• Sonuç bulunamadı

STOA FELSEFESİNDE VARLIK

M.Ö. 335-265 yıllarında Zenon, Stoisizm (Stoikçilik, Stoacılık, Sundurmacılık) adı altında uzun yüzyıllar pek çok taraftar bulacak olan yeni ve eklektik bir fikir ve felsefe akımına öncülük etmiştir.59 Zenon, derslerini evinin boyalı ve kemerli kapısı (Stoa Poecile) önünde verdiği için liderliğini yaptığı fikir akımına da Stoisizm denmiştir.

Stoisizmin temel fikirleri, maddeci ve akılcı Batı Anadolu Okulu’nun bir devamı olarak gelişmişse de, gerek başlangıçta Grek Stoisizmi ve gerek daha sonraki Roma

58Karl Vorlander, Felsefe Tarihi (çev. M. İzzet-Orhan Saadeddin, yen. Yüksel Kanar), İstanbul 2004, s.167.

59Burhan Ulutan, İktisadi Doktrinler Tarihi, İstanbul 1978, s.28.

ve ortaçağ Stoiklerinin açıklamaları eklektik bir karaktere sahiptir. Stoiklere göre, evrende varolan her şey maddesel varlıktır. İnsan ruhu ve ilahlar da dahil olmak üzere bütün özellikler, her türlü ilişki, erdem ve kötülük gibi kavramlar da maddesel öğelerdir. Gerçek evren ancak maddelerden örülmüştür.

Zenon ve takipçileri, tıpkı Herakleitos ve öteki Batı Anadolu filozofları gibi, bütün evrenin devamlı bir değişim evrim içinde olduğu kanısındadırlar. Bu değişim ve hareket sürecini (mekanizmasını) Tanrı, yaratıcı, evrensel akıl, evrensel kanun, evrenin ruhu veya kısaca logos diye adlandırırlar. Logos, bir yandan evrenin asli (temel) maddesini, diğer yandan da düzenleyici kudreti ve bu düzenin esasını oluşturan ilkeleri ifade eder. Evren ve evrenin her parçası değişmez, şaşmaz ve daima aynı kalan kanunlara göre yönetilir. Bundan dolayı, etkenler ve sonuçlar arasında zorunlu bir determinizm (neden-sonuç ilişkisi, nedensellik) vardır. Hiçbir şeyde veya yerde, şans veya başka türlü olma ihtimali yoktur. Maddesel bir varlık olan insan aklı ve zekası da Tanrısal veya evrensel aklın bir parçasıdır. Bu nedenle, tecrübeler ve dış dünyadan gelen algıların zihnimize işlemeleri ve genelleştirilmeleri suretiyle elde edilen bilgiler, doğru ve gerçeğin kendisidir.

Bu varsayımlar ve kavrayış, Stoikleri, gittikçe evreni ve insan topluluklarını yöneten ve ilkelerini insanların kendi bilinç (şuur) ve vicdanlarında buldukları doğal kanunlar anlayışına götürmüştür. Zenon, büyük bir şehit ve evliya olarak taparcasına bağlandığı Sokrates’in izinde yürüyerek, felsefenin görevinin gerçek erdemin sırlarını ortaya koymak olduğunu savunmuştur. Bu hedefe ulaşabilmek için ilkönce üzerinde yaşadığımız maddesel dünyamızı, onun olaylarının akışını, bu oluşumun kanunlarını ve esaslarını çok iyi ve doğru olarak öğrenmemiz; muhakeme (değerlendirme) ve kararlarımızda hataya düşmememiz gerekliydi. Bu nedenledir ki, mantık ve fizik bilimleri Stoik felsefenin en kuvvetli iki dayanağını meydana getirmişlerdir. İkinci olarak da, doğal kanunlar ve doğal düzen hakkındaki gerçek bilgilerimizi kullanmak, akıl ve vicdanımızın emirlerine tam bir şekilde uymak suretiyle hislerimizi, vücudun kaba istek, heyecan, iştah ve hırslarını kontrol altına almamız gereklidir. Diğer bir deyişle, evrensel aklın bir parçası olan kendi akıl ve vicdanımızda yankısını bulduğumuz doğal kanunlara ve düzene uygun bir yaşantıyı kabullenmemiz zorunludur.

