• Sonuç bulunamadı

soyut uzama karşıt bir şekilde, daima politik yer

Belgede JACQUES DERRIDA KHÖRA (sayfa 50-92)

49

veya daha genel olarak yatırım yapılmış yer anlamı­

nı içeriyor. Khôra: biri tarafından işgal edilen yer, ülke, ikamet edilen yer, işaretlenmiş yer, rütbe, mevki, atfedilmiş konum, toprak veya bölge «de-mektir ». Ve böylece khôra her zaman, genel yer olarak bile, önceden işgal edilmiş ve yatırım yapıl­

mış bir yer olacaktır ve dolayısıyla onda yer alan her şeyden farklılaşır. Onu, boş veya geometrik bir uzam ve hatta Heidegger'in de diyeceği gibi, kar-tezyen uzamı, yani res extensa'nın extensio'sunu

[yayılım] «hazırlayan» olarak ele almanın zorluğu buradan kaynaklanmaktadır. Fakat öte yandan bu belirli yerde ve bu işaretlenmiş yer üzerinde, Sok-ratik söylem değilse de, Sokrates'in söylemi gezgin-likten, hareket halinde veya işaretlenmemiş bir yerden, her durumda kendini bir de yansızlaştırıl­

rnış bulan bir dışlanma uzamından doğuyor veya

doğarmış gibi yapıyor. Neden yansızlaştırılmış7 Eğer Sokrates kendini, türü, yeri olmamak olanlar-dan biriymiş gibi yapıyorsa, kendini onlarla bir tutmuyor, onlara benzediğini söylüyor. Dolayısıyla kendini bir şekilde ne sofistlerin, şairlerin ve (söz ettiği) diğer taklitçilerin ne de (yalnızca onu dinle-meyi ona önererek konuştuğu) filozof-politika a-damlarının türü olan üçüncü bir tür içinde

tutu-50

KHÔRA

yor. Sözü ne hitabı ne de hitap ettiği. Üçüncü bir türde ve yersiz bir yerin yansız uzanımda, her şe­

yin kendini belli ettiği, fakat «kendi içinde» işaret­

lenmemiş olacağı bir yerde varıyor bu söz. Daha

şimdiden, söz verdiği diğerlerinin sonradan khöra olarak adlandıracakları şeye benzemiyor mu? Basit bir benzerlik kuşkusuz. Yalnızca sofislik türde bir söylem bunu kötüye kullanma densizliğine düşe­

ceklir. Fakat bir benzerliği kötüye kullanmak, onu bir özdeşlik olarak sunmak değil midir, onunla bir tutmak değil midir7 Olduğu haliyle benzerliğin ne-denleri üzerine de kendimizi sorgulayabiliriz.

Mukkadimedeyiz, Timaios'un mukaddimesi ü-zerine bizim mukaddimemiz. Girişlerde ciddi fel-sefe olmaz, en fazla ıTiitoloji olur, diyordu Hegel.

Bu mukaddimelerde henüz khöra söz konusu

değil, en azından kozmos ölçüsünde yer veren khö-ra henüz yok. Buna rağmen tekil bir kip üzerinde mukaddimenin kendi yeri daha eşikte, yer üzerine bir değerlendirmeye, yer konusunda bir inceleme-ye daha sonra girişecek muhataplara yer tahsis e-dilmesine yer veriyor. Ve bu yerlerin tahsis edilme-si bir ölçüte itaat ediyor: kendine has yeı· bakımın­

dan gcnos'un yeri ölçütüne. Oysa böyle bir sahnele-me, böylesi bir hesap hiçbir zaman hesaba

