• Sonuç bulunamadı

Solun “Kitleselleşememe” Sorunu, Marksizm ve Ulusçuluk

“Kitlelere mal edilmek istenen büyük fikirler için en önemli dekor büyük

2.1.3. Solun “Kitleselleşememe” Sorunu, Marksizm ve Ulusçuluk

Türkiye’de sol hareketin ideolojik arka planından kaynaklanan iki eksik konuyu anlamlandırabilmemiz açısından önemlidir. Fikret Başkaya’ya göre bunlardan birincisi, “çoktan yozlaşmış bir sosyalist teorinin mirasçısı olması ve ikincisi de kayda değer bir pratik mücadele mirasını devralmamış olmasıydı. İşçi hareketi cılızdı ve devlet tarafından manipüle edilen sendika bürokrasilerinin etkisi altındaydı199. Öte yandan, batıcı, laik, uygar bir toplum özlemi solun söyleminin bir parçasıydı. Ancak, bu söylem, Oya Baydar’ın ifade ettiği üzere kitlelere yabancıydı. “Kitlelerin diliyle konuşulmaya çalışıldığında popülizm aşılamıyor, sosyalizm diliyle konuşulduğunda ise devletçi, pozitivist laikçi... vb gibi tanımlamalarla yabancı bir dil üretiliyordu200.”

198

Zürcher, ss. 50-51.

199 Fikret Başkaya, “Türkiye’de Sol Hareketin İdeolojik Geri Planı Üzerine Bazı Gözlemler”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Cilt:8, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.73.

71 Marksizm sınıf hareketine, orta sınıf aydınlar aracılığıyla nüfuz eden bir öğretidir. Marksist işçi önderleri ve işçiler, bunun sonucunda ortaya çıkmışlardır. 19. yüzyılın Sanayi Devrimi sonrasında üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasında zıtlığın sermaye kesiminde toplanmasıyla yüzyıllardır varolan sınıflar savaşımının adı Marx ve Engels tarafından bilimsel olarak kavramsallaştırılmıştır. Marksizm, doğa, insan ve topluma bütünsel biçimde bakar. Her çelişki yeniliğe yol açar ve diğer çelişkilerle bir arada bulunur. Yani her şey kendi zıddını içinde barındırır (Diyalektik Materyalizm). Bunun için evrimin zorunlu sonucu devrimdir. Marx’a göre toplumların tarihsel ilerlemesi üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasındaki ekonomik ve sosyal duruma bağlıdır201

.

Türkiye’de Marksizm, 19. yüzyıl Batı ülkelerinin tersine, ülkenin geleneksel aydınlarının temsil ettikleri belirli bir düşünsel birikimin üzerine gelmemiştir. Burada kastedilen, Yunan’dan Ortaçağ skolastiğine oradan da 18. yüzyıl Aydınlanması’na uzanan sentezin sonucundaki aranışlardır. Türkiye’de Marksizm ciddi bir ön birikime sahip olmadan, doğrudan doğruya bolşevizme Komintern’e (III. Enternasyonal) doğmuştur. Türkiye’de sınıf hareketinin henüz gelişmemiş olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, 1920’lerin başlarında Marksist düşünce ile görece bir kopuş gerçekleşmiştir. Bir yanda, Kemalist iktidar ülkede kapitalizmi geliştirecek. Bu arada “demokratik burjuva cumhuriyeti” inşa edilecektir. Öte yandan, aynı iktidarda ülkeyi ne kapitalizme ne de Rusya’daki türde bir komünizme götürmeksizin “kapitalist olmayan” , “üçüncü dünyacı” bir çizgiye yerleştirme potansiyeli görenler de olmuştur. Ve böylelikle Marksizme bir şekilde atıfta bulunulmuştur. Ancak, bunun Türkiye’deki Marksist düşünce birikimine önemli katkılar sağladığını söylemek pek mümkün görünmemektedir202

.