Stoacılar, Aristoteles’in dualizmine tek cevher kabul eden bir felsefe şeklini vermeye çalıştılar. Onlara göre, madde ve suret, cisim ve ruh birdir; bütün alemin cevheri (özü) tektir. Bu da maddi, cismanidir. Böylece Stoa felsefesi, hemen hemen

maddeci (materyalist) bir nitelik taşır. Onlara göre gerçek olan, ancak cismani olanlardır. Sadece duyulur şeyler değil, belki bütün varlıklar, Tanrı ve ruhlar, erdemler ve etkiler, hatta gitmek, dans etmek, bilgi ve felsefe gibi sırf soyutluklar bile cismani niteliğe sahiptirler.60 Cismani olmayan ancak boş mekan, zaman ve düşünce konularıdır. İnsanın adil olması Platon’un varsaydığı ve kabul ettiği gibi, adalet düşüncesinden (idesinden) pay almasıyla değil, belki adalet tözünü kendi bedeninde taşıması yüzündendir. Onların gözünde maddede içkin ve etkili olan akli güçler vardır. Fakat temel güç, bütün diğer güçlerin dallandığı kök, uluhiyettir. Böylece, Stoa felsefesinde maddecilik birdenbire ilahiyata dökülmektedir.61 Stoacılar, her şeyi canlandıran bu öncesiz ve sonrasız temel gücü, mümkün olduğunca cismani olarak tasavvur etmeye çalışıyorlar.

Dünyada her şey doğal bir zorunlulukla birbirini izler. Bu zorunluluğa insan, kader veya talih adını da verir. Stoacılara göre, evrenin düzeninin mükemmelliği ve amacına uygunluğu bizi şu sonuca ulaştırır: söz konusu olan temel güç, aynı zamanda en fazla yetkinlik sahibi, en uygun olarak amaca hizmet eden aklın aletidir. Böylece kader, bilgece ilahi yönetime dönüşür.62 İyi ve kötü konularına ilişkin ayrıntılı yazılarla, bu dünyanın en mükemmel dünya olduğu kanıtlanmaya çalışılır. Stoacıların uluhiyet kavramı, doğal-maddi bir temel üzerine kurulmuş olmasına rağmen, uluhiyete karşı duydukları duygu saftır, kalpten doğmadır.

Stoisizmin temel ilkeleri Stoikleri zamanla ve yerine göre birbirine zıt; biri doğal kanunlar ve bilimsel determinizm ilkeleri ile insanların doğal hakları, eşitlikleri ve özgürlükleri ilkelerinin savunucusu; diğeri tam tersine, kendi içine kapalı, öteki alemin hayali güzelliklerine tutkun ve mistik iki ayrı hayat anlayışına götürmüştür.

Zenon’un bir cümlesini burada ifade edelim: “gerçek anlamda erdem; hiç kimseyi, ister Grek, ister barbar; erkek veya kadın, zengin veya fakir, özgür veya köle, bilgin veya cahil, sağlam veya sakat, hiçbir insanı hor ve hakir görmemektir”.63 Sundurmacılığın (Stoacılık) zaman ilerledikçe diğer yönleri üzerinde daha az konuşulmuş, ahlaka ve tanrıbilimin ahlakla en ilgili olan yanlarına apayrı bir önem verilmiştir.64 Stoacıların yöntem yönünden zayıflıklarına karşın, bir üstünlük ve değerleri vardır. İlk kez olarak görev düşüncesini felsefi bakıştan, yüceltici bir güçle,

60Karl Vorlander, Felsefe Tarihi (çev. M. İzzet-Orhan Saadeddin, yen. Yüksel Kanar), İstanbul 2004, s.171.

61A.g.e., s.171.

62A.g.e., s.171.

63Burhan Ulutan, İktisadi Doktrinler Tarihi, İstanbul 1978, s.30.

64Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi (çev. Muammer Sencer), İstanbul 1983, s.255.

büyük bir şiddet ve ciddiyetle ortaya koymuş ve yaymışlar; görevin yetkin bir biçimde yerine getirilmesinin ancak içimizdeki temizlik ve doğrulukla mümkün olduğu düşüncesini tam saflığı içinde kavrayarak üzerinde ısrar etmişlerdir. Felsefi açıdan bu hizmet önemlidir.

