• Sonuç bulunamadı

TÜRK FIKRALARININ TEŞEKKÜLÜ, TARİHÇESİ VE YAYILMASI

İbrahim Altunel’e göre, Türk milletinin şifahi (sözlü) edebiyatı, yazılı edebiyatına göre binlerce yıl önce başlamıştır. Böylece Türk milleti kendi karakterine uygun düşen emsalî türlerle birlikte fıkra türünü de erken başlatmıştır. Nasıl her türlü sanat için bir muhit gerekiyorsa, fıkra yapmak için de müsait bir muhit ve dekorun yanı sıra fıkra yapmaya uygun bir tipin de bulunması şarttır.95

Altunel, fıkra meydana getirmek, fıkra yapmak her ferdin, hatta diyebiliriz ki her milletin işi değildir. Böyle bir türü meydana getirmek zeki olan milletlerin işidir. Çünkü “fıkra – nükte” zekâ, zarâfet, incelik... üzerine kurulan kısa ve veciz bir hikâyedir. Manası; herkesin anlayamadığı ince mânâ ve ince mânâlı, şakalı söz olarak geçer. Hâl böyle olunca, bu kadar ince mânâlar taşıyan söz dokumak her ferdin, hatta her milletin işi olamayacaktır. Böyle türler, böyle sözler dokuyabilmek için ferdin zeki, milletin eski bir tarihe ve derin bir kültüre sahip olması gerekecektir. Türk milleti bu saydığımız vasıfları fazlasıyla taşıdığı için “fıkra – nükte” söylemede eşsiz bir karaktere sahiptir.96

93 Saim SAKAOĞLU; Türk Fıkraları ve Nasredin Hoca, Selçuk Üniversitesi Yay., Konya 1992, s. 13. 94 Dursun YILDIRIM, Türk Dünyası El Kitabı / Edebiyat, C. 3., Ankara 1992, s. 333.

95 İbrahim ALTUNEL, Anadolu Mahalli Fıkra Tipleri Üzerinde Bir Araştırma (İnceleme ve Metinler),

Abdulhak Şinasi Hisar, “Bazılarını kitaplarda okuduğumuz, bazılarını başkalarından duyduğumuz, bazılarını da kendi aramızda işittiğimiz bu küçük fıkralar önce, bizden evvelki yaşanmış zamanlar, sonra da, bizim yaşadığımız zamanların birer portresi, birer minyatürü sayılabilir.”97 der ve fıkraların teşekkülünü şöyle açıklar:

“Hemen her memlekette, zaman ile, ya bir ihtilâl, yahut bir harp patlar. Zavallı binlerce cahil, gafil, safdil insanlar bu uğurlarda ölür ve unutulurlar. Bütün bu kitaplardaki bablardan ancak birer cümle, bütün bu dikkat ve itina ile yaşanmış ömürlerden birer kelime kalır. Bütün bu vak’alardan ancak manası unutulmuş bir isim, hesabı karışmış bir rakkam duyulur. Bütün bu facialarıyla geçen bir harpten ancak bir şarkı kalır. Bütün bu şarkılardan ancak bir nakarat, bütün bu iddialardan ancak bir nükde, bütün bu ömürlerden ancak bir fıkra, bütün bu şiirlerden ancak bir mısra, bütün bu manalardan ancak hoş bir seda kalır veya kalmış olur.”98

Sabri Esat Siyavuşgil fıkraların teşekkülü hakkında: “Halk, hiçbir detayını kaçırmak istemezcesine gözünü hâdiselere dikmiş, onların niçinini kolluyor ve her birinden hakikatin usaresini çıkarmak istiyor gibidir. Nihayet bir hükme vardı mı, onu yine hayattan alınma bir vak’anın içine sindirir ve ibret akçesi olarak tedavüle sevk eder...Halk, sebep ve hikmetini anlayamadığı, makul bulmakta güçlük çektiği her baskıyı, bir fıkranın komedisinde gülünç bir kılığa sokarak teşhir etmekten çekinmemiştir.99 der.

