• Sonuç bulunamadı

Bourdieu‟nun (1997: 76) Toplumbilim Sorunları‟nda bahsetmiş olduğu, “bilim yaparken ne yaptığını bilmek sorunların, aletlerin, yöntemlerin, kullanılan kavramların tarihsel olarak nasıl yapıldıklarını bilmeyi varsayar” görüşüne katılmamak imkânsızdır. Kişiler farkında olsalar da olmasalar da; bilime, yönteme ve nesneye bakış paradigmatik yaklaşımlar tarafından yönlendirilmektedir. Bu nedenle, bunların arkasındaki varsayımları bilmek, bilim yaparken ne yaptığını bilerek ilerlemek demektir.

Bir bilim dalını öğretmenin ilk adımı olan bilimin tarifi, öğrenciye genellikle tarafsızmış gibi gelir. Oysa öğrenci, tarifi yapan kişinin bilime, hatta dünyaya bakışıyla şekillenmiş bir tanımla karşı karşıyadır. Örneğin, 2012‟de on yedinci baskısını yapmış olan, Karasar‟ın Bilimsel Araştırma Yöntemi kitabı, çok net biçimde, pozitivist bir bilim ve yöntem tanımı sunmaktadır. Bilimin olgusal, akılcı, genelleyici, evrensel olduğunu anlatıp; yöntemin birliğini ve evrenselliğini savunmaktadır (Karasar, 2012: 12-14). Bu alıntı, pozitivist sosyal bilimin bilimle aynı şey gibi öğretildiğini söyleyen Neuman (2013: 128)‟ı destekler mahiyettedir.

Oysa pozitivizm, evreni açıklayabilmek için başvurulan entelektüel stratejilerden sadece birini oluşturur (Arslan, 1992). Dünyaya bakmanın farklı yollarını oluşturan, onun uygun bir şekilde nasıl çalışılabileceği ile ilgili farklı varsayımlar sunan başka yaklaşımlar da vardır (Neuman, 2013: 120; Moses ve Knutsen, 2007: 7; Fay, 2012: 177). Yorumlayıcı sosyal bilim ve eleştirel sosyal bilim

bunlara örnek olarak verilebilir.

Neuman‟a göre; farklı sosyal bilim yöntemleri veya yaklaşımları, bir takım kuramlar ve yöntemlerle doğrudan ilgilidir. Örneğin, pozitivizm yapısal-işlevselcilik, rasyonel seçim ve değişim kuramı gibi birçok kuramla ilişkili iken; yorumlayıcı sosyal bilimin kökeni, Dilthey ve Weber ‟e uzanır ve yorumculuk oradan 19.yy‟da ortaya çıkmış bir anlam kuramı olan hermeneutikle bağ kurar. Eleştirel sosyal bilim ise, Marx ve Freud‟da köklenip; çatışma kuramı, feminist analiz ve radikal psikoterapi ile ilişkilendirilir (Neuman, 2013: 121-130).

Yaklaşımları bu kadar önemli kılan şey, her birinin toplumsal kuramda farklı geleneklerle ve çeşitli araştırma teknikleriyle ilintili olmasıdır (Neuman, 2013: 120). Öyleyse, belki sezgisel nedenlerle, belki dinî kabuller veya siyasî görüşlerin sevkiyle, kendini bir görüşe yakın hisseden kişinin kendisini o görüşe bağlayan nedenleri araştırıp öğrendiği kadar, diğerlerini neden reddettiğine dair de sağlam gerekçelere sahip olması gerekmektedir. Aksi halde, yapılan faaliyet bilim üretmek olmayacak ve bu yolla bilgi ilerlemeyecektir. Bu nedenle, farklı yaklaşımların temel kabullerine kısaca değinmekte fayda vardır.

Farklı yaklaşımların ayrımını kabul etmenin, kampları katılaştırdığı uyarısı (Moses ve Knutsen, 2007: 286) akılda tutulmalı, ancak paradigma, kuram ve yöntem ilintisini anlayabilmek için bu ayrıma gitmenin de bir gereklilik olduğu belirtilmelidir.

