• Sonuç bulunamadı

C- Spinoza ve insan hakları

V. Sonuç

Çalışmanın sonucunda insanın doğal bir varlık olarak tözün farklı var olma tarzlarından birisi olduğu ve bu nedenle hiçbir ayrıcalığının bulunmadığını ileri süren Spinoza’nın herhangi bir özne merkezli yaklaşıma uzak olarak ele alınması gerektiği belirtilmelidir. Marks ise iktisadi eleştirisinin özellikle 1845 sonrası aldığı konum itibariyle insanın özünü araştırmaya yönelik bir sorunsalı terk ederek daha ziyade toplumsal formasyonun iktisadi düzeyinin hangi yasallıklar çerçevesinde oluştuğunun analizini yapmaya çalışmıştır. Toplumsal formasyonun tekilliği ve bunun analizinin üçüncü türden bilgiyi gerektirmesi konusunda Althusser Spinoza ile Marks’ı Kapital’i Okumak adlı eserinde ilişkilendirmiştir. Bu ilişkilendirmeyi de Spinoza’ nın gerçek nesne ile bilgi nesnesi arasında yaptığı ayrıma dayandırmıştır.

Senkroninin hedeflediği şeyin, gerçek nesne olarak nesnenin zamansal mevcudiyetiyle ilişkisi yoktur, ama tersine, başka tür bir mevcudiyet ve bir başka nesnenin mevcudiyetini içerir. Somut nesnenin zamansal mevcudiyeti değil, tarihsel nesnenin tarihsel mevcudiyetinin tarihsel zamanı değil, teorik analizin bilgi nesnesinin mevcudiyeti ( ya da “zaman”ı) , bilginin mevcudiyeti. Senkronik olan bütünün yapısının farklı öğeleri ve farklı yapıları arasında mevcut özgül ilişkilerin anlayışından başka bir şey değildir. Senkronik olan, Spinozacı anlamda ezeliyet ve ebediyettir ya da karmaşıklığının yeterli bilgisiyle karmaşık bir nesnenin yeterli bilgisidir.”170

Marks’ın da karmaşık bir bilgi nesnesi olarak toplumsal formasyonun tek bir mantıksal formül dahilinde açıklanamayacağına ilişkin vurgusuna bu çalışma

içerisinde değinilmişti171. Toplumsal formasyonun farklı düzeylerin

eklemlenmesinden oluşan karmaşık bir yapı olduğu hususunda özellikle Poulantzas’ ın Siyasal iktidar ve Toplumsal Sınıflar adlı eserinde güçlü referanslar bulunmaktadır. Dolayısıyla Marks’ın kendisi özel olarak Spinoza’ya değinmese bile toplumsal formasyonun karmaşık yapısını teslim etmiş dolayısıyla kurulması mümkün Spinoza-Marks ilişkisine kapı açmıştır.

                                                                                                                          170  L. Althusser, Kapital’i Okumak, s.354   171  Bkz. s.70  

Bunun yanı sıra insanın özünün reddi veya tanımının değişmesi üzerinden Spinoza ile Marks birbirlerine yakınlaştırılabilirler. Spesifik olarak “insanlar dış cismi değil, bu cismin bedeninin üzerindeki etkisini bilebilir” ve “insanlar eylemlerini bilir ama bunların nedeni hakkında bilgisizdir” diyen Spinoza ile meta fetişizmi pasajında insanların bilmeksizin eylemeye devam ettiğini172 ileri süren Marks tam da aynı şeyden eylemimizin nedeninin bilgimiz olmadığından bahsetmektedirler. O halde meta fetişizmi pasajının, Althusser’in ideolojinin nesnelliği kavrayışı ile Balibar’ın dile getirdiği “içerisinde öznelliğin kurulduğu nesnellik alanı olarak meta evreni” vurgusu ve bu kavrayışa izin veren Spinoza’nın imgelemin maddiliği tezi ile beraber değerlendirilmesi teorik bir zorlama değildir. Nitekim Althusser’in özne kategorisine Spinoza’dan dolanarak ulaştığına dair ele alışlar da mevcuttur. Bu ele alışlardan birisini Sinan Özbek İdeoloji Kuramları adlı eserinin Althusser ile ilgili kısmında Robert Pfaller’in görüşlerine atıfta bulunarak dile getirmiştir.