kaulma-51

rnış gözüküyor. Sahneleme daha sonra klıöra üzeri-ne söyleme düzen verecek şemaya benzeş bir şema doğrultusunda işaretlenmiş ve işaretlenmemiş yer-leri dağıtıyor. Sokrates kendini siliyor, kendindeki ve bir an için bile benzermiş gibi yaptığı imge ve simülakr insanları kadar, eylem ve söz adamları tiplerini ve türlerini, kendini silerek hitap ettiği fi-lozof ve politika adamlarını da siliyor. Fakat kendi-ni bu şekilde silerek, kendini alan alıcı, bundan böyle içine kaydolacak her şeyin toplama yeri ola-rak diyelim, konumlandırıyor veya kuruyor. Sözü, kendi olayı içinde, verdiğinden fazlasını alıyor. Bu yüzden kendisine sunulacak her şeyi almaya hazır

ve nazır olduğunu söylüyor. Kosmos ve endekhome-non [Y. içine alan/kabul eden] kelimeleri çok uzakta değil: TiaQnµi TE ovv b~ ıwcoaµrıµivoç i:n' aı.'rı:ıi ıcai navTüJV ETOLµc'n:awç

wv

bixı::a8m «İşte onu kabul etmek için tamamen hazırım ve bana su-nacağınız her şeyi almak için coşku doluyum»

(ıoc). Soru bir kez daha geri geliyor: almak ne de-mek? Dekhomai ne demek? «Ne demek» şeklindeki bu soruyla söz konusu olan, şu veya bu ifadenin anlamı üzerine meditasyonda bulunmaktan çok, devasa bir zorluğun kıvrımının farkına varmaktır;

anlamın veya duyumsanabilir olanın sorusu ile

ge-KHÔRA

ne\ anlamda alabilirlik [receplivite] sorusu arasın­

daki son derece eski, geleneksel ve belirleyici iliş­

kiye dikkat çekmektir. Kantçı moment burada bazı ayrıcalıklara sahiptir, fakat intuitus derivalivııs [L.

lliremiş görü] veya salt duyumsanabilirlik olan ala-bilirlik olarak belirlenmeden önce, kavranabilir an-lamdaki görüsel veya algısal ilişki, genel olarak son-lu varlıkta daima indirgenemez bir alabilirlik

içer-miştir. Bu afortiori [öncelikle] duyumsanabilir gö-rü veya algı için doğrudur. Klıöra'nın kendisi ol-mayan ve aldığı her şeyle (bu pandeklıes'tir [Y. her

şeyi barındıran], 51 a) ilişkisini belirleyecek dekho-mai, bir anlamlar ve yananlamlar dizisi üzerinde oynar: almak veya kabul etmek (emanet, maaş, he-diye), karşılamak, toplamak, hatta beklemek, örne-ğin bir konukseverlik armağanını, bunun alıcısı ol-mak, tıpkı burada Sokrates'in durumunda bir ar-mağan ve karşı-armağan sahnesinde olduğu gibi.

Söz konusu olan, söylemlerin armağan veya ko-nukseverliğini iade etmektir (aııtapodidönıi). Bunun

karşılığında Sokrates, karşılayan, alan, minnettar kişi olarak söylemleri almaya hazır olduğunu dile getiriyor (2ob-c). Hala bir armağan ve borç sistemi içindeyiz. Pandelılıes olarak klıöra'ya geldiğimizde, bütün insanbiçimciliğin ötesinde, belki bir borç

ö-53

lesini şöyle bir görebiliriz.

Sokrates lılıöra değildir, fakat eğer lılıora bir kimse veya bir şey olsaydı ona çok benzerdi. Her durumda kendini onun yerine koyuyor, bu yerdi-ğerleri gibi bir yer değil, belki de yerin ta lıendisi, yerine başka bir şey konamayan yer. Önlerinde kendini sildiği kişilerden söz aldığı, fakat onları konuşturduğu ıçin bu kişilerin de sözü ondan

al-dığı, yerine başka bir şey konamayan ve bir yere

yerleştirilemeyen yer. Ve biz de, amansız bir şekil­

de.

