• Sonuç bulunamadı

Derinlemesine görüşmelerin analizi, bu çalışmadan yararlanacak olanlara seçerek okuma kolaylılığı sağlaması için, muhabirler ve editör- ler açısından ayrı ayrı ele alındıysa da, sonuç olarak görülen şudur ki, haber değeri ve haber üretim süreci açısından aile içi şiddete bakışta bu iki grup arasında pek farklılık yoktur. Görülen fark sadece şu noktada- dır: Bazı muhabirlerin haberlerinin editoryal süreçte çok fazla değişik- liğe uğramasıyla haber kaynaklarıyla ilişkilerde bozulma yaşadıklarına, onların ‘yüzüne bakamayacak’ hale geldiklerine ilişkin şikayetlerine karşın, editörler bu süreci doğal gördüklerini belirtmektedir. Bazı edi- törler haberde ‘ilgi çekeceği ‘ düşünülen noktaları öne çıkararak haberi ‘çarpıcı’ hale getirdiklerini ‘soslama’ sözüyle açıklamaktadır.

Yapılan derinlemesine görüşmelerde farklılık muhabir ve editörler arasında olmaktan ziyade, kadın ve erkek gazeteciler arasında görül- mektedir. Sadece kadın gazeteciler, erkek gazetecilerden farklı olarak aile içi şiddeti kadına yönelik olarak kavramlaştırmaktadır. Sadece 2 kadın gazeteci aile içi şiddetle ilgili yasal düzenlemelerden haberdar- dır. Zaman gazetesinden bir kadın muhabir, piyasa ve toplumun değer- leri ile bu aktarımı kaçınılmaz gören erkek meslektaşlarından farklı olarak tecavüz olaylarının aktarım biçimine karşı eleştirel bir tutum takınmıştır; konuyla ilgili olarak daha sorumluluk sahibi bir basın için çeşitli önerilerde bulunmuştur. Öte yandan genel olarak haber üretim sürecine bakışta kadın gazeteciler erkek meslektaşlarından farklılaş-

mamaktadır. Bunun nedenini şöyle açıklamak mümkündür: Medyada çalışan kadın sayısının 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar çok düşük olması nedeniyle kadınlar zaten o zamana kadar erkekler tarafından belirlenen işleyiş mekanizmaları, çalışma ve uygulama pratikleri içeri- sinde çalışmaya başlamış, bunların oluşturulması sürecinde müdahil olamamıştır (Aziz vd., 1994: 13). Byerly (2004: 114) de haber odasının ‘eril hegemonyası’ derken tam da bunu kasteder: Beyaz, erkek, hetero- seksüel ve feminizm düşmanı haber odası değerlerinin tanımladığı haberler de bu yöndedir. Bu hegemonya otoriter bir denetimle sağlan- maz, onun yerine hangi olayların nasıl bir perspektiften alınacağına, hangi olguların ve kaynakların içerilip hangilerinin içerilmeyeceğine, başlıkların nasıl yazılıp sayfa düzeninin nasıl oluşturulacağına ilişkin kurumsal pratikler devreye girmektedir. Yönetim kademeleri başta olmak üzere medya sektöründe ve konuyla ilgili meslek örgütlerindeki kadın sayısının da sınırlı olduğu12, meslek girişimlerinde kadın komis- yonları, kurulları, toplulukları gibi oluşumlara rastlanmadığı (Köker, 2000: 332), hatta bazı kuruluşlarda toplumsal cinsiyet duyarlılığı bir yana tamamen cinsiyetçi tutumlar sergilenen13 Türkiye’de bu durum daha da katmerlenmiş durumdadır.

12 Türkiye’de gazetecilerin % 30’u kadındır. Sarı basın kartı sahiplerinin % 15.9’u, TGC’nin 3080 üyesinin 509’u kadındır (Altun, 1995: 139; Mater ve Çalışlar, 2007: 169). Hülya Tufan Tanrıöver ve Ayşe Eyüboğlu’nun yürüttüğü çalışma sonucunda MGV ve ÇASOD’da görece daha yüksek sayı da olsa, meslek örgütlerinde kadınların oranı erkeklerden çok daha az olduğu ortaya konmuştur, bakınız T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 2000.

