• Sonuç bulunamadı

JACQUES DERRIDA KHÖRA

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "JACQUES DERRIDA KHÖRA"

Copied!
92
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

JACQUES DERRIDA KHÖRA

KABALCI YA YINEVİ: 301

Çağdaş Fransız Düşüncesi: 9

Cezayir doğumlu Fransız filozof \'e dilbilirnci, jacques Derrida

11930-2004] 1965 yılının sonunda yayımladığı, tarih ve yazmanın doğasıyla ilgili kitapları eleştirdiği iki uzun makaleyle geniş kıtlelerin dikkatini çekti. Bu parçalar Derrida'nın en önemli Ye tahminen en çok bilinen kitaplarından De la Gım1111wtolo­

gie'nin (1967) temelini oluşturdu. Dilin referans olmasına Ye e- leştiri okulunu kuran yapıların tarafsızlığına getirdiği eleştiri yapıçözüm (deconstnıction) diye adlandırıldı.

Derrida'nın felsefi girişimi hem akademik çalışmalarda hern de günlük yaşamın dilinde yerleşmiş \'e yayılma eğilimi gösteren eski ilkelerin ve sloganların yapıçözürnünü yapar. Günlük dil doğal değildir \'e bütünlüklü bir eğitim dönemiyle edinilen önkabuller Ye kültürel ,·arsayımlarla meydana gelir.

(3)

Klıörcı © Eclitions Galilee, 1993

Klıörcı © Kabalcı YayıneYi, 1999 Birinci Basım: Şubat, 2008 Teknik Hazırlık: Zeliha Güler

Kapak Düzeni: Gökçen Yanlı

Yayıma Hazırbyan: Mustafa Küpüşoğlu - Zeynep Mertoğlu

KABALCI YAYINEVI

Hiınaye-i Etfol Sok. 8-B Cağaloğlu 34110 ISTANBUL Tel: (0212) 526 85 86 Faks: (0212) 513 63 05

yayiım·i@bbalci.com. tr \\WW. kabalciyayine,·i.com internetten satış: W\\'\\'.kabalci.com.tr

Cet oııvı age, pııblie daııs le cadre dıı programme d'aide la

pııblicarioıı, beııeficie dıı soutien du Miııistere des Ajfaires

Etraııgem, de l'Ambassade de Fraııce en Turqııie et de l'Iııstitut Fraııçais d'lstaııbul

Çeviriye ve yayııııa lwthı programı çerçevesinde yayımlaııaıı bu yapıt, Fraıısa Dışişleri Balwıılıgı'ııııı, Tıirhiye'delıi Fransa Bü-

Yiilıelçiliği'ııiıı ve lstaııbul Fraıısı<: Kültür Merlıezj'11i11 desteğiyle

gerçeldeşti rilıııiştir.

KüTÜPHANE BiLGi KARTI Cataloging-in-Publication Data (C!P)

Derrida, jacques

Klıöra

1. Felsefe 2. Platon 3. Ontoloji

ISBN 975-997-105-4

föskı Yaylacık Matbaacılık

San. Tic. Ltd.

Şti.

(0212 5678003) Lıtros Yolu Fat h

s .

an. Sıtesi No: 12/197-203 Topkapı-!STANBUL

(4)

- \ ı.

KHORA

JACQUES DERRIDA

Çeviren: Didem Eryar

(5)
(6)

lliştirilmesi Rica Olunur'

Çile, lsıııı Hariç, Khöra, bu uç denemenin her biri bağımsız bir kitap oluş~urur ve birbirinden ayrı olarak okunabilir. Bunları eşzamanlı olarak yayımlamak uygun

görı:.ılduyse, bunun nedeni her birinin tekil kökenine

karşın aynı izleğin içlerinden geçiyor olmasıdır. Bir tür lsim Üzerine Deneme oluştururlar - üç bölümlü veya üç zamanlı. Bu aynı zamanda üç kurmacadır da. Bu

kurmacaların kahramanlarının sessizce birbirlerine hi- tap ettikleri işaretleri izleyerek isim sorusunun çınladığı işitilebilir, orada, çağrının, isteğin veya vaadin kıyısında

tereddüt ettiği yerde, yanıttan önce veya sonra.

!sim: bununla neyi çağırırız7 isim ismiyle ne anlıyo­

ruz? Ve bir isim verildiği zaman ne oluyor? Bu durumda ne veriliyor7 Bir şey sunulmamakta, bir şey verilmemek- tedir, ancak bununla birlikte Plotinus'un lyi hakkında söylediği gibi, sahip olunmayan bir şeyi verme anlamına gelen bir şey meydana gelmektedir. Özellikle tam da is- min eksik olacağı yerde yeniden-adlandırmak, lakap takmak gerektiği zaman ne oluyor7 Özel isimden bir tür lakap, aynı anda hem tekil hem de tekil bir biçimde ter-

Bu mcıin, Editİons Galilee tarafından ayrı ayrı yayımlanan uç kitaba hagımsız olarak iliştirilmiştir.

5

(7)

cümc edilemez bir lakma isim veya şifrelenmiş isim ya- ralan şey nedir7

Çile, genci olarak giz ismi denilen şeye aynı anda

henı özsel hem de yabancı olan mutlak bir gizi söyler.

Buraya Yarmak için, bir «bu benim bedenimdirnın az çok kurınacasal yinelenişinde ve nezaket paradoksları

üzerine yapılan bir meditasyon sırasında, hesaplanamaz bir borcun onaya çıktığı bir deneyimi sahneye koymak gerekti: eğer ödev [devoir] varsa bunun, zorunda olma-

ıııaklan, zorunda olmadan zorunda olmaklan, zorunda olmama zorunlulugundan ibaret olması gerekmez mi?

«Ödeve uygun olarak» değil, Kant'ın diyeceği gibi «ö-

dcı· gcrcğı» olarak da davranmak zorunda olmamak zo- runda olmaklan ibarel olması gerekmez mi? Bunun elik Ycya siyasal sonuçları ne olabilir? Bu «ödev» isminden ne anlamamız gerekir7 Ve kim bunu sorumluluk içinde

laşımayı üstlenebilir7

İsim Hariç. Söz konusu olan kunuluştur. iki ko- nuşmacı bir yaz günü, ki bu da başka bir kurmacadır, isim etrafında, tekil olarak isim ismi, Tanrı'nın ismi ve bunun negatif teoloji denilen şey içinde hangi hale dö- nüştüğü hakkında konuşuyorlar ki, burada Takmalsim [SurNom] adlandırılamaz olanı, her şeyden önce takma isimle adlandırılan şeyin tutunamadan varlığm ötesine kaçıp gitmesi nedeniyle ne adlandırılabilmesi, tanımlana­

bilmesi veya bilinebilmesi, ne de adlandırılması, tanım-

6

(8)

KHÔRA

!anması veya bilinmesi gerehligi için adlandırılamaz ola- nı adlandırır. «Negatif teoloJİ»nin gelecek (bugün veya yarın) bir «politika»ya açılıyor göründügü yerde böylesi bir kurmaca, bir «kerubi seyyah»1n (Angelus Silesius) izleri veya kalıntıları üzerinde mirasçı adımlarının riski- ni taşır. isimden daha fazla degere sahip, ama aynı za- manda da ismin yerine geçen bir Takmalsim nedid Ve nihayet Hariç ISaıifl olan ismin kurtuluşuymuş gibi ya- par mı? Kurtuluş için basitçe merhaba veya elveda?

