• Sonuç bulunamadı

SONUÇ VE SİYERLER ARASINDA MUHAMMED’İN SÎRETÜ’N-NEBÎ’SİNİN YERİ YERİ

Anadolu’da Muhammed’in Sîretü’n-nebî adlı eserinin tamamlandığı tarih olan 1467

yılına kadar biri Erzurumlu Kadı Darîr’in manzum-mensur karşımı Sîretü’n-nebî, diğeri

de Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediye adlı eseri siyer konusunu işleyen yegâne

eserlerdir. Bu siyerlerde didaktik ve talimî bir gaye gözetildiği için sanatkârane dilden mümkün olduğu ölçüde kaçınılmış, yer yer teknik kusurlar olsa bile konunun işlenişi ve

264 M. Yaşar Kandemir, “eş-Şifâ”, TDVİA, XXXIX, s. 134-138.

265 Murat Gökalp, “Şifâ-i Şerîf Literatürü”, İSTEM, S. 14 (2009), s.253-270.

266 Akif Köten, “Kadı İyaz, Hayatı, Eserleri ve eş-Şifâ’sının Özellikleri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

51 kullanılan dil bakımından çağdaşı olan edebî eserlerden ayrı bir yere konumlanmış, Cenâb-ı Hakk’ın rızası ön planda olduğu için de samimiyet elden bırakılmamıştır. Manzum olarak yazılmış mevlid veya benzeri tipte dinî konulu eserler Muhammed’in Sîretü’n-nebî’sinden önce bulunmakla birlikte hacim olarak hiçbiri Muhammed’inkine ulaşamamıştır. Kısmen mensur olanlar ile Darîr’in manzum-mensur karışık eseri hacim

olarak nebî’ye yaklaşmıştır. Bu hususiyetler göz önüne alındığında

Sîretü’n-nebî’nin XV. yüzyıla kadar yazılmış siyerler içinden en hacimli ilk manzum Türkçe siyer olduğunu söyleyebiliriz. Muhammed, eserini yazarken gereksiz bilgilerden mümkün olduğu kadar uzak durmuş, muhataplarına vermek isteği mesajı anlaşılır ve öz bir biçimde sunmak için konuşma dilinin bütün imkânlarından yararlanmış, yer yer atasözlerine ve deyimlere de başvurmuştur. Bu özellik diğer siyerlerde de görülmekle birlikte Muhammed’in siyerinde daha belirgindir.

Muhammed’in Sîretü’n-nebî’sinde aruz vezninin en çok tercih edilen bahri olan hezecin

ile remel bahrinin kalıpları

birlikte kullanılmıştır. Bu vezinler Türklerin millî ölçüsü heceyi çağrıştırmakta ve halk şiirinin en çok tercih edilen 11’li hece ölçüsünü anımsatmaktadır. Yine konular anlatılırken sadece mesnevî nazım şeklinin tercih edilmesi daha önce yazılmış siyer konu eserde görülmeyen bir hususiyettir.

Sîretü’n-nebî’de konuların işlenişinde destansı-epik bir anlatım tercih edilmiş ve bu anlatımın unsurları esere ustalıkla uygulanmıştır. Örneğin kahramanlar tek başına 1000 kişiyle cenk edebiliyor, bir orduyu tek başına yenebiliyor. Sîretü’n-nebî’nin bu özelliği dikkate alındığında eser için destan döneminden halk hikâyeciliğine geçiş döneminin bir ürünü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Sîretü’n-nebî’de Arapça-Farsça kelime kullanımı daha önceki siyer konu eserlere göre oldukça sınırlıdır. Dil olarak da konuşma dilinin içtenliği ve sıcaklığı daha ön plandadır. Mevzuları anlatırken müellif, manzum bir eser yazdığını unutmuş, karşısına toplanmış birilerine sohbet ediyormuş hissiyle, şiiriyetten uzak bir dille eserini vücuda getirmiştir. Sîretü’n-nebî bu yönüyle de oldukça dikkat çekmektedir.

