• Sonuç bulunamadı

5. XIX YÜZYIL OSMANLI TOPLUMUNUN TASAVVUFİ YAPISI

1.3. Türābî’nin Efsanevî Hayatı

Türābį hakkında hem yazılı kaynaklarda hem de sözlü kaynaklarda yeterince bilgi bulunmamaktadır. Yazılı kaynaklar bilinen bilgileri tekrarlamaktan öteye geçememişlerdir. Efsanevî kişiliği hakkında da sözlü kaynaklarda kısmen bilgiler bulunmaktadır.

Türābį ile ilgili olarak yazılı kaynaklarda yer alan menkabelerden ilki şöyledir. “Bütün Anadolu’da büyük bir kış hüküm sürüyor, Kırşehir ve çevresi karlarla kaplı, dağlar ve yollar haftalarca kimseye geçit vermiyor. Türābį Dede böyle bir günde dergâhın bahçesine çıkıp dervişine, köpeklerin kapıdan çıkarılmasını söylüyor. Dışarı çıkarılan köpekler akşama doğru 5-10 kişilik bir yolcu kafilesi ile birlikte dergâha dönüyorlar.”

İkinci menkabenin ise Bektāşį felsefesine yaraşır tasavvufî bir önemi de vardır. Hikāye şöyledir: “Uzak köylerin birinden Kırşehir’e gelen bir köylü dergâha gelip nasip alıyor (=Bektāşį oluyor), bir müddet āyinlerde bulunduktan sonra köyüne dönmek üzere Türābį’yi ziyaret ediyor ve – baba erenler ben köyüme dönüyorum, fakat orada benden başka Bektāşį yok kendi kendime nasıl āyin yapıp ibadet edeyim? diyor.

Türābį: “köyünüzde mektep varsa küçük yavruları mektebe gidip gelirken temaşa edersin demiş!..”93

92

Bu sözler onun Cemāziyel-evvel H.1285 tarihinde öldüğünü göstermektedir. Ebced hesabıyla bu tarih , Hünkâr sözünün baş harfini noktasız “Ha” harfi karşılığı (sekiz) saymakla tam tarihi vermiş olmaktadır.

93

Bu efsaneler Enver BEŞE tarafından Kırşehir ve yöresinden derlenmiştir. Türk Folklor Araştırmaları Dergisi İstanbul,1, (20), 1951, s.319-320

Mutasavvıflara göre, insan ruhullāhtır, çocuk safiyeti itibarıyla bizzatihi Allah’tır, tasavvufta esas bu olduğuna göre, uluhiyeti temsil eden çocuğa karşı hayranlık duygusu bir Bektāşį’ye göre camideki ibadete karşılıktır. Bu Bektāşilerce bilinen, sevilen bir şiirin açıklaması gibidir.

“Aynayı tuttum yüzüme Allāh göründü gözüme”

Farklı bir kaynakta bulunan diğer bir menkabe ise şöyledir. “Türābį Ali Dedebaba’nın aşçı-babası İbrahim Baba çok kendi halinde bir kişi imiş. Ramazanda gelen paşalara: “ İçeride kuşluk yiyorlar, haber vereyim de sofrayı kaldırsınlar” demiş, gülüşmüşler. Türābį Baba ölmeden önce, yerine İbrahim’in Dedebaba olmasını vasiyet etmiştir. Bunu duyan İbrahim Baba, koşmuş, Huzur-ı Pire gitmiş, duā etmiş ve ‘Aman Pįr’im, ben nasıl Dedebaba olurum? Sen onu iyi et, onun yerine benim canımı al!’ demiştir. Derler ki, gerçekten Türābį Dedebaba iyileşmiş ve bu İbrahim Baba Hakk’a yürümüştür. Bu olaydan sonra Türābį Dedebaba, daha on iki yıl yaşamış. Fakat bu süre içinde yalnız süt içermiş, başka hiçbir gıda almazmış.”94

Türābį hakkında anlatılan diğer bir menkabe ise onun Bektāşįliğe olan sevgisinin samimiyetini göstermesi bakımından önemlidir. Rivāyete göre Türābį Dedebaba daha sağlığında, ölmesi halinde dergâhın (Hacı Bektaş Dergâhı) girişine gömülmesini bu sayede dergahı ziyarete gelenlerin önce kendi mezarının toprağına basarak içeri gireceklerini bundan da hoşnut olacağını vasiyet etmiştir. Gerçekten de Hakk’a yürüdükten sonra Dergâhın girişinde sol tarafa defnedilmiştir. Gelen ziyaretçiler önce Türābį Dedebaba’nın kabrini ziyaret ederler.

