• Sonuç bulunamadı

SOSYALİST TRAJEDİ

Çok iyi hikayelerinin bir kısmı yayımlanmış olsa da, Platonov'un (anti)romanlarından hiçbiri o hayattayken yayımlanmadı. Platonov bir biçimde 1930'ları sağ salim atlattı. Savaş muhabiri oldu ve sa­

vaştan sonra geleneksel halk masalları çeşitlemeleri yayımladı. Bir tutam tahıl ile bir tutam barutun başına gelenleri anlattığı son hika­

yesi bir çocuk dergisinde çıktı. Bu moleküler masal bile san§ürü üzerine çekti. 155

Hiç kuşkusuz Sovyet deneyiminin en büyük yazarlarından biri olmasına rağmen Platonov başka yönlerden de okunabilir. Cansı­

zın, canlının ve örgütlenme şemasının kritik bir biçimde hatalı di­

zilimi, günümüz için de aynı ölçüde sorun oluşturur. İnsan kendini, Karbon Kurtuluş Cephesi'nin Platonov'u hiç şaşırtmayacağını

dü-154. Hediye ve genel ekonomi konusunda, bkz. George Bataille, Lanetli Pay, çev. Işık Ergüden, Ankara: Dost, 201 1 .

1 55. Bkz. "İki Kırıntı", Platonov, Muhteşem Vahşi Dünya, s . 165-67. Plato­

nov'un halk masalı çeşitlemelerinden bir derleme için keza bkz. Robert Chand­

ler ve diğ., Russian Magic Ta/es from Pushkin to Platonov, New York: Penguin Books, 2013 ve Robert Chandler, The Magic Ring and Other Russian Folktales, Londra: Faber, 1979.

şünınekten alıkoyamıyor. Daha o zamandan emek ve doğa sorunu­

nun, sosyalist gerçekçiliğin dışında yeni bir tür yazıyı gerektirdiğini düşünüyordu. Kapitalist gerçekçiliğin içinde ve ona karşı yazma meselesi, yeni bir Platonov'u, ya da belki yeni tür bir Proletkült'ü ge­

rektiriyor.

Platonov üzerine bu kafa yorma sürecini, onun iki (deneme-ol­

mayan-)denemesini ele alarak tamamlamak istiyorum; bu parçalar günümüz için Platonovcu bir pratiğe işaret ediyor. Biri "Sosyalist Trajedi"

(1934),

diğeri de "Edebiyat Fabrikası"

(1926)

üzerine. Pla­

tonov'un çizgi dışı Marksist pratiği açısından bunların ilki sorunu, ikincisi de yöntemi tanımlar.

Platonov'un Marksizmi çilecidir, proletaryadan da aşağıda olan­

ların gündelik hayat deneyimine dayanır. Tabiat bereketli değildir - neyse ki. Eğer tabiat bereketli olsaydı tarih tarafından çoktan yağ­

malanmış, tüketilmiş olurdu. Ya da belki insan failliği bile olmadan, şimdiye kadar kendi kendini yok etmiş olurdu tabiat. "Diyalektik, muhtemelen tabiatın yapısındaki ürkütücü haşinliğin, cimriliğin bir ifadesidir ve insanlığın tarihsel gelişimi ancak bu saye

?

e mümkün

olmuştur." Öyle olmasaydı, "şekerlerle oynayan bir çocuğun onları yemeye fırsat bulamadan şekerleri elinde eritmesi gibi" her şey çoktan bitmiş olurdu. ıs6

Doğanın içinde ve doğaya karşı mücadelede teknoloji belirleyi­

ci rol oynar. Platonov için teknoloji sadece makineler vesaire değil, Bogdanov'da olduğu gibi bir örgütlenme yöntemi, hatta tasarımıdır.

Teknisyenler, hatta onların ideolojisi de teknolojiye dahildir. Bu ideoloji üstyapısal değildir. Teknolojinin örgütlenmesinin içinde yer alır, bu örgütlenmenin bir unsurudur. Teknoloji, teknisyen ve ideoloji paketi ya da aygıtı, kendisini ve nesnelerini özel yollardan örgütler ve arızalanmaya, bozulmaya, yanlış yola sapmaya eğilim gösterir. Platonov, teknisyenin bu aygıt içindeki -bir tür makine

aş-156. Andrey Platonov, '"The First Socialist Tragedy", New Left Review 69, 2011: 31-32. Emek tarafından tahrip edildikçe baskısını daha da artıran doğa fi­

gürü, Platonov'un Muhteşem Vahşi Dünya'daki parlak hikayesi "Yepifan Savak­

lan"nda da yer alır.

kı olarak gördüğü- rolüne özel bir dikkat gösterir.