Paradigmatik yaklaşımlarla ilgili farklı sınıflamalar vardır. Yukarıda da geçtiği üzere, bunların en yaygın biçimi, pozitivist sosyal bilim, yorumlayıcı sosyal bilim şeklinde ikili (Dikeçligil, 2017: 39) veya eleştirel sosyal bilimin de ilavesiyle üçlü (Neuman, 2013: 120) olandır. Bazı kaynaklarda ise (Moses ve Knutsen, 2007: 11) bu bölümlenme natüralizm, inşacılık ve bilimsel realizm şeklini almaktadır.

Bu sınıflamalar ilgili yaklaşımların dünyaya, insana, bilgiye, yönteme bakışlarındaki farklılıklara göre yapılmaktadır. Dikeçligil (2017: 39, 61), kendi sınıflamasını yaparken, paradigmaların bilim dışı ontolojik, epistemolojik ve metodolojik bir takım sayıltılara dayandığını söylemekte ve ontolojik sayıltıları tartışma konusu yapmayan yaklaşımları paradigma olarak kabul etmemektedir. Buna göre, natüralistik ve humanistik yaklaşım paradigma olabilirken; eleştirel sosyal bilim, inşacılık ve post-pozitivizm paradigma olarak kabul edilmemektedir.

Dikeçligil, paradigmayı buz dağına benzetmektedir. En altta ontolojik olmak üzere, sırasıyla epistemolojik ve metodolojik sayıltılar gelmektedir. Sonra, teorinin sayıltıları gelir ki, o da hâlâ suyun altındadır. Paradigmanın suyun üzerinde görünen kısmı, önce teori sonra yöntemdir. Kuhn‟un normal bilimi, buzdağı üzerinde görünen kısım yani teori ve yöntemdir (Dikeçligil, 2017: 74-75).

Bu çalışma; Moses ve Knutsen (2007) tarafından merkez kamplar olarak ele alınan iki paradigmatik yaklaşım, yani natüralizm ve inşacılık bölümlenmesini dikkate alacak ancak onlardan üçüncü kamp olarak eleştirel realizme daha fazla yer vermesiyle ayrılacaktır. Bu kitapta (Moses ve Knutsen, 2007: 9), pozitivizm/natüralizmin beş özelliğinden bahsedilmektedir. Bu özellikler şöyle sıralanabilir: Doğada gözlemlenebilen ve tanımlanabilen örüntüler ve düzenlilikler vardır. Bu düzenliliğe dayanan ifadeler, yanlışlama ve gerçekliğin tekabüliyeti teorisine göre ampirik olarak test edilebilir. Değer yüklü ve olgusal ifadeler arasında ayrım yapmak mümkündür. Bilimsel proje, parçayı kaybetme pahasına geneli amaçlamalıdır. İnsan bilgisi, hem tekil hem de birikimlidir.

Delanty ve Strydom (2010: 14) ise, pozitivizmi altı temel fikirle özetlemektedir: Birleştirilmiş bilim anlayışı, amprisizm, objektivizm, değer bağımsızlık, araçsalcılık, teknikçilik.

Moses ve Knutsen‟a göre; inşacılar insan yapımı örüntülere, örüntüleri inşa etmede toplumun ve gözlemcinin rolüne yaptıkları vurgularla öne çıkarlar. İnşacılığın temelinde onu natüralizmden ayıran şey; insanların zeki, refleksif ve kastî eylemlilik sahibi olmaları varsayımıdır. Onlara göre, insanlar benzer şeyleri farklı

algılama kapasitesine sahiptir. Bu nedenle, onların arayışı sosyal eylemin anlamını yakalamaya yönelik olmaktadır (Moses ve Knutsen, 2007: 10-11).

Moses ve Knutsen, her iki kanadın da dünyada bulunan örüntüleri ortaya çıkarmak konusunda bir çabası olduğuna dikkat çekmektedirler. Onları farklılaştıran şey, örüntülerin kaynağında neyi gördükleridir. İnşacılar bu örüntüleri araştırıcı zihne götürürken; natüralistler doğaya götürmektedir (Moses ve Knutsen, 2007: 165).