2. Edebî Kişiliği

Hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Türābį, bir divan ve Hurūfiliğe ait bir risalesi dışında eser vermemiştir. Bu nedenle edebî kişiliği onun şahsiyetinin en belirgin yönünü oluşturmaktadır. Hayatı kısmında ele alındığı gibi o küçük yaştan itibaren tasavvufî bir çevre içinde bulunmamış çok sonraları Halil Revnakî Baba’ya rastladıktan

94

sonra Bektaşį ikrarı alıp bu muhite girmiştir. Kademe kademe yükselerek tarikatte postnişinliğe kadar yükselmiştir. Divanındaki şiirlerinden hareketle onun tasavvufî düşünce yapısını, bir dereceye kadar öğrenmek mümkündür. Zira gerek bu çevrede gerekse edebiyatımızın diğer alanlarında farklı zaman ve mekânlarda yaşamış bir çok Türābį mahlaslı şair yetişmiş bunların şiirleri genellikle birbirine karıştırılmıştır.

Şiirleri üzerine günümüze kadar ayrıntılı bir değerlendirme yapılmamış olmakla birlikte, o Bektaşį çevrelerinde şiirleriyle tanınıp sevilmiştir. Bir kısım antolojilerde bazı şiirleri yayımlanmış, az da olsa şairliğine ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. Türābį’yi şiirlerinden haraketle mutasavvıf bir şair olarak değerlendirebiliriz. O, tasavvufî temayı, şiirine zenginlik katmak için değil duygu ve düşünceleri içselleştirmenin neticesi olarak aşkla, inanarak, samimi bir şekilde söylemiştir. Şiirlerindeki vezin kusurları, söyleyişinden kaynaklanan bazı teknik aksaklıklar bile samimiyetine gölge düşürememiştir.

Türābį’ye klasik edebiyatımızın eleştiri metinleri olarak görülmesi mümkün olan tezkirelerde yer verilmemiştir. Bu durum her ne kadar onun şiirlerinin bu türden eserlere girebilecek özellikten uzakta olduğu düşüncesini akla getirse de, bu doğru bir yaklaşım değidir. Gerek divanı ve gerekse diğer eseri incelendiğinde, şairin içinde bulunduğu şiir dünyasının önemli bir şahsiyeti olarak ortaya çıkacağını söyleyebiliriz. Şair tasavvufî yönü ile döneminin önde gelen temsilcileri arasındadır. Ancak yaşadığı dönemin dinî-sosyal şartları itibariyle kaynaklarda hak ettiği yeri alamamıştır. Belki de Bektaşî olması dolayısıyla dönemin Bektaşîliğe karşı takındığı olumsuz tavır, dedebaba olan şairin yeterince tanınmasına engel olmuştur.

Türābį, felsefesini ve insan-ı kâmil olmanın yolunu ketum davranmayarak açıkça izah etmiştir. Fakat şiirlerinde tasavvuf dilinin doğası gereği mecazî dil (sembol) kullanmanın yanında bazı muhkem ifadelere de yer vermiştir. Şiirlerinde vahdet-i vücud nazariyesini açık biçimde dile getirmektedir.

