• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.2. Türk Dış Politikasının Öncelikleri ve Kuruluşundan Bu Yana Geçirdiğ

3.2.4. Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası

1989 yılında Sovyetler Birliği’nde yaşanan değişimler ve 1991'de bu Birliğin dağılması, Doğu Avrupa ve Balkanlar'da yaşanan değişimler uluslararası sistemin değişmesine sebep olmuştur. Sosyalist Rejimler hızla çökmüş, Yugoslavya ile Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birçok devlet bağımsızlığını kazanmış ve demokratikleşme yolunda ciddi adımlar atılmıştır. Böylece yaklaşık 45 yıldır süren Doğu-Batı cepheleri savaşı sona ermiş ve tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni gelmiştir. Globalleşme veya küreselleşme olarak adlandırılan bu dönemde özgürlük, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü öne çıkmıştır. Kantarcı (2012) bu dönemdeki ABD-SSCB ilişkilerini şöyle özetlemektedir:

“SSCB’nin parçalanmasından sonra uluslararası sistemde yerini alan Rusya Federasyonu (RF), 1991-2000 yılları Gorbaçov’un başlattığı Glasnost (açıklık, şeffaflık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma, yeniden inşa) politikaları doğrultusunda gerek liberal demokratik siyasi yapıya geçiş, gerekse serbest piyasa ekonomisi sistemine entegre olma yolunda hızlı bir reform sürecine girmiştir…RF’nin iç politikaya odaklanması sonucu dış politikada etken bir aktör olamaması, 1990-2000 arası dönemde ABD’nin dünya jeopolitiğindeki hareket serbestîsini fazlasıyla arttırmış ve tek kalan süper güç olarak ABD’yi küresel bir imparatorluk olma amacına yöneltmiştir.” (s, 61)

ABD’nin tek süper güç olduğu Yeni Dünya Düzeni oluşturma çabaları bir yana, dünyada yeni güç merkezleri ortaya çıkmıştır. İki Almanya'nın birleşmesinde ortaya çıkan güçlü bir Almanya’nın içinde bulunduğu Avrupa Birliği, Japonya liderliğindeki Asya Pasifik Bölgesi, hızla büyüyen ekonomisi ve askeri gücü ile Çin yeni güç merkezleri haline gelmiştir. Bu gelişmeler ışığında dünya yeniden yapılanmakta ve aslında bu sistem Yeni Dünya Düzeni değil de, Yeni Dünya Düzensizliği olarak adlandırılmaktadır (Sarınay, 2013).

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD kibirlenmiştir. Kendisini dünyanın hâkimi konumunda algılamış ve istediğini yapacağını düşünmüştür. Bu sebeple Afganistan ve Irak müdahalelerini gerçekleştirmiş ve yanılmıştır. Yapılan onca zarardan sonra kendi askerlerini bu bölgelerden çekmek zorunda kalmış ve hayal ettiği kazancı elde edememiştir.

70

Yıllardır Sovyet tehdidine karşı Batının yanında yer alarak politika üreten Türkiye’nin tavrı bu dönemde değişmiştir. Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı artmış ancak önemi azalmıştır. SSCB yıkılınca, Türkiye etrafındaki küçük ülkelerle baş başa kalmış, komünizmin yıkılmasıyla ülkemizin batıdaki önemi azalmıştır. Ortadoğu Balkanlar ve Kafkaslar ile çizilen istikrarsızlık üçgeni içinde sıkışmış ve Türkiye bu üçgene taraf olmak durumunda kalmıştır. Soğuk Savaş sonrası süreçte Ermeni Sorunu ve iç sorunlar ülkenin uğraştığı temel problemler haline gelmiştir (Güven, 2012). Bununla birlikte bağımsız Kürdistan kurma hayalindeki olan PKK’nın saldırıları Türkiye'nin ciddi güvenlik tehditleri altında olduğunu göstermektedir. Suriye ve Yunanistan'ın PKK terör örgütüne destek vermesi Türkiye’nin bu ülkelerle olan ilişkilerinin gerginleşmesine sebep olmuştur. 1999 Depremi sonrası Türkiye ile Yunanistan arasında yardımlaşma ve işbirliği ön plana çıkmıştır.