Moses ve Knutsen (2007: 190-192, 287), natüralist bilim adamlarının inşacılara göre kendi aralarında daha çok uzlaşabildiklerini söylemektedirler. Örneğin, natüralistler dışarıdaki dünyanın varlığı ve bilim adamının ona ulaşabileceği gibi varsayımları paylaşmak için istekli görünmektedirler. Dünyanın kalıcı ve objektifliğine ek olarak, insanı da bir maddi cisim gibi düşünmektedirler. İnsan, diğer cisimlerden akıl kapasitesi olmasıyla farklılaşmaktadır. İnsanın eylemliliği ise, daimi ve tahmin edilebilir mahiyettedir. İnşacıların ontolojik yaklaşımları, natüralistlere göre üzerinde çok daha az anlaşılmış konulardan oluşmaktadır. Çoğu inşacı, sosyal bilimcilerin gerçek dünyaya duyularıyla erişebileceğini kabul ederken; bazıları gerçek dünyanın varlığını sorgulamaktadır. İnşacılara göre dünya, görünüşlerin dünyasıdır; farklı gözlemcilere farklı görünmekte, iklimsel, coğrafi, cinsel vs bağlamsal ortama göre farklılık göstermektedir. İnşacı ontoloji, dünyanın insan yapımı olduğuna inanmaktadır ve insan doğasını kalıcı değil adapte olabilir ve şekillendirilebilir olarak tasvir etmektedir (Moses ve Knutsen, 2007: 190-192, 287).

İnşacılığın, varlığın aslında ne olduğuyla ilgili tereddütleri, bu varlığın zihindeki kategorilerle inşa edildiği şeklindeki varsayımına dayandığı için, ontoloji tartışması diğerlerine göre önemini kaybetmektedir. Bakılan şey hakkında bilinebilecek olanlar, hangi gözle bakıldığıyla alakalı olduğundan, nesnenin mahiyeti bakılan açıya göre değişmekte ve ontoloji; natüralizmden farklı olarak tarafsız ve çıplak gözle anlaşılabilen değil, bakanın gözüne göre şekil değiştiren bir şey olmaktadır. Böylece, inşacı bu bilinmez alan yerine, bilginin mahiyetinin ne olduğunu tartışmaya, ister istemez daha çok yer vermektedir.

Moses ve Knutsen‟e göre; epistemolojik açıdan inşacılar, bilginin birikimsel olduğunu, duyusal deneyimlere ve öncelikle gözleme dayandığını varsayan natüralistlerden farklı olarak, bilgiye erişmenin tek yolu olarak, sadece duyusal algılar ve akıl yürütmeyle sınırlı olduklarını reddetmektedirler. Bunun yerine onlar, bağlamsal anlamı koruyan, artıran ve kullanan daha geniş epistemolojik araçları kucaklama eğilimindedirler. Moses ve Knutsen (2007: 193, 287), inşacıların epistemolojik olarak çoğulcu olma eğiliminde olduğuna değinirler.

Natüralizm, bilimsel yöntemin tek olduğunu savunmakta (Delanty ve Strydom, 2010: 14) ve yukarıda belirtilen temel varsayımlardan hareket ederek, bilgi edinmek için deneysel metot, istatistik, kıyaslama ve vaka çalışması metotlarını kullanmaktadır. Natüralistler bu metotlar arasında bir hiyerarşi gözetmektedirler. Öncelikli yaklaşımları deneydir, sonra sırasıyla; istatistik, kıyaslama ve vaka çalışması gelmektedir (Moses ve Knutsen, 2007: 285).

Moses ve Knutsen‟a göre; bilgi edinmek için kullanılan metotlar açısından, iki yaklaşım arasında bir fark yoktur. İnşacılar, natüralistlerin dayandığı temel metotlara dayanmakta ama bunu farklı yollar ve sonlarla yapmaktadırlar. Bazı inşacılar daha pragmatik yaklaşmakta ve örneğin istatistiksel analizleri ve hipotez testlerini ilerlemek için bir yol olarak düşünmektedirler. Bazen de, vaka çalışması doğal bir seçenek olmaktadır. Diğerleri ise, natüralizm kokusu gelen herhangi bir tasarımdan uzak durmaktadırlar (Moses ve Knutsen, 2007: 194).