Khöra, bu üç denemenin en eskisi olmakla birlikte, zannedilebilecegi gibi bunların «kalıp»ı veya kökensel

«İz taşıyıcı»sı degildir. Yalnızca Platoncu metnin örnek nitelikteki bir aporia'sını [açmaz] konumlandırır. Ti- maios, hiçbir şey vermeksizin «mahal verir» gözüktügü şeyle benzer bir yanı bulunmayan şu «şey»i khöra (yere has olma, yer, aralama, mevki) olarak adlandırır: Bu ne şeylerin ideal paradigmalarını ne de göz önündeki sabit fikir, klıöra'ya kaydolmuş, ısrarlı bir demiourgosun kop- yalarını verir. Duyumsanamaz, vahşet olmaksızın geçi- rimsiz olan, retorige aldırmayan hhöra cesaret kırar;

örnegin söylemin figürlerine, kinayelerine veya baştan çıkarmalarına inanma egilimine sahip ve inandırma ar- zusu duyan herkesin gayretini boşa çıkaran şeyin ta kendisi«dir.» Ne duyumsanabilir ne kavranabilir ne bir metafor ne de düz bir adlandırma, ne bu ne de şu, lıcnı bu lıenı de şu olarak, bir çiftin her iki terimine katılarak

7

(9)

ve katılmayarak, «kalıp» veya «sütanne» de denilen hlıöra, bununla birlikte tekil bir özel isme, bir illıisrne lprenom]. daha önce hem anneye ait olan hem de ba- kire olan ilkisme benzer (işte bu yüzden, her zaman dendigi gibi !harfi tarifle] la klıöra degil de lılıörcı diyo- ruz); ama bununla birlikte, düşünmenin söz konusu ol- dugu bir deneyim içinde, klıöra sessizce ona verilen tak- ma ismı çağırır ve kendini anneye, kadına veya teolo.ıiye ilişkin her türlü figürün ötesinde tutar. Derinliklerinden hlıörcı'nın aslında bir ilkismin takma ismi olan kendi is- mini c;.agırır göründügü sessizlik, belki artık sözün bir kipligi veya çekincesi bile degildir. Dipsiz bir dibin bir günün gecesini vaat edişi bile değildir. Klıörcı hakkında, ne negatif teoloji ne de Varlığın ötesinde iyi düşüncesi,

Bir veya Tanrı düşüncesi bulunur. Bu inanılmaz ve olası olmayan deneyim, başka boyutlarının yanı sıra siyasal-

dır da. Vaatte bulunmaksızın bir düşüncenin, daha çok da siyasal olanın sınamadan geçirilmesinin haberini ve- rir. Ve Sokrates başkalarına hitap eder ve şöyle bir ge- çerken (ki öyledir, çok kısa bir yaşamda) politeia'dan söz edermiş gibi yaparken, birdenbire ona, hlıöra'ya benzemeye, daima fark edilmeden kalacak bir kurmaca içinde onu oynamaya, onu, dokunulmadan kalanı, kav- ranılamaz olanı, olası olmayanı, hem çok yakın hem de sonsuzca uzak olanı her türlü mübadelenin ve armağa­

nın ötesinde her şeyi alan onu göstermeye koyulur.

(10)

KHÔRA

Onu, borç olmaksızın hala gereken olarak, Zorunluluk olarak onu.

(11)

Bu metnin ilk hali 198 7 )1lında, Poihilia'da (E!tıdcs ojf erıcs iı jean-PıeıTe Vcnıaııl, Paris, Editıons EHESS) yayımlandı Eşza­

manlı olarak, Editions Galilee'den iki başka deneme daha ya"

yımlıyoruz, Prusions ve Sauf le ııom. · Onları birbirinden ayıran her şeye ragmen, bu eserler aynı zamanda birbirlerinı yanıtlı­

yor ve belki de tek ve aynı biçimleniş içinde birbirlerini aydın­

latıyor gibı görünmektedirler. Bu başlıkların deıingen sözdi- zimleri altında, vcrilmış bir isim üzerine üç deneme veya verilmiş ısmin başına gclebilccch!cr üzerine (isimsizlik, metonimi [düz- degişmece), eski isim, şifrelenmiş isim, takma isim), yanı alı­

nan, hatta borçlu olunan ismin başına gelebilecekler üzerine, belki de ısme, ısim ısmine, hatta takma isme ve ödevin ismine (vermek veya almah) neyi borçlu oldugumuz (vermek veya feda etmek) üzerine üç deneme okunabilir.

Çile, çev. Melih Başaran, Kabalcı Yayı nevi 2007, !stanbu! ve isim Hariç (Post-Scriptum), çev. Didem Eryar, Kabalcı Yayı­

ne\i 2007, lstanbul. -yn.

10

(12)

Kl-IÔRA

«Söylence, filozofların çelişmezlik mantığının tersine, be- lirsiz olanın, ıkircikli olanın, kutupsallığın mantığı denebile- cek bir mantık bıçimi onaya koyar. Bir terimi diğer bakış açı­

ları bakımından mesafeyi koruyarak kendi karşıtına dönüştü.­

ren bu denge işlemlerini nasıl dile getirmeli, hatta biçimleme- li? Sonuçta eksik olan aracı sağlamaları için dilbilimcilere, mannkçılara ve matematikçilere dönerek, bir yetersizliğin sap- tamasında bulunmak söylencebilimciye kalıyor. Eksik olan şu­

dur: ikilik mantığının, evet veya hayır mantığının dışında, lo- go.ı manngından farklı bir mantığın yapısal modeli. »

jean-Pierre Vernant

«Raisons du Mythe»

Mytlıe et societt en Grtce aııcıcnnc 1974, S. 250 [«Söylenin Nedenleri»

Eski Yunan'da Söylen ve Toplum]

11

(13)
(14)

KHÔRA

Khöra bize gelir, aynı isim gibi. Ve bir isim gel-

diğinde hemen isimden daha fazlasını söyler, ismin ötekisini, kısacası ötekini söyler; isim tam da öte- kinin aniden ortaya çıkışını bildirir. Bu bildiri he- nüz bir vaatte bulunmaz, daha fazla tehdit etmez.

Ne kimseye vaatte bulunur, ne de kimseyi tehdit eder. Kişiye de yabancıdır bu bildiri, yalnızca bir

ivediliği adlandırır; bu ivedilik de her türlü olası

vaadin ve tehdidin söylencesine, zamanına ve tari- hine yabancıdır henüz.

Gayet iyi bilinir: Platon'un Timaios'ta khöra ismi altında ifade ettiği şey, Vernant'ın söz ettiği «filo-

zofların çelişmezlik mantığına,» «evet ve hayır mantığına, ikilik mantığına» meydan okur gözü- kür. Belki de, «logos mantığından farklı olan man-

tığm ortaya çıkaracaktır bu. Khöra ne «duyumsa- nabilir» ne de «kavranabilir» olandır, «üçüncü bir türe» aittir (triton genos, 48e, 52a). Onun ne o ne de bu olduğunu ya da aynı anda hem o hem de bu ol- duğunu bile söyleyemeyiz. Ne onu ne de bunu ad- landırdığını ya da hem onu hem de bunu söyledi- ğini hatırlatmak yeterli olmaz. Timaios tarafından

13

(15)

ifade edilen sıkıntı başka bir şekilde tezahür eder:

hlıöra bazen ne o ne de buymuş gibi görünür, ba- zen de hem o hem de buymuş gibi. Fakat uzun uzun tekrar değineceğimiz dışlama mantığı ile ka-

tılım mantığı arasındaki bu almaşıklık belki de ge- çici bir görünümden ve retorik kısıtlamalardan,

hatta belli bir adlandırma yeteneksizliğinden kay-

naklanıyor. Klıöra, «paradigma» düzenine, bu kav- ranabilir ve değişmez modele yabancı görünüyor.