Hasan Köksal’a göre ise, başkalarına gülerken bunun bir takım kelimelerle ifade edilmesi fıkraları doğurmuştur. Ancak her gülme mizah değildir. Çünkü mizahın her bir türevinde farklı amaçlar gözetilmektedir; mizahta keşfetme, nüktede aydınlatma, hicivde düzeltme, acı şakada ıstırap verme, tahkirde itibarı zedeleme, ironide kendi çevresine has olma istihzada kendini kanıtlama, alayda kendini rahatlatma esastır.100

97 Abdulhak Şinasi HİSAR, Geçmiş Zaman Fıkraları, İstanbul 1958, s. 10 – 12. 98 Abdulhak Şinasi HİSAR, a.g.e., s. 13 – 14.

99 Sabri Esat SİYAVUŞGİL, “Folklorda, Sahnede ve Resimde Türk”, Yeni Türkiye, İstanbul 1959, s.

385 – 386.

100 Hasan KÖKSAL, “Nasreddin Hoca Fıkralarının Mahalli Fıkralardan Ayırdedici Nitelikleri”,

Uluslararası Nasreddin Hoca Bilgi Şöleni (Sempozyumu) Bildirileri (İzmir 24 – 26 Aralık 1996) (Haz. Alev Kahya BİRGÜL), Ankara 1997, s. 123.

İslâmiyetin tesiri ile Arap kültüründen etkilenen Türk dili ve kültürü evvelâ “lâtife” kelimesini kavram olarak almış ve bunu günümüzdeki fıkranın karşılığı olarak kullanmıştır. Daha sonraları ise “lâtife” edebî bir kavram olarak uzun süre Türk edebiyatında yaşamıştır. Bilhassa XIII. yüzyıldan itibaren İslâmiyetin geliştirdiği hayat anlayışına uygun eserler veren, devrin düşünür ve yazarları, topluma etkili olabilmek için fıkranın – lâtifenin – telkin ve ikna gücünden faydalanmışlar ve bu sebeple eserlerinde bolca örnekler vermişlerdir. Mevlâna’nın Mesnevi’sinde, Gülşehri’nin Mantık’ut – Tayr’ında, Aşık Paşa’nın Garipname’sinde ve daha birçok eserde lâtife adı ile bu türe rastlanır.101 Divan edebiyatı döneminde fıkraların veya lâtifelerin toplandığı müstakil mecmualara “Letaif” adı verilmiştir. Bunların ilki 16. yüzyılda Lamiî Çelebi başlayıp oğlu Abdullah’ın tamamladığı Letaif adlı mecmuadır. Ünlü divan şairleriyle ilgili olarak anlatılan fıkralar tezkirelerde özellikle Aşık Çelebi Tezkiresi’nde vardır.102 Diğer anonim türlere pek önem vermeyen divan edebiyatı şair ve yazarları, fıkra ve lâtifelerin muhtevasında bulunan tenkit, ders verme, düşündürme, hiciv ve istihza gibi özelliklerinden dolayı bu türe ayrı bir önem vererek, derleme yoluyla müstakil eserler meydana getirmişlerdir.103

Fıkralar, dil, din, ırk, millet, sınır, gümrük tanımadan oradan oraya koşar dururlar. Birçok kişi ve kuruluşun, fıkraların doğuşunda ve yayılışında husûsi bir rol oynadıkları muhakkaktır. Seyyahlar, ticaret erbâbı, âşıklar, meddahlar ve bunlara benzer gezginci insanlar fıkraların yayılmasında rol oynuyorlardı. Matbaanın memleketimize gelişi, türün yayılmasını hızlandırmış, diğer edebî türler gibi daha geniş alanlara yayılması hususunda önemli bir rol oynamıştır.104