Sîretü’n-nebî tercüme bir eser gibi görünse de konunun işlenişi, Türk toplumun örf ve adetlerini yansıtması, XV. yüzyılın günlük yaşamından izler taşıması, müellifinin doğrudan doğruya kültürünü, ilmini, şahsiyetini ve olaylara yaklaşımını göstermesi vb. özelliklerinden dolayı eser telif özelliği görünümündedir.

52 Konusunun sadece siyer olduğu eserler Türk edebiyatında 14. yüzyıldan sonra

görülmeye başlanmıştır. Bu eserlerin ilki Erzurumlu Mustafa Kadı Darîr’in

Sîretü’n-nebî adlı eseridir. Eser konusunun doğrudan siyer olması, ibaresinde ilk defa sîret kelimesinin geçmesi ve manzum-mensur karışık olarak yazılması bakımından Türk edebiyatında bu türün temel taşıdır.

Dârir’den sonra içinde siyer konusu bulunan ve tamamı manzum ilk eser Yazıcıoğlu

Mehmet’in Muhammediye’sidir. Muhammediye üç bölüm hâlinde düzenlemiştir.

Bunlar, I. Bölüm: yaratılış (1-1413), II. Bölüm: Hz. Peygamber’in doğumu, hayatı, savaşları, mu‘cizeleri ve yakınları (1414-4756), III. Bölüm: kıyamet alâmetleri, âhiret

hayatı ve hususiyetleridir (4757-9008). Yazıcoğlu Mehmet Muhammediye’de siyer

konusunda 3342 beyit, yaratılış ve ahiret hayatına ise 5664 beyit ayırmıştır. Siyeri bir tür olarak kabul ettiğimizde bu türün örneklerinin genelinde siyer konusunun dışında çıkmadan şu başlıklar sırasıyla işlenir:

 Hz. Peygamber’in nurunun yaratılması ve peygamberden peygambere intikâli  Hz. Peygamber’in nesebinin, babası ve annesine kadar sayılması

 Hz. Peygamber’in mevlidi

 Doğum gecesinde meydana gelen harikulade hadiseler  Çocukluğu

 Gençliği

 Mekke hayatı ve peygamberlik alâmetleri  Hz. Hatice ile evlenmesi

 Peygamberliğin gelişi  İslâm’a davete başlaması

 Müşriklerin karşı çıkması ve eziyetleri  Bazı sahâbelerin Habeşistan’a hicreti  Medine’ye hicret

 Medine’deki faaliyetler  Gazalar

 Mekke’nin fethi

53 Muhammediye’ye bu açıdan baktığımızda siyer türünün bütün özelliklerini yansıtan bir

eser olmadığı ortaya çıkacaktır. Muhammediye’de doğrudan Hz. Peygamber’in hayat

hikâyesiyle ilgili kısımlar 3342 beyitten ibârettir. Bu da eserin üçte birlik kısmıdır. Muhammediye’den sonra doğrudan Hz. Peygamber’in hayatını konu alan, ibaresinde sîret sözcüğü bulunan, siyer türünün bütün özelliklerini yansıtan, tamamı manzum olan ilk eser ise Muhammed’in Sîretü’n-nebî adlı eseridir. Muhammed’in eseri bu açıdan da önem arz etmektedir.

Muhammed’in Sîretü’n-nebî adlı eserini bilimsel bir yaklaşımla ilk değerlendiren kişi

Vasfi Mahir Kocatürk’tür (öl. 1961). Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinde

Sîretü’n-nebî hakkında şunları söylemektedir:267 “Siyer-i Nebî, Türk halkı arasında en