·Kendisi «görünmeZ» olmasına ve duyumsanabilir hiçbir forma sahip olmamasına rağmen, kavranabi- lir olana çok sıkıntı verici hatta aporetik (aporötata,

b) bir şekilde «katılıyor.» Böyle bir açıklamada

bulunurken, en azından yalan söylemiş, en azın­

dan yanlış olanı (ou pseusometlıa) söylemiş olmaya-

cağız diye ekliyor Timaios. Bu negatif formülün ih-

tiyatı düşünmeye sevk ediyor. Yalan söylememek,

yanlış olanı söylememek zorunlu olarak doğruyu

söylemek anlamına mı gelir? Ve bu açıdan tanık!ı­

gın durumu nasıl bir şey olur?

Giriş niteliğinde bir yaklaşım olarak şunu hatır­

latalım: klıöra hakkındaki söylem, kendini sundugu

şekilde, doğal veya meşru bir logos'tan değıl, melez, piç (!ogisnıö ızotlıö [Y. yozlaşmış usavurwn]), hatta yozlaşmış bir usavurumdan ileri geliyor. Sanki «bir

14

(16)

KHÔRA

rüyadaymış gibi» kendini gösteriyor (52b); bu ona bir kahinlik gücü verebileceği gibi, onu her türlü aklı başındalıktan da yoksun kılabilir.

Böylesi bir söylem yine de söylenceden mi kay- naklanıyor7 Yine logos!mythos almaşıklığına güve- nerek khöra düşüncesine erişecek miyiz? Ya bu dü- şünce aynı zamanda üçüncü tür bir söylemi de ça- ğırıyorsa 7 Peki ya, belki de khöra durumunda ol- duğu gibi, bu üçüncü türe yapılan çağrı, tür öte- sinde bir türe işaret etmek için yapılan bir sapma- nın zamanıysa? Kategorilerin, özellikle ona yaklaş­

maya veya onu dile getirmeye izin veren kategori- sel karşıtlıkların ötesinde bir yere yapılan bir çağrı

ise?

Bir minnet ve hayranlık işareti olarak jean-Pier- re Vernant'a yönelen bir sorunun ifadesi. Soru bize yalnızca nıythos/logos karşıtlığını değil, aynı za- manda bu kutupların durmaksızın tersyüz olması hakkında çok şey öğreten ve bu konuda düşünme­

ye sevk eden kişiye, yani Raisons du Mythe ve Anı­

biguHe et Renversement'ın yazarına yöneliyor: Lo- gos'un kurallılığının, yasasının, doğal veya meşru soybiliminin ötesine geçip de, buna rağmen hala stricto sensu [ L. dar anlamda] mythos'a ait olmayan bir şeyi nasıl düşünmeli7 Logos ve nıythos arasında

ıs

(17)

durdurulmuş veya sonradan gelen karşıtlığının ö- tesinde, bu karşıtlığa olduğu gibi birçok karşıtlığa

mahal vercrch, honumlamış olduğu şeyin yasasına

bile bazen artık boyun eğmez gözüken şeyin zo-

runluluğunu nasıl düşünmeli? Bu yer hakkında ne biliniyor? Adlandırılabilir mi7 Adlandırma imka-

nıyla imkansız bir ilişkisi olamaz mı? Çok çabuk

söylemiş olduğumuz gibi, düşünüleceh bir şey ve

zonınluluğa uygun olarak düşünülecek bir şey mi var burada?

(18)

KHÖRA

1

Biraz önce söz ettiğimiz salınım, herhangi bir

salınım, iki kutup arasındaki bir salınım değildir.

Bu salınım iki tür salınım arasında salınır: Çifte

dışlama (ne/ne de) ve katılım (aynı anda ... hem o hem de bu). Fakat bu üst-salınım mantığının, ya-

nıltmalı mantığını [paralogique] veya metamantık­

sallığını [metalogique] bir bütünden bir diğerine ta-

şıma hakkına sahip miyiz7 Bu salınım öncelikle

varlık olma türlerini kapsıyordu (duyumsanabilir/

kavranabilir, görünür/görünmez, form/formsuz, ikon veya öykünme/paradigma), fakat daha sonra söylem (mythos/logos) türlerine veya genellikle olan veya olmayan ilişki türlerine doğru onun yerini de- ğiştirdik. Böylesi bir yer değiştirme şüphesiz ken-

diliğinden meydana gelmez. Bir tür metonimiye

bağlıdır: bu metonominin kendisi de isimlerin yer- lerini değiştirerek, varlık türlerinden söylem türle- rine doğru yer değiştirecektir. Fakat bir yandan, özellikle de Platon'da iki problematiği ayırmak her zaman zordur: Söylemin niteliği her şeyden önce sözünü ettiği varlığın niteliğine bağlıdır. Bu, biraz

17

(19)

da bir ismin kendisini sanki yalnızca onu hak ede- ne ve çağırana vermesi gerekmesi gibidir. Genellik- le olanla ilişki olarak söylem, ilişkili olduğu şey ta-

rafından ya vasıflandırılır ya da vasıfsızlaştırılır.

Öte yandan metonimi, türden dışarı doğru, bir tür- den diğerine doğru bir geçişe, varlık türleri soru- sundan söylem türleri sorusuna geçişe dayanır.

Oysa khöra üzerine söylem de aynı zamanda tür (genos) üzerine ve farklı türden türler üzerine bir söylemdir. Timaios'un açılışında beliren, insanlar veya halk (genos, etlınos) olarak tür konusuna daha sonra geleceğiz. Şu anda bizi ilgilendiren dar bağ­

lamda, khöra üzerine olan kısımda yine iki tür türe

rastlıyoruz. lki tür varlık açısından (değişmez ve kavranabilir yozlaşabilir oluş halinde ve duyumsa- nabilir) khöra bir triton genos'tur, fakat aynı zaman- da cinsel tür açısından da belirlenmiş gözükür: Ti- maios bu konuda, «anne» ve «sütanne»den söz eder. Asla adlandırmak için acele etmeye1Leğimiz

bir biçimde yapar bunu. Timaios'un neredeyse bü- tün yorumcuları, burada retorik kaynaklar hakkın­

da kendilerini sorgulamaksızın bu kaynaklara bel

bağlıyorlar. Rahat bir şekilde metaforlardan, imge- lerden ve karşılaştırmalardan söz ediyorlar.1 Bu yorumcular, çok kullanışlı, ancak ne var ki hepsi

(20)

KHÔRA

de khöra düşüncesinin artık kesinlikle uyum sağla­

yamayacağı - Platon'un hiçbir belirsizliğe yer bı­

rakmayacak şekilde ortaya koyduğu gibi, khöra bunlara uymakta büyük zorluk çeker - duyumsa- nabilir ve kavranabilir olan arasındaki ayrım üze- rine kurulu kavramlar dağarcığını onların hizme- tine sokan retorik gelenek hakkında hiçbir soru sormuyorlar. Bu retorik sorunu -özellikle de ad-

landırma imkanlılığı- burada, gôrüldüğü gibi, da- ha az ônem arz eden bir sorun değildir. Bu soru- nun ônemi, pedagojik (klıöra hakkında metafordan sôz edenler, ôzellikle didaktik metaforu belirtirler), ôrneklemeli [illustrative] veya araçsal bir boyutla

sınırlamaz kendisini. Şu anda bunu belirtmek ve konumlamakla yetineceğiz, fakat daha şimdiden açık bir şekilde ortada ki, tamamen khöra gibi ve onun kadar zorunlu bir şekilde konumlandırılma­

ya ve gôz altında tutulmaya kolayca izin vermez:

konumlandırılmaktan çok konumlandırır; burada- ki karşıtlık da etken ve edilgen arasındaki belli bir dilbilgisel veya ontolojik alternatiften sıyrılması ge- reken bir karşıtlıktır. Metafordan konuşmayacağız,

ama tabii ki bunu khöra'nın lıelimeniıı lam manasıy­

la, ôrneğin bir anne, bir sütanne, bir toplama yeri, bir iz taşıyıcı veya altın olduğunu duymak için