13 Ece Temelkuran’ın evlilik dışı çocuk edinmeyi savunduğu yazısından dolayı Basın Konseyi’nden ‘genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel daya- naklarını sarsıcı ya da incitici yayın’ yaptığı gerekçesiyle uyarı alması, örneklerden birisidir, bakınız Uçan Haber, no: 24, Aralık, 2006: 14.

Ancak, Türkiye’de bu konuda son yıllarda alternatif gazetecilik kuram ve pratiklerinin14 geliştirildiğinin ve bunların ana akımı etkile- me potansiyellerinin15 de altı çizilmelidir.

Aile içi şiddet, görüşülen medya profesyonellerince daha çok fiziksel ve psikolojik olarak kavramlaştırılmıştır. Aile içi şiddetten söz ederken cinsel ve ekonomik şiddete değinilmemektedir. Bu durum sadece tek tek görüşülen kişilerin bireysel tutumlarıyla ilişkili bir şey olmaktan ziyade, aile içi şiddet haberlerinin üretim sürecinin bir uzan- tısıdır. Zira, aile içi şiddet vakalarında haber kaynakları sıklıkla polis, adliyedir. Bu olayların haber olması ‘polis telsizinden gelmesine bağlı- dır’. Ekonomik şiddet de pek polis-adliye vakası olmamaktadır. Bir gazetecinin belirttiği gibi bu durum ‘aile özeli’ ile ilişkili bir konu ola- 14 Pazartesi, Amargi gibi dergilerin yanı sıra Bağımsız İletişim Ağı’nın web sitesi ve ya- yınları örnek verilebilir. Örneğin bakınız Alankuş, 2007(der.). Ayrıca BİA’nın web sitesinden erişilebilecek (www.bianet.org) IPS: Gazeteciler İçin Cins Bakışı Sözlüğü önemli bir kaynaktır. Türkçe’de IPS (Inter Pres Service) tarafından çevrilen Gazeteciler

için Cins Bakışı Sözlüğü (2000) Dördüncü Dünya Kadın Konferansı Eylem Platformu

ile IPS’in 1995’de Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler’de düzenlediği Avrupa Birliği’nce desteklenen seminerlerde IPS habercilerince saptanan anahtar kalkınma terimleri ve benzer sözlükler ve özel sözlüklerin taranmasıyla ortaya çıkarılmış 115 terimin bir araya getirilmesinden oluşuyor. Ayrımcılık, eşcinsellik vs. gibi sözcükler tanımlanarak ‘bağlam örnekleri’ sunuluyor. Sözlüğün ikinci bölümünde yanlı terim- lerle onların yerlerine kullanılmaları tercih edilen yansız terimlerin listesi veriliyor. Haber Yazımında Sorulması Gerekli Sorular bölümünde haberlerin nasıl toplumsal cinsiyet perspektifi ile yazılabileceğini gösteren uyarılar yer alıyor.

Ayrıca her yıl Ankara’da kadın filmleri festivali düzenleyen Uçan Süpürge’nin web- sitesi (www.ucansupurge.org), Uçan Haber dergisi, TRT işbirliği ile Kadın 2004 radyo programlarını yapması, yerel kadın muhabirlere dönük eğitim programları ve bu programların sonucunda ürettikleri yayınları da bunlara eklenebilir. Örneğin bakınız Binark, 2004.

