• Sonuç bulunamadı

İSLAM TASAVVUF (MİSTİK) DÜŞÜNCESİNDE VARLIK ANLAYIŞI

B-2. İŞRAKİ FELSEFESİ

C. İSLAM TASAVVUF (MİSTİK) DÜŞÜNCESİNDE VARLIK ANLAYIŞI

Tasavvuf insanlar arasında ortak herhangi bir duygu ve düşünceyi veya objektif bir bilgi alanını değil, yaşanan iç tecrübeyi (mistik tecrübe) konu aldığı için onun, herkesin üzerinde birleştiği ortak bir tanımı yoktur.306 Bu tanımlardan birkaçı şöyledir:

1- Tasavvuf bulamayınca huzura ermek, bulunca başkasına vermektir.

2- Tasavvuf hakikatlere sahip olmak ve halktan hiçbir şey beklememektir.

3- Tasavvuf bütünüyle edepten ibarettir.

4- Tasavvuf kulun her vakte uygun ve gerekli olan şeylerle uğraşmasıdır.

5- Tasavvuf bir şeye sahip olmaman, bir şeyin de seni kendine kul etmemesidir.

6- Tasavvuf kendi varlığında ölmen ve Allah ile dirilmendir.

7- Tasavvuf barışı olmayan bir savaştır.

8- Tasavvuf kişinin kendi iradesini tamamen Allah’ın iradesine teslim etmesidir.

9- Tasavvuf iyi ve güzel olan bütün huylara sahip olmak, kötü ve bayağı huyların hepsinden arınmaktır.

10- Tasavvuf halkla olan ilişkiyi kesip kişinin kendini tümüyle Allah’a vermesidir.

Gerek klasik gerekse modern kaynaklarda tasavvufun yüzden fazla tanımını bulmak mümkündür. Bunların ortak paydası alındığında görülür ki, tasavvuf denilince vurgulanmak istenen şey ya iç arınmayı gerçekleştirmek suretiyle yüksek ahlak sahibi

305A.g.e., s.259.

306Mahmut Kaya, İslam Felsefesine Giriş, ders notu, s.49.

olmak veya duyu ve akıl bilgisini yetersiz bularak keşif ve ilham (mistik sezgi) yöntemiyle ilahi hakikatlerin bilgisine ulaşmak ya da Allah, kainat (evren) ve insan ilişkisinden hareketle varlığı yorumlayarak kainatta tek bir varlık bulunduğunu (vahdet-i vücud) savunmaktan ibarettir.

İslam’da sırri felsefe asıl felsefeden daha esaslıdır ve daha önce doğmuştur.

Kelam ve fıkıh ile beraber tasavvuf, İslami doktrinin esasını oluşturur. Tasavvufun kökenini aramak için öncelikle Kur’an’a kadar çıkmak gereklidir. İslam’ın genel fikri tasavvufun anlayışına çok uygundur; yani mutlak karşısındaki teslimiyeti ifade etmektedir.

Bu suretle, Hz. Muhammed’in birinci şahsiyetinin mistik şahsiyeti olduğu ifade edilmektedir. İslam dini imparatorluğu içerisinde bir zühd (her türlü zevke karşı koyarak kendini ibadete verme) akımı doğmuştur. Bu zühd akımı, İslamiyetin idealist karakterinin istilacı karakterine karşı yaptığı reaksiyondur.307

Bu reaksiyon önce dağınık olarak başladı, bölgesel kaldı. Fakat İslam imparatorluğu, Abbasiler zamanında Araplar dışına yayıldığı zaman Arap olmayanlar arasında birçok taraftar buldu. Bu reaksiyonun bir takım nitelikleri kendiliğinden oluşuyordu:

1- Aşırı dünya bağlılığından vazgeçmek.

2- Zikr: Zikr, Allah’ı hatırlamak için Allah’ı ifade eden kelimelerin tekrarıdır.

Bu, zahidi bir çeşit konsantrasyon (dikkatini yoğunlaştırma) haline koyuyor. Asıl tasavvufi hareket zikirde meydana geliyor.