(21)

yapmıyoruz. Bu belki de khöra düşüncesinin,

mythos ve logos arasındaki şüphesiz benzeş kutup- sallığı aştığı, metaforik anlam ile gerçek anlam ara-

sındaki kutupsallığın ötesine veya öncesine düştü­

ğü içindir. lşte en azından bir okumanın sınama­

sından geçirmek istediğimiz soru budur. Düşünü­

len sonuç şu olacaktır; hhöra düşüncesi bu iki ku- tupsallıkla beraber, diyalektik olsun olmasın, ku-

tupsallık düzeninin ta kendisini, genel olarak ku- tupsallığı tedirgin edecektir. Zıtlıklara mahal vere- rek hiçbir ters-yüz olmaya boyun eğmeyecektir. Ve bu, başka bir sonuç olarak, isminin ötesinde değiş­

mez bir şekilde kendi olarak kalacağından değil, anlamın (metaforik veya gerçek) kutupsallığının

ötesine geçerek, artık ne anlamın ufkuna, ne de

varlığın anlamı olarak anlamın ufkuna ait olmaya-

caktır.

Bu önlemler ve negatif varsayımlar sonrasında,

hhöra ismini her tür çeviriden esirgediğimiz anlaşı­

lacaktır. Bir yandan Yunan dilinin kendi içinde, öte yandan Yunancadan başka bir dile bir çevirinin kuşkusuz her zaman faaliyette olduğu görülüyor.

Bunların hiçbirini güvenilir olarak kabul etmeye- lim. Burada düşünmek ve çevirmek aynı deneyim- den geçer. Eğer böyle bir deneyime girişmek gere-

(22)

KHÖRA

kiyorsa, böylesi bir deneyim yalnızca anlamlı bir sozcük veya bir anlam zerreciginin degil, bir sis- tem demeyelim de, kinayeli bir dokunun [textııre tropiqııe] ve bunları adlandırmak için bu «kinayeli

olan»ın öğelerine yaklaşım tarzlarının kaygısında­

dır. Gerek khôra isminin kendisiyle («yer,» «mey- dan,» «mevki,» «bölge,» «yöre») ilgili olsunlar, ge- rekse de geleneğin Timaios tarafından önerilen fi- gürleri -karşılaştırmaları, imgeleri ve metaforları­

nasıl adlandırdığıyla («anne,» «sütanne,» «toplama yeri,» « iz taşıyıcı ») ilgili olsunlar, çeviriler her za- man birtakım yorum aglarında mahkum kalırlar.

Anakronizmlerinden her zaman şüphe duyulabile- cek, geçmişe yönelik projeksiyonların sonucu ola- rak onaya atılmışlardır. Bu anakronizm, zorunlu olarak, her zaman ya da sadece, sıkı ve dikkatli bir yorumun bütünüyle gözden kaçırabileceği bir za- yıflıktan ibaret değildir. Kimsenin bundan kaçama- dığını göstermeye çalışacağız. «Metaforndan hiçbir zaman söz etmeyenlerden biri olan Heidegger bile, başka bir yerde bizi haklı olarak karşısında dikkatli olmaya çagırdıgı bu teleolojik geçmişe bakışa2 tes- lim olmuş gözüküyor. Ve bu tutum, sorgulaması­

nın ve «felsefe-nin-tarihi»yle ilişkisinin tamamı ba-

kımından son dqece anlamlı görünüyor.

21

(23)

Retorik, çeviri veya teleolojik anakronizm hak- kında söylenmiş olanlar bir yanlış anlamaya neden olabilir. Bunu geç kalmadan gidermek gerekir.

Hiçbir zaman ne lıhöra için doğru kelimeyi önerece-

ğimizi, ne retoriğin bütün dönüş ve sapmalarının

ötesinde onu, kendisini adlandıracağımızı, ne de her türlü bakış açısı ve anakronik perspektif dışın­

da olmuş olabileceği kendisine nihayet yaklaşacağı­

mızı öne süreceğiz. lsmi doğru bir helime değil. Ad-

landırdığı şey, khöra, kendini kesinlikle kendi is- mine indirgemese de, ismi silinmeze adanmış bir isimdir. Kinayeli olan ve anakronizm kaçınılmaz­

dır. Ve bütün göstermek isteyeceğimiz şey, onları

böyle kaçınılmaz kılarak birer tesadüf, zayıflık ve geçici anlardan daha başka bir şey yapan yapıdır.

Timaios'un yorumlarının tüm tarihi, bu yapısal ya- saya olduğu haliyle yaklaşamamış görünüyor. Bura- da söz konusu olan bir yapıdır; hhöra'nın herhangi bir özü değil, zaten öz sorusunun hhöra açısından

bir anlamı yoktur. Khöra öze sahip olmadan ismi- nin ötesinde nasıl duracaktır? Khöra anakroniktir, o, varlıktaki anakroni«dir,» daha doğrusu, varlığın

anakronisidir. Varlığı anakronikleştirir.

Yorumların tüm tarihi demiştik. Antikçağdan bu yana, Timaios'a adanan dev edebiyatı asla tüke-

(24)

KHÖRA

temeyeceğiz. Burada onu bütünlüğü içinde ele al- mak söz konusu bile olamaz. Ve özellikle, bu bü- tünlüğün birliği veya homojenliğini, onu herhangi düzenli bir anlayış içinde bütünselleştirme imkan- lılığını önceden varsaymak söz konusu olamaz. Bu- na karşılık, önceden varsayacağımız şey, ki buna bir «çalışma varsayımı» da diyebiliriz, böylesi bir düzen sanısının (bir telos tarafından düzenlenmiş

bir toplanma, birlik, bütünlük) biraz önce sözünü ettiğimiz yapısal anakronizmle özsel bir bağı oldu-

ğudur. Bu bağ - bir şey olmayan ve hiçbir şey gibi olmayan, hatta orada, kendi isminin ötesinde ola-

cağı, kendisi gibi bile olamayacak - khôra gibi bir

şey tarafından üretilen kaçınılmaz bir etki olacak-

tır.

O halde yorumlar kendi izlerinin şematik işare­

tini ve katkılarının tortusunu bırakarak, «khö- ra»ya · form vermeye kalkacaklardır Yine de, «khô- ra» hiçbir zaman ona ulaşılmasına veya dokunul- masına, hatta değinilmesine, özellikle de kinayeli veya yorumsal çeviri tipleriyle tüketilmesine asla i-

Khöıa, buradan itibaren harfi tarif olmaksızın, «özel isim»

gibi kullanılmaya başlıyor -çn

(25)

zin vermeyeceğe benziyor. Hatta onlara istikrarlı bir altkatman veya bir töz desteği sağladığı bile söylenemez. Khöra bir konu/özne [sujct] değildir.