Günümüzde yapılan edebiyat araştırmaları da göstermiştir ki, mutasavvıf şairler iki grup oluştururlar. Bunlardan ilkini oluşturan şairler, önce mutasavvıf sonra şairdir. Bunlar tasavvufî hayatı bizzat yaşamaktadırlar. İkinci kesimi oluşturanlar ise tasavvufu sanat yönünden değerlendirenlerdir. Bunlar için şiir ve sanat öneliklidir; önce şair, sonra mutasavvıftırlar. Fuzūlî ve Nāilî bu ikinci zümreyi oluşturur ( İpekten 1973:20). Türābį’yi

birinci zümre içerisinde değerlendirebiliriz. Zira o, şiirlerini eldeki bilgiler ışığı altında Bektaşî olduktan sonra yazmıştır diyebiliriz. Bu nedenle onun fikir ve inaçlarını telkin etme gayesiyle şiirler yazması doğaldır. Bu meyanda ortaya çıkan fikirlerini sade ve açık bir üslûpla nazm etmiştir. Bu demek değildir ki onun şiirlerinde beşerî duyguları ifade eden lirizme rastlanmaz. Aksine o, şiirlerinin büyük bir kısmını çoşku dolu lirizme ayırmıştır.

Türābî’nin divanındaki şiirlerinden hareketle onun klasik edebiyatın gerektirdiği bilgi ve becerilere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Şiirlerinde işlediği konular ve kullandığı nazım şekilleri itibarıyla klasik edebiyatın bir temsilcisi gibidir. Bu bağlılık birçok eski söyleyişin ve mazmunun kullanılmasına da yol açmıştır. Hece vezniyle yazdığı şiirlerinde ise hem gündelik hayatın hem de tasavvufun izlerini bulabiliriz. Şiirlerinin çoğunluğu tasavvufî karakter taşımasına rağmen onlarda tekdüze bir işleyiş ve kuru bir tasavvufî öğreti yoktur. Türābį’nin Bektaşîler için ne denli önemli bir şair olduğu İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı nüshasına yazılan takrizden de anlaşılmaktadır.95

Bazen halk ağzından mahallî söyleyişleri şiirlerinde kullanarak sade söyleyişe yönelen, Bektaşi çevrelerince çokca sevilip özellikle nefesleri “ayin-i cem” lerde sıkça okunan şair, Bektaşilerin “yedi büyük şair”inden sayılmasa bile bir Bektaşi Dedebabası olması hasebiyle saygı duyulmuş, sevilmiştir.

Türābį, kendinden önceki gerek divan şairlerinin-özellikle Fuzuli- gerekse Alevî- Bektaşî şairlerinin ifade ettikleri fikirlerden, mazmunlardan faydalanmış ve bunları şiirlerinde sıkça işlemiştir.

Şiirlerinde akıcı, sıcak, çekici, duru ve yalın bir dil kullanmıştır. Tarikatın tüm güzellikleriyle, inceliklerini büyük bir başarı ve ustalıkla şiirlerine yansıtmıştır. Din dışı sevgiyi bazı şiirlerinde derinlemesine ve vurgulayarak işlemiştir. Hz. Ali ve Ehli Beytine duyduğu derin sevgi ve bağlılığı her an dile getirmeyi bilmiş, Hacı Bektaş Veli'nin ulu ve yetkin kişiliğinden saygıyla ve huşu içinde söz etmiştir. Aruz ve hece ölçülerini kullanmıştır. Şiirlerinden kendisini her yönden yetiştirdiği, derin bilgi sahibi

95

“(…) Böyle bir dįvān-ı Ǿālį-meǾānįdir ki śafā-yı śafaĥātı reşk-efzā-yı ārzū-keşān-ı cennātin tecrįmin tahtiĥe’l-enhārdır ve her biri saŧır bin sutūrı eŧ-turuķu ilaǿllāh bi-Ǿadedi enfāsiǿl-ħalāǿik gibi ħalķ-ı Ǿāleme sebįl-i vāżıĥdır…” Divān-ı Türābį, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, kayıt no:529, yk.109b, 22.st.

olduğu, yaşama iyimser ve umut dolu bir anlayışla baktığı, Bektaşi felsefesini tüm incelikleriyle yaşayıp uyguladığı anlaşılmaktadır.

