• Sonuç bulunamadı

Bir ülkenin siyasi rejim ve siyasi iktidarın yapısı ile medyanın yapısı ve yapılanması arasında yakın bir ilişki vardır.

Genel anlamda bir ülkedeki politik havanın medya ve siyaset ilişkilerinde belirleyici unsur olmasına bir örnek olarak otoriter yönetimler verilebilir. Otoriter yönetim biçimleri, hangi ülkede olursa olsun uygulama şekli farklılık gösterse de, medyanın ancak sıkı bir denetim ve kontrol içinde faaliyet göstermesine imkân tanımaktadır. Kitle iletişim araçları yerleşik yasal erke her zaman bağlı olmalı ve egemen siyasal ve ahlaksal değerlere karşı çıkmamalıdır (Tüfekçioğlu, 1997:62). Bazı yetkeci yönetimler ise; medyayı kendi tekelleri altında tutarak kontrol ederken, bazıları da uyguladıkları sansür sistemi ile rejim karşıtı düşüncelerin medyada yer almamasını garanti altına alırlar (Đrvan, 1994:213). Dolayısıyla yasal yaptırımların ve sansürün bir cezalandırma ve kontrol mekanizması olarak kullanıldığı bir iletişim ortamında medyanın bağımsız yayın yapması ve doğruları ifade edebilmesi imkânsız hale gelmektedir. Sonuç olarak siyasal erkin bu denli baskıcı ve kuvvetli olduğu bir ortamda medya, iktidarın ve siyasal seçkinlerin bir propaganda aracı haline gelmektedir.

Demokratik ülkelerde medya sahipliği, siyasal iktidarla olan ilişkisi liberal kurallar çerçevesinde şekillenmekte ve ilişki karşılıklı etkileşim temelinde işleyişini sürdürmektedir. Doğal olarak medya, yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü bir güç olarak konumlandırılmış olmaktadır. Totaliter ülkelerde uygulanan siyasal sistemin özelliklerine bağlı olarak medya kuruluşları devletin kontrolü altında bulunmaktadır. Devleti elinde bulunduran siyasal iktidar, medya kuruluşlarının sistemi ve işleyişi üzerinde doğrudan müdahil olma yetkisine sahiptir. Böylece, medya kuruluşlarının siyasal alan üzerindeki etkinliği sınırlanmış olmaktadır. Bir ülkedeki siyasal rejimin niteliği, bir kurum olarak medyanın yapısını, işleyişini şekillendirirken en önemli etkisini medya siyasetinde göstermektedir (Damlapınar, 2007:118).

Medyayı sermaye ve siyaset açısından önemli kılan etkenlerin başında medyanın kamuoyunun oluşumunda sahip olduğu etki gelmektedir. Demokratik toplumlarda siyasal kararlar üzerinde etkin olmanın önemli bir yolu kamuoyunun oluşumunda etkin olmaktan, yani kamuoyunun oluşumuna etki eden unsurlara sahip olmaktan geçtiği düşünülmektedir.

Kamuoyunu önemli kılan unsur siyasal karar alma süreçlerini etkileyen faktör oluşunda kendini gösterir. Hemen her toplumda–siyasal sistemi ne olursa olsun- iktidarı elinde bulunduranlar, uyguladıkları politika konusunda, yönetilenlerin düşünce ve kanaatlerini bilmek, (Kapani, 2007:160) onları etkilemek ve yönlendirmek istemektedir. Bu çerçevede kamuoyu, yönetenlerin ve iktidar sahiplerinin karar alma süreçlerinin etkilenmesi ve yönlendirilmesi bakımından önemli bir güce sahiptir.

Günümüzde kamuoyunun oluşmasında en etkili unsurlardan biri olarak medya kabul edilmektedir. Medya bireye mevcut siyasal sistem ve olaylar hakkında bilgi verir ve toplumdaki diğer etki merkezlerinden kanaat için ipuçları iletirler böylece kamuoyunun oluşumuna geniş ölçüden olanak sağlarlar. Özkan’a göre, (2006:15) medya, “istedikleri” haberleri önemseyip büyütmekte, yine “kendi istedikleri” haberleri de küçülterek önemsizleştirmekte olduğunu belirtmektedir. Medya bu politikayı, kamuoyunun yönlendirilmesinde, etkilenmesinde sıkça kullanmaktadır.

Medya bu açıdan bakıldığında iktidarları, siyasal tartışmaları, karar alma süreçlerini etkileme gücüne sahip oldukça önemli bir araçtır. Medyanın bu gücü beraberinde birçok tartışmayı da üretmiştir. Özgür tartışma ortamlarının temin edilebilmesi ve siyasal alanın manipülatif etkilerden, özgür düşünme ve tartışma alanının da siyasal etkilerden bağımsız kalabilmesi sağlıklı bir demokrasi açısından sürekli bir tartışma alanı olmuştur.

Siyasal iktidar faaliyetleri kapsamında kitle iletişim araçlarının

yönlendirilmesine duyulan ihtiyacın temel sebebi ‘rıza üretimi’ sürecini yürütecek bir mekanizmaya sahip olmak zorunluluğudur (Hall, 1994:99). Ülkemizde konuya ilişkin yapılan çalışmalarda medyanın doğrudan ya da dolaylı olarak siyasal iktidar eylemlerine toplumsal rıza üretme amaçlı söylem yapılandırabildikleri görülmüştür (Damlapınar, 2002:15).