O, özne/konu [sujct] değildir. Ne de subjectile o- landır.v Yorumsal tiplerin khöra'yı bilgilendirebil- meleri ve ona form verebilmeleri, ulaşılmaz, geçi- rimsiz, «formu olmayan» (amorplıon, sıa) ve insan- biçimciliğe radikal şekilde isyankar olan bir beka- retle her zaman bakir olan klıöra'nın bu tipleri kar-

şılar ve onlara mahal verir göründüğü ölçüde müm- kün olur. Fakat eğer, Timaios onu toplama yeri

(deklıomenon) veya yer (lılıöra) olarak adlandırıyor­

sa, bu isimler bir özün, eidos'un [Y. öz] istikrarlı varlığına işaret etmez, çünkü klıöra ne eidos düze- nine, ne de izini bırakmaya gelen eidos imgeleri ve- ya öykünmeler düzenine aittir - bu yüzden, bilinen veya kabul edilen iki tür varlıktan biri değildir, bunlara ait değildir. Khöra [bir şey] değildir ve bu olmamak, almak ve vermek'in insanbiçimci şemala­

rı aracılığıyla yalnızca kendini haber verebilir, yani yakalanmaya veya kavranmaya kendini bırakma­

maktan başka bir şey yapamaz. Khöra özellikle, a- larak veya kavrayarak, hatta kavranmaya izin vere-

" Dağılıp gıdcıı koıwlözııcıliı -yn.

(26)

KHÖRA

rek mahal verecek bir dayanak veya özne hiç değil­

dir. Toplama yeri ismi ona Platon tarafından ve-

rilmişken, biz bu temel anlamı ondan nasıl esirge- riz7 Zor. Belki de almanın, bu toplama yerinin a-

lınmasının ne demek olduğunu, dekhomai [Y. al- mak], cleklıomenon'un [Y. alınan şey] ne dediğini dü-

şünmedik henüz. Belki de bunu klıöra sayesinde

öğrenmeye başlayacağız - onu almaya, isminin ça-

ğırdığını ondan almaya. Almaya, anlamasak bile onu kavramaya.

Fark etmiş olacaksınız ki, belli bir teamülün is-

tediği gibi, artık la khöra veya yine tedbir gereği ya-

pabileceğimiz gibi, «khöra» sözcüğü, kavramı, an-

lamı veya değeri değil, klıöra diyoruz. Bunun kuş­

kusuz çoğu son derece açık birçok nedeni var.

Harfi tarif bir şeyin varlığını önceden varsayar, var-

lık olma durumundaki klıöra'ya bir cins isim aracı­

lığıyla gönderme yapmak kolay olacaktır. Oysa

klıöra hakkında söylenen şudur, bu isim felsefi söy- lem tarafından alınmış, yani Timaios'ta başat ko- numda bulunan ontolojik logos tarafından bilinen, tanınan veya alınmış varlık tiplerinden hiçbirini belirtmez: klıöra ne duyumsanabilir ne de kavra- nabilir. Khöra vardır [il yal. hatta plıysis [Y. güç] ve dynamis [Y. doğa] üzerine kendimizi sorgulayabili-

25

(27)

riz, en azından geçici olarak kendimizi sorgulaya- biliriz, fakat orada vardır [bir şey] değildir.· Daha sonra bu

vardır'ın

bizi ne

düşünmeye

sevk

ettiğine

geri

döneceğiz,

ki bu

vardır,

mahal vererek veya

düşünmeye

sevkederek bize hiçbir

şey

vermiyor,

dolayısıyla

onu bir es gibt'in [A.

vardır]

dengi ola- rak görmek,

kuşkusuz

her negatif teolojinin içinde dahil

olmuş

bu es gibt'in dengi olarak görmek riskli

olacaktır,

tabii

eğer

es gibt kendi

Hıristiyan

tarihin- de negatif teolojiyi her zaman talep etmezse.

Klıöra

demek yerine, temkinli bir

şekilde şunu

söylemekle mi

yetineceğiz:

khöra

sözcüğü,

cins is- mi,

kavramı, anlamı

veya

değeri?

Bu önlemler ye- terli

olmayacaktır,

çünkü bir ötekinden

farklı

olan, en

azından

belirli bir

varlık

olma

imkanlılığı

ile dil edimleri.

anlamlandırmalar

veya

işaretler

yoluyla L1nu \'C)'a

anlamını

hedef alan edimler

imkanlılığını

içeren

bazı ayrımları

önceden varsayarlar (söz- cük/kavram,

sözcük-kavram/şey,

anlam/gönderme,

anlam/değer, ad/adlandırılabilir,

vb). Bütün bu e-

diınler

genellemelere, çokluk düzenine

başvurur:

tür, cins, birey, tip,

şema,

vs. Oysa,

görünüşe

göre

C: qu'il .''ala n'cst pas 26

(28)

KHORA

Timaios'ta khöra üzerine

okuduğumuz,

bir

şey

ol- mayan «bir

şey»in

hu

önvarsayımları

ve

ayrımları ıartışma

konusu

ettiğidir:

«<bir

şey»

bir

şey değildir

ve kendini hu çokluk düzeninden

kurtarır.

Fakat

eğer lnı l~lıöra

[la

klıöra] değil

de khöra dersek, ondan yine bir isim

yapmış

oluyoruz.

Şüp­

hesiz özel bir isim, fakat herhangi bir cins isim gibi bir sözcük;

şey

veya kavramdan

farklı

bir sözcük.

Öte yandan özel isim, her zamanki gibi, bir

kişiye

atfediliyor, burada bir

kadına.

Belki bir

kadına,

da- ha çok bir

kadına.

Bu durum

sakınmaya çalıştığı­

mız

insanbiçimcilik risklerini daha ciddi bir boyu- ta

taşımıyor

mu? Bu riskler,

khöra'yı

bir anne veya bir sütanneyle

«karşılaştırdıgrn

söylenen Platon ta-

rafından

da göze

alınmadı mı?

Toplama yerinin

değeri, aynı

zamanda edilgen ve bakir bir madde gibi, hatta tam olarak Yunan kültüründe,

dişil öğe­

ye

bağlanmıyor

mu? Bu itirazlar

değersiz değil.

Yi- ne de

klıöra

hiç olmazsa biricik olana

yapılan açık

gönderme

dolayısıyla

özel isim olarak kelimenin

bazı

özelliklerini temsil ediyorsa da (ve

Timaios'ta, Timaios'un

daha sonra ele

alacağımız

belli bir bö- lümünde daha da belirgin olarak,

yalnızca

bir tek llhöra

vardır

ve bizim

anladığımız

anlamda, ne ka- dar bölünebilir olursa olsun, bir tek

klıöra vardır),

27

(29)

bu göndermenin göndergesi yoktur. O, bir varlık olmanın özelliklerine sahip değildir, burada varlık olma derken ontolojik olan tarafından alınan, du- yumsanabilir veya kavranabilir bir varlık olma an- layalım. Khörn vardır, fakat [bu] khöra var olma- maktadır.· Harfi tarifin silinmesi belirlenimi, gö- rünmeyen tırnak işaretleri arasında şimdilik askıya almalıdır (Platon'un Timaios'un belli bir bölümün- den alınmış bir sözünü kullanıyoruz, henüz ne an- lama geldiğini ve onu nasıl belirleyeceğimizi bil- meden) ve bir şey olmayan, fakat son derece mu-

ammalı biricikliğinde ısrar eden bir şeye yapılan

gönderme, yanıtlamaksızın kendini görünmeye, kavranmaya, belirlenmeye vermeden çağrılmasına

izin verir veya kendini çağırtır. Gerçek bir gönder- geden yoksun, gerçekten de özel bir isme benze- yen, aynı zamanda bir X olarak adlandırılmış bula- caktır kendini, bu X'in, Platon'un metninin physis ve dynamis olarak ifade ettiği özelliği ise, kendine has hiçbir şeyinin olmaması ve formu olmayarak kalmasıdır (amorphon). Bu, tam da hiçbir şey ol- mayan tekil yanlışlık, khörn'nın -eğer denebilirse- muhafaza etmek zorunda olduğu, işte onun için nuı-

ıl ya klıöıa ıııais la hlıöıa n'cxistc pas.