çok okunan eserlerden biridir. Geceleri kahvelerde ve evlerde bir kişi tarafından makâmla okunup birçok kimse tarafından dinlenmesi yakın zamana kadar devam etmiştir. Eserin konu bakımından, Arap kaynaklarından gelme olduğunda hiç şüphe yoktur. Fakat dinî ruh, halk dili ve zevki bakımından, çok Türkleştirilmiştir. Bilhassa dilindeki sadelik ve tabiîlik, akıcılık; dinî, destanî ve hayatî unsurlarla birlikte tahlil, tasvir, şiir ve hikâye gibi estetik ve teknik unsurlar arasındaki muvazene onu en kolay okunur ve dinlenir bir hâle getirmiştir. Gerçekten bu eserde çok tabiî, çok başarılı bir teknik ve tertip vardır. Hiçbiri, haddinden fazla uzatılarak okuyucuyu veya dinleyiciyi sıkmaz, yormaz. Umumi halk kitlesi olan okuyucusunun tasavvur ve tahammülüne göre tabiî bir şekilde ölçülüdür. Baştan aşağı didaktik bir ruh taşıdığı hâlde, emsali eserler arasında doğrudan doğruya didaktik kısımları en az olandır, ifadesi asla kuru değil hattâ divan şiiri evsafını haiz fakat hiçbir zaman şiir ve sanat unsurlarıyla yüklenmemiş. Muazzam bir emek ve şuurlu bir kudret eseri. Fasıl başlarında kısaca kendi kendine hitap ederek varlığının faniliğinden ve yaşayacak bir eser bırakmak arzusundan bahseden müellif teşebbüsünde muvaffak olmuş ve eserini üç-beş yüzyıl en geniş

mânasıyla yaşatmıştır. Bütün bunlarla beraber, Siyerü’n-nebî’yi Türk edebiyatının

orijinal ve ebedî bir eseri sayamayacağız. Çünkü konuda, ruhta ve şekilde millî bir şahsiyet taşımadığı gibi şahsî bir hususiyet de göstermemektedir. Meselâ Yunus divanında, Köroğlu’nda ve Âşık Kerem’de bulunan orijinal cephe bunda yoktur. Bundan dolayı, ruhun ve zevkin değişmesiyle, halk arasında yaşayış bakımından da ömrü sona ermek üzeredir.”

54 I. BÖLÜM

MUHAMMED’İN YAŞADIĞI DEVİR, HAYATI VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ 1. Muhammed’in Yaşadığı Devir

1.1. XV. Yüzyıla Genel Bakış

XV. yüzyıl Osmanlı tarihi açısından hem yenilgilerin hem de başarıların zirve yaptığı bir zaman dilimidir. Osmanlı Devleti XV. yüzyıla Ankara Savaşı (1402) yenilgisiyle girmiş, İstanbul’un fethiyle (1453) de dünyanın hâkim gücü olarak zirveyi yakalamıştır. XV. yüzyılın başlarında Timur (öl. 808/1405) ve Yıldırım Bayezid (öl. 806/1403) arasında gerçekleşen Ankara Savaşı sonrasında, Yıldırım Bayezid savaşı kaybetmiş ve esir düşmüştür. Böylece 1402-1413 yılları arasında “Fetret Dönemi” diye adlandırılacak

ve 11 yıl sürecek saltanat kavgaları ve birliğin temini mücâdelesi başlamıştır.268

Kardeşler arasındaki taht mücadelesini Çelebi Mehmed kazanarak devletin başına geçmiştir. Çelebi Mehmed, devletin sarsılan otoritesini kuvvetlendirmek, bozulan teşkilatı yenilemek ve elden çıkan toprakları geri almak için büyük gayret göstermiştir.

Vefât ettiği zaman devlet tek bir idare altında toplamıştır.269

Çelebi Mehmed’in ölümünden sonra 1421 tahta geçen II. Murâd’ın saltanat hayatı büyük sıkıntılar içinde geçmiştir. II. Murâd, 40 yaşındayken 1444 Ağustos’unda oğlu Mehmed’i tahta geçirerek ibadet ve taatle meşgûl olmak üzere Manisa’ya çekilmiş ve Fâtih Sultân Mehmed birinci defa Osmanlı Sultânı olmuştur. Fâtih’in 14 yaşında bir genç padişah olmasından heveslenen Papa, büyük bir ordu hazırlamıştır. Bunun üzerine tahtta oturan II. Mehmed, yapılan meşveretler ve özellikle Çandarlızâde Halil Paşa’nın ısrarlarıyla, II. Murâd’ı yani babasını tahta davet etmiştir. 1444 yılında ikinci defa sultân olan II. Murâd, hemen Edirne’ye gelmiş ve 40.000 askeriyle Varna önlerine ilerlemiş, 150 şehidle haçlı ordusunu darmadağın etmiştir.