“Özne kategorisini tartışmaya Pfaller’le bir parantez açarak başlamak yerinde olacak: Pfaller Althusser’in özne kategorisine de Spinoza’dan dolanarak vardığını gösteriyor. Spinoza yaklaşık olarak şöyle diyordu: İnsanın salt usla kavradığını usla savunması, tutkuyla inandıklarını da tutkuyla savunması doğasından kaynaklanır. Bu neden böyledir? Özgürlük yanılsaması bilgiye bir engel oluşturmaktadır; çünkü bu yanılsama tek başına yanlış bir yanıt değil, hiçbir soru ortada yokken verilmiş bir yanıttır. Özgürlük yanılsaması bir soruya akılsal bir yanıt üretme girişiminden kaynaklanmadığı, aksine tutkudan kaynaklandığı için tutkuyla savunulur. İnsanlar yalnızca bu yanılsamaya tutkuyla bağlanmazlar, aynı zamanda bu yanılsamanın yol açtığı özgür olmayışa da tutkuyla bağlanırlar…Althusser’e göre Spinoza ideolojinin sürekli olarak öznenin yanılsamasıyla örtüşen “hayali merkez” olduğunu görmüştür.”173

İnsanın tutkuları doğrultusunda hareket etmekten kendilerini alıkoyamamalarının tespiti insanın doğa içerisinde hiçbir üstünlüğe sahip olmadığının teyididir. O halde insanlar aslında zannedildiği kadar güçlü değildirler. Bu güçsüzlüğü kabul etmek istemeyen insan kendi köleliğini süreklileştiren siyasal kurumları her dönem üretmiştir. İnsan bu güçsüzlüğü kabul edip güçsüzlüğünün nedenleri üzerinde çalışırsa belki doğa nezdinde konumu değişmeyecektir. Ancak insanlar

                                                                                                                          172 K. Marks, Kapital, c. 1,s. 84

bir arada yaşamalarının zorunlu olduğunu ve birbirlerini yok etmek için karşı karşıya bulunmamaları gerektiğini anlayacaklardır. Bu noktada kişi belki kendi başına ele alındığı haliyle güçsüz olarak nitelendirilecektir. Kişi kendi başına verili olan güçsüzlüğünü, kendisini soyut ve evrene aşkın bir varlık haline getirerek çözmeye çalışmıştır. İnsan hakları kavramının da bu tasarımsal insana dayandırıldığı aşikardır. Spinoza doğuştan eşitlik ve özgürlüğün mümkün olamayacağını ilan ederek daha baştan somut bir varlığı değil tasarımsal bir varlığı esas alan insan hakları düşüncesini, insan hakları düşüncesi henüz ortaya çıkmadan reddetmiştir denilebilir. İnsan hakları düşüncesi ortaya çıktığından beri siyasal alanda yaşananlar da evrensel insan hakları kavramının devletler arası veya devlet ile toplum arasındaki güç ilişkilerine tabi olduğunu göstermiştir. “İnsan doğuştan kazandığı haklarıyla insandır” önermesi bir anlamda ölü doğmuş ve haklar ancak yoğun siyasal mücadeleler sonucu elde edilebilmiştir. Kısacası haklarını elde etmek isteyenler, her zaman güçlü birlikler kurmak politik anlamda güç olmak durumunda kalmışlardır. Spinoza’ dan Marks’a uzanan yolda insanın gücü, doğaya veya başka insanlara hükmetme ile değil, birlikte inşa edilen özgürlükçü toplamlar kurma çabası ile gerçekleşecektir. Hak mücadelesini de kelimenin bu anlamıyla güç mücadelesi olarak ele almakta sakınca yoktur.

Marks’ın meta fetişizmi pasajından siyasal anlamda çıkarılabilecek en önemli önerme; Spinoza’nın imgelemin maddiliği tezine dayandırılarak ileri sürülmesi mümkün olan ideolojinin nesnelliği tezinin meta fetişizmi pasajını karakterize ettiği kabul edilerek siyasal pratiğin bilimsel pratikten farklı olduğuna ilişkin vurgudur174. Bir toplumsal formasyonun ortadan kalkması toplumsal formasyonun bilgisini edinmekle değil o formasyonun siyasal anlamda kısıtlayıcı etkilerine karşı siyasal mücadele içine girmekle mümkündür. Bu durum da, insanların kendilerini tahakküm altına alan siyasal yapılara karşı özgürlükçü alternatifler doğrultusunda mücadele etmelerinin meşru olduğunu gerek Spinoza gerekse Marks’ın çözümlemeleriyle vurguladıklarını göstermektedir.

                                                                                                                          174  Bkz.  s  81  

Benzer Belgeler