Türābį haline şükr eyle her dem Rıza-yı Hak gözet olagör ebsem Surette zillette görünürse adem Mānāda, Huda’da nimet bizimdir (Ş2)

Türābį şiirlerinde ağırlıklı olarak tasavvufu işler. Özellikle ‘dü’ harf ifadesiyle “kün” emrine sık sık göndermeler yapılır. İslām kozmogonisine göre varlığın –kün- emriyle birlikte ortaya çıkmasına dü harf iktibasıyla değinen şair bu meyanda kâinatın bir ayna mesabesinden öte olmadığını vurgular ve cümle eşyanın aynaya düşen bir mazhar (görüntü) olduğunu söyler. Varoluş serüveninin İslām tasavvufundaki iniş ve çıkış yaylarına telmihte bulunan şair bu iki yayın tam ara noktasından mutlak varlıkla dünya arasında uzanan “hatt-ı istiva” nın ehline malūm olduğuna/ olması gerektiğine işaret eder.

Dü ħarfin emrine mažhar düşürdün cümle eşycyı

Anınçün ehline maǾlum olur faŧŧ-ı istivc peydc ( G5/2)

Devam eden beyitlerde de aynı anlam doğrultusunda “dünyanın yaratılışına dair” ifadeler görmek mümkündür.

Türābį’de zaman zaman orijinal hayallere, ifadelere rastlamak mümkündür. İnsanın Bezm-i Elest’te seyredip de hayran olduğu cemalin, yeryüzüne gelişle birlikte insanı bir hicran ve dolayısıyla özlem içerisinde bırakmasını şair, felekten toprağa düşmüş ‘bir tane’ hayaliyle ifade eder. Burada geleneğin feleğe biçtiği olumsuz imgeyi dünyaya atılmışlık psikolojisi içerisinde vermeyi ihmal etmeyen şair, dünyevî şaşkınlığını gidermek

noktasında Peygamberimizin feyzini talep etmektedir. Feyzin akıcı bir su imgesi taşıması ve bolluğa berekete sebep olması anlamları düşünüldüğünde bu tanenin yeşermesi kaçınılmaz bir durum arzeder. Böylece yeşermeye başlayan dane, dikey yönde bir haraket sergileyerek mutlak güzele ulaşmak iştiyakını etkili bir şekilde ifade eder.

Dcne tek śan düşmüşüm dest-i felekden ħcke ben Vclih ü ħayretdeyim feyżin irişdir reh-nümā (G1/7)

Şair terk-i terk olmak için Yaratan’ı sevmenin kâfi geleceğini ifade ettikten sonra terkin dört rüknûndan ikisini bizzat dile getirmektedir.

Seni sevmek nümunı terk-i terk olmakdır ‛clemde

Nihcyet ehl-i ‛aşka bir nişcn ister mi ister yc ( G11/6)

Ey Türcbi menzil-i bcki murcd itsen eger

Terk-i dünyc terk-i Ǿukbc kalmadı bir ycr bana ( G22/7)

Türābî, divan şairlerinin bir gelenek bağlamında oldukça sık tekrarladıkları bir ifadeyle dünyadan yüz çevirmiş bir rind edası taşımaktadır. Tasavvufî öğretinin gelenekselleşmiş kaidelerinden olan dünyadan el etek çekmek düsturu Türābî’de şu şekilde görülür:

ǾAşka ķul oldum gerekmez devlet-i dünyc bana

Sensiz ey ruĥ-ı revcn zindcn olur hercc bana ( G3/1) Şair, rızkın Allah’tan olduğunun bilincinde olan bir tavır sergiler. Dünyaya tamah

etmemek gerektiğine inanan Türābî, sabır ve kanaatin içselleştirilmesi noktasında büyük mesafe katetmiştir. Hayatı ile alakalı şüphe götürür bir bilgi de olsa ölümüne yakın bir zamanda yazıldığı anlaşılan bir beyitte kimsenin yakasından tutamayacağını zira kimseye borcunun kalmadığını ifade etmektedir.

Şükr kim çāk-i girįbānım ŧutan kes yoķ benim Fikr ķıldım kimseye bir pāre borcum ķalmadı (G428/2)

Sevgilinin yüzünü görmekten başka maksadının olmadığını, onun yüzünün şairin Kābe’si olduğunu belirtirken rindane bir tavır takınır.

