• Sonuç bulunamadı

Sosyolojik Okuma: Toplumsal Görünmezleri Keşfetmek 61 

2.  KAVRAMSAL TARTIŞMALAR 5 

2.2  Mekandan “Yer”e: “Yer-Kurma” Pratikleri 23 

2.3.3  Sosyolojik Okuma: Toplumsal Görünmezleri Keşfetmek 61 

Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’ya göre, sosyoloji eleştirel bir konumda olmalıdır; sorunları su yüzüne çıkartarak birilerine sorun yaratan bir bilim olmalıdır (Çeğin vd., 2007). Onun bilim anlayışına göre, bilimde bir ilerleme olacaksa, bu ancak karşıt bilimsel kuramların birbirleriyle ilişkilendirilmesiyle gerçekleşir. Bourdieu, toplumsal bilimlerde birey ve toplum, yapı ve eylem, objektivizm ve sübjektivizm, nicel ve nitel araştırma, teorik ve pratik, kuramsal ve ampirik gibi yapay olarak oluşturulmuş “boş karşıtlıkları” aşma ve uzlaştırma çabasındadır (Çeğin vd., 2007). Bourdieu’ya göre, sadece iki taraftan bakmak değil, onların ayrılmaz bir ilişki içinde olduklarını görmek de önemlidir. O, sosyolojiyi, toplumsal hayatı tamamen dışsal ve nesnel olarak gören fiziğin ve toplumsal hayata öznel deneyimler aracılığı ile bakan toplumsal fenomenolojinin ötesine taşımaya çalışır (Çeğin vd., 2007). Bourdieu’nun bu dualist bakışı, bu tezde kurgulanan yaklaşımda yönlendiricidir.

Kısa bir ifadeyle, sosyoloji, büyük sanayi toplumlarından, tarım toplumlarına, küçük kabilelere, insan toplumlarının incelenmesiyle ilgilenir (Giddens, 2001). Sosyoloji, fiili olarak gözlemlenebilir konularla ilgilenir, ampirik araştırmaya dayalıdır ve olgulara anlam kazandıracak kuramları ve genellemeleri formüle etme girişimlerini içerir. Comté ve Durkheim, doğal bilimlerin olgularla ilgilendiği gibi, sosyolojinin de aynı nesnellikle yaklaşılabilecek “toplumsal olgularla” ilgilendiğini açıklar. Durkheim, toplumsal fenomene

“şeyler” gibi yaklaşılması gerektiğini öne sürer. Fakat insanlar doğadaki maddi nesnelerle

aynı değildir; kendi davranışlarımızı incelemek, birçok önemli açıdan, doğal bir fenomeni incelemekten kaçınılmaz bir şekilde tamamen farklıdır (Giddens, 2001). Durkheim’cı bir teori olan mekan dizim de nesnel okumadan yanadır. Mekanı bir nesne olarak ele alır ve konfigurasyonel yapısının topolojik ilişkilerini irdeleyerek, toplumsal olana, ulaşmaya çalışır. Fakat toplumsal örüntünün anlamsal yapısı, mekanın bu nesnel ölçümünden çıkan sonuçlarla ne kadar örtüşebilir? Bu nesnel ölçümün toplumsal olanı kavramamızı ne kadar sağlayacağı meçhuldur. Bu noktada, mekan dizim, sosyolojik açıdan tartışılabilir bir boşluk bırakmakta gibidir.

Giddens, sosyoloji dünyasında yaygın olan bu nesnel-indirgemeci görüşü reddeder. Sosyoloji ve diğer toplumsal bilimlerin doğal bilimlerden ayrıldığının altını çizer. “Topluma veya

toplumsal olgulara, doğal dünyadaki nesnelere ve olaylara yaklaştığımız gibi yaklaşamayız, çünkü toplumlar ancak insanlar olarak bizim kendi eylemlerimiz içinde yaratıldıkları ve yeniden üretildikleri sürece var olurlar. Toplumsal kuramda insan aktivitelerini doğal olaylarda olduğu şekliyle nedenler tarafından belirlenmiş gibi düşünemeyiz. Biz toplumu

yaratırız, toplum da bizi yaratır” (Giddens, 2001). Bunu Giddens birey ve kurumların çifte

etkileşimi olarak nitelendirir. Bu görüş, mekan dizimin de çıkış noktası olan “mekanlar

toplumları, toplumlar da mekanları şekillendirir” kabulüne dayanan çifte etkileşim kuramıyla

benzeşir.