3- Tevekkül: Bu, yalnız Allah’a güvenmek ve Allah’tan başka hiçbir şeye bağlanmamak şeklindeki zahidin zihni durumu idi. Zahid o kadar mütevekkil olacak ki, yalnız bulunduğu anı yaşayacaktır. Çünkü, her an onu Allah’la ittisal (bitişme) haline getirmektedir.

Zühdün, İslamiyetin ikinci yüzyılından itibaren teşkilatlandığı ve zahidlerin kendilerini halktan ayıran bir sof giymeye başladıkları belirtilmektedir. Bu nedenle sufi adını aldıkları ifade edilmektedir. Sufiler, peygamberle arkadaşlık yapmış olan (sahabe) Bilal Habeşi, Zünnun Mısri gibi kimseleri kendilerine üstat diye tanıyorlardı.

Tarih bakımından bu nokta yeterince aydınlık değildir. Fakat büyük olasılıkla ilk sufiler bunlardı. Sufilik, ikinci yüzyıl başlarında teşkilatlandı; yavaş yavaş zühd teorikleşiyordu. Aksiyon, bir evrensel görüş halini alıyordu.

307Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, İstanbul 2005, s.86; Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, İstanbul 1992.

Mutasavvıf, sufiye kendini bağlayan demektir. Bunların bir kısmı zahiddir, yani bizzat hayatında mistisizmi yaşamıştır. Fakat bir kısmı zahid değildir; yalnızca zühdün teorisini yapmıştır. Bu suretle, zühd bir hareket noktası olmak üzere, başlı başına bir metafizik yapıya geldi.

Budizmde dünyanın terki, yani Nirvana gaye olduğu halde, İslam mistisizminde fenâ araçtır; ve ondan sonra bakâ gelir. Bu iki dünya görüşü arasındaki fark çok esaslıdır. Hint felsefesi Schopenhauer’da olduğu gibi, varlığın inkarıyla yokluku hedef edindiği halde; İslam tasavvuf şekli, değişmeyi inkar ederek hakiki varlığa yani an-ı daime yönelmektedir.308 İslam tasavvufunda esas olan vücud-u mutlak olduğu halde, Hint tasavvufunda esas olan yokluk (adem)tur. Bunun sonucu olarak, Hint tasavvufunda yalnız dünyadan ayrılış ve varlıktan kurtuluş mertebesi olduğu halde, tekrar dünyayı kazanış mertebesi yoktur.

İslam mistisizminde değişen her şey geçici ve zahiridir. Bununla beraber o, hiçbir zaman eski Yunanlılar gibi hakikati şeklin mükemmelliğinde de aramaz.

Hıristiyan mistisizminin gayesi sırf ahlakidir. Hatta denebilir ki, onun metafizik esasları ihmal edilmiştir. Halbuki, İslam tasavvufu daha çok metafizik bir esasa dayanır. İslam tasavvufu İslamiyetin idealini yükseltmiştir. O, dinin korku ahlakını aşk ahlakına çevirmiştir. Kur’an’ın lafzi (sözel) ve harici manası yerine, batıni ve gizli manaları koymuştur. Tasavvuf yalnız bir teori değildir. Aynı zamanda bir yaşam şekli ve aksiyondur.

Tasavvufun metafiziği çeşitli dereceler kateder ki, onları başlıca üç dereceye ayırabiliriz:

1- Vahdet-i şuhud: Burada mistik yalnız psikolojik bir ruhi halet kabul eder.

Fakat eşyanın aslında birbirinden ve Allah’ın alemden ayrılığına kanidir. İlk mutasavvıflar ve Farabi gibi bazı filozoflar bu zümreye girer.

2- Vahdet-i küsud: İradelerin birleşmesidir ki, burada mistik yalnız bir tasavvur birliği değil, insanlar arasında bir irade birliği görür. Fakat yine Allah ve alem ikiliği devam eder.