Savaştan sonra Edirne’ye dönen II. Murâd yeniden yani ikinci defa oğlunu tahta çıkarmıştır (1445). Devlet adamları ve yeniçeriler bu duruma çarşı çıkmış ve Sultân Murâd’ın yeniden tahta geçmesinde ısrar etmiştir. Bu ısrar karşısında üçüncü defa II. Murâd tahta çıkmış ve oğlu da böylece iki defa tahta çıkıp inmiştir (1446). II. Murâd 1449 yılında oğlu Mehmet’i evlendirmiş ve Manisa Sancakbeyliğine göndermiştir.

268 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), YKY Yayınları, İstanbul 2003, s. 24-30; Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 110. 269 Ahmet Atilla Şentürk, Ahmet Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, s. 191.

55 “Bu dönem gerek Mehmet’in şahsı gerekse Osmanlı Devleti için çok verimli ve faydalı olmuştur. Çünkü genç şehzade bu zaman zarfında bir yandan liyakatli hocalar elinde bilgisini genişleterek felsefe ve riyaziye okudu, diğer yandan da Arapça ve Farsçayı ana dili gibi öğrendi. Bu arada Latince, Yunanca ve Sırpçayı ilerleten Şehzade Mehmet, tarih, coğrafya ve askerlik bilgisini de geliştirdi. II. Mehmet tam donanımlı olarak

1451’de yeniden tahta çıkınca İstanbul’un fethini başlıca gaye edindi.”270

“Fâtih Sultân Mehmed, yeni bir harbin hazırlığında iken 1481 yılında 51 yaşında Gebze’de vefât etti. 28 yıllık padişahlığı süresince 2 İmparatorluk, 14 devlet ve 200 şehir fethederek Fâtih unvanını Hz. Peygamber’den alan Sultân Mehmed, devletin

sınırlarını 2.214.000 km2’ye genişletmişti. Balistikteki keşifleri, matematik ilmindeki

dehası, dinî ilimlerde büyük bir âlim olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vâkıf olması, onu Osmanlı

tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve âlimi olduğunun göstergesidir.”271

1.2. XV. Yüzyılda Osmanlı Edebiyatı

XV. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin hem siyasal hem de kültürel ve edebî alanda büyük ilerleme kat ettiği dönemdir. Bu dönemin edebî eserleri genel olarak İslâmî kaynaklardan beslenen Osmanlı kimliğini ön plana çıkaran eserler olarak göze çarpmaktadır. Sanatçıların olaylara, insanlara, kurumlara, dine, hayata, kültür ve edebiyata bakışında hep bu kimlik ve bilinç etkili olmuştur.

Orhan Gazi zamanında kurulan ve kültür hayatını aktif hâle getiren Osmanlı medresesi ile Yıldırım Bayezid devrinde bir hayli gelişen saray hayatı, zamanla Osmanlı toplumunun edebî merkezlerine dönüşmüştür. Yine bu yüzyılda Türk dili kullanımı rağbet görmüş, Türk dili sadece halk arasında konuşulan değil; aynı zamanda bilim ve sanatta da adı geçen önemli bir dil olarak algılanmaya başlanmıştır. Anadolu’da oluşan bu edebî canlılık Çelebi Mehmed’in kısa padişahlığı süresince de devam etmiştir. Çelebi Mehmed, Germiyan sarayından Osmanlı sarayına intisap eden Ahmedî (öl. 815/1412-13), Ahmed-i Dâ’î (öl. 824/1421’den sonra) ve Şehyî (öl. 832/1429’dan sonra) gibi şâirleri himaye etmiş, telif ve tercüme bazı eserlerin yazılmasına vesile olmuştur.

270 Ahmet Atilla Şentürk, Ahmet Kartal, age., s. 192.

271 II Murat ve Fatih Sultân Mehmet’le ilgili bölüm http://www.osmanli.org.tr/osmanlisultânlari.php Osmanlı araştırmaları sitesindeki bilgiler özetlenerek derlenmiştir. Erişim tarihi: 28/01/2016.