Giddens’a göre, kurumlar, zaman ve mekanda tekrar üretilen toplumsal etkinlik modelleridir. Bu aynı zamanda, Durkheimcı toplumsal kuramda olan, fiziksel benzetme bağlamında düşünme eğiliminin reddi anlamına da gelir. Birçok sosyolog, bireyler, gruplar ve toplumlar arasındaki bağı, bir yapının iskelet sistemi gibi durağan ve değişmez bir görüntü sergilediğini düşünür. Ne var ki, Giddens’a göre, toplumsal sistemler, ancak bireylerin bir zamandan ve mekandan diğerine faal olarak belirli davranış biçimlerini tekrarladıkları ölçüde şekillenir.

“Toplumsal sistemler, kendilerini oluşturan tuğlalarla her an sürekli olarak yeniden inşa edilen binalar gibidir.” (Giddens, 2001)

Bauman’a göre Weber, sosyolojinin öznel insan gerçekliğinin nesnel bilgisini yaratabileceğini ve yaratması gerektiğini ısrarla belirtir, fakat Bauman, tüm insan eylemlerinin bu şekilde yorumlanamayacağını düşünür. Çünkü eylemlerimizin çoğu ya geleneksel ya da hissidir, onlara alışkanlıklar ya da duygular yön verir (Bauman, 2006). Böylesi bir açıdan mekan dizim yöntemine bakınca, insanların mekana bağlı olarak gelişen hareketlerinin, rota ve seçimlerinin bireysel-öznel nedenlerini anlamak yerine, bu hareketlerin toplu ve nesnel bir yorumunu yapmakta olduğunu söylemek mümkündür. İnsan üzerinde onun sadece bir fiziksel nesne olduğunu varsayarak çalışılabilir pekâlâ, hareketlerinin planı çıkartılabilir, davranışları işaretlenebilir (Trigg, 2005); fakat insanların farkındalığını, neden ve nasıl davrandıklarının bilincinde olduklarını ve her bireyin çok farklı tutumlar sergileyebileceği hesaba katılmalıdır. İnsanlar sadece hareket etmezler. Trigg’in de belirttiği gibi, bilinçli bir şekilde davranırlar ve davranışları, daha geniş bir toplumsal bağlam içindeki önemlerinin kavranmasıyla ortaya çıkar. İnsan davranışlarının anlamı vardır ve bu anlam kavranmadan insan gerektiği gibi anlaşılmaz. Dışarıdan yapılan gözlemler, takipler, sayımlar anlamı değil, eylemi yakalar. Anlama ulaşmak için eylemi yapanla görüşmek; insan davranışını oluşturan psikolojik ve sosyolojik faktörleri de hesaba katmak gerekir. Fiziksel örüntülerin matematiğini kurmak, farklı örüntülerin farklı kültürel özelliklere bağlanması gerçeğini ispatlamak önemli bir adımdır fakat toplumların, toplumsal örüntülerin ve sosyo-kültürel yapıların kesin matematiğinden söz etmek pek de olası değildir. Toplumsal olana kesin sınırlar çizmek zordur.

sosyolojik bilgiyi oluşturan hemen her şey sıradan insanların gündelik yaşantılarında yaşadıkları şeylerdir. Sosyolojinin bahsettiği her şey zaten çevremizde ya da bizzat kendi hayatımızda olan-olmuş şeylerdir. Fakat bizler bu rutinin içine o kadar çok dalarız ki, olan biten üzerine düşünmeyiz. “Bireysel olandaki toplumsal olanı, tikel olandaki genel olanı

görme fırsatımız olmaz. Sosyologların bizim yerimize yaptıkları tam da budur” (Bauman,