Stoacı okulun Zenon’dan sonra önderliğini, başta Saint Paul olmak üzere ilk Hıristiyan büyükleri etkilediği bilinen, Batı Anadolu’dan Assoslu Kleanthes (M.Ö.

331-233) yapmıştır. Daha sonra güney Anadolu’dan Panaetius (M.Ö. 180-110), Stoisizmi Roma’ya ithal ederek soylu Roma ailelerinin çocuklarına öğretmenlik yaptı.

Bu tarihten sonra başta Seneca, Caton, şair Virgil, Tacitus olmak üzere daha sonraki hemen hemen bütün Romalı yazar ve fikir adamları, Stoik felsefenin az çok etkisi altında kalmışlardır.65

Düşüncelerinin bütünü bakımından Posidonius, Stoacı düşünürler arasında en bilgilisi, bilime en eğilimlisi ve bağlısı olarak tanınmıştır. Yazıları ve araştırmaları zamanının hemen bütün pozitif bilimlerini kapsar: matematik, astronomi, fizik, coğrafya, tarih, gramer ve sentaks. Rodos’taki parlak derslerindeki dinleyicileri arasında Ciceron ve Pompee de vardır.66 Posidonius, Panaetius’tan daha fazla bir ölçüde Platon, Aristoteles ve diğer eski filozofların teorilerini Stoa öğretisiyle birleştirmiştir. Akıldan başka gönlün ve eğilimlerin özel ruhsal güçler oluşturduklarını kabul etmiş, etkilenme ve ihtiraslarımızın bunlardan kaynaklandığını varsaymıştır.

Posidonius, Panaetius’a göre daha dogmatik gözükmektedir. Bu dönemi izleyen kuşağa mensup olanlar arasında, tanınmış coğrafya bilgini Strabon (M.Ö. 58-M.S. 22) ve Caton anılmaya değerdir.67Caton, gerek hayatıyla gerek ölümüyle Stoa kurallarını güçlendiren ve pekiştiren bir örnek olmuştur.

Bütün ruhlarıyla kendilerini belirli bir felsefi sisteme bağlayan ve adayan Romalılardan biri de, Romalı şövalye Lucretius Carus (M.Ö. 97-55)’tur.68 Onun eşyanın doğası adlı öğretici şiiri, Romalıların şiir ve felsefe alanında en mükemmel yapıtlarından birini oluşturur. Epikürcülerin (Epikuros) diğer yazılarında neşeli bir ruh hali sezildiği halde, bu eserde baştan aşağı hüzünlü bir ciddiyet sezilir.

Lucretius’un yapıtıyla Roma’da, Demokritos ve Epikuros’un felsefesi, Stoacı felsefe yanında canlanıyordu. Bu iki felsefeden Stoacılık, artık site halinden dünya devleti

65Burhan Ulutan, İktisadi Doktrinler Tarihi, İstanbul 1978, s.141.

66Karl Vorlander, Felsefe Tarihi (çev. M. İzzet-Orhan Saadeddin, yen. Yüksel Kanar), İstanbul 2004, s.189.

67A.g.e., s.190.

68A.g.e., s.190.

haline gelen Roma’nın zihniyetine daha uygun bir felsefeydi. Çünkü, Stoacılık bütün evreni tek bir organizma gibi görüyor ve her şeyin arasında bir bağlılık buluyordu.

Halbuki, Epikür felsefesi daha çok basit bireyleri, tek tek tözleri (atomları) tutuyor, atomların arasını boş sayıyor, bir bağlılık görmüyordu.69 Stoacılıkta insan artık her şeyin merkezi olmaktan, devlet içinde bir devlet gibi görünmekten çıkıyor ve topluma bağlı bir birey, bir vatandaş olarak genel düzenin içine giriyordu. Bu nedenle, artık herkesin devlete ve topluma karşı bir ödevi (görevi) vardı. İşte Roma yasalarının temeline bile giren bu Stoacı felsefe, doğal olarak Roma’da daha çok saygınlık görüyordu. Lucretius’a çağdaşları az önem vermişlerdir, onun şiirinde Epikür’ün materyalizmi ve kötü yorumlanan ahlak kuramı Romalıların pek hoşuna gitmemiştir;

ama yine de Stoacılığın yanında yer almıştır.