İyi-kötü inşacı tasarımları ayırt etmede iyi bir ölçüm olmaması gibi bir takım hususlardan yola çıkan Moses ve Knutsen, inşacılarda metotlarla ilgili sınır çizgisi eksikliğini endişe verici bulmaktadırlar. Bir standardın olmamasının, inşacı ismin altında her şeyin gittiği bir etkiye yol açtığını söylemektedirler. İnşacıların metodoloji, epistemoloji hatta ontoloji tartışmalarında bile çok az ortak noktada buluşabilmeleri; onların durumunu açıklamayı zorlaştırmaktadır. Yazarlar, inşacıları tarif etmek için, Wittgenstein‟dan ödünç aldıkları “aile benzerliği” kavramını kullanmayı yeğlemişlerdir. Yani, inşacılar benzer olarak tanımlanırlar ama ortak tek bir özelliğe sahip değillerdir. İnşacı kampta en yaygın aile ortak özelliklerinden biri, sosyal bilimlerde natüralist bir yaklaşımı kullanmak konusundaki derin şüpheciliktir (Moses ve Knutsen, 2007: 191, 285).

Üçüncü bir kamp olarak ele alınacağı söylenen eleştirel realizmin temel kabullerini Sayer‟e müracaat ederek anlamaya çalışmak daha isabetli olacaktır. Eleştirel realizme göre dünya, onun hakkındaki bilgimizden bağımsız olarak mevcuttur ancak onun hakkındaki bilgimiz yanılgıya açıktır ve kuram yüklüdür. Bilgi, ampirik denetimden muaf değildir. Bilginin gelişiminde kesintiler olduğu gibi, süreklilikler de mevcuttur. Dünyada zorunluluk vardır, nesneler belli nedensel güçlere ve hassasiyetlere sahiptir. Dünya farklılaşmış ve katmanlaşmıştır. Eylemler, metinler ve kurumlar gibi sosyal olgular da kavram bağımlıdır; bu durumda onları açıklamak yetmez; anlamak ve yorumlamak da gereklidir. Bilginin, bilimin üretimi sosyal bir pratiktir. Bilginin üretiminin koşulları ve toplumsal ilişkileri, onun içeriğini etkiler. Sosyal bilim, nesnesi hakkında eleştirel olmalıdır. Açıklamak ve anlamak için onları eleştirel olarak değerlendirmek gerekir (Sayer, 2017: 28-29).

Moses ve Nutsen‟a göre, realizm, ontolojik pozisyonu açısından inşacılık ve natüralizm kamplarının her iki tarafında gibi durmaktadır. Ontolojisinin merkezinde natüralizme yakın duran realizm, deneyimlerden bağımsız, gerçek bir dünyanın varlığını kabul etmekte, aynı zamanda da, Weber‟in ünlü, „insanın kendisi tarafından örülmüş anlam ağlarında asılı duran bir hayvan olduğu‟ ilkesini benimsemektedir. Realistler çalıştıkları ve kendisine erişimleri olmakla birlikte, epeyce komplike olan gerçek dünyanın çok tabakalı olduğunu düşünmektedirler. Resim bu şekilde karmaşıklaştıkça, realistler inşacılığın bakış açısına yakın hale gelirler (Moses ve Knutsen, 2007: 13).