Dursun Yıldırım’a göre, fıkra türünün doğuşunda ve yayılmasında değişik kişilerin ve kuruluşların önemli rolü olmuştur. Halk, bir tipe hangi vazifeyi yüklemişse o fonksiyondaki olaylar bu tipe mal edilir.105

Fıkraların yayılması da diğer anlatmaya dayalı türlerde olduğu gibi genel olarak sözlü anlatma geleneğine bağlı olarak gerçekleşmiştir. Ancak İslâmiyet

101 Dursun YILDIRIM, a.g.e., s. 4.

102 Agâh Sırrı LEVEND, “Türk Edebiyatında Fıkra” Türk Dili, 23 (231), 1 Aralık 1970, s. 212 – 214. 103 Agah Sırrı LEVEND, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1998, s. 156. 104 İbrahim ALTUNEL, a.g.e., s. 13.

sonrasında, 13. yüzyıldan itibaren, daha önce belirttiğimiz gibi fıkralar ve lâtifeler yazılı eserlere de girmeye başlamıştır. Buna rağmen, bu tür ürünlerin varlığını, canlılığını ve zenginleşmesini daha çok sözlü gelenek yoluyla sağladığı söylenebilir. XVI. yüzyılda yazılan Nasreddin Hoca fıkralarının sayıları daha sonrakiler ve günümüzdeki fıkra sayısına göre oldukça azdır.106 Süre geçtikçe fıkralar yayılmış, yayıldıkça artmıştır. Günümüze doğru geldiğimizde bu sayı, Boratav’ın 70’li yıllardaki bir tespitine göre 5500’ü geçmiştir.107

Bizim eğlence mekânlarımızın ve sohbet meclislerimizin değişmez tuzu ve biberi fıkralardır. Bu durumu dikkate aldığımızda, insanların topluca bulunduğu mekânlarda ve meclislerde eğlence programları düzenleyen, gezici sanatkârlar, kıssahan, şettah, meddah, âşıklar ile çerçi, tüccar gibi ticaret erbabı kimselerin fıkraların yaygınlaşmasında etkili olması kuvvetle muhtemeldir. Bugün bunların yerini çeşitli iletişim araçlarının aldığı söylenebilir.108

XIX. yüzyılın sonlarına doğru yayımlanan kitapların kapaklarında “letaif” adının yanı sıra “fıkarat” (fıkralar) yer almaya başlar. Bu mecmuaları veya kitapları hazırlayan yazarlar yayınladıkları hikayelerin fıkra olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Avrupalı araştırıcılar, bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren halkın yarattığı realist, güldürücü hikâyeleri “anectode” adı altında incelemişlerdir. Bizde de fıkra kelimesinin bu cinsten hikâyeler için bir terim olarak kullanılmaya başlanması aynı zamanlara rastlar. Nitekim Şemseddin Sami “anectode” kelimesi için fıkra karşılığını vermiştir.109

Cumhuriyetten önceki devrede fıkra, edebiyatla uğraşanların dikkatini sadece eğitici ve eğlendirici yönüyle çektiği için derleyiciler fıkraları bu özelliklerine önem vererek derlemiş ve yayınlamışlardır.110

1908’de Meşrutiyetin ilânından sonra fıkra deyimi biraz genişler. Gazete sütunlarıyla dergi sayfalarında, nükteye dayanan alayla karışık fıkralar yine sürüp gitmekle birlikte, politika ve toplum hayatımızın sakat, sivri, ya da çukur yönlerini

106 Pertev Naili BORATAV, Folklor ve Edebiyat 2, Adam Yay., İstanbul 1991, s. 312. 107 Pertev Naili BORATAV, a.g.e., s. 314 – 315.

108 Cengiz GöKŞEN, Temel Fıkraları Üzerine Bir Araştırma, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya

2002, s. 83.