Vech-i dįdārıñdan özge yokdurur mak“ūdımız

Dcǿimc vechin olupdur KcǾbe-i ‛ulyc bana (G3/4)

Tasavvuftaki vahdet-i vücut nazariyesine uygun bağlamda vahdet köşesinin selamet bir yol olduğu vurgulanırken dünya, leş teşbihiyle olumsuz bir anlamda kullanılmaktadır. Mutlak güzelliğin peşinde olan ve nihayet ber-murad olmak isteyen bir kişinin dünyadan yüz çevirmesi kaçınılmaz bir durum arzeder. Kalbinde bir zerre dahi olsa dünyaya muhabbet besleyen bir kişinin aradığı, beklediği mutluluğu, ruh sükūnetini bulması mümkün değildir. Hatta beklediğinin aksine dünyaya zerre miktar da olsa muhabbet besleyen kişinin felaketle karşılasması kaçınılmazdır.

Guşe-i vaĥdet gönül rch-ı selcmetdir sana

Neyleyim şol cįfe-i dünyc nedcmetdir sana ( G12/1)

ˆubb-ı dünyc zerreveş olsa derununda eger

Ber-murcd olmak muĥcl cħir felcketdir sana (G 12/5)

Şiirlerinde özellikle tasavvufu çeşitli semboller vasıtasıyla anlatma yoluna giden şair bu noktada hayallerinin sınırlı olması dolayısıyla birçok tekrara düşmüştür. Hatta çoğu zaman farklı gazellerde aynı mısraların –birkaç kelime değişikliği ile- yer aldığı görülür.

Onun nazarında mevcūd, vücūdu aksettiren bir aynadır. Vücūd’un eseri olan mevcūd, vücūdun isim ve sıfatlarını anlamaya vesiledir. Bu nedenle şiirlerinde his, hayal ve duygu yoğunluğunun harman olduğu, fizik ötesi lirizmin duygu akışının şiirlerde yer aldığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte şiirinde daha çok didaktik ve hatta bazı şiirlerinde telkin edici bir üslubun egemen olduğunu da söyleyebiliriz.Divan’ın dil ve üslup özellikleri kısmında belirtildiği gibi sade ve anlaşılır olmak Türābî’nin en belirgin özelliğidir.

Rindane tutumundan dolayı şair nefsine seslenerek bir derviş misali dünyadan uzaklaşması gerektiğini ifade etmektedir. Zira dünya gönüle karışıklık veren ağır bir yüktür.

Ey gönül terk-i cihcn it diyeler derviş sana

Dünyc bir bcr-ı gircndır virmeye teşvįş sana ( G19/1)

Beyitlerinden hareketle tasavvufî bir terbiyeden geçtiğini söylemek mümkündür. (G269/3). Saf gönüllü bir Müslüman edasıyla şiirin o şa’şalı görüntüsünden uzaklaşarak günahlarına yanmakta ve bunun acısını oldukça saf bir söyleyişle dile getirmektedir.

Dünyadan tamamen yüz çevirmesi gerektiğini, dünyanın eteğinden tutmamak ile ifade eder. Zira insanı hak yolundan çıkaracak olan dünya muhabbetidir.

”utmayız dcmen-i dünycyı ki olduk fukarc Bizi başdan çıkarur clile elbet bu hevc ( G15/1)

Türābî, vahdet köşesine çekilmeyi tercih etmiş fakat bu yalnızlığı saklamayı beceremediğinden şikâyet etmiştir.

Guşe-i vaĥdet makcmın iħtiycr itmiş idim

Cümleye fcş olduġum tįr-i zebcnımdır sebeb ( G40/6)

Dünyanın mutlak güzelin bir yansıması olması nedeniyle oradaki güzelliklerin temaşasının gerçekte mutlak varlığın temaşası anlamına geldiğinin idraki içerisinde olan Türābî, bu gerçeği; dünyanın keşmekeşinden sıyrılarak onun sadece temaşa edilmesi gerekliliğini oldukça sade bir dille ifade eder.

Temcşa itmege geldik cihcna

Düşüp teşvįşini çekmek ne ĥccet ( G49/6)

Dünyanın geçici olduğu, aldanılmaması gerektiğini, ona heves edenlerin rahat yüzü görmediklerini aşağıdaki beyitlerde ifade eder.