"Teknoloji ile doğa arasındaki durum trajiktir." Teknoloji dün­

yada bir avantaj sunar; ama bu her zaman özgül bir bakış açısından avantajdır. Teknoloji onu her zaman kuşatır veya aşar. Doğanın "di­

yalektiği" emek ve teknoloji aygıtının elinden her zaman sıyrılıp kaçar. Doğa türümüzün düşmanıdır.157 Teknoloji onu ancak biraz yumuşatabilir. Doğanın içinde ve ona karşı mücadelenin sonu yok­

tur. Doğanın ele avuca gelmezliği hiç bitmez; durup dinlenmeyen bir paslanma olarak tekniğin zaten bir parçasıdır çünkü.

Hem Bogdanov'da hem de Platonov'da, farklı fakat birbirini ta­

mamlayan yollardan, emeğin doğa ile ilişkisini birincil olarak dü­

şünmenin imkanlarını buluruz. Kapitalizm bütün dikkatimizi üze­

rinde topluyor. Komünizm, anlaşılır ama pek yararlı olmayan bir nostalji olarak kimilerini bir kere daha cezbediyor. Bu arada düşün­

menin aracı ve nesnesi olarak son derece yararlı iki kategori -emek ve doğa- pek az ilgi çekiyor. Bogdanov ve Platonov tam bu noktada Dvanov ve Kopyonkin gibi yardıma gelebilir.

Üretim güçlerindeki her artışın bir yerlerde ödenen bir bedeli vardır. Platonov'un geleceği gören iki satırında söylediği gibi: "Do­

ğanın 'yüzeyindeki' kadim hayat, temel güçlerin ve maddelerin atı­

ğından ve dışkısından neye ihtiyacı varsa elde edebiliyor hala. Ama biz dünyanın içine doğru girmek için çaba harcıyoruz; o da bun� ce­

vap olarak aynı kuvvetle üzerimize bastırıyor." Özelliklerinden ya­

rarlanmak için toprağı kazmak aynı zamanda bu emeğin de altını oyar. Bu, daha kötümser bir tarzda çalışan Bogdanov'un çifte-dü­

zenleyicisidir. Doğayı dışarıda tutacak bir çit yoktur. Stalin'in bü­

yük projeleri için olduğu kadar günümüzün yüksek duvarlı, güven­

likli yerleşimleri için de doğrudur bu.

Dil bir şeydir ve başka şeyler gibi emek aracılığıyla sahiplenilip paylaşılabilir. Dil şeyler sınıfına aittir ama hiçbir şey akıl

erdireme-157. Tür burada bir öz olarak değil, Darwin'de olduğu gibi bir popülasyon olarak anlaşılmalıdır. Marx belki hiçbir zaman Feuerbach'tan devraldığı bilim­

öncesi tür kavramından tamamen kurtulamadı, ama tür kategorisini özcü olmayan bir biçimde yeniden tasarlamak mümkündür. Bkz. Norman Geras, Marx

ve

İnsan Doğası, çev. İ. Akça, G. Doğan, İstanbul: Birikim, 2011 (3. basım).

diği nesnelere özel bir erişim sahibi olamaz. Şeyler dünyası bir dizi pratik aracılığıyla ve kimi zaman zor ve hizaya sokulamaz biçim­

lerde açığa çıkar. Platonov için, moleküler şeylerin algı alanına ve yazdıklarına girmesini sağlayan elektrik ve hidrolik mühendisliği deneyiminin can alıcı önemi burada yatar. Şeylerin hizaya sokula­

mazlığı özel bir tür trajediye yol açar.158

Hüzün, dünyanın duyumsanması ile dünya fikri arasındaki ay­

rılığın hissedilip düşünülmesine eşlik eden ruh halidir. Mevcut ya­

rık göz ardı edilebilir ve düşünce kendi yolundan gidip boşluğa ölümcül bir atlayış yapabilir. Ya da keder paylaşılabilir.

Yoldaşlar,

hayatın önümüze koyduğu dik başlı bir dünya ile hayat arasındaki imkansız ilişkiye destek olma görevini paylaştığımız kişilerdir. Bü­

tün paylaşabileceğimiz aynı işlerdir, bunların tamamını hep birlikte paylaştığımız kişiler yoldaşlarımızdır. Birimizin sakatlanması hepi­

mizin sakatlanmasıdır.