56 1.2.1. Çelebi Mehmed Dönemi (1413-1421)

İlim ve fikir hareketlerine önem veren Çelebi Mehmed 1414’te Merzifon’da, 1420’de de Bursa’da birer medrese kurdu. Bursa’da Yeşil Medrese adıyla kurulan medrese, devrinin en yüksek dereceli medresesi hâline geldi. Burada Molla Hüsrev ve Molla Hayâlî gibi ünlü bilim adamları ders vermekteydi. Bu dönem Bursa, bir ilim merkezi olarak İznik’in yerini almaya başladı. Çelebi Mehmed Dönemi’de dinî ve ilmî birçok eser kaleme alındı. Bu eserlerden Çelebi Mehmed’e sunulan ve öne çıkanlardan bazıları şunlardır:

Acâ’ibü’l-mahlûkat272: Zekeriya Bin Mehmed-i Kazvînî (öl. 682/1283) tarafından

ansiklopedi tarzında yazılan ve “heyet, coğrafya, tıp, botanik, madenler ve ilaçlar ile meşhur şehir ve kasabalardan bahseden” bu eser, Çelebi Mehmed zamanında Rükneddîn Ahmet tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.

Kitâbü’l-müntehab fi’t-tıb273: Bu eser Abdülvehhâb bin Yûsuf bin Ahmed el-Mardanî

tarafından Çelebi Mehmed’in hazinesi için telif edilmiş, tıp kitaplarından seçmeler mahiyetinde bir eserdir.

Şemsiye274: Yazıcı Sâlih tarafından yazılan bu eser, Anadolu’da astroloji üzerine

kaleme alınan ilk Türkçe mesnevîdir. “Fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan mesnevî, didaktik amaçla ve sade bir dille kaleme alınmış, Anadolu Türkçesinin ilk dönemine ait önemli bir eserdir. 3900-4700 arasında beyit ihtiva eden mesnevî üç bölümden meydana gelmektedir.

Ferahnâme275: Hatiboğlu tarafından 829 (1426) yılında tamamlanan eser, Darîr’in Yüz

Hadîs ve Yüz Hikâye tercümesinden faydalanılarak meydana getirilmiş 6091 beyitlik didaktik bir mesnevîdir. Eserde hadîs tercümelerinin daha iyi anlaşılabilmesi için İslâm tarihine ve sosyal hayata dair hikâyelerle dinî-ahlâkî öğütlere yer verilmiştir.

272Acâ’ibü’l-mahlûkat için bk. Yüksek Göğebakan, “Resimsel Anlatım Bakımından ‘Acaibü’l-Mahlûkat’,

‘Tercüme-i M‘Tercüme-iftah C‘Tercüme-ifrü’l-cam‘Tercüme-i’ ve ‘Ahvâl-‘Tercüme-i Kıyâmet’ Eserler‘Tercüme-indek‘Tercüme-i M‘Tercüme-itoloj‘Tercüme-ik Unsurlar” The Journal of Academic Social

Science Studies, S. 26 (2014), s. 123-141.

273 Ali Haydar Bayat, Kitâbu’l-Müntehab fi’t-Tıb (823/1420) (İnceleme-Metin-Dizin-Sadeleştirme-Tıpkıbasım), Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği Yayınları, İstanbul 2005, Abdülkahir Mesut Koman, Müntehab, Çelebi Sultân

Mehmed’e İthaf Olunan Türkçe Tıp Kitabı, İ.Ü. Tıp Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1949.

274 Âmil Çelebioğlu, “Yazıcı Sâlih ve Şemsiye’si”, Atatük Üniversitesi İslâmî İlimler Dergisi, S. 1 (1976), s. 171-218, Atilla Batur, “Yazıcı Sâlih”, TDVİA, XLIII, s. 361.