15 ‘..medya eliyle yapılan hak ihlallerine ve kadınlara karşı işlenen şiddet suçlarının teşvik edilmesine “dur” demek, bu ayrımcılığı sonlandırmak’ amacıyla 2006 yılın- da kurulan ‘Kadınların Medya İzleme Grubu’ MEDİZ’in 3-4 Mayıs 2008 tarihinde İstanbul’da düzenlediği Cinsiyetçi Olmayan Medya İçin başlıklı uluslararası konferan- sa aralarında genel yayın yönetmenleri ve okur temsilcilerinin de bulunduğu ana akım medyadan erkek medya profesyonellerinin katılımı, bu konferansın ana akım medyada duyurulması önemlidir. Bakınız www.mediz.org.

rak görülmektedir. ‘Ölümle bitmişse daha değerlidir o haber’ diyen muhabirlerin aktarımına göre ‘kimse –gazetecilerin ana haber kaynak- ları olan- polise, savcıya ‘eşim bana bağırıyor’ demeyince’ ölümle sonuçlanmayan olaylar haberleştirilmemektedir. Yani, burada olayı kendi araştıran, bulan, sorgulayan, seçen ve çeşitli kaynaklarla zengin bir biçimde sunan ve toplumsal cinsiyet duyarlılığıyla uygulanan bir gazetecilik yerine, deyim yerindeyse tam bir ‘polis-adliye haberciliği’, polis ve adliyeye bağlı olarak gelişen tepkisel bir gazetecilik söz konu- sudur.

Görüşülen muhabirler ve editörler, -anılan 2 kadın muhabir dışın- da- Türkiye’de aile içi şiddetle ilgili yasal mevzuat ve gelişmeler gün- deme geldiğinde ya eksik ve yanlış bilgiler iletmiştir, ya da bir muha- birin ‘bunu es geçsek’ sözleriyle gösterdiği gibi hiç konuşmamayı yeğlemiştir. Medya profesyonellerinin konuyla ilgili KSGM, SHÇEK gibi kurumlarla, sığınma evleriyle ve ilgili STK’larla ilişkileri de zayıf- tır. Neden haber kaynağı olarak STK’lardan yararlanmadığını bir gaze- teci ‘kadın dernekleri feminist olarak görüldüğü ve cinsellikle bağdaş- tırılarak yanlış algılandığı için medyanın STK’larla ilişkisi zayıf’ diye açıklamaktadır.

Haber değeri kavramı ise, sadece ekonomik şiddet, psikolojik şid- det gibi şiddet türlerinin görünmez olmasına neden olmamakta, aynı zamanda ‘olumsuz’ haberlerin öne çıkmasına bir gerekçe oluşturmak- tadır. Ayrıca fiziksel şiddetin bile ‘ağır olması’, ‘sansasyonel’, ‘trajik’, ‘ilgi çekici’ olması gerekmektedir. Ancak bu özellikleri barındıran aile içi şiddet olayları haber değerine sahip olma şansına erişerek kamusal olarak görünür olabilmektedir. Çünkü, editörlere göre yaralama ‘alela- de bir şey, olağan ve sıradan’ iken ölüm ‘daha sıra dışı ve sarsıcı’dır: ‘Ölümün haber değeri vardır’, ‘ölüm daha önemli bir sonuçtur’, ‘sonu daha vahim olan’ ister istemez haber olmaktadır.

Gündem ‘yoğun’sa, gündemde ‘daha önemli olaylar’ varsa, ‘haber haberi kovduğu’ için, bir editörün belirttiği gibi ‘altın değerindeki sayfalar’a bu olaylar girmemektedir. Aile içi şiddet olaylarının ‘gün- dem dışı kalması doğaldır, normaldir’ diyen editör, ‘bu olaylar gün- demde 1. madde olmazlar, çünkü süregelen, her gün yaşanandır’ der-

ken de aslında haber değerini oluşturan ilkelerden olayın yeni16 ve sıradışı olmasına vurgu yapmaktadır.