28

(30)

KHÔRA

haf aza edilmesi gereken, bizim onun için muhafaza etmemiz gereken budur. Bunun için her zaman be- lirli bir varlık olmaya, «aldığı» veya imgesini aldığı varlık almalardan birine ait olan özellikleri tam o- larak kendisine atfederek, onu bir genelleme için- de karıştırmamak gerekir: örneğin dişi türün bir

varlık olması - ve bu yüzdendir ki, annenin veya sütannenin dişilliği, asla ona ait bir şeymiş gibi gibi atfedilmeyecektir. Bu konuya tekrar döneceğiz, fa- kat bu, burada söz konusu olanın basitçe retorik fi- gürler olduğu anlamına gelmez. Khöra bu özellik- leri kendisi içın almamalı, dolayısıyla almamalı, ken- dini yalnızca aldığı(nın) özellikleri(ni) ödünç alma- ya bırakmalıdır. Almamalıdır, aldığını almamalıdır.

Bütün bu karışıklıkları önlemek için yaklaşımını

paradoksal olarak biçimselleştirmek ve onun hak-

kında her zaman aynı dili tutturmak uygun olacak-

tır ('tl\'.U'tOV l\'.U't~V 7tQOCTQT]'tEoV, SOb). Her zaman tercüme edildiği gibi, ona «her zaman aynı ismi vererek» değil, ondan aynı tarzda söz ederek ve onu aynı tarzda çağırarak. Sonuçta sadık bir bi- çimde, ki bu sadakat lfoi] bütün diğerlerine indir- genemez olsa bile. Bu «tarw biricik midir yoksa tipik mi? Deyimsel bir olayın tekilliğine mi sahip- tir, yoksa bir şemanın kurala bağlanmış genelliğine

29

(31)

mi? Başka bir deyişle bu kurallılık, Platon'un met- ninde ya da daha çok Timaios'un belli bir bölü- münde, biricik ve en iyi ifadesini mi, yoksa ne ka- dar ayrıcalıklı olursa olsun örneklerinden yalnızca birini mi bulacaktır? Hangi açıdan ve hangi an- lamda Timaios'un bir örnek teşkil ettiği söylenebi- lir? Ve eğer isimden çok, isim koymanın aynı kal- ması önemliyse, yalnızca isim koymanın, yani bir söylemin kurallılığını gözetmek için çaba sarfede- rek khöra'yı başka isimlerle değiştirebilecek, ter- cüme edebilecek veya khöra'nın yerine başka isim- ler koyabilecek miyiz?

Yüzyıllardır khöra etrafında dönen, yeni nesne- ler üretmek veya üzerinde başka tortular bırakmak

için onun sorumluluğunu üstlenen veya ona bir- çok kitabe ve kabartma yükleyen, ona form veren, harfler basan, yorumlar ve yeniden mal etmelerin dev tarihine önceden dahil olan böylesi bir okuma sahnesinin içinde sıkıştığımızı bilip de bu sorunun

yankılanmaması mümkün değildir. Bu bitmez tü- kenmez şerhler teorisi, Timaios'un söylemi doğrul­

tusunda, Platon'un metniyle olup bitecek olanı de- ğil, khöra'nın kendisiyle olup bitecek olanı yeniden üretir görünüyor. Khöra'nın kendisiyle, tabii en a-

(32)

KHÖRA

zından, kendine ait duyumsanabilir veya kavrana- bilir, özdeksel veya formel hiçbir belirlenimi, dola-

yısıyla kendine ait hiçbir kimliği olmaması gereken bu X'ten (x veya hhi) bu şekilde söz edebiliyorsak.

Her şey sanki khöra'nın gelecek yorumlarının Ti- maios'un sayfalarında daha önceden yazılmış, hatta

kuralları konmuş, khöra'nın «kendi» «hakkında»

önceden üretilmiş ve düşünüme uğramış gibi olup bi- ter. Bu arkası kesilmeyen yeniden başlamalar, ba-

şarısızlıklar, üst üste bindirmeler, üst üste yazma- lar ve yeniden basılmalarla bu hikaye kendini ön- ceden siliyor, çünkü kendini öncelemeyle prog-

ramlıyor, yeniden üretiyor ve düşünüme uğratıyor.

Kuralları konmuş, programlanmış, kendini yeni- den üreten, düşünüme uğramış bir tarih hala bir tarih midir? Tarih kavramı, kendini oluştururken

geçersiz kılan bu teleolojik programlamayı içinde

taşımadıkça. «lşte khöra'nın hayal meyal nasıl gö- rüldüğünü -zor bir biçimde, aporetik, sanki rüya- daymış gibi» beyan ederek bir kimse (Timaios, Pla- ton, vs) sonuçta şunu diyecektir: Burada söyledik- lerime ait tüm yorumların, bundan böyle sonsuza kadar benzeyeceği şey budur işte. Khöra hakkında

söylediklerime benzeyecekler; ve dolayısıyla khöra hakkında söylediğim, hermenötiğin ve bıı konuda,

31

(33)

bu konu üzerine kurulacak bütün kurumların tüm tarihinin yasasını önceden yorumluyor ve betimli- yor.

Burada rastlantısal hiçbir şey yok. Khöra, onlara mahal vermek için bütün belirlenimleri alıyor, fa- kat hiçbirine kendisininmişçesine sahip olmuyor.

Onlara sahip, onlar ona ait, çünkü onları alıyor, fa- kat onlara birer özellik [propriete: mal] gibi sahip

değil, kendine ait hiçbir şeye sahip değil. O, «üze- ri»ne, hakkında, kendi hakkında kaydolmaya ge- lenlerin toplamı veya sürecinden başka bir şey de-

ğil«dir ,» fakat bütün bu yorumlara indirgenmesine

karşın onların öznesi veya mevwt desteği de değil­

dir. Kısacası bu aşırılık hiçbir şey değildir, ontolo- Jik olarak olan veya söylenen hiçbir şey değildir.

Olmayan destek veya destek olarak yokluk şeklin­

de tercüme edilemeyecek bu destek yokluğu, tüm ikili ve diyalektik belirlenimi, tüm felsefi tipteki, hatta daha kesin bir şekilde söyleyelim, tüm ontolo- jik tipteki incelemeyi kışkırtır ve bunlara karşı di- renir. Bu tip, kendisine mahal verir gibi görünen şeyin ta kendisi tarafından aynı zamanda hem meydan okunmuş hem de yeniden başlatılmış bu- lur kendini. Yine, üzerinde daha analitik bir şekil­

de durarak ileride hatırlatmamız gerekecek ki, yer

32

(34)

KHÖRA

varsa [s'il ya !ictı] veya deyimimize göre, verilmiş

yer [lieıı donne] varsa, yer vermek burada bir yeri armagan etmek anlamına gelmiyor. Yer vermek de- yimi, birine verilecek bir şeyin verici bir öznesinin, desteginin ya da kökeninin tutumuna gönderme

yapmıyor.