Roma son Stoalılarının en ünlüleri, Seneca, köle Epiktetos ile imparator Marcus Aurelius’tur.70 Stoalıların ahlak felsefesinin, daha Seneca (M.S. 3-65) zamanında yönünü değiştirdiği hissedilmektedir. Artık erdemin aslına ilişkin felsefi incelemeler karşımıza çıkmamakta, halka seslenen ve güçlü bir dini renk almış olan teşvikler ve öğütlerle karşılaşmaktayız.71 Ona göre felsefe, sözleri değil davranışları öğretir.

Felsefeye zaman geçirmek için değil, kurtuluşunu sağlamak için bir araç gözüyle bakılmalıdır. Ahlaki hedef olarak sadık olmak (aynı şeyi istemek ve aynı şeyi istememek) ilkesi yeterlidir. Fakat Stoacılığın kökeninde görülen kendine güven yeteneği, artık Seneca’da yoktur; ona insanlığın zayıflığı ve suçluluğu duygusu derinden nüfuz etmiştir. Gladyatör oyunları aleyhine düşüncesini açıklayan ilk Romalı, Seneca’dır. Bu türden anlayışlar Hıristiyanlığa o kadar yakındır ki, Seneca’yı gizliden Hıristiyanlığı kabul etmiş sayanlar olmuştur.72

Epiktetos’la Aurelius’un felsefi sorunlarda birlik olması dikkate değer bir olgudur.73 Bu, bir çağın felsefesini toplumsal koşulların etkilemesine karşın, bireyin felsefesi üzerine bireysel koşulların bazen sanıldığından daha az etki yaptığını anlatır.

Roma Stoikleri, Tanrısal düzen fikrinin daha çok ahlak ve toplum felsefesi yönüne eğilmişlerdir. Başlangıçta birbirlerine çok yakın görünmelerine hatta aynı anlayıştan gelmelerine rağmen, sonuçları itibariyle tamamen zıt iki ayrı hayat felsefesine kaynaklık etmişlerdir. Hatta, kendileri de bu iki felsefeyi birlikte

69A. Adnan Adıvar, Bilim ve Din (İlim ve Din), İstanbul 1980, s.62.

70Burhan Ulutan, İktisadi Doktrinler Tarihi, İstanbul 1978, s.141.

71Karl Vorlander, Felsefe Tarihi (çev. M. İzzet-Orhan Saadeddin, yen. Yüksel Kanar), İstanbul 2004, s.198.

72A.g.e., s.199.

73Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi (çev. Muammer Sencer), İstanbul 1983, s.264.

yaşamışlardır. Bunlardan birincisi olan sabır ve tahammül, karşılaşılan zulümlere, baskılara ve işkencelere sabırla tahammül ederek, aklımızın ve vicdanımızın bize doğru ve hak olduğunu söylediği hedeflerden, fikir ve inançlardan fedakarlık etmemek, hak yolundan şaşmamak, fikir ve inançları uğruna yılmadan mücadeleye devam etmek demektir. Hıristiyanlar 400 yıl boyunca inanç ve özgürlüklerine kavuşmak için, Roma zulüm ve işkencelerine böyle katlanmışlardır. Felsefelerden ikincisi olan teslimiyet ve tevekkül ise, kendi içine kapanarak ne vücudun istek ve arzularına, maddesel varlığa, zenginliğe ve ne de dış koşullara önem vermemek, mutluluk ve huzuru kendi iç aleminde aramak demektir. Bu inançla bir çok Stoik, iç huzurlarını, vicdan rahatlıklarını, fikir dürüstlüklerini ve özgürlüklerini korumak için her türlü maddesel değeri, serveti ve yükselmeyi kaygısızca reddetmişlerdir. Hatta gerektiğinde hayatlarına da fütursuzca son vermekten, intihardan kaçınmamışlardır.74 Bu ikinci yöneliş, Roma Stoikleri gibi aynı görüşün sızdığı toplumlarda ve devirlerde insanları, zulüm ve baskı karşısında ağır bir bezginlik altında kendi içlerine kapanmaya, mistik bir tevekküle saplanmaya, tembellik ve uyuşukluğa sürüklemiştir.