Sokrates bu bulunamayan yeri işgal etmiyor, fa-kat bu yerden itibaren, Timaios'ta ve başka yerler-de, onun adına yanıt veriyor. Çünkü khöra gibi, «o-nu her zaman aynı şekilde çağırmak» gerek. Ve Sokrates'in kendisinin bile, biri veya bir şey oldu-ğu kesin olmadığına göre, özel isimler oyunu hiçbir zaman olmadığı kadar uçurumsallaşıyor: yer ne-dir7 Neye ve kime mahal veriyor? Bu isimler altın­

da kim yer alıyor? Kimsin sen Klıöra?

54

KHÔRA

III

Permütasyonlar, ikameler, yer değiştirmeler yalnızca isimlerle ilgili değildir. Sahneleme, sanki · kökeni veya ilk sözcelemesi hep yerinden edilmiş

gibi görünen ve sanki ortaya çıktığı yerde ortadan kaybolan, nakledilmiş veya değil, anlatı türünde bir söylem yerleştirilmesi uyarınca yayılır. Söylen-cesel boyutları bazen olduğu gibi sergilenir ve

uçu-rumsallaştırma kendini orada sınırsız bir yansıtma­

ya verir. Hangi kıyılarda, hangi çeperin yüzeyinde bilmiyoruz: kaos, yarık, khöra, baş dönme duygusu da çoğu zaman buradan kaynaklanıyor.

Söylenceyle sarih bir şekilde ilgili olduklarında,

Timaios'un önermeleri hep çifte bir saike göre

dü-zenlenmiş görünürler. Bu çifte saik kendi ikiliği i-çinde, biraz önce Platon'dan Hegel'e nasıl yerleşti­

ğini gördüğümüz söylencesel öğenin felsefi öğesini oluşturur.

ı. Bir yandan, söylence oyundan kaynaklanır.

Dolayısıyla ciddiye alınmayacaktır. Böylece Platon Aristoteles'i uyarır, Aristoteles'in ciddi itirazını

kar-55

şılar ve oyun/ciddiyet (paidia!spoııde) karşıtlığını aynı şekılde felsefi ciddiyet adına kullanır.

2. Fakat öte yandan, oluş düzeninde, kesin ve istikrarlı bir logos üzerinde hak iddia edemeyince, olası olanla yetinmek gerektiğinde söylence zorun-lu ozorun-luyor, kesinliği tek mümkün olanı oluşturuyor.

Bu iki saik kaçınılmaz olarak iç içe geçer ve bu oyuna ciddiyetini ve ciddiyete oyununu verir.

Yal-nızca olasılık arandığında, bedenler hakkında söy-lemde bulunmak (dialogisasthai, S9c) yasak değildir,

hatta zor bile değildir. Böylece olası söylencelerin (lôn eikotôıı mytlıöıı) formuyla (idean) yetinilebilir.

Bu dinlenme anlarında, ebedi varlıklar hakkında akıl yürütmeler terk edilir, oluş hakkında olası o-lan aranır. Böylece piŞmanlık duymadan bundan zevk (hedoncn) alınabilir, aşırıya kaçmadan ve ma-kul bir şekilde oyundan (paidian, S9d) keyif alınabi­

lir. Timaios bu tip önermelerin sayısını anırıyor.

Söylencesel söylem olası imgeyle oynar, çünkü du-yumsanabilir dünyanın kendisi de imgeye aittir.

Duyumsanabilir oluş [devenir] bir imge, bir görü-nüştür ve söylence de bu imgenin bir imgesidir.

Demiourgos, kozmosu temaşa ettiği ebedi paradig-manın imgesinde oluşturdu. Bu imgelerle, bu iko-nik varlıklarla ilişkili olan logos da aynı doğaya

sa-56

KHÔRA

hıp olmalı: yalnızca olası (29b-c-d) olmalıdır. Bu a-landa «olası söylence»yi (ton eihota mytlıoıı) kabul etmemiz ve daha fazlasını aramamamız gerekir

(29d, ayrıca bkz 44d, 48d, 57d, 72d-e).