Sovyetler Birliğinin küllerinden doğan Rusya, artık Batı için bir tehdit oluşturmamakta ve dünya liderliği için oynamamaktadır. Yakın Çevre Politikaları bağlamında bölgesel güç olma çabaları Rusya'nın Türkiye için de bir tehdit olmaya başladığını göstermektedir. Sovyetler Birliği tehlikesine karşı oluşturulan NATO, Sovyetlerin dağılmasıyla önemini kaybetmiştir. Ancak yeni tehdidin İslam ülkelerinden geleceğinin belirtilmesi üzerine NATO, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini yeni tehdit alanları olarak görmüş ve köklü strateji değişikliğine gitmiştir (Sarınay, 2013). Soğuk Savaşta kilit rolde bulunan Türkiye savaş sonrasında ABD'nin Ortadoğu politikasında da önemli bir noktada olmaya devam etmiştir. 1990’ların başında Türkiye ABD merkezli dış politika yürütmüş ve bölgesel güç olma politikasını sürdürmüştür (Akçiçek 2013: 16-18)

Maastricht Antlaşmasından sonra yeni bir genişleme sürecine giren Avrupa Birliği birçok Doğu Avrupa ülkesinin adaylık sürecini başlatmıştır. Buna rağmen özellikle 1997 Lüksemburg’da yapılan Avrupa Birliği zirvesinde Türkiye’nin üye olamayacağını ve gelecekte dahi üyeliği kabul edilmeyeceği konuşulmuştur. Türk siyasetinde ve kamuoyunda büyük hayal kırıklığına sebep olan bu olay ülkemizin yeni arayışlara girmesi gerektiği yönünde fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Türk kamuoyunda sırf dini ve kültürel farklılıklardan dolayı Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne kabul edilmediği görüşü

71

yaygınlaşmıştır. Ancak bu durum 1999 Helsinki zirvesinde değişmiş ve Türkiye’nin adaylığı tescillenmiştir (Sarınay, 2013).

Türkiye, Ermeni-Azeri tartışmasında, Körfez bölgesindeki gelişmelerde, Suriye ile yaşanan problemlerde ve Kıbrıs ile Balkanlar'daki sorunlarda önemli rol almıştır. Bu dönemde komünizm tehlikesinin ortadan kalkması, ülkemiz açısından en önemli konuların terör, ayrılıkçılık ve güvenlik problemleri olmasına sebep olmuştur. Bu bağlamda Suriye ve Irak’ın teröre destek vermesinden dolayı bu ülkeler, güvenlik tehdidi olarak görülmüştür. Öte yandan Yunanistan ile Kıbrıs ve Ege sorunlarında çözüm bulunamamıştır (Akçiçek 2013: 18-19). Sovyetler Birliği'nin ardından özgürlüğüne kavuşan Türki cumhuriyetlerle yakın ilişkiler geliştirmeye çalışmamız ABD tarafından desteklenmiş ve bu yönde politikalar geliştirmeye çalışmıştır.

Şekil 3.5. Türk Dünyası Haritası

Kaynak: www.artvin.edu.tr

Şekil 3.5.’te Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan Türk devletlerini görmekteyiz. Türkiye daha ilk günlerden çoğunu tanımış ve onlarla siyasi, kültürel ve ekonomik işbirlikleri kurmuştur. Bu durum bölgede hızla büyüyen Rusya ve İran etkisine karşı Türkiye’ye bir avantaj olarak dönmüştür. Kültürel tarihi yakınlığı ve jeopolitik konumu sayesinde Türkiye Balkanlar'da da başarılı girişimlerde bulunmuştur. Yugoslavya'nın dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan balkan ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirmiştir. Özellikle Bosna Hersek, Makedonya, Arnavutluk Bulgaristan ve

72

Romanya gibi ülkelerle işbirlikleri yapabilmiştir (Sarınay, 2013). Bütün bu gelişmeler Soğuk Savaş boyunca taraf olan Türkiye’nin, bu savaştan sonra kendi dış politikasını üretebildiğini ve seçeneksiz olmadığını göstermiştir. Buralarda özellikle 1990’lı yıllarda açılan Türk okulları, yapılan ticaret ve kültür anlaşmaları Orta Asya’yla iletişimimizi arttırmıştır. Benim de takdir ettiğim bu girişimler yeterli seviyede olmadığı, sivil toplum örgütleri seviyesinde kaldığı için bu ülkeler tekrar Rus etkisi altına girmiştir.