Çizilen tabloda çok genel hatlarıyla verilen yaklaşımlar elbette başka türlü bir bölümlenmeyle ve farklı yollarla ele alınabilir. Bu araştırmanın konusu paradigmatik yaklaşımların incelemeleri değil, sosyoloji alanındaki öğrencilerin farklı metodolojik ve kuramsal öneriler karşısında ne yaptıklarının incelenmesidir. Bu durumda onların kitaplarda yazanlar ve derslerde anlatılanlarla araştırma sürecinde nasıl yüzleştiklerinin, gerçekte bunları dikkate alıp almadıklarının öğrenilmesi gerekmektedir. Mevzuyu bu aşamaya getirebilmek için literatürde metodolojiden, kuramdan ve yöntemden ne kast edildiği ve bu araştırmada metodolojinin, kuramın ve yöntemin nasıl konumlandırıldığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Bir bilim dalında metodoloji en temel konulardan biridir ve bu bilim dalı kapsamında bilgi üreten kişinin bizzat uğraşması, fikir yürütmesi gereken bir alandır. Sosyal bilim ve diğer bilim dallarının bir vakitler bilim felsefesine bıraktıkları bu alan, uygulamayı yapanın tarif üzerinde en çok söz sahibi olması gereken kişi olması fikrinin benimsenmesi ve dolayısıyla uygulamalı sosyal bilim felsefesi anlayışının yaygınlaşmasıyla bilimlerin çatısı altında tartışılmaya başlanmıştır. Örneğin Çelebi (2001: 139), uygulamalı sosyal bilim anlayışına; bilim, yöntem, geçerlik, güvenirlik, kavram, tanım vs gibi hususlarda sorulan soruların bilim etkinliğinin içinde bulunanlar tarafından cevaplanmasının uygun olduğu gerekçesiyle çağrıda bulunanlardan biridir.

Metodoloji bir başka açıdan sosyoloji için diğer bilimlerden daha önemli hale gelmektedir. Sosyolojinin yeni bir bilim olmasına rağmen konusunun eski olduğunu ve bu durumda sosyolojinin konuyu ele alış tarzındaki yenilikle kendi farklılığını göstermek ihtiyacı hissettiğini söyleyen Sezer (1993: 15, 17), sosyolojinin yöntem tartışmalarını da her şeyden önce kendi varlığını doğrulayabilmek amacıyla sürdürdüğünü savunmaktadır.

O halde metodoloji nedir?

Metodoloji, en kısa tarifiyle usul kuramıdır (Delanty ve Strydom, 2010: 4). Metodoloji, metotların çalışması ve metotların bilgisidir. Araştırma metotlarındaki teknik talimatları, metotlar ve farklı metotların sonuçları ile işlemlerin teknik çalışması üzerine felsefî akıl yürütmeyi içerir (Bruce ve Yearley, 2006: 195).

Bir araştırma tarzını bilgilendiren ve onun altında yatan dünya görüşü veya felsefî bir duruştur. Metotların felsefesidir (Sapsford, 2006: 175).

Metodoloji; yordamlar, tanımlar, teoriler veya bilimsel araştırma yoluyla üretilen bulgulara yönelik eleştirel faaliyet olarak tanımlanabilir. Teknikler, araçlar ve bilimsel araştırma tarafından kullanılan tariflerle uğraşan teknoloji ile karıştırılmaması gerekir (Boudon, 2006: 392).

Araştırmaya rehberlik edecek kuralların ve yordamların bir düzenidir. Bu yordamlar zamanla güçlendirildikçe hem bir konu disiplinini tanımlamaya hem de onu diğerlerinden ayırmaya yardım eder. Bu kurallar ve gelenekler araştırmacıya bir

sorgu yapısı ve çıkarım kuralları dizisi verir. Metodoloji sıklıkla yanlış anlaşıldığı üzere sadece analiz ve veri toplama üzerindeki tekniklerden ziyade onun sayesinde anlamanın yaratıldığı araçlardır (Daly, 2003: 192).

Birkaç sosyoloji sözlüğünden alınan bu tanımlar elbette çeşitlendirilebilir ve metodolojiye dair onlarca tarif yazılabilir ancak tanımların farklı ifadelerle de olsa aşağı yukarı aynı şeyi anlatmaya çalıştıkları görülecektir. Araştırmayı yönlendiren bir takım varsayımları içermesi ve veri toplamayı içeren teknikle karıştırılmaması metodoloji tanımlarının ortak noktasını oluşturmaktadır.