Kadına yönelik aile içi şiddet haberlerinin birinci sayfada pek fazla yer bulmaması ile ilgili olarak Görüşülen medya profesyonelleri, ‘birin- ci sayfa bizim için önemli…daha önemli olay varsa yer bulmaz’, birinci sayfada ‘daha başka büyük haberler olmalı’ diyerek bu olayların birinci sayfada yer almasının koşullarını ‘ilginç olmalı’, ‘sıradışı olmalı’, ‘fotoğ- raf güzelliği önemli’ şeklinde açıklamaktadır. Buradaki anılan ‘güzel- lik’, aslında güzellik sözcüğüyle tam bir tezat oluşturacak biçimde, bir muhabirin aktarımıyla şu koşullara bağlıdır; ‘gözü morarmış, ağzından kan akan bir fotoğraf olursa’. Aksi takdirde, aile içi şiddet haberlerinin birinci sayfaya girmesi mümkün görülmemektedir. Üstelik burada şid- detin düzeyinin, akan kanın büyüklüğünün de ‘haber değeri’ açısından büyük önemi vardır. Zira ‘adam karısını dövme yerine kafasını keserse haber…eşini dövdü dersek yoksa okuyucu ‘eee, ben de atmıştım, ne var’ der’. Dolayısıyla ‘sıradan’ insanlar ancak çok büyük şiddet olayla- rı olduğunda, ‘öldüklerinde’ haber olmaktadırlar. Diğer görece ‘hafif’ şiddet olayları ise, görüşmelerde de belirtildiği gibi, kişiler ‘popüler’ olduğunda birinci sayfada yer alabilmektedirler. Gazetelerde var olan çeşitli konuların farklı sayfalarda verilme anlayışı ve aile içi şiddet olay- larının bir polis-adliye vakası olarak üçüncü sayfa haberi olarak görül- mesi şeklindeki gazetecilik pratiği de bu olayların birinci sayfada yer almayışının nedenlerindendir. Editörler ilk sayfa ‘okumayı teşvik edici ve cazip olmalı’ diyerek bu haberlerin ilk sayfadan girmesinin ‘şok edici, irrite edici’ olabileceğini savunmaktadır. İlk sayfadan pek çok olumsuz haberin yayınlandığı, savaş ve terör kurbanlarının ceset fotoğ- raflarının bile bazı gazetelerde yer bulduğu bir ortamda bu görüşlerin samimiyetini anlamak ise zordur.

Metin analizinde sorguladığımız haberlerde ‘saldırgan’ın savun- malarının ve savunma tutanaklarındaki ifadelerinin neredeyse bir 16 Yeni olanın aslında eski bilginin taşınması olduğunu haberlerin inşa edilmesi ve pro-

fesyonellik ideolojisi ilişkisi bağlamında tartışan bir yazı için bakınız Arslan Yeğen, 2004. Haberin gerçekliği inşa etmesine ilişkin kuramsal bir tartışma için bakınız Dur- sun, 2004.

gerekçe gibi yer almasının nedenlerinden birisinin, yine, haber kaynağı olarak polis ve adliyeyi temel almayla ilişkili olduğu görüşmelerde ortaya çıkmıştır. Görüşülen medya profesyonelleri emniyetteki ifadele- ri ve mahkemelerdeki tutanakları kullandıklarından haberin ‘saldırga- nın ifadesine göre temellendirildiği’ni kabul etmektedirler. Bir editö- rün de dile getirdiği gibi: ‘Haberi yazarken de şiddeti uygulayanın algısından yazıyoruz’. Dolayısıyla haber kaynağındaki sınırlılıklar, kaynağın kimler olduğu gerçekten de haberin hem seçme ve hem de inşasında çok büyük öneme sahip olduğunu bir kez daha ortaya koy- maktadır.. Haber kaynaklarının kimler olmadığı da aynı şekilde önem- lidir. Ama sorun sadece haber üretim süreci ile de açıklanacak gibi değildir. Haber kaynaklarının kim olduğu ve kim olmadığı sadece haber üretim süreci ile değil, aynı zamanda yazılı olmasa da benimse- nen, fark edilmeyerek içselleştirilen ataerkil değerlerle ilişkilidir.