109 Dursun YILDIRIM, a.g.e., s. 4. 110 İbrahim ALTUNEL, a.g.m., s. 46.

eleştirip iğneleyen fıkralar da görülmeye başlar. Ama fıkracılık henüz bir meslek hâline gelmemiştir. Cumhuriyet döneminde fıkracılık büsbütün anlam değiştirir. Gerçi yine okurlarda gülümseme yaratmayı, hoşa gitmeyi amaç tutan nükteli fıkralar eksik olmaz, ama fıkracılık belirgin bir nitelik kazanır. Fıkra yazarlığını iş güç edinen yazarlar ortaya çıkar.111

Fıkralar, günümüzde basın – yayın ve iletişim araçları vasıtasıyla kısa zamanda daha geniş bölge ve kitlelere ulaşmaktadır.

3. FIKRALARLA İLGİLİ TASNİFLER

Fıkra türü edebiyatımızda yeterince ele alınmamıştır. Fıkralar üzerine yapılan çalışmalar yeni olmakla birlikte yetersizdir.

Bu konuda Saim Sakaoğlu: “Fıkralarımız üzerinde masallarımız ve hikâyelerimiz kadar durulmamıştır. bunların inceleme konusu yapılarak ele alınmaları yakın zamanlara rastlar. Halbuki fıkra nesirlerinin çok eskiye dayanan bir geçmişi vardır. O halde fıkralar uzun müddet sadece metin olarak alınmış, okuyan ve varsa dinleyenleri güldürme amacı gütmüştür.”112 der.

Fıkralarımızla ilgili derleme çalışmalarına değindikten sonra, şimdiye kadar yapılan tasnif çalışmaları hakkında bilgi verelim.

Türk fıkralarını ilk defa “Hazine-i Letâif” eseri ile Çaylak Tevfik toplamıştır. Aynı dönemde; “Mültekatât-ı Letâif” sahibi Hayreddin, “Letâif-i Fıkarat” sahibi Ahmed Fethi ve “Letâif-i Nâdide” sahibi Ali Muzaffer ile daha birçok fıkra derleyicisinin bulunduğunu görüyoruz.

Cumhuriyet döneminde yeniden başlayan ve değişik açılardan ele alınarak yapılan fıkra derleyiciliği sonucu, günümüze kadar, pek çok fıkra külliyatı ve antolojisi ortaya çıkmıştır.113

Şimdiye kadar yapılan tasniflerde fıkraların tiplerine ve muhtevalarına göre olmak üzere iki şekilde tasnif edildiğini görüyoruz.

111 Agah Sırrı LEVEND, a.g.m., s. 212. 112 Saim SAKAOĞLU, a.g.e., s. 42 – 56.

Fıkralarımızı ilk defa belli bir ölçüyü kabul edip ilk büyük “Külliyât-ı Letâif” adlı fıkra külliyatını yayımlamış olan, Fâik Reşad tasnif etmiştir.114 Ayrıntılı bir şekilde yapılan tasnif şöyledir:

1. Müluk, Ümera, Vüzera, Hükkam,

2. Zevat-ı Mukaddese, Ulema, Urefa, Meşayih, Hükema, 3. Şuara, Udeba, Müellifin, Muharririn,

4. Zürefa, Ezkiya, Hazır – Cevaplar, 5. Memurin, Diplomatlar,

6. Mehakim, Deavi, Müftehimin ve Mahkumin, Avukatlar, Şahidler, 7. Askerlik, Harp, Atıcılık, Binicilik,

8. Etibba ve Mütebbabibin, Zamir veMetümarizin, 9. Eimme, Vaizin, Rehabin, Müraiyan,

10. Muallimin ve Muteallimin,

11. Aile, Zevc ve Zevce, Ebeveyn, Evlad, Akraba,

12. Ahval-i Nisvan, Muaşekat, İzdivacat, Müteyabat-ı İşvebazane ve Harfendazane,

13. Cühela, Hümeka, Sadeddilan, Köylüler, Kaba Adamlar,

14. Ziyafet, Et’ime, Matbah, Lokanta, Aşçı, Vekilharç, Oburluk, Açgözlülük, 15. Müsafirlik, Mizbanlık

16. Fakirlik, Dilenci, Cerrar, Züğürt, Tüfeyli, 17. Ehissa ve Mümsikîn, Taamkaran,

18. Esnaf, Tüccar, Amele, 19. Sarhoşlar, Tiryakiler,

20. Hırsız, Dolandırıcı, Ayyar, Yankesici, Zorba, Eşkıya, Çapkın, Serseri,

114 Dursun YILDIRIM, Türk Edebiyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar, (İnceleme / Metin). Ankara

21. Hizmetkar, Lala, Daye, Mürebbi, Köle, Cariye, Müdir-î umur, Kahya, 22. Süfaha,

23. Seyahat, Vesait-i Nakliye (at, araba, şimendifer, vapur, kayık, otel, han), 24. Eğlence Mahalleri (müsamere, balo, tiyatro, kahvehane, gazino), Oyuncular,

25. Mübalağacı, Yalancı, Tafrafuruş, Lafazan, Korkak,

26. Müteellih, Mütenebbi, Müneccim, Muabbir, Falcı, Sihirbaz, Efsuncu, 27. Mucanin ve Meczib.

28. Netayic-i gayr, Müterakkıbe, Kabahatten büyük özürler,

29. Cühela, Galat söyleyen ve okuyanlarla dili dönmeyenler, İyiler, Dilsizler, 30. Hayvanat ve Cemadata müsned fıkarat,

31. Letaif-i manzume.115

Fıkralarımızın tasnif çalışmalarının ilklerinden biri de Lâmiî Çelebi’nin Letâifnâme adlı eseridir. Eserde fıkra, masal ve hikâye türü içerisinde değerlendirilmektedir.

Lâmiî Çelebi’nin Letâifnâmesi’ndeki tasnif şöyledir: 1. Çocuklar üzerine hikâyeler,

2. Deliler üzerine hikâyeler,

3. Çeşitli başka insanlar üzerine hikâyeler, 4. Karı – koca üzerine hikayeler,

5. Hayvan masalları,

6. Cansız şeyler üzerine hikâyeler.116

Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı adlı eserinde fıkraları iki ana gruba ayırmıştır:

115 Dursun YILDIRIM, a.e.g., s. 21.

I. Kişileri belli halk tipleri olan fıkralar. Bu tipler ya;

1. Ünlü adlar taşıyan ve gerçekten tarihe mal olmuş sayılan kişilerdir: Bekri Mustafa, İncili Çavuş gibi; ya da

2. Özel adlarla anılmayıp bir toplum zümresini temsil eden kişilerdir: Bektaşi, Tahtacı, Yörük gibi.

II. Belli bir topluluk tip, ünlü bir kişi söz konusu olmaksızın, ortadan insanların güldürücü maceralarını konu edinen fıkralar: Karı-koca, çocuklarla ana- baba, uşak-efendi, asker-subay vb. hikâyeleri gibi. Şaşırtıcılığı ve eğlendiriciliği sadece açık saçık olmaktan ileri gelen fıkralar da bu bölüme girer.117

Dursun Yıldırım Türk Edebiyatında Bektaşî Fıkraları adlı doktora çalışmasında fıkraları detaylı bir şekilde şöyle tasnif etmiştir:

1. Ortak şahsiyeti temsil yeteneği kazanan ferdi tipler:

a. Türkçe’nin konuşulduğu coğrafî alanlar içinde ve dünyada ünü kabul edilen tipler: Nasreddin Hoca.

b. Türk boyları arasında tanın tipler: İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Esenpulat, Ahmet Akay, Kemine.

c. Türk boyları arasında halkın ve zümrelerin ortak unsurlarının birleştirilmesinden doğan tipler: Bektaşi, Aldar Köse.