2006). Sosyologlar bunu yaparken, yorumladıkları deneyimlerin hem iç hem de dış yüzünde kalmaya mecburdurlar. Öte yandan da deneyimleri yorumlamak tam da onların işidir. Sosyoloji, gündelik yaşantıdan elde edilen, kullanılan bilginin arılaşmasıdır; çıplak gözün tespit edemeyeceği bazı incelikli ve ilk bakışta hemen belli olmayan ya da bilindik gibi görünen bazı bağlantıları açığa çıkartır (Bauman, 2006). Sosyoloji, bu noktada bireylerin gündelik yaşantılarını derinden, nedenleriyle birlikte anlamamıza yardımcı olur. Dışarıdan görünenleri yorumlamak, sonuca gitmek, hemen karar vermek için yeterli değildir. Bir “yer”in toplumsal yapısı üzerinden okunması için sosyolojinin bilgi alanında kullanılan niteliksel tekniklere ihtiyaç duyulacaktır. Bu tezde kullanılanlar “katılımlı gözlem”

(participant observation) ve “derinlemesine görüşme” (in-depth interview) olacaktır. Bu

teknikler, etnografya ve antropoloji bilgi alanlarında kullanılı;, sosyoloji de bu anlamda onlardan beslenir. “Etnografik alan araştırması, insan topluluklarının gündelik yaşamları

içerisinde ele alınarak çalışılmasını içerir. Bunun için, etnograf belirli bir toplumsal düzen içerisine girerek bu düzende yaşayan insanları tanımaya çalışır… Burada etnograf, düzeni oluşturan gündelik rutine katılarak, insanlar ile sürekli bir ilişki geliştirir ve bu sayede olan biten her şeyi o esnada gözlemler” (Emerson vd., 2008). Yazarların bu açıklaması, bugün

sosyolojik vaka incelemelerinde kullanılan “katılımlı gözlem”e denk düşer. Etnograflar, buna ek olarak, gözlemlediklerini, öğrendiklerini düzenli ve sistematik biçimde not ederler. Alan notları, gözlemcinin kendi deneyimine ait birikimi oluşturur.

Pala, (2004) makalesinde açıkladığı katılımlı gözlem tekniğinin bir toplumdaki kültürel anlamları elde etmek için kullanıldığını belirtir. “Katılarak gözlem, incelenen toplulukla uzun

bir süre kalmayı imler. İnsanların yaşamlarına ve etkinliklerine doğrudan ve sürekli katılım yoluyla veri toplama sürecinin adıdır. Alanda temel olarak günlük pratikler ile toplumsal ve ekonomik etkinlikler hakkında yoğun, açık uçlu, yinelenen sorularla yapılan gözlem ve bu gözlemlerin günlük notlar halinde kaydedilmesidir.” Gözlemin yapılmasıyla ilişkili olarak,

Geertz (2008), Malinowski’nin antropolojik çalışması sırasında tuttuğu güncesinin yayınlanmasıyla başlayan tartışmadan bahseder. Tartışmayı yaratan sorun, Malinowski’nin olayların “yerlilerin gözünden görülmesi” kabulüne karşı çıkışıdır. Olayları bir grubun gözünden görmenin, onlardan biri gibi olabilmenin, baştanbaşa gerçeğe uymadığını söyleyen

Malinowski’ye katılan Geertz, asıl meselenin, gruptan biri olabilmek, onlar gibi yaşabilmek değil, onların nasıl yaşadıklarını ve durumlar karşısında nasıl davranacaklarını tahmin edebilmektir. Bu nedenle, alan çalışmasında yapılan gözlemin, gözlemci grupla yakın ilişki kursa da dışında durduğu, fakat gündelik hayatın ve mekanın içerisinden yapılan bir analiz yolu olduğu söylenebilir.