275 Mustafa Erkan, “Hatiboğlu”, TDVİA, XVI, s. 462, Hatice Şahin, Hatiboğlu Ferah-nâme (Dil Özellikleri, Metin,

57

Cemşîd ü Hûrşîd276: İranlı şâir Salman Saveci’nin aynı adlı yapıtının genişletişmiş

çevirisi olan Cemşid ü Hurşid ünlü şahir Ahmedî’nin belki de en çok tanınan eseridir. Beş bin beyitlik bu mesnevîyi Ahmedî, Çelebi Mehmed’e sunmuştur.

Halîl-nâme277: Eser Abdülvâsi Çelebi tarafından kaleme alınmıştır. Çelebi Sultân

Mehmed, şâir Ahmedî’den (öl. 815/1412-13) Farsça Veys ü Râmîn’i tercüme etmesini istemiş, onun kısa bir müddet sonra ölümü üzerine de tercümeyi Abdülvâsi Çelebi’ye havale etmiştir. Fakat şâir eseri beğenmeyerek bir peygamber kıssası nazmetmeyi daha uygun görmüş ve Hz. İbrahim’in hayatını anlatan bu mesnevîyi kaleme almıştır. Eser kaynaklarda Halîl-nâme, İbrâhîm ü Sâra ve Dâsitân-ı İbrâhim Nebî adlarıyla anılmıştır. 1.2.2. II. Murâd Dönemi (1421-1451)

XV. yüzyılda, kültür hareketlerini başlatan, koruyup geliştiren, Türkçenin büyük devlet dili olmasına zemin hazırlayan şahsiyet II. Murâd’dır. II. Murâd zamanında yazılan eserlerin çoğunluğu dîni ve ilmî eserlerdir. Bu dönemde ilim adamı ve âlim olarak Hacı Bayram-ı Velî, Emîr Sultân, Eşrefoğlu Rûmî, Abdurrahîm-i Rûmî, Yazıoğlu Mehmed, Ahmed Bîcân, Abdüllatîf Kudsî, tarihçi olarak Âşıkpaşa-zâde, Oruç Bey, şâir olarak Germiyanlı Şeyhî, Cemâlî, Şemsî, Nakkaş Sâfî, Gelibolulu Za’îfî, Ivaz Paşa-zâde Atâ’î, Hüsâmî, Hassân, Bursalı Ulvî ve Aşkî dikkat çeken isimlerdir. İlme önem veren II. Murâd Dönemi’nde yazılan ve öne çıkan eserlerden bazıları şunlardır:

Kâbûs-nâme278: 1082’de Kûhistan sultânı Keykavus bin İskender tarafından Farsça

olarak kaleme alınan eserdir. Türkçe tercümelerinden biri XV. yüzyılda Mercimek

Ahmed tarafından yapılmıştır. Kâbûs-nâme, ahlâkî yapılanmayı temin eden tasavvufi

eserlerden biridir. Nasihatlerle dolu olan Kâbus-nâme’de iyi bir devlet adamının

özelliklerini, yemek yeme usullerinden hamamda yıkanmaya, yıldızlardan geleceği okumaya, kılıç kullanmaya, tıbba ve hatta iyi bir atın nasıl olması gerektiğine kadar akla gelen hemen her konuda dersler içerir.

Muhammediye: Bu eser hakkında önceki bölümde bilgi verildi. Envârü’l-Âşikîn: Bu eser hakkında önceki bölümde bilgi verildi.

276 Mehmet Akalın, Ahmedî Cemşîd ü Hurşîd, İnceleme-Metin, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara 1975. 277 Günay Kut, “Abdülvâsi Çelebi”, TDVİA, I, s. 283, Ayhan Güldaş, Halîl-nâme, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996.

58

Müzekki’n-nüfûs279: Eşrefoğlu Rûmî’nin (öl. 874/1469-70?) dinî-tasavvufî mensur

eseridir. Anadolu’da Türkçe olarak kaleme alınan dinî, tasavvufî ve ahlâkî nitelikteki eserlerin ilk örneklerinden olan kitapta müellif mukaddimede münafıkların çoğaldığını, meşâyihe ve meşâyih sözüne itibar edilmediğini, beylerin zalim, kadıların rüşvetçi ve müderrislerin fâsık olduğunu, vâizlerin dünya için vaaz edip akçe biriktirdiklerini

söyler ve Müzekki’n-nüfûs’u halkı doğru yola sevk etmek amacıyla ve halk tarafından

anlaşılması için bilhassa Türkçe olarak kaleme aldığını belirtir.