Kadınlardan farklı olarak, erkek muhabirler ve editörler aile içi şiddeti kadına yönelik olarak kavramlaştırmaktan kaçınmıştır. Ataer- killiğe ise değinmemişlerdir. Dolayısıyla aile içi şiddetin nedenini ata- erkil sistemle ilişkilendirmemişlerdir. Onun yerine eğitim, psikolojik sorunlar, ekonomik güçlükler gibi değişkenlerle açıklamayı tercih etmişlerdir. Dolayısıyla, medya profesyonellerinin konuyla ilgili bir farkındalıkları, toplumsal cinsiyet perspektifleri olmadığını söylemek de mümkündür.

Aile içi şiddet kavramlaştırımının haberlerde yer almamasını17 doğal gören medya profesyonelleri bunu kendi benimsediği değerlerle ya da medyanın genel olarak erkek-egemen bir yapıda olmasıyla açık- lamamaktadır. Onlara göre aile içi şiddet kavramlaştırması ‘bilimsel’ olduğu için ‘Türk insanı anlamaz’. Editörlere göre, ‘bu tanımın kulla- nımı ancak dergide olur, gazete haberinde olmaz’. Nedeni de ‘sokak ve tirajla ilgili’. Haberler ‘cazip, heyecanlı olmalı, okunmalı’. ‘Gazeteler ders kitabı değil… her gün kadın hakkı, erkekler bunu yapın, kadınlar 17 Nancy Berns (2004: 106-107) benzer bir biçimde aile içi şiddetle, toplumsal cinsiyetle ilişki kurulmadığını belirttiği Penthouse ve Playboy dergilerindeki yazıların ev içinde yaşanan şiddeti ‘insani’ bir şey olarak kavradıklarını söyleyerek bu perspektifi anti- feminist olarak adlandırır.

bunu yapın diyemezsiniz. Gazete satmaz’. Dolayısıyla gazeteciler ken- dileri toplumdan daha ‘ileride’ olsalar da, haberlerde ‘Türk insanı’, ‘Türk toplumu’ anlamayacağı için ve de bundan hareketle tamamen piyasacı bir söylemle okur kaybedeceklerine inandıkları için bunu yan- sıtmadıklarını ifade etmektedirler. Piyasacı söylem görüşmeler boyun- ca doğal bir şekilde sorgulanmadan ve rahatça ifade edilmektedir18. Bir gazetecinin ‘Türk toplumu bu tür şeyleri kabullenmediği için alda- tan kadının uğradığı şiddeti haklılaştırabileceğini’ düşünmekte bir sakınca görmemesi, daha doğrusu görüşme boyunca kendilerine dair kurdukları kimlikle bunun oluşturduğu çelişkiyi fark etmemesi, bunu sorunsallaştırmaması ise gerçekten çok ilginçtir. Sadece bir editör, sanki bu durumu eleştirir tavır içindedir; evli kadın ‘aldatınca’ ‘ahlaki değil’ diye ‘vahşi bir tutum’ sergilediğini, ‘bunu saklamaya gerek yok’ diyerek, bu durumu da ‘tiraj kaygısı’ ile açıklamakta ve eklemektedir: ‘Muhafazakar bir toplumda yaşıyoruz, biraz da o gözle bakarız’. Haberlerde sıfatların kullanımı da ‘okutma’ kaygısı ile açıklanmakta- dır: ‘Sıfatlar haberi satar’, ‘hareket katar’. Şiddet gören ‘talihsizdir, evet, ne var bunda?’. Aslında ‘Türk toplumu sıfatları seviyor’.