”ut rch-ı rıżc dcmenini dinle ĥikcyet ( G55/2)

‡am kisvetidir cch-ı cihcn ülfeti kaŧ‛ it Çok kimse ana itdi heves görmedi rcĥat ( G55/3)

Ccm-ı felegin bcde-i gül-gunına bakma

Nuş eyle hele derd-i belc kahr-ı kascvet ( G55/4)

Divanındaki şiirlerin çoğu Bektaşiliğin temel görüşlerini, dünyaya bakışını ve felsefesini açıklar mahiyettedir. Ama bu konuların dışında tasavvuf ilkeleri de şiirlerinde sıkça işlediği konular arasında yer almaktadır. Dünyaya önem vermemek, halden şikayet etmemek, kesretten uzak durmak birçok beyitte işlediği konulardır.

Cāy-ı tenhāda ferāġat evini bekleyelim

Ķo disünler bize bu ħalk-ı cihān hep budalā (G 15/3)

Şükr eyle gönül ĥāline gel itme şikāyet

Ħaķķ rūzi ķılan ķısmetine eyle ķanāǾat (G 55/1)

Çıķ bu ħalkın keŝretinden gel seri āzāde ķıl

İtmesün renci füzūn Ǿālemde bir gerdiş sana (G19/3)

Türābî’nin şiirlerinde işlediği konuların başında sıkça kullandığı Hurufiliğe ait terimler gelmektedir. “bist ü heşt”, “si vü dü” gibi rakamlar Hurufiliğin benimsediği Allah’ın insanın yüzünde tezahür eden kelâmlarının harfleridir. “bist ü heşt” 28, “ si vü dü” 32 rakamının simgesidir ve bütün varlığın asli unsuru olan bu 28 harfi insanın yüzünde görmek mümkündür. Hurufiler daha sonra bu sayılara Farsçadaki (j, ç, p, kef) harflerini de ekleyerek 32’ye çıkarmışlardır.

Hurūfilere göre insanlar ve alem harflerle yaratılmıştır. Her peygambere inen harfler kademeli olmuştur. Adem (a.s.) 9 harfle, Hz. İbrahim (a.s.) 14, Hz. Musa (a.s.) 22, Hz. İsa (a.s.) 24; Hz. Muhammed (s.a.v.) 28; Fadlullah-ı Hurūfi ise 32 harfle konuşmuştur. Buna göre her bir harf sayısı, her bir peygamberin konuştuğu dilin harf sayısını gösterir.

Bunkarda harf sayılarında tezahur eden uluhiyettir. Hurūfiliğe göre bu peygamberler kendilerinden sonrakilerin zuhurunu müjdelemiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) ise Fadlullah-ı Hurūfi’yi müjdelemiştir ( Gölpınarlı 1997:148).

Sıır-ı Ĥaķķa vāķıf olmuş āşinā yüz binde bir

Si vü dü esrārına lāyıķ revā yüz binde bir (G 132/1)

Şiirlerindeki Hurufilikle ilgili terimlerin çokluğu ve Hurufilik üzerine yazdığı manzum risalesi göz önüne alındığında Türābî’nin Hurufiliğin kuvvetli etkisi altında olduğunu söylemek mümkündür. Hurufiliğin önemli rakamlarından 32’nin harf karşılığı olan “si vü dü” divanda on beş şiirde geçmektedir.

Âdemi Âdem eden üç “harf ile” beş noktadır Alemi Alem eden üç “harf ile” beş noktadır

İbni Edhem padişahken taht ü tacın terk edip Ethemi Ethem eden üç “harf ile” beş noktadır

Âdemi iġva eden evsani dil buldu vücut Ebkemi ebkem eden üç “harf ile” beş noktadır

Bi peder İsayı mevlut batnı Meryemden garaz Meryemi Meryem eden üç “harf ile “ beş noktadır

Ey Türābį yek nefeste on sekiz bin alemi Âlemi âlem eden üç “harf ile” beş noktadır.