Şunu da söylemekte yarar vardır: Rönesans’tan sonra batı dünyası birinci anlayışı (sabır ve tahammül) benimseyerek geliştiği halde; 11.yüzyıldan sonra İslam alemi; 15.

yüzyıldan sonra da Osmanlı toplumu ikinci felsefeye (teslimiyet ve tevekkül) yöneldiği için gerilemişlerdir.

Stoa okulu M.S. 2. yüzyılda ömrünün sonuna erişirse de, Stoalıların felsefi anlayışları kendilerinden sonraki dönemlerin felsefi gelişimi üzerinde doğrudan veya dolaylı ve de sürekli bir tarzda etkide bulunmuştur.75 Stoa felsefesinin ahlaki özü, insanlığın her dönemi için değerini korur. Sundurmacıların (Stoacıların) asıl önem verdikleri ahlaksal olan ise de, öğretilerinin başka alanlarda ürün verdiği iki yön vardır. Bunlardan biri bilgi kuramı, diğeri ise doğal yasa ve doğal haklar öğretisidir.76 Stoiklere göre, insanlar birbirinin kardeşi ve yardımcısıdır. Toplumdaki mevkileri, servetleri, aileleri ne olursa olsun hepsi de eşittir. Stoisizmin bu yönü, Roma İmparatorluğundan 18. yüzyıla kadar insanların özgürlükleri, doğal hakları için savaşanlara fikirsel kaynaklık yapmış; yüzyıllar boyunca sabır ve tahammülle zulümlere göğüs gererek kuşaklar boyu sürse de adım adım gayelerine doğru

74Burhan Ulutan, İktisadi Doktrinler Tarihi, İstanbul 1978, s.144.

75Karl Vorlander, Felsefe Tarihi (çev. M. İzzet-Orhan Saadeddin, yen. Yüksel Kanar), İstanbul 2004, s.203.

76Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi (çev. Muammer Sencer), İstanbul 1983, s.271.

ilerlemelerine hizmet etmiştir. Doğal hak öğretisi 16., 17., ve 18. yüzyıllardaki biçimiyle, önemli değişmelerle de olsa, sundurmacı (stoacı) öğretinin canlanmasıdır.77 İsa Peygamberin getirdiği Hıristiyanlık’ın, sevgi ve şefkat kelimeleriyle tanımlanan iki ilkeye dayandığı yaygın bir kabuldür. Hz. İsa’nın eski Grek felsefesi ve Stoacılık hakkında bir bilgisi olup olmadığı bilinmemektedir. Hıristiyan teolojisi, Eflatun (Platon) felsefesiyle Stoisizmin bir karması olarak kabul edilir.78 Hıristiyan felsefesinin babası olarak bilinen St. Paul, hem Eflatun hem de Stoa felsefelerinden etkilenmiştir.79 İncil yazarlarından St. Luke ile St. Mark’ın da geniş ölçüde St. Paul etkisinde oldukları kabul edilir.80 Felsefenin belli imgelerinden biri olan Platon, ilk Hıristiyanlıkta; Aristoteles ise ortaçağ Hıristiyanlığında çok önem kazanmıştır. Fakat Rönesanstan sonra, insanlar politik özgürlüğe değer vermeye başladılar ve yüzlerini Plutarchos’a döndürdüler. 18. yüzyılın İngiliz ve Fransız liberallerini, Amerika Birleşik Devletleri’nin (A.B.D.) kurucularını, Alman romantik akımını etkileyen ve daha çok dolaylı kanallarla, günümüze değin Alman düşüncesini etkilemeyi sürdüren Plutarchos’tur.81 Hıristiyanlık, sundurmacı (stoacı) öğretinin herkesin eşit olduğunu düşünen yanıyla, geri kalan yanlarının çoğunu birlikte almış gözükmektedir. Bertrand Russell’a göre, 17. yüzyılda, despotlukla gerçekten savaşma fırsatı çıkınca, doğal yasa ve doğal eşitlik konusundaki sundurmacı öğretiler, Hıristiyan giysileri içinde, pratik bir güç elde etti; bu gücü onlara, eskiçağ imparatorları bile sağlayamamıştı.82

Benzer Belgeler