ç. Aydınlar arasından çıkan tipler: Haşmet, Koca Ragıp Paşa, Mirali, Nasreddin Tûsî, Keçecizade İzzet Molla.

d. Mahallî tipler.

e. Belli bir devrin kültürü içinde yaratılan tipler: Karagöz. 2. Zümre tipleri: Mevlevi, Yörük, Terekeme, Tahtacı... 3. Azınlık tipleri: Yahudi, Rum...

4. Bölge ve yöre tipleri: Kayserili, Çemişgezekli, Andavallı, Karadenizli, Konyalı...

5. Yabancı fıkra tipleri: Behlül, Karakuşi Kadı. 6. Gündelik fıkra tipleri

a. Aile fertleri ile alâkalı tipler: Ana – baba, karı – koca, kaynana – gelin, baba – çocuk, anne – çocuk.

b. Mariz ve kötü tipler: Deli, hasis, cimri, kör, topal, sağır, dilsiz, hırsız, dolandırıcı, eşkıya, yankesici, bıçkın.

c. Sanat ve meslekleri temsil eden tipler: Ressam, şair, doktor, avukat, bezirgan, bakkal, kasap, molla, imam, kadı, asker.

7. Moda tipler.118

Mehmet Tuğrul, Mahmutgazi Köyü’nde Halk Edebiyatı adlı doktora tezinde fıkraları iki ana başlık altında tasnif eder:

I. Adı bilinen şahıslarla ilgili fıkralar (N. Hoca gibi)

II. Türlü tiplerle ilgili fıkralar (Hoca, Bektaşi, Hırsız gibi)119

Şükrü Elçin, Türk Halk Edebiyatına Giriş adlı eserinde fıkraları aşağıdaki şekilde tasnif etmiştir:

a. Zümre tipleri: Mevlevi, Bektaşi, Yörük, Terekeme, Tahtacı, Köylü. b. Azınlık tipleri: Yahudi, Rum, Ermeni.

c. Bölge tipleri: Kayserili, Karadenizli

d. Gündelik tipler: Ana – baba, deli, bakkal, cimri, hakim.120

Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyat Tarihi adlı eserinde fıkraları şöyle tasnif etmiştir:

“1. İncitmeyen gülmece ve alay,

2. Mutayebe ve mulatafa adı altında şakalaşma, 3. Kaba şaka, sataşma ve taşlama,

4. İğrenç yerme ve sövme.”121

Saim Sakaoğlu, Türk Fıkraları ve Nasreddin Hoca adlı eserinde fıkraları üç ana başlık altında şöyle tasnif etmiştir:

“I. Tarihte yaşamış şahıslar etrafında teşekkül eden fıkralar,

118 Dursun YILDIRIM, a.g.e., s. 24 – 32.

119 Mehmet TUĞRUL, Mahmutgazi Köyü’nde Halk Edebiyatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1969,

s. 21.

1. Her bölgede tanınan ünlü tipler (Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa gibi.

2. Sadece yaşadıkları bölgede tanınan tipler (Tayyip Ağa “Konya”, Niyazi Dede “Sivas”, Murtaza “Kastamonu”, İbik Dayı “Elazığ” gibi)

II. Bir topluluğu temsil eden tipler etrafında teşekkül eden fıkralar.

1. Din veya bir inanış sistemiyle ilgili olanlar (Hoca, Kadı, Bektaşi, Tahtacı gibi)

2. Bir bölge halkıyla ilgili olanlar (Karadenizli, Kayserili, Karatepeli gibi) 3. Bir karakter veya meslek grubuyla ilgili olanlar (Ahmak, deli, cimri, sarhoş, hırsız, doktor gibi)