Muhabir ve editörlerin anlatımlarındaki, ‘izleyici ne istiyorsa onu veririz’ şeklindeki sözler piyasacı mantıkla, ‘Türk toplumu’ şeklindeki tekleştirici tanımlar da, muhafazakar idealleştirmeler ve hakim değer- ler ile tam bir uyum içindedir. Bu durumda da bir gazetecinin tanımla- dığı ‘gerçek neyse onu aktarmak’ şeklindeki liberal ilke ‘kimin gerçe- 18 Türkiye’de son yıllarda çok dillendirilen ‘aman borsalar zarar görür, ekonomi etkile- nir, tartışma olmasın’ diyen söylemin burada konumuzla ilgili versiyonu olabilecek ‘aman rating’e bir şey olmasın’ söyleminin kendisinin, dolayısıyla böyle düşünerek eleştirelliğin, yaracılığın dizginlenmesinin, ‘oto-sansür’ yapmanın rating kadar etkisi olduğu da öne sürülebilir. Böylesi bir anlayışla piyasanın gereklerini içselleştiren bir görüşe örnek olarak yapımcı Fatih Aksoy’un Aile İçi Şiddete Son Konferansı’nda söy- ledikleri de verilebilir. Konuyla ilgili ‘ne yazık ki’ Türkiye’de düzenlemeler olmadığı için ‘gece saat ikide çocuğu uyandırıp çekim yaptığımı bilirim’ (Armutçu, 2008: 70) diyen Aksoy kadınların temsiline ilişkin ‘Hiç evlenmemişse yatıramıyoruz. Yatırın- ca ne oluyor?...Kaldırıldı…Bazı meseleleri biz yapamıyoruz. Bunu yapmamamızın sebebi şu, böyle bir talep yok…bu televizyon orta sınıf talebidir. Orta sınıf ne talep ederse onu yaparız’ demekte (Armutçu, 2008: 65) ve dizilerdeki tecavüz sahnelerini de ‘talep’ ile açıklamaktadır (70).

ği?’ sorusunu akla getirmektedir. Piyasacı mantık ve ‘toplum’ sarkacıy- la cinsel şiddetle ilgili ayrıntıların verilmesinde bile bu nedenle bir beis görülmemekte, ‘çok okunmak, satmak’ için ‘toplumun seks ihtiyacı/ talebini kullanmak’ rahatlıkla ifade edilebilmektedir.

Büyük kentlerde olan şiddet olaylarına ilişkin haberler gazetelerde daha çok yer bulmaktadır. Görüşmeler bunun bir nedeninin gazetele- rin ülke çapında örgütsel olarak yapılanmasıyla, yerel düzlemde çok fazla muhabirleri olmamasıyla ilişkili olduğunu teyit etmektedir. Ama bu yargı bile iki tartışmaya yol açmaktadır: Birincisi ‘okuyucu burada’, ‘yarısı İstanbul’da satılıyorsa gazetenin yarısı İstanbul’dan gelen haberleri hak ediyor’ sözleriyle bu durumu yine çok satma ile ilişkilen- direrek doğal görmek, ikincisi ise yereli Güneydoğu diye kavrayarak aile içi şiddeti sanki sadece, ‘güneydoğu kökenli insanların’ yani Kürt- lerin sorunuymuş, ya da onların ‘yarattığı göç ve işsizlik’ sorunların- dan kaynaklıymış gibi kavramak19. Bu iki nokta muhabir ve editörlerin sadece kadına yönelik şiddet konusunda değil, ilişkili başka sosyal 19 Deneyimli kadın TV muhabiri ve sunucusu Çiğdem Anad da benzer bir söylemi

Hürriyet’in Aile İçi Şiddete Son Konferansı’nda dile getirerek şiddeti daha çok töre