Mecmû’atü’n-nezâ’ir280: Mevcut bilgilerimize göre Türk edebiyatında yazılmış ilk

nazîre mecmuası olan bu eser Ömer b. Mezîd tarafından derlenmiştir.

Târih-i Âl-i Selçuk281: Yazıcıoğlu Ali tarafından Osmanlı padişahı II. Murâd’ın isteği

üzerine kaleme alınmış bir tarih kitabıdır. Yazıcıoğlu Ali, Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarih yazarı İbn Bîbî’nin el-Evâmirü’l-Alâiyye fi’l-umûri’l-Alâiyye adlı Farsça eserinin Türkçe çevirisini eklemiş, böylece Tevârih-i Âl-i Selçuk’un en önemli bölümü oluşturmuştur.

1.2.3. Fatih Sultân Mehmed Dönemi (1451-1481)

Fatih Sultân Mehmed Dönemi’nde, Osmanlı Devleti’nin genişlemesine paralel olarak Türk dili ve edebiyatı da Anadolu’da büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Fatih, felsefe başta olmak üzere matematik ve diğer müspet bilimlere, insanın geçmişine ve geleceğine, dolayısıyla tarihe, coğrafyaya, İslâmî ilimlere büyük bir ilgisi vardır. Gerek bu ilgiden gerekse kendi kişiliğinden gelen merak ve öğrenme arzusundan dolayı Fatih, çeşitli bilim dallarında uzmanlaşmış bilginleri kendisine hoca tayin etmiştir. Bu hocalar arasında Molla Güranî, Molla Hüsrev, Hoca-zâde, Molla Yegân, Tazarruât sahibi Sinan Paşa, devrin en büyük şâiri Ahmed Paşa bulunmaktaydı. Fatih’in bu öğrenme ve müspet bilimlere olan merakı Osmanlı Devleti’ndeki kültür faaliyetlerinin çehresini

değiştirmiştir.282 Bu dönemde Fatih’e sunulan kimi ilmî eserler ile devrinde şöhret

bulan eserlerden bazıları şunlardır:

279 Abdullah Uçman, Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-nüfûs, İnsan Yayınları (6. Baskı), İstanbul 2015, Abdullah Bağdemir, Müzekki’n-nüfûs, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 1997.

280 Mustafa Canpolat, Mecmû’atü’n-nezâ’ir, Metin-Dizin-Tıpkıbasım, TDK Yayınları, Ankara 1982. 281 Abdullah Bakır, Tevârih-i Âl-i Selçuk (Selçuklu Tarihi), Çamlıca Basım Yayınları, İstanbul 2009.

282 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. İbrahim Akyol, Fatih Sultân Mehmet Dönemi, Kültür ve Edebiyatı, Kırıkkale Üniversitersi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Kırıkkale 2012.

59

Mahbûbü’l-Hemâil fî Keşfi’l-Mesâil283: Ali Kuşçu’nun fen ilmine ait 20 kadar

makalesinin yer aldığı bir ciltlik eseridir. Bu eser Ümmü’l-kitâb olarak da

bilinmektedir.

Cerrâh-nâme-i Hâniye284: 1465’te yazılan bu eser, Fatih’e ithaf etmiştir. Türk tıp tarihi

bakımından önemli bir yere sahip olan bu eserde değişik hastalıklara karşı yapılacak cerrahî müdahaleler minyatürler eşliğinde tarif edilmektedir.

Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî285: Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey’in isteği üzerine, Ebû

Nuaym el-İsfahânî’nin Tıbb-ı Nebevî adlı eserinin Ahmed-i Dâî tarafından yapılan

muhtasarının tercümesidir.

Hazâinü’s-sa’âdât fi Hıfzı’s-sıhha286: Eşref bin Muhammed’in tıp sahasında kaleme

Benzer Belgeler