III. Eş kahramanlı fıkralar (Hoca – talebe, usta – çırak, ebeveyn – evlât, komutan – asker, efendi – uşak gibi)”122

Ali Öztürk, Türk Anonim Edebiyatı adlı eserinde fıkraları tiplere ve edebî estetiğe veya mantık özelliklerine göre iki ayrı tasnife tâbi tutmak gerektiğini123 belirttikten sonra türün mantık yapısı ve edebî özelliklerini esas alarak şöyle bir tasnif tekliğinde bulunur:

“1. Mizah estetiği olan fıkralar, 2. İkna gücü olan fıkralar,

3. Yorum ve değerlendirmeye dayanan fıkralar, 4. Tenkit maksadına yönelik fıkralar,

5. Uyarı maksadına yönelik fıkralar.” 124

Azerbaycanlı Tahmasib Ferzeliyef, Azarbaycan Halk Lâtifeleri adlı eserinde fıkraları tiplerine göre ayırarak aşağıdaki şekilde tasnif etmiştir:

“1. Muayyen tarihî hâdise veya şahsiyet adı ile alâkalandırılan fıkralar. Bu gruba giren fıkralar kendi aralarında şu alt gruplara bölünür:

122 Saim SAKAOĞLU, a.g.e., s. 43 – 44.

123 Ali ÖZTÜRK, Türk Anonim Edebiyatı, Bayrak Yay., İstanbul 1986, s. 245. 124 Ali ÖZTÜRK, a.g.e., s. 248.

a) Şark milletleri tarafından çok sevilen müşterek motif ve kahramanlı Molla Nasreddin adı ile meşhur fıkralar.

b) Danende ve Divane Behlul adına bağlı fıkralar.

c) Müellifi bilinen, yahut da zamanın çeşitli devrelerinde yaşamış meşhur âlim ve mütefekkirlerin, şair ve ediplerin, ressam ve sanatkarların, devlet adamlarının hayatı ve faaliyetleriyle alakalı olarak söylenen, bir başka deyişle onların hikmetli sözlerinden yaratılan fıkralar. Bu kabilden fıkralara çok zaman hikmetli sözler veya sadece atmacalar adı verilir.

ç. Azerbaycan’ın belli bölgelerinde (Msl.: Nahçıvan, Gence...) tanınan bazı şahsiyetlerin adıyla söylenen, fakat geniş çevrelere yayılma imkânı bulunmayan mahallî fıkralar.

2. Şahsiyeti, müellifi bilinmeyen herkesin başına gelebilecek bir hadiseyi anlatan sayısız fıkralar.”125

Nevzat Gözaydın, Türk Fıkralarının Tasnifi Üzerine Bazı Düşünceler ve

Bir Tasnif Denemesi adlı makalesinde içeriğin değişmemesine rağmen, zaman

içinde fıkra tiplerinin değişmesinden dolayı, tiplere bağlı kalmanın doğru olmayacağını, sınıflandırmada esas rolü fıkraların içeriğinin üstlenmesi gerektiğini savunur. Diğer halk edebiyatı türleri gibi fıkraların da muhtevalarına göre tasnif edilmesi gerektiğini belirtir. Fıkraları dört ana grupta toplayarak şöyle bir tasnif yapar:

“1. Eşitleyici tip 2. Kötüleştirici tip 3. Gerginleştirici tip

4. Çözümleyici veya açıklayıcı tip.”126

4. FIKRALARIMIZIN EĞİTİM FONKSİYONU

Türk fıkraları anlatılma ortamlarına göre kişi veya toplum üzerinde bir kısım etkilere sahiptir. Bunları anlatılma sebeplerini göz önünde bulundurarak,

125 Dursun YILDIRIM, a.g.e., s. 23.

eğlendirmek, ders vermek, istenmeyen tutum ve davranışları tenkit ederek düzeltmek, kültürel değerleri yansıtmak şeklinde sıralayabiliriz.