Yaşamanın imkansızlığına rağmen sanki adet yerini bulsun diye yaşarız. Gündelik hayat bir tür atalettir. Moleküler madde hayatın yakıt olarak kullandığı bir artık üretir; hayat da, ruhun jjteki hayatı için bir başka artık üretebilir. Ama bu üstyapılarla altlarındaki temel arasında, kil ve verimli üst toprak arasında, geçişken bir ilişki yok­

tur. Artıklarına ilişkin deneyimden hareketle altyapıya ve doğaya ilişkin gerçekten bir şeyler bilmek zordur. Biz doğanın yetimleri ya da belki sadece klonlarıyız. Onu neden olarak görürüz ama neye ve nasıl sebep olduğunu bilmeyiz; kendi eylemlerimiz bile üzerimiz­

deki nedensel etkinin içine katılır, üstelik karşılıklı bir alışveriş ya da ince farklılıklar söz konusu olmadan, tek taraflı olarak. 159

158. Bkz. Raymond Williams, Modern Trajedi, çev. Barış Özkul, İstanbul:

İletişim, 2018. Williams için can alıcı soru şudur: Kimin trajedisi?

159. Burada François Laruelle, Jntroduction au non-marxisme (Paris: PUF, 2000), s. 39 vd.'nda ortaya konduğu şekliyle "son tahlilde belirlenme" kavramın­

daki tek taraflı nedenselliği mealen aktarıyorum. (Laruelle üzerine yayımlanma­

mış yazısını okumama imkan tanıdığı için Alexander Galloway'e de teşekkür ede­

rim.) Başka meziyetleri bir yana, Laruelle'in son tahlilde belirlenme yorumu, ik­

lim değişikliği deneyimi ile mükemmel bir yapısal paralellik gösterir. Althusser' in saptırmaya uğratılması gibi bir şeydir bu; ancak üstyapıdan tabana doğru bir değiştokuş yoktur.

1 64

Ruh demek olan bu artık, daha yüksek, evrensel bir fikir düşle­

yebilir; oysa bu fikirler hep tekildir, özel arzularla bulaşıktır. Genel­

leştirilemezler. Sadece (zihinsel olmayan) emek ve (romantik olma­

yan) aşk paylaşılabilir -Platonov Bogdanov'un emeğine aşkı ilave eder- ve her iki durumun da kendi sınırlan vardır. Bir fikir her za­

man bir çılgınlık, ama gerekli çılgınlıktır. O olmasa sıkıntı ve ke­

derle yıpranacağımız, cansız ve eylemsiz, bir tür imkansız kristaldir fikir. Ama entropinin, ataletin, zaman içinde hayata özgü unutuşun dışında olabilirmiş gibi düşünüldüğünde, kendi başına fikir sadece ölüm kavramıdır. Fikirler denemenin ve ikame etmenin malzemesi olarak mevcutturlar.

Dolayısıyla, düşünce ile emek arasında aracılık eden, ölü idea­

lin hayatla doğrudan temas içinde olmasını engelleyen,

ikincil fi­

kirlerle

yaşamak daha iyidir. Yoksa ya ölüm düşüncesi yaşar ve hayatı öldürür, ya da hayat ölümcül düşünceyi öldürür ama geriye sadece sıkıcı bir boşluk bırakır. İkincil fikir pratik olmalı, hayat ile ruh arasındaki soruna değil, hayat ile cansız madde arasında­

ki soruna bağlamalıdır kendini. İkincil fikir genellikle bir tasa­

rım problemidir ve dolayısıyla ilkesel olarak çözülebilir bir nitelik taşır.

Tek bir umut vardır, o da ebedi hayattır. Ancak bu ebedi hayatın ruhla, hatta düşünceyle bir ilişkisi yoktur. Evrensel değildir.

cak

paylaşılan varoluş duygusunda var olabilir. Canlı şeyler birbirleriy­

le mücadelelerinde bile birbirlerinin yoldaşıdır. Bogdanov'un söy­

leyebileceği gibi, belli bir emeği, belli bir aşkı, belli bir düşünceyi fetiş yaptığımızda, türsel varlığımız ortak hayattan kaybolur. Plato­

nov bu tür fetişlerin ölümcül sonuçlarını gösterir.

İkincil fikirlerine adanmış yoldaşça hayat, herkesin başkası için emek harcayan birileri için emek harcadığı, yurtsuz, köksüz bir halk demektir. Kendisinin mutlak dışına ve ötesine ait ölüm imge­

siyle işini bitirmiş bir hayattır. Yoldaşlar, kendi tercihleriyle yetim­

dir. Anne babalan onları terk etmiş değildir; baba fikrinin ruhun­

dan uzaklaşan ve tabiatın ana olmadığı, olsa olsa "üvey ana" olduğu -hatta akraba falan olmadığı- yolundaki sefil hakikati kabul eden kendileridir. Bu Ödipal ikameleri bir kenara bırakalım artık.

1 65

Gündelik hayat pratiğine çekildiğinde, düşünceler, şaşırtıcı yeni

biçimlerde eklemlenen, bileşen parçalarına, dil parçacıklarına ayrı­