Eğer Tiıııaios'un kozmo-ontolojik ansiklopedisi kendini «olası bir söylence» gibi duyumsanabilir ve kavranabilir olanın, oluş halinde olan imgenin ve ebedı varlığın hiyerarşik karşıtlığına göre dü-zenlenmiş bir anlall gibi sunuyorsa, hlıôra üzerine söylem oraya nasıl kaydedilir, nasıl yerleştirilir7 Aslında bir an için oraya kaydolmuştur, fakat aynı zamanda mantıksal ve kronik olmayan, anakronık bir düzen içinde, olduğu haliyle söylencesel-manll-ğın, söylencesel söylem ve söylence üzerine söyle-min kurucu nitelikteki karşıtlıklarını aştığı veya bunları öncelediği açıkça söylenen bir haydolıııa ye-rine de dayanmaktadır. Bu söylem, bir yandan dtiş­

sc! ve piç bir akıl yürütmeye benzeyerek, söylence ıçinde bir tür söylenceyi, genel söylence içinde a-çılmış bir uçurumu düşündürür. Fakat öte yandan hlıöra üzerine söylem ne duyumsanabilir varlığa, ne kavranabilir varlığa, ne oluşa, ne de sonsuzluğa ait olan bir şeyi düşünmeye sevk ederek anık var-lık üzerine bir söylem olmaktan çıkar, ne gerçektir ne de olası ve dolayısıyla söylenceye, en azından

57

söylencesel-mantıga, söylenceyi felsefi telos'una gö-re düzenleyen felsefi-söylencesel ögeye heterojen gözükür.

Uçurum birdenbire, kitabın tam ortasında,

khö-ra'nın genel izlegi ismini aldıgında açılmaz. Sanki -bizim için burada bu sanki önemli- her şey bu u-çurumun çatlağı sessiz ve yer altından, simülakr ve uçu rıınısallaştırmalannı önceden hazırlayarak ve yayarak kendini haber veriyor gibidir: birbirilerinin içine yerleşmiş söylencesel kurmacalar dizisi.

llk önce, Timaios'un sahnelemesinde Marx'ın

«Mısır modeli>/ dedigi modeli en baştan itibaren

değerlendirelim. Tipomoıfik denebilecek bazı saik-ler, ekmageion üzerine, bu iz taşıyıcı, izi almaya her zaman hazır olan bu madde üzerine olan bölümü ve hatta iz ve mühür, basılmış kabartma

(ektu-pönıa) üzerine olan sekansı önceliyorlar; khöra

muammasına yaklaşmak ıçin bunca desise.

Birinci durum: Çocuk için yazmak. Daha sonra çözümleyecegimiz bir dizi kurmacasal aracıyla taşı­

narak bize ulaştığı şekilde, yaşlı Mısırlı rahibin sö-zü her şeyden önce yazıyı ileri sürüyor. Bunu ba-sitçe söylencenin karşısına koyuyor. Siz Yunanlılar, diyor Solon'a, çocuklar gibisiniz, çünkü yazılı gele-neginiz yok. Bir kıyametten sonra her şeyi yeniden

58

KHÔRA

icat etmeniz gerekiyor. Bizde, Mısır'da, en eski za-manlardan beri (ek palaiou) (23a) her şey yazılıdır (panıa gegrammena) ve hatta sizin, siz Yunanlıların tarihi bile. Bugünkü şehrinizin bile nereden

geldi-ğini bilmiyorsunuz, çünkü çok sık gerçekleşen fe-laketlerden kurtulanlar, yazılı olarak kendilerini i-fade edemeden öldüler (23c). Yazılı arşivden yok-sun olduğunuz için soybiliminizde, «çocuksu söy-lencelerne başvuruyorsunuz (23b). Yazınız yok, size söylence gerek.

Bu teati bazı formel paradokslar olmadan

ger-çekleşmiyor. Tıpkı kendi kökeninin söylencesi gi-bi, bir şehrin belleği yalnızca bir yazıya değil, fakat ötekinin yazısına, başka bir şehrin yazmanlığına emanet edilmiş buluyor kendini. Böylece kendini kurtarmak için belleğin iki kere değişmesi gerekiyor ve söz konusu olan bir kurtuluş, bir tapınağın duvarlarına yazarak bir belleği kurtarmaktır (23a).