Metodoloji tanımında fikir birliğine varılan bir başka unsur da metodolojinin zihinsel ve eylemsel süreçleri birlikte kapsamasıdır (Dikeçligil, 2017: 26; Özlem, 2012: 28; Çelebi, 2001: 131; Delanty ve Strydom, 2010: 4). Metodoloji tanımlarında geçen yöntem, yöntembilim, metod, teknik kelimeleri ile ilgili bir anlam karışıklığı olduğu ve pek çok halde bunların birbirleri yerine kullanıldıkları görülmektedir. Öncelikle yöntem, yöntembilim ve metodoloji arasındaki ilişkiye bakılacak olursa; metodolojinin yöntem veya yöntembilim kelimeleri ile karşılanabilse de yöntem ve yöntembilimle aynı şey olmadığı, yöntembilimin zihinsel süreçlerle ilgili kısmı kapsadığı ve farklı paradigmaların farklı metodolojilerini incelediğini söyleyenler vardır. Bunlardan biri de Dikeçligil (2017: 26)‟dir.

Dikeçligil, yöntembilim ve metodoloji arasında ayrım güderken Çelebi (2001: 131); yöntemi metodoloji anlamında kullanmakta ve yöntembilimi ise nesnel doğrular ve yasalara ulaşmak için yapılan bir zihinsel faaliyet olarak almaktadır.

Yöntem kelimesinin yöntembilim veya metodoloji anlamında kullanıldığı bir dönem olmuş olsa da bugün sosyolojide yöntem denilince akla araştırma teknikleri gelmektedir ve dahi böyle de kullanılmaktadır. Bu nedenle bir anlam karmaşasına sebebiyet vermemek için bu araştırmada yöntem kavramı daha çok araştırma yaklaşımları ve teknikleri anlamında kullanılacaktır.

Bu nokta açığa kavuşturulduktan sonra sıradaki mesele, metodoloji ve teknik arasındaki farklılığın üzerinde durulması olmalıdır. Metodoloji ile teknik yani şu anki kullanımla yöntem, literatürde farklı oldukları net biçimde ifade edilen iki terimdir ancak bu netlik, ikisinin pratikte karıştırılmasına engel olmamaktadır. Bu durumun

gelecek bölümlerde üzerinde durulacağı gibi, sosyoloji öğretimi ve bilim yapma süreci açısından bir takım ağır sonuçları vardır. İçeriği araştırma teknikleriyle doldurulmuş metodoloji dersleri, araştırmacının ihtiyaç duyduğu zihinsel ve işlemsel süreçler yerine veri toplama tekniklerinden bahsetmektedirler. Bu durumda öğrenci, tekniklerin alt yapısını ve hangi teknikle ne türden bir bilgi toplayacağını ve bu bilginin neye cevap vereceğini öğrenememektedir.

Metodoloji ve tekniğin karıştırılmaması ile ilgili uyarılar pek çok kaynakta göze çarpar (Dikeçligil, 2017: 26; Ergun, 2005: 64; Moses ve Knutsen, 2007: 5; Neuman, 2013: 3; Çelebi, 2001: 132). Bu karışıklığın sebebinin, metodolojinin kapsamının bilinmemesi, kasten göz ardı edilmesi (Ergun, 2005: 64) veya bir başka şey olması çok önemli değildir ve bu araştırmanın kapsamının dışındadır.

İkisi arasındaki farka gelince; yöntemin vaka seçmek, ölçmek, gözlem yapmak, veri incelemek gibi süreçlerle ilgili teknik işlemleri ifade ettiği söylenirken (Neuman, 2013: 3) metodoloji, bilgiyi elde etme yollarına işaret eder. Moses ve Knutsen‟a göre, metod/yöntem; araştırma teknikleri veya bir disiplinin teknik yordamları olarak kullanılır ama metodoloji; kavramların, teorilerin ve konunun temel prensipleri üzerinde mantıksal çıkarımda bulunmak için araştırma yapmayı ifade eder (Moses ve Knutsen, 2007: 5).

Bu araştırmada tercih edilen metodoloji tanımı; bilimsel araştırmaya rehberlik eden aşamalar ile çeşitli aklî ve usule ait prensiplerin sistematik incelenmesi (Delanty ve Strydom, 2010: 4) olacaktır ve metodolojiye dair değerlendirmelerde bu tanımın rehberliğine başvurulacaktır.