(İstanbul Konservatuarı Neşriyatı Bektaşi Nefesleri II, 224)

Burada açıkca Arap alfabesinde üç harf, ayn, şın ve kaf’la yazılan ve beş nokta gerektiren “aşk” sözcüğüne bir gönderme yapılmaktadır. Muhtemelen her şeyi sayılara dökme şeklindeki Hurūfi eğiliminin etkisi altında ayrıca Bektaşî şairinin esrarengiz hava ilave etme aşkı nedeniyle -İslām’ın diğer mistikleri kadar Bektaşî için de evrenin yaratıcı ilkesi, kendisinin de onun içinde ortaya çıkacağı şekilde- Tanrının onu

kendisinden yansıtması böyle muammalı terimlerle açıklanır. Şüphesiz, sık sık kendi düşüncelerini anlaşılmayacak bir şekilde örtmelerinin bir nedeni vardır. Kendini koruma ilkesi bunu zorunlu kılmaktadır. Buna ilâveten yine kendi başına bir esrarengizlik sevgisi, dışarıdakilerin anlayamayacağı bir sırra sahip olmanın tatmini ve gururu vardır.

Ayrıca Fazlullah-ı Hurufi için söylediği gazellerde de Hurufi inanışların görmek mümkündür. (Fazl-ı Yezdan, Hurufiliğin kurucusu Fazlullah’ın adının Farsçasıdır.)

Fażl-ı Yezdān sırrına irmiş ķanı göster bana

ǾĀrif-i Kurǿān ĥaŧŧ-ı istivā yüz binde bir (G 132/4)

“Hudā’nın Fazlı” ve “Fazl-ı Yezdan” tamlamaları, en büyük Hurufi şairi sayılan Nesimi’den beri tüm Hurufi şairler tarafından gerek propaganda amaçlı olsun gerekse inançlarından ötürü olsun sıkça kullanılmıştır. Fazlullah-ı Hurufi’yi de değişik şekillerde anmaktadır:

Fażl-ı Yezdān ķullarının pāyine olduķ Türāb

Sen de ehl-i Ǿaşķ isen gel elif bāyı bul (G 266/7)

Türābî’nin şiirlerinde sık sık kullandığı Hurufi terminolojilerin başında “heft harf” ve “heft hatt” kavramları da bulunmaktadır. Beyitlerde sıklıkça işlenen bu kavramlarda, insan yüzünde bulunan yedi hattın Kur’an’ın ilk suresi olan Fatiha suresinin yedi ayetine karşılık geldiği, insan yüzünün Fatiha’ya tekabül ettiği inanışı görülmektedir.

Heft-harfin maǾni-i remzin ne bilsün zchidc

Muśĥaf-ı nctık sözin ben mübtelcdan śormalı (G413/4)

Heft ħattın Fctiha sırrın nümc eylar bana

Bir Bektaşi şairi olan Türābî’nin özellikle Ehl-i Beyt, Hz. Ali ve On iki İmam, Hacı Bektaş Veli ve az olmakla birlikte Dört Halife hakkında söylediği şiirler onun sanatını göstermesi bakımından önemlidir.

Bir içim su virmeyüp Şaŧŧ u Fırātı kesdiniz Çār-sū pįrāmeninden her nebātı kesdiniz ………

Ey Yezįd-i dūn ħar girdin Ĥüseynin ķanına

Śad hezārān laǾnet olsun śad hezārān cānına (Müs. 7)

Hz. Ali sevgisi tüm Bektaşilerde olduğu gibi Türābî’de de coşkulu ve duyguların doruk noktasındadır.

Dest urup çekdi ķopardı ol erenler serveri ĶalǾa-i muĥkemde bāb-ı sedd olan şol Ħayberi Śad hezārān Rüstem olmuşdur derinde kemteri Lā fetā illā ǾAlį lā Seyfe illā Źüǿl-fiķār (Mur. 19)

Türābî, şiirlerinde -yukarıda da değindiğimiz gibi az olmakla birlikte- Dört Halife’den de bahseder. Dört Halife’ye olan sevgisini, muhabbetini belirtmesi Bektaşi olan biri için oldukça önemlidir. Türābį, bu anlamda tutucu, bağnaz bir tutum

Benzer Belgeler