Canlı bellek, başka bir şehir ve başka bir politik uzam olan başka bir yerin grafik kalıntılarına doğru sürgün olmak zorunda. Fakat Mısırlıların tekno-grafik üstünlüğü yine de Yunan logos'unun hiz-metine bağımlıdır: Siz Yunanlılar, «tanrıların to-runları ve öğrencileri gibi, bütün insanları tüm ö-zelliklerde geçiyordunuz. Sizin ve şehrinizin

kah-59

ramanlıkları çok sayıda ve şanlıydı: burada bunlar yazılı (gcgrnnımaııa) ve onlara hayranlık duyuyo-ruz» (24d). Bir halkın belleği genel incelemeden ge-çer ve kendisini, başka bir halk ve hatla başka bir kültür tararından sahiplenilmeye bırakır:

sörnürge-leşmme tarihi olarak kültürler tarihinde iyi bilinen bir renomendir bu. Fakat olay burada oldukça ma-nidar gözükur: bellek kendini emanet bırakılmış

bulur, en azından burada ona karşı hayranlığını, bağlılığını ve bağımlılığını ifade eden bir halkın kı­

yılarına emanet edilmiştir. Mısırlı, şu anda bu

alt-bcllcğc [lıypomııcse], bu yazmanlığın yazısına, bu

anıtlara bağımlı olan Yunanlı efendinin kültürünü kendine mal etmiş olacaktır: Thot veya Hermes, hangisini tercih ederseniz. Çünkü Mısırlı rahibin -veya yorumcunun- bu söylemi burada Yunanlılar ıçin dile getiriliyor ve Yunanca olarak yorumlanı­

yor. Hendi ve köle diyalektiği ve iki bellek iizeriııc

söylemi kimin sürdürdüğünü hiç bilebilecek mi-yiz7

lkiııci dunını: Çocııkluğıı almak ve siircliirnıek.

Kritias Solon'un bir anlatısını aktarıyor ve Solon da, Mısırlı bir rahibin, tam olarak Atinalıların bel-leklerindeki söylencesel işlev hakkındaki bir anlatı­

sını aktarıyor. Daha da belirgin olarak: Kritias bir

60

KHÔRA

önceki gece anlattığı bir hikayeyi tekrarlıyor ve bu anlatı, çocukken bizzat kendisine atası Kritias tara-fından nakledilen, büyük büyükbabası Kritias ile Solon arasında geçen ve Solon'un Mısır'da yaşlı bir rahiple yaptığı söyleşiyi nakleden bir anlatı ve bu soyleşi' sonuçta neden bütün Yunanlıların onları yazıdan mahrum ederek, surüp giden çocukluğa

mahküm eden sözlü anlatıya, sözlü geleneğe teslim olduklarını anlatıyor' işte bir sözlü anlatılar anlatı­

sı, sözlü gelenekler zinciri ki, bu geleneğe boyun

eğenler kendilerine, bir yazı ülkesinden gelen bir

başkasının onlara, sözlü olarak, niçin sözelliğe ınahküm olduklarını nasıl açıkladığını açıklıyorlar.

Bir ötekinin, aynı anda onlara yabancı ve onların

suç ortağı, aynı anda onlardan üstün ve aşağı bir ötekinin dolayımı sayesinde, bu kadar çok Yunan çocuğu ve dolayısıyla ataları, oğulları ve torunları sözel anlatının sôylencesel şiirselliğini kendi arala-rında düşünüme tabi tutuyorlar. Fakat bir kez da-ha bu bize, bütün bunların her şeyi alan bu yerde yazıldığını ve bu durumda, bu yerin Tiınaios oldu-ğunu ve bizim gibi ve bizden önce, bu almalar te-orisinde, her şeyi alana -Sokrates- hitap edildiğini unutturamaz (çünkü yazılıdır').

