• Sonuç bulunamadı

Siyasal Tasavvur: Kavramlar ve Şahsiyetler

B. Tarih Ders Kitaplarına Genel Bakış

3. Siyasal Tasavvur: Kavramlar ve Şahsiyetler

Temmuz 1908’den itibaren yeni bir idari yönetim şeklini benimseyen Osmanlı Devleti’nin siyasal tasavvur anlayışında da bir takım değişikliklerin olduğu görülür. Bu değişim süreci Yeni Osmanlıların teşekkülü ile başlamakta ve II. Meşrutiyet döneminde de devam etmektedir. Süreç içerisinde Yeni Osmanlılar, Mithat Paşa, Abdülaziz, II. Abdülhamid, Jön Türkler, V. Mehmed ve İttihat ve Terakki Cemiyeti en faal aktörler239 olarak tarih ders kitaplarında karşımıza çıkmaktadır.

Süreç içerisinde zuhur eden siyasi olaylar ve bu siyasi olaylar karşısında hürriyetçi ve istibdatçı olarak ikiye ayrılabilecek olan şahsiyetler ile döneme

238 Ali Reşat, a.g.e., s.40.

239 Mehmet Kaan Çalen, “Jön Türkler Ve Hürriyetçi Tarih Tasavvuru”, IV. Uluslararası Tarih Eğitimi

addedilen bazı kavramlar, bizlere II. Meşrutiyet döneminin iskeletini oluşturan bu süreç hakkında oldukça önemli ipuçları sunmaktadır.

Bir nevi Osmanlı’nın yaşadığı sürece örnek teşkil eden ve sadece Osmanlı Devleti’nin değil tüm Avrupa’nın siyasi ve içtimai tablosunda değişimlere sebebiyet veren Fransız İhtilali, tarih ders kitaplarına ilk kez bu dönemde girmeye başlamıştır. Meşrutî düşüncenin ve hürriyet anlayışının temellerinin atıldığı ihtilal, ders kitaplarında şu cümleler ile izah edilir:

“Fransa’da büyük ihtilal çıktı. (Hâkimiyet-i millîye) yani

milletin kendi işlerini kanun dairesinde görmek, hür yani herkes kanun dairesinde serbest yaşamak, memlekette kanundan büyük hiçbir şey tanınmamak, herkes kanun nazarında bir olmak esasları üzerine karışıklık çıktı. Fransızlar hükümdarlarını tutup kestiler. Fransa bu ihtilal ile büyük ve insaniyetkârane davranıyordu. Padişahlar istediklerini yaparak kızdıklarını haklı haksız sürüp kesiyorlardı.”240

İhtilalin Osmanlı Devleti içerisindeki gayrimüslimlere tesir etmesi suretiyle çıkan iç karışıklıklar neticesinde, Osmanlı aydınları uhdesinde zuhur eden hürriyetçi tasavvur, etkisini yaklaşık yarım asır boyunca sürdürecek ve II. Meşrutiyet’in ilanını sağlayacaktır. Tarih ders kitaplarında bu süreç özellikle “hürriyet”, “uhuvvet”, “müsavat”, “adalet”, “istibdat” ve “hâkimiyet-i millîye” kavramları ekseninde değerlendirilmîştir. Ali Reşad ve Ali Seydi Tanzimat’ın ilanını “tebaaya müsavat ve

hürriyet bahşetmek”241 olarak değerlendirirken, Ahmed Refik de “ahaliye hürriyet

verilmesi”242 şeklinde ifade etmiştir.

Okuyucular üzerinde bir Osmanlılık tesiri yaratmayı hedefleyen bu kavramların, Tarih-i Osmanîlerde yüzeysel olarak geçilmesine karşın medeniyet ve ahlak kitaplarında detaylı olarak anlatıldığı görülmektedir. Yazarlar özellikle üstünde durdukları “hürriyet”, “adalet”, “müsavat” ve “uhuvvet” kavramlarını ayrı ayrı dile getirerek daha sağlıklı anlaşılması adına detaylara yer vermişlerdir:

240 Ahmed Rasim, Resimli ve Haritalı Küçük Tarih-i Osmanî, İstanbul 1329, s.69. 241 Ali Reşad – Ali Seydi, Tarih-i Osmanî, İkram Matbaası, 1327, s.120.