Siyasilerin medyanın gücünü kullanarak otoritelerini sağlamlaştırması ve bunun karşılığında da destek aldıkları medya kuruluşlarına ekonomik ve yasal olarak yardımcı

olmalarının yanında ekonomik ya da toplumsal anlamda güçlü medya tekellerinin sahibi ya da temsilcilerinin güçlerini siyaset alanında kullanma girişimleri söz konusudur. Örneğin Đtalya'nın en büyük medya tekelinin sahibi olan Berlusconi uzun yıllar devlet başkanlığı koltuğunda oturmayı başarabilmiştir. Ülkemizde de birçok yayın organında sahibinin siyasi girişimi desteklenmekte ve propagandası yapılmaktadır. Bu gerçek siyaset alanındaki koşulların medyadakine nazaran daha az rekabetçi olması ve bireysel getirilerinin toplumsal cazibesiyle ilişkilendirilebilir (Aktepe, 2009, 27.04.2010).

Siyasetin medyayı etkileme sürecinde siyaset kurumunun medyaya bağımlılığı önemli bir etken olarak süreci etkilemektedir. Đktidara talip olan grupların halkın güvenini kazanmak ve halkı kendi “gerçekleri” doğrultusunda bilgilendirmek amacı bir anlamda siyasi çevrelerin de basına belli oranda bağımlı kalmasını gerektirmektedir. Özellikle de baskı yerine iknâyı öne alan demokratik rejimlerde bu daha da önemlidir. Gerçekten de gerek kendi iç işleyişinde, gerek yurttaşlarla ilişkilerinde iletişimde aksama, tıkanma ya da gecikme olması iktidarın ortak çabayı yönetme/yönlendirme yeteneğini sınırlar (Eyüboğlu, 1999:44).

Halkın güvenine, desteğine ve bunun neticesinde siyasal tercihine mazhar olmak isteyen siyasal partiler/siyasal adaylar bu isteklerine ulaşabilmek amacıyla öncelikle kendi beklentileri doğrultusunda faaliyette bulunabilecek, kendi istek ve emellerini yerine getirecek, kendi seslerini ve mesajlarını kitlelere ulaştırabilecek medya organlarına ihtiyaç duymaktadırlar. Bunun ihtiyaçları doğrultusunda da medya ile ilgili düzenlemeler yapmaktadırlar. Medya ile ilgili yapılan düzenlemelerin neredeyse tamamı siyasal yapının medyayı kontrol altında tutmak ya da ele geçirmek amacıyla yapıldığını ülkemizde tarihsel sürece baktığımızda rahatlıkla görebilmekteyiz ( Demir, 2007; Arabacı, 2005).

Siyaset, kendi çıkarları için medya üzerinde baskı, engelleme, sansür gibi farklı yollar da uygulayabilmektedir. Medya üzerindeki siyasal engellemeler; doğrudan siyasal denetim, belli içerikleri öne çıkarmak ya da bastırmak için yapılan açık siyasal baskılar, gazetecileri tercih edilen haberlere yönlendirmek ve istemeyenlerden uzaklaştırmak için uygulanan taktikler ve gayri resmi kanallara ve ilişkilere daha kurnazca girmek gibi farklı biçimler alabilir (Blumler, 2002:275). Hatta, yasama gücünü elinde bulunduran bu siyasi elitler, “gizlilik” ya da “ulusal güvenlikle ilgili” gibi

gerekçeleri de kullanarak, isterlerse medyanın haber alma ve bilgi toplama özgürlüklerine sınırlamalar da getirebilirler (Arslan, 2004:5 ).

“Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, basınla hükümetin ilişkileri, diğer demokratik toplumlara oranla daha sıkı ve daha sıcaktır. Gelişmiş toplumlar, bu ilişkilerin belli dozda kalmasını ve de fazla artmamasını isterken, gelişmekte olan ülkelerdeki gazeteciler bu etkinin çok daha yükselmesinden mutlu olurlar. Çünkü basının tek ve temel kaynağı siyasi otoritedir. Genelde gündemi, siyasi otoritenin aldığı kararlar ve uygulamalar oluşturur. Basının katılımcı yaklaşımıyla bu denli politika ve politikacıyla iç içe olması mesleki bozulmayı da kimi zaman kaçınılmaz kılmaktadır. Çünkü toplumdaki rol ve fonksiyonu buna bağlıdır. Bu nedenle katılımcılık dışında bir yaklaşım, gazetecilik yönetimi olarak düşünülmemektedir bile. Batılı toplumlarda bu denli iç içelik olmadığı gibi, karar vericiler üzerindeki ya da kamuoyu üzerindeki tek etkileyici güç de basın değildir. Batılı gazeteci bunun böyle olmaması gerektiğinin de bilincindedir. Bu nedenle gelişmiş ülke yöneticilerinin basını manipüle etme sahası, Türkiye kadar geniş değildir. Mesleki yaklaşım ve etik konusunda kurumsallaşmada zaten buna engeldi” (Öke, 1994:180).