Bu anlatı anlatılarının sonunda, söylemi kesin 61

olarak kimin sürdürdüğünü, kimin söz aldığını ve sözü kimin aldığını sık sık kendimize sorma nokta-sında bu birbiri içine kaydolmuş ilişkilerden sonra, genç Kritias bütün bunları nasıl anımsadığını anla-tıyor. Anlatı imkanlılığı üzerine anlatı, köken, ço-cukluk, bellek ve yazı üzerine bir konuşma. Sıklık­

la yaptığım gibi, yaygın kullanılan bir çeviriden (Rivaud çevirisi, Bude baskısı), yalnızca bağlamı­

mızın zorunlu kılması durumunda değişiklik yapa-rak ve Yunanca sözcüğü kullanarak alıntı yapıya-rum:

«işte bu yüzden, Hermokrates'in dün size

söyle-diği gibi, hemen buradan çıkuktan sonra, anım­

sadıklarımı onlara aktardım, onlardan ayrıldık­

tan sonra, gece düşüne düşüne neredeyse geri

kalanın tamamını buldum. Söylendiği gibi ('ro AEyoµEvov), çocuklukta öğrendiklerimiz (ni

na[bc..ıv µae~µarn) şaşırtıcı bir şekilde bellekte kaldığı (eauµaaı:ov €xn ı:ı µvrıµeiov) son de-rece doğru. Gerçekten de kendi adıma, dün duy-muş olduğum her şeyi haurlayabilip

haurlaya-mayacağımı bilmiyorum: fakat uzun zaman önce duyduğum bir şey hakkında herhangi bir şeyi at-lamışsam, bu beni çok şaşırtır (9auµciamµ'). O

1

zamanlar onu duymaktan son derece büyük bir

62

KHÔRA

zevk ve çocuksu bir sevinç duymuştum ve ona soru sormadan duramıyordum ve ihtiyar beni o kadar büyük bir iyi niyetle bilgilendiriyordu ki, bu hikaye sanki balmumuna silinmez harflerle resmedilmişçesine bende kaldı (wan oiov [yıcauµa:ı:a ô:vEıcm\uı:ou yQetcpfjç i:µµova µoı ytyovEv)» (26b-c)

Doğal, kendiliğinden, canlı denen bellek

uza-mında kökensel olan kendini daha iyi muhafaza edecektir. Çocukluk, ara zamanlara oranla, bu bal-mumu üzerine daha kalıcı bir şekilde

kaydolacak-tır. Silinme, hem uzam hem de zaman için arada-ki-yerin kategorisini gösterecektir. Yalnızca ikinci veya ikincil, vasat veya dolaylı izlenimleri etkileye-cektir. Bakir balmumuna bir kere kazındıktan son-ra kökensel izlenim silinmez olacaktır.

O halde bakir, her zaman bakir balmumu, mümkün bütün izlenimi mutlak biçimde öncele-yen, zamansal olmadığı için onda, alan onda form almak için onu etkilermiş gibi gözüken her şeyden her zaman daha yaşlı, yine de aynı nedenden ötürü daha genç, hatta çocuksu, kronik olmayan, ana-kronik ve balmumunun ismine ve formuna taham-mül edemeyecek kadar belirsiz olan bir balmumu neyi temsil eder? Khöra'yı yeniden adlandırmanın

63

yerinde olacağı ana kadar bu soruyu askıya alalım.

Fakat bu şemanın homolojisini [türdeşlik] anlatıla­

rın içeriğiyle önceden meydana çıkarmamız gere-kirdi. Gerçekte anlatısal her içerik -masalsı, kur-macasal, efsanevi veya söylencesel, şimdilik pek bir önemi yok- sırası geldiğinde başka bir anlatının kabı oluyor. Dolayısıyla her anlatı bir diğerinin

toplama yeridir. Yalnızca anlatısal toplama yerleri-nin toplama yerleri vardır. Unutmayalım ki topla-ma yeri, karşılama veya barındırma yeri (lıypodok­

Jıe), klıöra'nın en ısrarlı (şimdiden apaçık olan ne-denlerden öturü, özsel demeyelim) belirlenimidir.