Metodolojik paradigmalar ve yöntemlerle ilgili tartışmada sosyoloji öğrencisinin bir nevi araştırma reçeteleri olan ders kitaplarında nasıl bir manzarayla karşılaştığına dair kısa bir durum tasviri yapmak uygun olacaktır. Tartışmanın uzamaması için bu kısımda okutulan kitapların hepsine yer verilmeyecektir. Araştırmanın meramını anlatabilmek ve mevcut durumu tasvir etmek açısından seçilen kitap sayısı yeterli olacaktır.

Bu tartışma daha çok yöntem kitapları üzerinden yürütülecektir çünkü metodoloji kitabı olarak okutulan kitaplar yöntemi konu edinmişlerdir. Bunlardan bir

kısmı metodoloji konularına da değinirken bir kısmı sadece tekniklerden

bahsetmektedirler.Bu kitaplar, araştırma yaklaşımlarının veya tekniklerinin bir takım

varsayımlardan kaynaklandığı hususunda okuyucuyu uyarıp uyarmadıkları; bahsedilen varsayımlara yeteri kadar yer verip vermedikleri; metodolojik olarak bir tekilciliği mi çoğulculuğu mu ima ettikleri ve bu bağlamda nitel ve nicel araştırma hakkında ne türden önerilerde bulundukları gibi bu araştırmaya göre temel olan noktalar bakımından değerlendirileceklerdir.

Daha önce sözünü etmiş olduğumuz, tarafımızdan yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye‟deki üniversitelerin sosyoloji bölümlerinde metodoloji ve yöntem derslerinde en çok okutulan kitap olan, Toplumsal Araştırma Yöntemleri adlı kitabında Neuman; sosyal bilimde üç farklı yaklaşımdan bahsederek ve onları tanıtarak okuyucuyu bu alanda tek doğru yaklaşımın olmadığı konusunda uyarmaktadır. Araştırma amacının seçilen yaklaşıma göre değiştiğini ve tekniklerin yaklaşımlardan kaynaklanan varsayımlara dayandığını söylemektedir. Bu durumda örneğin, deneysel araştırmanın kesin ölçütleri ve mantığı pozitivizmden gelirken, saha çalışması yorumlayıcı yaklaşımda köklenmektedir (Neuman, 2013: 160).

Neuman (2013: 233)‟nın kitabında nitel-nicel araştırma ayrımı belirgindir ve üzerinde çok durulmaktadır. Nitel araştırma ve nicel araştırma arasındaki farkları ifade ederken; nicel araştırmayı hipotez test etmekle, kavramları değişkenler biçiminde istihdam etmekle, ölçütleri en başta oluşturup standartlaştırmakla, verileri sayılar biçiminde ele almakla, nedensel ve tümdengelimci olmakla tanımlamaktadır. Nitel araştırmayı ise; anlamı keşfetmekle, kavramları “tema-motif-genelleme- taksonomi” biçiminde istihdam etmekle, verileri “belge-gözlem-kelime-imge” biçiminde ele almakla ve tümeavarımcı olmakla tanımlamaktadır.

Neuman böyle bir ayrımı benimsemesine rağmen, okuyucuyu birine yönlendirmemektedir. Onların güçlü ve zayıf yanlarının, sınırlarının olduğunu söyleyerek (Neuman, 2013: 20) herhangi bir tercihin konuya göre yapılması gerektiğini işaret etmektedir.

Punch‟ın Sosyal Araştırmalara Giriş başlıklı kitabı da paradigmadan kısaca bahseder. Örneğin pozitvizmi bir paradigma olarak alır ve nicel araştırmanın örtük

olarak pozitivizm üzerine kurulu olduğunu, nitel araştırmanın ise paradigma açısından çok boyutlu ve çoğulcu olduğunu ifade eder (Punch, 2005: 29, 132).

Punch (2005: 5), kitabının girişinde iki yaklaşımın özetini sunmak gibi daha genel bir yaklaşımı seçmekte ve paradigma konularının varlığını ilgi odağı kılınmadan benimseneceğini söylemektedir. Paradigma konularının örtülü olarak da olsa daima varlığını sürdürdüğünü ve her araştırmada soruların nasıl yanıtlanacağından, bilginin nasıl üretileceğine, gerçeğin ve verilerin doğası

Benzer Belgeler