Bu gözlemler, çekingen biçimde hazırlık nite-

liğine sahip karakterine ragmen belki de, biçimsel-

leştirmesi neredeyse imkansız görünen bir «mantı­

gın» siluetini hayal meyal görmemizi saglıyorlar.

Vernant'ın «formüle etmenin hatta biçimselleştir­

menim> söz konusu olacagı söylencenin «mantık formuımdan söz ederken söyledigini hatırlarsak,

bu «mantık» hala bir mantık, «bir mantık formu»

olacak mıdır7 Böyle bir söylence mantığı şüphesiz vardır, fakat sorumuz burada tekrar ortaya çıkıyor:

kesinlikle «filozofların çelişmezlik mantıgmndan kaynaklanmayan khöra düşüncesi, yine de söylen- cesel düşünce uzamına mı ait olacaktır? Onu örnek alan bu «piç» logos hala bir mythos mudur7

Kendimize uzun bir sapma zamanı tanıyalım.

Hege\'in spekülatif diyalektiginin, söylencesel dü- şünceyi teleolojik bir perspektif içine kaydetme tarzını deger\endirelim. Bu diyalektigin bir çeliş­

mezlik mantıgı oldugunu ve olmadıgını söyleyebi-

33

(35)

liriz. Çelişkiyi olduğu gibi bütünleştirir ve kısmen muhafaza edip, yadsıyarak aşar [reltve]. Aynı şekil­

de, söylencesel söylemi olduğu gibi felsefi öğe için- de kısmen muhafaza edip, yadsıyarak aşar.

Hegel'e göre, ki biz de Hegel'den sonra ve He- gel'e göre düşünüyoruz, felsefe yalnızca mantığın emin yoluna girdiği andan itibaren ciddi bir hale gelir: yani söylencesel formunu terk ettikten, daha çok bunu kısmen muhafaza edip, yadsıyarak aştık­

tan soma diyelim: Platon'dan soma, Platon'la. Kav- ram söylencesel uykusundan uyandıktan soma, felsefi mantık kendine gelir. Uyku ve uyanış: çün- kü olay basitçe bir perdenin kalkmasından_ibaret­

tir: bir perdenin ardında gizil bir güç [puissance virtuelle] içinde bulunan felsefi bir öğenin sarihleş­

tirilmesi ve idrak edilmesi. Söylencesel öğe, diya- lektik Aufhebung'una [kısmen muhafaza edip, yadsı­

yarak aşar] sunulmuş ve adanmış bir ön-felsefi öğe olmuş olacaktır yalnızca. Bu teleolojik gelecek geç- miş, bir anlatı zamanına benzer, fakat bu anlatı dı­

şına çıkışın bir anlatısıdır.. Anlatısal bir kurmaca- nın sonuna işaret eder. Hegel bunu, «dostu Creu- zern ve kitabı Symbolik und Mythologie der alten Völ- ker, besoders der Griechen, 1810-1812'yi savunarak an- latır.3 Söylencesel logos, kuşkusuz bir tür «felsefe

(36)

KHÔRA

yapmak» olduğu iddiasını ortaya atabilir (s. ıos).

Filozoflar, felsefi öğeleri hayal gücüne (Phantasie)

yaklaştırmak için söylencelerden yararlanmış ola- bilırler. Fakat «söylencenin içeriği düşüncedirn

(a.g.y.). Söylencesel boyut formel ve harici kalır.

Eğer Platon'un söylenceleri «güzel»se, eğer düşün­

cenin söylencesel «sunuluş»u (Darstellung) «gü- zel»se, söylencelerin «ifadenin soyut kipinden» da- ha «seçkin>> (vortrefflicher) olduğunu sanmakla ha- ta etmiş oluruz. Gerçekte, Platon yalnızca «düşün­

menin saf kipliği içinde kendini ifade etme» «ikti-

darsızlığl» (Unvennögen) ölçüsünde söylenceye

başvurur. Bunun kısmen böyle olmasının nedeni, bunu yalnızca diyaloglara girişte yapmasıdır - ve bir giriş hiçbir zaman saf biçimde felsefi olamaz:

Hegel'in girişler ve önsözler hakkında genel olarak ne düşündüğünü biliyoruz. Şeyin kendisine, esas konuya geldiği zaman Platon kendini tamamen farklı bir şekilde ifade eder. Örneğin Parmenides'i

düşünelim: düşüncenin basit belirlenimleri imge ve söylenceden vazgeçebilir. Hegel'in diyalektik şe­

ması burada aynı zamanda söylencesel, figüratif veya simgesel olanla da ilgilidir. Parmenides «cid- di»dir, söylenceye başvurma ise hepten değildir.

Bugün bile. yalnızca Anglosakson denilen düşünce

35

(37)

içinde değil, birçok değerlendirmeyi yönlendirdiği şekliyle, ciddi ve ciddi olmayan karşıtlığı, burada olduğtı haliyle felsefe ile felsefenin oyunsal-söylen- cesel sürüklenmesi arasındaki karşıtlıkla örtüşü r.

Felsefi düşüncenin değeri, yani aynı zamanda ciddi- yeti, kapsamının söylencesel olmayan karakteri

doğrultusunda ölçülür. Hegel burada değerin, cid- diyetin, ciddiyetin değerinin altını çizer ve Aristo- teles onun kefilidir. Çünkü «Platon'un değerinin kaynağı hiçbir şekilde söylencelerde değildir» (Der Wert Platons liegt aber nicht in den Mythen, s. 109) beyanında bulunduktan sonra, Hegel Aristoteles'i

alınulıyor ve tercüme ediyor. Burada durmamız

uygun olacaktır. Bu sorunu doğrudan ele almadan geçerken hatırlatalım, Timaios'un Aristotelesçi yo- rumunun, özellikle de khöra hakkında, yorumlar tarihinde nasıl bir ağırlığa sahip olduğunu biliyo- ruz. Şu halde, Hegel Metafizik'i tercüme ediyor ve- ya yorumlayarak alıntılıyor:

«'TTEQL µi:v TWV µunKWÇ ao<)nl;oµtvwv ouıc

aE_LOV µna O'TTOUÔllÇ OKO'TTELV

Voıı denen, welclıe mytlıisclı plıilosoplıiereıı, isl es niclıl der Miilıe werl, ersntliclı zu Jıalndeln

(38)

KHÔRA

söylenceye başvurarak felsefe yapanlar ciddi mu- amele görmeyi hak etmiyorlar.»

Hegel iki yorum arasında salınıyormuş gibi gö- züküyor. Felsefi bir metinde, söylencenin işlevi

hem bir felsefi iktidarsızlık işareti, kavrama olduğu

haliyle ulaşma ve ona tutunma yeteneksizliği, hem de diyalektik ve özellikle de didaktik bir güç belir- tisi, felsefi öğeye son derece hakim ciddi bir filozo- fun pedagojik ustalığıdır. Hegel, aynı anda veya sı­

rayla, Platon'da hem bir iktidarsızlığı hem de bir

ustalığı tanır gözüküyor. Bu iki değerlendirme yal-

nızca görünüşte veya belli bir noktaya kadar bir- birleriyle çelişirler. Ortak noktaları şudur: gidimli bir form olarak söylencenin, gösterilen [signifie]

kavramın içeriğinin ve özünde yalnızca felsefi olabi- lecek anlama boyun eğmesi. Ye felsefi izlek, göste- rilen kavramın formel sunuluşu ne olursa olsun - felsefi veya söylencesel- her zaman yasanın gücü, söylemin hakimiyeti veya hanedanlığı olarak kalır.