“Hürriyet başkalarının hakkına tecavüz etmemek şartıyla herkesin serbest olması demektir.”243

“Hepimizin, insan olduğu için aynı hakka malik bulunmasına ve kanunun karşısında hepimizin bir olmasına müsavat denir.”244

“Bir milletin efradı birbirlerinin hakkına riayet etmezlerse o millette saadet ve intizam olamaz. Herkesin birbirinin hakkına riayet etmesine ve kendi nefsine ve şahikasına karşı nasıl yapmalarını isterlerse diğerlerine karşı da öyle muamele etmesine adalet denir.”245

“Uhuvvet kardeşlik demektir. Bütün efrad-ı milletin, hatta bütün insanların birbirlerini sevip iyi geçinmeleridir.”246

Ahmed Ziya ve Ali Haydar bu dört kavramı “Kanun-i Esasî’nin ve bütün

kanunların ruhu ve temeli” olarak ifade etmektedirler. Ele alınan kavramlar

içerisinde en temkinli yaklaşılan ise “hürriyet” kavramıdır. Ahmed Ziya ve Ali Haydar’ın eserlerinde değindikleri başkalarının hakkına tecavüz etmemek ifadesi bir başka eserde de vurgulanmaktadır:

“Hürriyet; insan işinde serbest bulunması demektir, lakin

dünyada hiçbir insan tam bir hürriyete malik değildir. Vahşiler bile bir çok adet-i batılaya tabi olarak hürriyetlerini tahdîd etmişlerdir. Bunun için hürriyet denilince herkes her istediğini yapabilir zan etmemelidir.”247

Zaman zaman kavramların dayanak noktası ise din olmuştur. Yazarlar kavramların meşruluğunu ortaya koyabilmek adına tanımlarını yaptıktan sonra Kur’an-ı Kerim ve Hadisi Şeriflerden örnekler vererek dayanak noktalarını kuvvetlendirmişlerdir. Örnek verilecek olursa, hürriyet kavramının meşruluğunu

243 Ahmed Ziya – Ali Haydar, Malumat-ı Medeniye (2. Kısım), Kanaat Matbaası, 1329, s.47. 244 Ahmed Ziya – Ali Haydar, a.g.e., s.48.

245 Ahmed Ziya – Ali Haydar, a.g.e., s.50. 246 Ahmed Ziya – Ali Haydar, a.g.e., s.51.

kanıtlamak maksadı ile “Kur’an-ı Kerim’de ‘herkes kendi ef’âlinden mesuldür.’

Buyurulmuştur.”248 ifadesine yer verilmîştir.

Eserlerde üzerinde sıkça durulan bir diğer nokta ise meşrutiyetin meşruluğu meselesidir. Bir taraftan toplumun henüz tam manası ile alışık olmadığı yeni rejimi kabul ettirme çabası, diğer taraftan ise 31 Mart Vakasında olduğu gibi meşrutiyete karşı oluşabilecek bir darbe girişiminin korkusundan hareketle kitaplarda sıklıkla meşrutiyet rejiminin propagandasının yapıldığı görülmektedir.249 Meşrutiyetin müdafaası olarak nitelendirebilecek olan propaganda “hâkimiyet-i millîye”, “Kanun-i Esasî” ve “istibdat” kavramları etrafında şekillendirilmîştir.

Ders kitaplarında idare usullerinin “idare-i mutlaka”, “idare-i meşruta” ve “idare-i cumhuriye” olmak üzere üçe ayrıldığı saptanır. İdare-i mutlaka “bir milletin

doğrudan doğruya yalnız bir hükümdarın idare-i keyfiyesine tabi olması” olarak

açıklanmakta ve bu idare usulünün aynı zamanda istibdat idaresi olduğu vurgulanmaktadır.250 İdare-i mutlaka usulünün milleti koyun sürüsüne çevirdiğine,

milletin insandan sayılmayıp adeta hayvan derecesine düştüğüne ve hükümetin bu

usul-ü idarede milleti soyduğuna, milleti fakir ve sefil düşürdüğüne dair genel bir kanaat hâkimdir.251