Her toplum, fıkralarında kendi özelliklerini dile getirir. Diğer bir deyimle kendi diliyle kendini anlatır. Herhangi bir toplumun ekonomik, sosyal, kültürel durumu, inançları, beşeri tutum, davranış ve düşünceleri üzerinde fıkralar yolu ile bilgi edinilebilir. Gerçek şu ki, fıkralar kısadır, fakat çok şey anlatırlar. Bu sebeple fıkralara bir toplumun aynası, daha doğru usta bir sanatkâr elinden çıkmış kusursuz bir tablosu olarak bakılabilir.127

İnsanı güldürürken düşündürmek ve terbiye etmek amacını güden fıkralarda halkın mantığını, zekâsını, muhakeme tarzını, inancını, yaşama şeklini, hem dünyadan hem uhradan beklediklerini kısaca duyup düşündüklerini açıkça görmek mümkündür.128

Sözlü edebiyat türleri içerisinde önemli bir yere sahip olan fıkraların en başta gelen fonksiyonlarından biri eğitimdir.

Eflâtun Cem Güney “Çeşitli kusurlarımızın düzeltilmesinde fıkralar eğitici bir rol oynar. Fıkralar dertsiz başlarına dert açanları, acılarla harcanıp tükenmekten kurtaran şifalı bir el olur.”129 der.

Feyzi Halıcı ise “İnsanoğlu söyleyemediği, söyleyemeyeceği birçok gerçekleri fıkralarla dile getirir, fıkralarda yaşatır. Tarihi gerçekler, coğrafyalı gerçekler ve biyolojik gerçekler yediveren gül örneği fıkralarda çiçek açar, dal verir.”130 diyor.

Sabri Esat Sayavuşgil, “Bizim fıkralarımız sadece gülme ihtiyacımızı tatmin eden tuhaflıklar olmaktan ziyade, âdeta dünya görüşümüzün hudut taşları, hâdiseler karşısındaki davranışlarımızın dayandığı “hikmet” kaideleri, bir kelime ile düşünce nizamımızın nirengi noktalarıdır. Bu itibarla, dudaklarda tebessümle söylenen ve dinlenen bu fıkralar, ilk nazarda göründüklerinden çok daha “ciddi” dirler. Çünkü her

127 Ömer Lütfi HOCAOĞLU, Anahtarı Bendedur, Ankara 1981, s. III – IV. 128 İbrahim ALTUNEL, a.g.e., s. 29 – 30.

129 Eflâtun Cem GÜNEY, Folklor ve Halk Edebiyatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1971, s. 138. 130 Feyzi Halıcı, Konya Fıkraları, Konya 1981, s. 7 – 9.

biri, bir davranışa örneklik etsin diye yaratılmış ve buna layık olduğu, toplulukça benimsenip tedavüle çıkarılmak suretiyle sabit olmuştur.131

Fıkraların eğitimdeki en etkin fonksiyonlarından biri de örgün eğitimde öğrencilerin derse olan ilgisini artırmak için yeri geldikçe kullanılmasıdır. Türk fıkraları her konuya örnek olabilecek kadar zenginliğe sahiptir. Her dersin öğretmeni kendi konusuyla veya dersiyle ilgili olarak çeşitli fıkraları öğrenip bunları yeri geldikçe ders içinde kullanması durumunda öğrencilerin konuya olan ilgilerini daha iyi sağlayacaktır. Zira anlatılmak istenen duygu ve düşünceler fıkralarla çok daha kolay anlatılacaktır.132 Bunun yanında dersle öğrencinin ilgisinin koptuğu anda anlatılacak bir fıkra, öğrencinin içinde bulunduğu ortamdan kurtulmasını sağlayacaktır.

Fıkranın sonunda nükteyle duygu boşalımı yaşayacak öğrenci, zihnî dinginliğin vermiş olduğu rahatlıkla derse daha aktif olarak katılacaktır.

Fıkralar bünyesinde mizah unsuru taşıyan türlerden biridir. Bunlar gaye bakımından sözlü edebiyatın diğer mizahî şekilleriyle birleşirler. Halk, yarattığı bu

Benzer Belgeler