Her türlü birbiriyle bağdaşmaz düşünceler karşılaştırıldığında, bu “yabancı dil” nasıl üretilmektedir sorusu bu bağlamda önemlidir. Sina Akşin’in yorumu bu bağlamda yol göstericidir. “Ulusçuluk ve marksizmin birbirlerinin zıddı olduğu düşüncesi yaygındır. Örneğin; Çin’de Çiang Kai Şek cephesi, “Milliyetçiler” olarak adlandırılıyordu. Karşı tarafında yer alanlar ise, komünistlerdi. Ve her iki taraf da

201 Sonsöz, ss. 97-98.

202 Metin Çuhaoğlu, “Yapılabilecek Olup da Yapılmayan Nedir?”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Cilt:8, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 69.

72 Marksizm ile ulusçuluğun bağdaşmaz olduğunu söylüyorlardı. Türkiye’de ise Milliyetçi Cephe, kendisini solculardan ayırmak için bu nitelemeyi benimsemişti. Öte yandan Cumhuriyet Halk Partisi, asıl ulusçuların kendileri olduğunu söylüyordu203. “ Dolayısıyla, her şekilde “yabancı bir dil” üretilmektedir diyebiliriz.

Kemalizm ve sosyalizm ilişkisinin “bağımsızlık, demokrasi, modernleşme, devletçilik” gibi konularda birbirlerini etkilemeleri 1960’lı yıllarda belirgindir. Bu yıllar, “milliyetçilik, sol, emperyalizm” gibi konularda çeşitli fikirlerin öne atıldığı yıllar olmuştur. 1960’lı yıllarda “millet” ve “”milliyetçilik” gibi kavramlara atıfta bulunuluyordu. “Milli” kelimesi, bu yıllarda farklı sosyalist çevreler Türkiye İşçi Partisi (TİP), Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketi ve Yön çevresi) ve onların önde gelen isimlerinin (Mehmet Ali Aybar, Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu), sosyalizme ilişkin olarak temellendirmek için kullandıkları bir sıfattı. Şöyle ki, savundukları şeyler, milli bir ekonomi, milli bir kalkınma stratejisi, milli bir dış politika ve milli bir demokrasi anlayışıydı204

.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: 1960’lı yıllarda sol içinde güçlü bir yeri olan “sol-Kemalizm”, 12 Mart 1971 askeri müdahale ile sona yaklaşmıştı. 12 Eylül askeri darbesiyle ve Berlin Duvarı’nın çökmesi ile sol ideolojik olarak yenilgiye uğradığında, sol Kemalizm bu sefer “ulusalcılık” adı altında yeniden güç kazanmaya çalışmıştır. Ancak, 1980 sonrası siyasi arena, Kürt hareketi’nin ve Siyasal İslam’ın yükselişe geçmesi ile birlikte “söylem” ve “pratiğini” değiştirmiştir. Nitekim 2000’li yıllar ulusalcılığın tekrar sahnede olduğu bir dönem olmuştur205. 2007 seçimlerinden önce düzenlenen Cumhuriyet Mitingleri bunun en belirgin örmeği olarak gösterilebilir. Solun milliyetçilikle iç içe geçirilmesi , Kemalizmin anti emperyalist olduğunun vurgulanması gözlemlenebilir. Nitekim dönemin önde gelen kişisi Doğu Perinçek ve İP (İşçi Partisi) ulusalcılığı sahiplenmiştir. CHP 2002 ve 2007 seçimlerinde başarısız olmuştur. Solun kitleselleşememesiyle birlikte düşünüldüğünde, popülist kentli-Kemalist imgesi yaygınlaşmıştır. Atatürk- Atatürkçülük simgeleri, “milli birlik ve beraberlik” söylemi çerçevesinde sadece CHP tarafından değil MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) tarafından da kullanılmıştır.

203 Sina Akşin, “ Türk Ulusçuluğu”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi-7, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996, s. 1944.

204 Erkan Doğan, “Türk Solunun Kısa Tarihi: Sosyalizmi Milliyetçilikle Eklemlemek”, Doğu Batı- Türk Sosyalizminin Eleştirisi, Doğu Batı Yayınları, Sayı:59, s. 135.

73 Dolayısıyla, medya ile kitle kültürü sanayisinin ortak çalışmasının bir ürünü olarak solun “sözde kitle pratiği” zihinlerde yerini almıştr.