İdare-i mutlaka hakkında olumsuz motiflerin örnek gösterilmesine karşın idare-i meşrutanın övülmesi dönemin propagandası mahiyetindedir. İdare-i meşrutanın tanımı ile toplumların kendilerini idare edebilme yönteminin en iyi meşrutiyet usulü ile gerçekleşeceği belirtilir:

“milletle devlet arasında bazı şerait ve kavaninin vaziiyle olur ki

millet ve devletten her ikisi de bu kavaninden zerre kadar ayrılamazlar. Bu kavanin ise meclis-i Umumî tarafından konulur” izahatiyle

yapıldıktan sonra bir milletin ancak meşruta usulü ile saygınlık

kazanacağına ve terakki edebileceğine değinilir.252 “Bir milletin hukuk-u

248 Ahmed Ziya – Ali Haydar, a.g.e., s.47.

249 Nuri Doğan, Ders Kitapları Ve Sosyalleşme (1876-1918), Bağlam Yayınları, İstanbul 1994, s.75. 250 Doktor Hâzık, Malumat-ı Madeniye (Birinci Kısım), İkram Matbaası, 1325, s.16.

251 Ahmed Ziya – Ali Haydar, a.g.e., s.35. 252 Doktor Hâzık, a.g.e., s.17.

tabiiye ve medeniye ve içtimaiyesine sahip olarak kendisini idare etmesine hâkimiyet-i millîye denir ki hâkimiyet-i millîye, idare-i meşruta ile olur.”253

İdare-i cumhuriyenin, meşruta usulünden tek farkı ise hükümdarın seçim yolu ile on beş yılda bir seçilmesi şeklinde olduğu aktarılır.

Sırrı Cemil idare-i meşruta usulüne referans olarak İngilizleri örnek vererek, dönemin en kuvvetli devleti olarak addedilen İngilizlerin böyle terakki etmiş olmalarına meşrutiyet örneğini vererek adeta yol göstermektedir:

“Millet Meclisi İngilizlerin hukuk beyannamesini yani Kanun-i

Esasî’yi yazdı ki her bir İngiltere kralı bunu tanıyacağına dair söz vermeye borçludur. Millet mebusları her sene toplanmaya mecburdur. Bunlar vergiyi tasdik eder ve kanunlar yaparlar. Kralın idaresizliği görüldüğü zaman onu tanımamaya hakları vardır. Hiçbir İngiliz muhakeme edilmeden hapis edilemez ve ancak jüri denilen memleket ahalisi tarafından muhakeme olunabilir. Bu usulde kral keyfine göre her istediğini emredemez. Memleket ahalisinin hukukuna ve Kanun-i Esasî’ye riayet etmek mecburdur. Millet kendi mebusan meclisi ile idare eder. Bu suretle hükümet-i meşruta namı verilir. İngilizler bu idareyi kabul eden birinci millettir. Onlar büyük bir inkılap yaptılar ki bu da Fransızların inkılabını hazırladı.”254

Doktor Hâzık Malumat-ı Medeniyesinde öğrencilere idare-i mutlakanın ne derecede kötü bir usul olduğunu şöyle açıklar:

“Devr-i istibdadın zulümlerini bilenlerden sorup öğreniniz. O

devirlerin acılarını bizzat düçar olmuş gibi hiç unutmayınız. Eğer unutursanız sonra sizde devr-i istibdada mahkûm olur ve zulümler altında ezilirsiniz. Hukukunuz saadetiniz mahvolur. Devr-i istibdatta

253 Ahmed Ziya – Ali Haydar, a.g.e., s.34.

sizin gibi çocuklar ezilir, gençler, ihtiyarlar hapislerde, zindanlarda çürür. Alimler, fazıllar, bin türlü işkencelerle mahvedilirler.”255

