalarında kullanıyorlardı.38

Okçu Hun savaşçıları daha çocukluk yaşlarında eğitimlere başlıyorlar, önce koyun sırtlarında biniciliği öğreniyorlardı. Sincap, gelincik ve kuşlara, sonra da tilki

36 Kafesoğlu, a.g.e., s.204-205. 37 Kafesoğlu, a.g.e., s. 204-207. 38 Kafesoğlu, a.g.e., s. 208-209.

18 ve tavşanlara ok atarak atıcılığı öğreniyorlar ve büyüdüklerinde mükemmel bir atlı savaşçı oluyorlardı. 4.-6. yüzyıl Batı kaynakları, henüz ayakta duran bir Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir atın hazır bulunduğunu söylemişlerdir. Yine kaynaklar “Hunlar at üstünde yerler, içerler, alışveriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar. At başka bir kavmi sırtında taşıdığı halde, Hunlar at üstünde ikâmet ederler.” demişlerdir. 7-10. asır Bizans kaynaklarında “Türkler sanki at üstünde doğmuşlardır, yerde yürümesini bilmezler.” denilmiştir.39

Çin kaynaklarındaki bilgilere göre, Asya Hunları eski çağlardan beri Uzakdoğu’da en iyi at terbiyecisi olarak bilinmekteydiler. Milat sıralarına doğru bile kimsenin dokunamadığı atları ehlileştirmişlerdir. Bozkır Türkleri, hayatlarında en önemli varlık olan ata büyük saygı göstermişler, onlara ad ve unvanlar vermişler, atları öldüğünde törenle gömmüşler, onlara gökten inmiş kutsal bir hayvan olarak bakmışlardır.40

Türk destanlarında at, destan kahramanın en vefalı arkadaşı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bozkır ülkesinde atlıyı varacağı hedefe ulaştıran zafer yolunda uzakları yakın eden attır. Türkler atlarına büyük bir sevgiyle bağlanmışlardır. Eski Türklerde ava gitmek gibi savaşa gitmeye “atlanmak” denilmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nda “Oğuz Kağan gazaba gelip onun üzerine atlanmak diledi.” şeklinde bir ifade geçmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan’ın çocukluğunda at sürüleri güttüğü ve ata bindiği, atıyla av avladığı anlatılır.41

Göktürk Kitabeleri’nde atların ne kadar önemli olduğu ve alpler gibi vazife gördüğü anlatılır. Kül Tigin ve Bilge Kagan’ın milletini, yurdunu bir arada tutmak için durmadan savaştıkları ve bu savaşlarda hangi ata bindikleri anlatılır. Kitâbelerde, “İlkin Tadıkın Çor’un boz atına binip hücum etti. At orada öldü. İkinci Işbara Yamtar’ın boz atına binip hücum etti. O at orada öldü. Kırgız kavmini ansızın bastık. Kağanı ile Sunga ormanında savaştık. Kül Tigin Bayırku’nun ak aygırına binip hücum etti. Kırgız kağanını öldürdük. İlini aldık.” şeklinde geçmektedir. Kitâbelerde hangi atlara binildiğinin ve at isimlerinin belirtilmesi Türklerin ata verdiği önemi

39 Kafesoğlu, a.g.e., s. 209. 40 Kafesoğlu, a.g.e., s. 209.

19 göstermesi bakımından önemlidir. Kül Tigin Azman, Alp Şalçı, Az Yağız, Öksüz isimli atlara binerek savaşlara katılmıştır. Türkler savaşların kazanılmasında atların uğuruna inanmışlardır.42

Atın hayatına girmesiyle büyük ilerlemeler kaydeden insanoğlu, ata sonsuz bir saygı ve sevgi beslemiştir. Ata manevi bir değer yükleyen Türkler için at sadece bir hayvan değil, aynı zamanda kutsal bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Ata verilen değer her dönemde varlığını sürdürmüştür.

Benzer Belgeler