Fakat eğer klıöra bir toplama yeriyse, eğer aldığı

ve benzediği, ancak klıöra'nın kendisinin içinde yer alanlar hakkında anlatılabilecek bütün ontolojik veya söylencesel hikayelere mahal veriyorsa, eğer

denebilirse, gerçek ya da masalsı hiçbir anlatının

konusu olmaz. Onun hakkında gizi olmayan bir giz sonsuza dek nüfuz edilemez olarak kalır. Khöra üzerine söz gerçek bir logos olmadığı gibi, olası bir söylence, aktarılan ve sırası geldiğinde içinde başka bir hikayenin yer alacağı bir hikaye de değildir.

Biraz daha geriye dönelim. Tinıaios adlı diyalo-ğun yazılı bütünü olan bu kurmacada, önce «dün

64

KHÖRA

gece» (hhıhes, 17a) gerçekleşmiş olan bir diyalogtan söz ediliyor. Bu ikinci kurmacanın (K2) bir içeriği

var, anlatı tarzında betimlenmiş ideal bir şehrin (17c) kurmacasal modeli. Bir içerme yapısı içerilmiş kurmacayı bir şekilde önceki kurmacanın izleği

yapar, ki bu onun içerilme formu, muktedir kabı,

yani toplama yeridir. Belirttiğimiz gibi, genel alıcı

olarak görünen, her şeyi anlamaya ve dolayısıyla

da her şeyi almaya muktedir Sokrates (burada bi-zim gibi) bu söylencesel şiirselliğin zincirini

kopa-rıyormuş gibi yapar. Ancak bu, onu daha güçlü bir

şekilde yeniden başlatmak içindir:

«Ü halde betimlediğimiz Devlet (politeia) hakkın­

da ne tür duygular beslediğimi öğrenin biraz da-ha ... Bu izlenim, herda-hangi bir yerde, gerek resim üstünde (hypo grnphes) olsun, gerekse gerçek ola-rak hayatta olsun, hareketsiz haldeki, yaşayan

güzel varlıkları (zöa kala) gördüğümüzde, onla-rın kendiliklerinden devinmeye koyulduklarını ve bedenlerine uygun olan bazı hareketleri ger-çekleştirmelerini arzuladığınızda hissedeceğiniz duyguya benzer olacaktır. işte betimlemiş oldu-ğumuz Devlet hakkında benim hissettiklerim de bunlar: Bir Devletin, desteklediği bu savaşlara, diğer Devletlere karşı da giriştiğinin anlatıldığını

65

duymak isterdim. Savaşa gerektiği gibi yürüme-sini, savaş sırasında diğer Devletlerin her biri

karşısında, gerek harekatlarında, gerek müzake-relerinde vatandaşlara verilen bilgi ve eğitime

ya-raşır olduğunun anlatıldığını duymak isterdim»

(l 9b-c).

Bir defa daha her şeyi alan Sokrates'in arzusu:

hayat vermek, bir çizime [graphe] hayat ve hareket

verdiğini görmek, bir zoografinin, başka bir deyiş­

le resme dair bir temsilin, canlının tasvirinin veya ölü kaydının canlandığını görmek. Hayat vermek -fakat bu aynı zamanda savaştır. Ve dolayısıyla ö-lüm. Bu arzu aynı zamanda politiktir. Politikanın

bu temsili nasıl canlandırılır? Politeia'nın ölü bir temsili harekete, yani yürüyüşe nasıl geçirilir? Şeh­

ri diğer şehirlerle ilişki halinde göstererek. Böylece

ri diğer şehirlerle ilişki halinde göstererek. Böylece

Belgede JACQUES DERRIDA KHÖRA (sayfa 50-92)

Benzer Belgeler