Kültürel anlamların ve gündelik deneyimlerin, özellikle de bu çalışmada kurgulanan yaklaşımın uygulanacağı bir alan çalışmasında sorgulanması istenen “yer”le kurulan zihinsel ve bedensel ilişkilerin, anlaşılması için kullanılabilecek bir başka niteliksel teknik ise, bireysel ya da grup odaklı derinlemesine görüşme olabilir. Bu tip bir görüşme, röportajdan ya da anketten farklıdır. Görünür, istatistikî ya da kolayca elde edilebilecek bilgilerden çok, görülmeyeni yakalar, kavrar. Bu nedenle de, derinlemesine görüşmeler belirli temalarda- başlıklarda yapılır ve kişinin iç dünyasına ulaşılmasına çalışılır. Bu anlamda, Alfred Schutz’un yaptığı vurgu çok önemlidir. Schutz, diğerlerinin deneyimlerini anlamada bağlamın öneminden bahseder, “başkalarının davranışlarını, kültürel altyapılarını anlamak için,

onların kendi yaptıklarını nasıl anlamlandırdıklarını kavramamız gerekir” (Schutz, 1967).

Derinlemesine görüşme bir veri toplama tekniği olarak, açık-uçlu soruların sorulması, dinlenmesi, cevapların kaydedilmesi ve ilişkili ilave sorularla araştırma konusunun detaylı bir şekilde incelenmesini mümkün kılar (Kümbetoğlu, 2005). Bu tür görüşmeler, çeşitli biçimlerde gelişebilir: enformel sohbet, rehber bir formun yardımı ile, açık-uçlu yapılandırışmış form eşliğinde. Araştırmacı, görüşmeden elde etmek istediği bilgilere göre, görüşme konusundaki deneyimine bağlı olarak kendi yöntemini belirler. Bu teknik, araştırılan konuda yüzeysel, sıradan bilgilerden çok daha derin ve özel anlamlara ulaşmak istendiğinde, kişilerin kendi deneyim ve düşüncelerini önemseyen bir araştırma yapıldığında kullanılır*.

Etnografya ve antropoloji temelli niteliksel yöntem, özellikle mimarlık disiplinin çok yabancı olduğu ve dışına düştüğü bir yoldur. Mimarlık disiplininde bir yerin, niteliksel yöntem yardımıyla, derinlemesine ele alınmaması, gündelik hayata dair gelişigüzel ve yüzeysel bilgilerin elde edilmesine, bunların doğruluğu bilinmeden, deneyimleyen kişiden öğrenilmeden dışarıdan yorumlanmasına neden olur. Üstelik mekana bakıldığı gibi topluma da yukarıdan bakılması, bugün mekan analizlerinde karşılaşılan önemli bir sorunsaldır. Ne yazık ki, kentsel mekanlar üzerine yapılan mimari araştırmalarda, herhangi bir yönteme

* Görüşmenin nasıl yapılması gerektiği ile ilgili geniş bilgi için bakınız: Thompson, P. (1999), “Geçmişin Sesi”,

dayanmadığı halde toplumsal vakalar üzerine kolayca yorumlar yapıldığına rastlanır. Bu yorumların ne kavramsal ne de deneysel bir araştırmaya dayanıyor olması ise bilimsel etiğin bir kere daha düşünülmesi gereğine işaret eder. Mekansal analizlerin yanı sıra araştırmacının, araştırdığı alanın içine dalarak yaptığı gözlemler ve görüşmelerle, orada yaşanyan grupların gündelik hayatlarını anlaması, hayat biçimlerini ve düşüncelerini öğrenmesi “yerin ruhunu” anlamanın yollarından biri olabilir.

Bundan sonraki ana bölümde, vak’a incelemesi sunulmaktadır. Bu incelemede en çok önem verilen konu, “yer”in nasıl ele alındığı, hangi araçlarla okunduğu ve yorumlandığıdır. Sadece bir mekan olarak görülmeyen Samatya, fizik mekanın tarihsel katmanları, morfolojik ve dizimsel yapısı üzerinden okunurken, mekandan ayrı düşünülemeyen “içinde geçen hayat” ve

“toplumsallık” da, sakinlerinin belleklerindeki farklı “yer” duyguları, mekansal ve toplumsal

pratikleri üzerinden analiz edilir. Burada, mimarlık ve sosyoloji disiplinlerinin ortaklığında bir semt monografisinin yazılması amaçlanır.

Benzer Belgeler