Burada sorumuzun seyrini görebiliriz: eğer khö-

ra'nın anlamı veya özü yoksa, eğer bir felsefe öğesi değilse ve buna rağmen eğer söylence tipinde ma- salsı bir anlatının ne nesnesi ne de formuysa, bu

şemada onu nereye yerleştirebiliriz?

37

(39)

Görünüşte çelişkili, de~inde tutarlı olan bu mantıksal-felsefi değerlendirme Platon'a uygulan-

ıııanııştır. Bu değerlendirme, kaynağını daha baştan belli bir «Platonculuk»tan alır. Hegel, Platon'u A- ristoteles üzerinden ve sanki Timaios'un yazarının, anlamına ulaşamayacağı bir uygulamayı çözüyor- muş gibi Platon'dan habersizce okumuyor. Bu de-

ğerlendirmenin belirli bir programı, doğrulayaca­

ğımız gibi, bu eserde daha baştan okunabilir görü- nüyor. Fakat belki de bir kenarda bir çekinceyi

saklı tutuyor ve bu ek çekince, söz edilen programı barındırabilir, koruyabilir ve bu sayede aşabilir de.

Önce program. Timaios'un kozmogonisi, her

şey hakkındaki bilginin döngüsünü baştan başa

kateder. Ansiklopedik ereği, olan her şey hakkın­

daki bir logos'un sonuna, telos'una işaret etmelidir:

«ıcai b~ ıcai 'tfAoç mQi wü rıav-roç vüv ijbrı ı:ov Aoyov ~µiv <j>c;ıµEv EXELV» («Ve şimdi, Dünyaya i- lişkin söylemimizin sonuna gelmiş olduğumuzu söyleyelim.») (92c). Bu ansiklopedik logos genel bir ontolojidir, bütün varlık tiplerini ele alarak, bir te- oloji, bir kozmoloji, bir fizJ'oloji, bir psikoloji, bir zooloji içerir. Ölümlü ya da ölümsüz, insani ve ila- hi, görünür ve görünmez şeyler burada yer alırlar.

Sonuçta tekrar hatırlatarak, görünür canlı ile, ör-

(40)

KHÔRA

neğin duyumsanabilir tanrı ile imgesini (eikön) o- luşturduğu kavranabilir tanrı arasındaki fark tek- rar ele alınır. Görünür canlı ve duyumsanabilir tanrı olarak kozmos göktür (ouranos). Türünde tek ve eşsizdir, «monojen»dir.

Ve bununla birlikte, döngünün yarı yolunda, khöra üzerine söylem, duyumsanabilir ve kavrana- bilir olan arasında, ne birine ne de diğerine ait ola- rak, yani ne duyumsanabilir tanrı olarak kozmosa, ne de kavranabilir tanrıya ait olarak, görünüşte boş

olan bir uzam açmış olmayacak mıdır - şüphesiz boşluğun kendisi olmamasına rağmen? Kuyu gibi bir açıklık, uçurum veya bir yarığı adlandırmamış mıydı? Duyumsanabilir ve kavranabilir, hatta ruh ve beden arasındaki bu yarılma, on«daki» bu ya- rıktan itibaren ortaya çıkabilmiş ve yer alabilme-

miş miydi? Khöra denilen bu yarığı, uçurumun a- çıklığını açan şu kaosa çok hızlı yaklaştırmayalım.

Oraya korkunun insanbiçimsel formunu ve pat- hos'unu savurmaktan kaçınalım. Onun yerine bir Lemelin güvenliliğini, «dünyanın kökeninde, orta- ya çıkışından itibaren tüm mahlüklar için Gaia'nın .emsil ettiği tam karşılığı» yerleştirmek için değil:

:<Kaos'un kuyu gibi ve dipsiz açıklığına karşı gelen,

;onsuza dek istikrarlı ve emin bir temel.»4 Daha i-

39

(41)

leride, Heidegger'in lılıöra hakkında kısa bir iması­

na rastlayacagız, Tiıııaios'unkine degil, fakat tüm a- lıntı ve tüm kesin göndermeler dışında, Platon'da varlık olma ve varlık5 arasındakı yeri (Ort), ikisi arasındaki yer «fark»ını belirten bir imaya.

Timaios'un ontolojik-ansiklopedik sonucu, kita- bın ortasında açılan yangı kapatır gibi gözüküyor.

Klıöra üzerine yapılması neredeyse yasaklanmış o- lan söylemin bir karış açık olan agzını kapatarak, böylece kapatmış olacağı şey, belki de yalnızca kavranabilir olan ve duyumsanabilir olan arasında­

ki, varlık ve hiçlik arasındaki, varlık ve en küçük varlık arasındaki uçurum değil, hatta belki de var- lık ve varlık olma arasındaki de değil ve yine hatta logos ve mytlıos arasındaki de değil, bütün bu çiftler ve onların ötekisi olmayan bir öteki arasındaki u- çurum olacaktır.

Eğer kitabın ortasında bir yarık, «içinde,» khöra olacak bu uçurumsal yarığın düşünülmeye ve dile getirilmeye çalışıldığı bir tür uçurum, her şeyin aynı anda hem yer almaya hem de kendini yansıı­

maya gelecegi (çünkü buraya kaydolan imgelerdir) bir yerin açıklığı var ise, bir uçunımsallaşıınııanın,

bir söylem kompozisyonunun belli bir düzenini kurala tabi tutması anlamsız mıdır? Ve hatta yarı-

40

(42)

KHÔRA

ğın kıyılarında uygulananla özdeş olmaksızın, ona benzer olması gereken bu düşünme ve söyleme ki- pine kadar kurala tabi tutması anlamsız mıdır? Bu

uçıınımsallaştırmanın yerler üzerine olan söylem

formlarını, özellikle tamamen yerlerin söylem tip- leri veya formlarına ayrılmış yerler olarak dikkate

alınarak (toplum, bölge, yöre, ülke içinde görevler) yönlendirilen bir yerler politikası olan politik yer- ler üzerine bir söylemin formunu etkilemesi an-

lamsız mıdır?

41

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu bağlamda bu makalede görsel işitsel bir iletişim aracı ve bir sanat olan sinemanın sinematografik imgelerin öğretimi açısından kullanılabilirliği kuramsal düzeyde

4 — Şehir dahilinde yaptığı eserler'de oradaki mevki ve çevreye göredir, örne- ğin «Bruxelles»de «Tour du Midi» Güney Kulesi denen yüksek nokta yapıtlarla

Vefatı camiamızda büyük üzüntü yaratan Afif Yesari’nin cenazesi 24 Ağustos 1989 günü (bugün) ikindi namazını müteakip. Şişli Camii’nden kaldırılarak

Şimşek gibi görenin, düşmanı önlemek için, şimşek gibi de harekete geçmesi ge­ rek.. Fırkanın ilk hazırlanan alayını

Gelecekte yapılacak daha detaylı gözlemler ve analizler, hem karan- lık madde olmadan da gökadaların nasıl oluştuğunun hem de karanlık maddenin doğasının daha iyi

(   ) Doğal unsurlar doğa olayları sonucu meydana gelir... Kroki ile ilgili verilenlerden hangisi yanlıştır?.. A) Krokide nesneler küçültülerek gösterilir.     B)

27 yaşında bir grafik tasarımcı olan Sean Walsh bilim kafelerinden bahse- derken şu sözleri kullanıyor: “Biz sadece öğrenmek ve karşılaştığımız her ne var- sa

Pozitif psikolojinin önemli kavramlarından birisi olan öznel iyi-oluş; yaşam doyumu, olumlu ve olumsuz duygu bileşenlerinden oluşmakta olup temel olarak bireyin yaşamına