cinayetleri üzerinden tartışmış ve geleneksel yapıdan kaynaklanan şiddetin sona erdirilmesi konusunda basının fazla yapacağı bir şey olmadığını savunmuştur (Ar- mutçu, 2008: 30). Yakın zamanda Türkiye çapında kadınlarla yapılan anket ve de- rinlemesine görüşmeye dayanan bir çalışmaya göre ise Türkiye’deki kadınlar (on kadından dokuzu) şiddeti hiçbir biçimde haklı görmemekte, doğal saymamaktadır. Bu görüş, ‘doğu’ ile ‘batı’ arasında, sıklıkla sanıldığı ve medya çalışanlarının da dile getirdiği gibi, gibi çok farklı çıkmamıştır. ‘Haklı görülebilecek dayak yoktur’ diyen- lerin oranı doğuda % 66 iken Orta/Batı örnekleminde bu oran % 82’dir. Hayatı bo- yunca eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı ‘doğu’ ile diğer illerde çok farklılaşmamaktadır. Türkiye örnekleminde bu oran % 35 iken doğuda % 40’dır. Doğu’da fiziksel şiddete maruz kaldığını ifade edenler % 39 iken Orta/Batı’da bu oran % 33’dür. Cinsel şiddet oranları aynıdır (% 14). Ancak farklılıklar doğudaki kadınların devlet kurumlarına bakışından (bu olayları polis ve jandarmaya bildir- me oranı Orta/Batı’da % 15 iken doğuda % 4’ü eğitim (okuryazar olmayan kadınlar orta/batıda % 16 iken, doğuda bu oran yüksektir-%42) ve gelirlerinden kaynaklanan farklılıklardır (Altınay ve Arat, 2007: 78-79, 106-107). ‘Töre’ cinayetlerinin uluslarara- sı ölçekteki hakim kavranışına karşı çıkarak, bunların belli bir dini inanç sistemiyle, İslam’la, ilişkili olmayıp kadına yönelik şiddetin ataerkil örüntüleri içerisinde kav- ranması gerektiğini tartışan bir makale için bakınız Sev’er ve Yurdakul, 2001.

sorun alanlarında da muhafazakar çerçeveler kullandıklarını göster- mektedir.

Muhabir ve editörler, daha sorumlu bir basın için öneri getirmek- ten çok, -bu haberlerin veriliş biçimine zaten eleştirel bakmadıkları, bir özdüşünümsel sorgulamaya girmedikleri için- sadece TV’yi kendi dışlarında görerek eleştirmektedir. Bu konudaki sorumluluğu ise, STK’lar gibi başka kanallara kaydırmaktadır. Burada da yine görüşler piyasa değerleri içselleştirilerek yapılandırılmıştır: ‘Sokaktaki insan değiştikçe…çünkü gazete ticari bir şey, reklama göre gazeteler değerle- niyorlar’,’ ‘toplum bilinçlenince gazeteler de düzelecek’, ‘bizim gibi gazetelerin işi değil bu’. Görüşülen bir kişiye göre bu konuda sınırla- mama olmamalı, zira ‘herkes izleyeceğini seçer, cezasını da çeker’. Bu konuda düşünerek ciddi öneri getiren editörlerden birisi ise, ‘konuyu gerçek bir sorun olarak görmek, normal kabul etmemek ve düzgün bir dil kullanmak gibi kanımızca daha yerinde öneriler sıralamıştır.

Yine uzman görüşünün alınması, mağdur görüşünün alınması, daha az sansasyonel olması gibi, çoğu bir kadın muhabirden, makul öneriler de gelmiştir. Bu görece eleştirel önerilerin ne kadar içselleşti- rildiği, ne kadarının görüşme ortamının kendisinden, sorulan sorular- dan, görüşmecinin pozisyonu ile ilişki kurma çabasından kaynaklandı- ğını bilmek ise zordur. Bir editörün, örnek oluşturmamak için, aile içi şiddet haberlerine hiç yer verilmemesi şeklindeki önerisi ise, temsilde- ki sorunları aşmanın yolunu hiç temsil etmeme olarak gören, konuyu böylece yok sayarak, görmezden gelerek ‘çözen’ bir öneri olarak değer- lendirilmiştir.

Meyers (1997: 124), haberlerde ataerkil mitlerin ve kalıp yargıların varlığını fark etmenin kadına karşı şiddetin temsilini değiştirmede ilk adım olduğunu, bundan sonraki aşamanın ise gazetecilerin bunu red- detmesi ve mitolojiyi sürdürmemesi olduğunu savunmaktadır. Bu çalışma, umarız haberi üretenlerin kadına yönelik aile içi şiddet konu- sunu nasıl kavradıkları, anlamlandırdıkları ve aktardıklarını anlamak

Benzer Belgeler