3- Vahdet-i vücud: Burada tasavvur ve irade bakımından olduğu gibi, varlık bakımından da birlik kabul edilmiştir. Bu, mistisizmin en son ve en mükemmel derecesidir. Batıda buna panteizm denir. İslam felsefesinde panteizmin de çeşitli

308A.g.e.’ler.

derece ve şekilleri vardır. Fakat sonuçta hepsi birleşirler. Son büyük mistiklerin çoğu vahdet-i vücudcudurlar: Muhyiddin Arabi, Feridüddin Attar, Mevlana gibi.309

Bundan anlaşılır ki, bir ruhi halet olan tasavvuf, ahlaki usul olan tasavvuf ve metafizik sistem olarak tasavvuf birbirinden ayrılır. Fakat bunlar birbiri içine girer ve birbirini tamamlayan halkalar halinde birbirinden ayrılırlar. Özetle, aralarında mertebe farkı vardır.

Tasavvuf hareketi ikinci yüzyılda (hicri) başladı. Bütün mutasavvıflar tasavvufun ana meselelerini ve terimlerini koydular. Ancak altıncı yüzyıldan sonra tasavvuf klasik bir kadro içerisine girdi. Ondan sonrakilerin çoğu tekrardan ve şerhten ibarettir. Fakat bu devre kadar çok orijinal şahsi incelemeler vardır. Tasavvuf klasik şeklini alınca tarifleri yapıldı ve sınırı çizilerek geçici bir şahsa ait olmayan genel doktrin haline geldi. Bu manzarasıyla tasavvuf iki kısma ayrılabilir: Ahlak (pratik) ve tevhid (mükaşefe, teorik). Tasavvuf zühdden doğduğu için pratiktir teorisi oradan çıkmıştır. İlk mutasavvıflar aynı zamanda zühd hayatını yaşamış, sırri tecrübeden geçmiş ve onu sonradan nazari (teorik) bir şekilde açıklamaya çalışmışlardır. Tarihi gelişimi içinde tasavvufun ahlak, epistemoloji ve ontoloji ağırlıklı olmak üzere üç farklı çizgi gösterdiği söylenebilir.310

Tasavvuf felsefesi, hakikati iradeden çıkarır. Hakikate mantıksal ve zihinsel bir şekilde ulaşılamaz. Bizi ona götüren dini tecrübe içinde ilahi şevkin yaşanmasıdır.

William James’in fikirlerinin köklerini tasavvuf psikolojisinde buluyoruz.311

Tasavvuf hareketi başlıca üç merkezde (Kufe, Basra ve Bağdat) doğdu. Daha sonra tasavvuf merkezi Horasan oldu ve en büyük mutasavvıflar Türkistan’da (Horasan’da) yetişti. Moğol istilasından sonra mistikler batıya ve Anadolu’ya geldiler.

Bunların dışında 5. yüzyılda başlayan bir de Endülüs akımı vardır ki, işte bu Horasan erenleri ile Endülüs mutasavvıflarının Anadolu’da karşılaşması, tasavvufa en zengin eserlerini kazandırmıştır. Önemli tasavvufçular şöyle sıralanabilir: Hasan Basri, Haris Muhasibi, İbn Edhem, İbn Kerram, Bayezid Bistami, Hakim Tırmızi, Abdullah Tusteri, Harraz, Cüneyd Bağdadi, Hallac-ı Mansur, Muhyiddin Arabi, Sadreddin Konevi, Necmeddin-i Kübra, Mevlana Celaleddin Rumi, Bedreddin Simavi.312

Tasavvuf, Hallac’a kadar bir tekamül (gelişim, ilerleme) geçirerek parça parça oluştuktan sonra, onda bütün felsefi problemlere cevap veren tam bir sistem halini

309Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, İstanbul 2005, s.88.

310Mahmut Kaya, İslam Felsefesine Giriş, ders notu, s.61.

311Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, İstanbul 2005, s.92.

312Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, İstanbul 1992; Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, İstanbul 2005.

Benzer Belgeler