Meşrutiyet rejiminin temelini sağlamlaştırmak ve II. Abdülhamid Devri’nin savunucularının taarruzundan korunmak için tarih ders kitapları hükümetin elindeki en önemli araç idi. Hükümet bilhassa mekteplerde “hükümet-i müstebidenin mehâziri” ve “meşrutiyetin nimetleri”256 konularının, öğrenciler üzerinde tesiri inkâr edilemez boyutlarda etkiler yaratmasını tahayyül ederek, ders kitaplarının bu konular etrafında yazılmasını talep etmekteydi. Her ne kadar I. Meşrutiyet’i ve II. Meşrutiyet’i ilan eden padişah olsa da Sultan II. Abdülhamid bu sebeple eserlerde en çok eleştirilen şahsiyet olmuştur. Ahmet Rasim onun hakkında “Mithat Paşa gibi

akil, hâkim bir vezirin yaptığı (Kanun-i Esasî)yi millete verdi. Fakat 1294’te açılan Rusya muharebesinin sonunda hile ile yine milletin elinden aldı.” ifadelerine yer

verecek ve onun döneminde yaşanan tüm hadiselerin sorumlusu olarak Abdülhamid’i işaret edecektir.257 Aynı üslup Nüzhet’in “Muharebeden Sonra Abdülhamid Ne

Yaptı?” sorusuna verdiği cevapta da görülür:

“Malikimizin parçalanmasıyla Abdülhamid’e gayet ağır bir

vazife tertib ediyordu ki o da perişan hale giren devleti ıslah ve milleti ihya edecek tedbirlere çalışması idi. Halbûki bunları yapmadıktan maada vükelasından ve hal’ vakalarını icra edenlerden intikam almaya kalktı, ezcümle Mithat Paşa gibi vatanını sever ve milletinin terakkisine çalışan bir zatı mahvetti. Kendi mevkiini kuvvetlendirmek için her türlü fenalığı icra ve millet meclisini dağıttı ve devr-i istibdadı adeta icat ederek otuz kadar sene millete kan ağlattı.”258

“Abdülhamid damarlarındaki istibdat kanının hükmünü icra için millet meclisini kapattı, mebusları sürdürdü. Hâsılı millete 33 sene kan ağlattı.”259Ahmed

Reşid’in bu ifadesi aslında istibdat rejiminin sadece Abdülhamid’e özgü olmadığını ve meşrutiyet öncesi tüm devirlerin istibdat dönemi olarak kabul edildiği fikrinin bir

255 Doktor Hâzık, a.g.e., s.19.

256 Mehmet Kaan Çalen, “Jön Türkler Ve Hürriyetçi Tarih Tasavvuru”.., s.681. 257 Ahmed Rasim, a.g.e., s.78-82.

258 Nüzhet, Yeni Küçük Osmanlı Tarihi, 1325, s.53.

yansımasıdır. Dikkat çeken bir diğer husus ise II. Abdülhamid’e karşı bir figür olarak hürriyetçi Mithat Paşa’nın önemine yapılan vurgulardır. Mithat Paşa, II. Abdülhamid döneminin meşrutiyet propagandası açısından kurgulanan en önemli motiftir. Neredeyse tüm ders kitaplarında fedakâr vezire dair bir bulguya rastlamak mümkündür:

“Mithat Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa bir gece mekatib-i

harbiye şakirdanını aldılar; Sultan Abdülaziz’in oturduğu Dolmabahçe Sarayı’nı kuşattılar. Abdülaziz’i tahttan indirip Topkapı Sarayı’na gönderdiler. Milleti bu suretle felaketten kurtardılar.”260

“Bizim idaremiz ilk evvel 1293 senesinde şehid muhterem, millet

babası, Mithat Paşa’nın himmetiyle meşruta olmuş idi.”261

Abdülhamid örneğinde olduğu gibi Abdülaziz döneminde de Ali ve Fuad Paşaların “büyük himmetler gösterdikleri” belirtilmektedir. Abdülaziz döneminde paşaların hayatta olduğu dönem terakki dönemi; paşaların vefatından sonraki dönem ise “Abdülaziz yalnız başına kalınca devleti istediği gibi idare etmeye başladı.

Milletin parasını israf etti. Hiç yoktan saraylar, köşkler yaptırdı. Vükelaya, büyük adamlara hakaret etti. Devletin hazinesinde bir para kalmadı. Millet ezildikçe

ezildi.”262 şeklinde ifade edilmektedir. Yine Abdülaziz döneminde Yeni

Osmanlıların zuhur etmesi de takdire şayan ifadelerle dile getirilir:

“Şu ahval ile devletin fena ve çıkmaz bir yola girdiğini herkes

göremeyip ancak parlak fikirli bir takım gençler bunu his ile şikâyette bulunuyordu. Bunların birçoğu Avrupa’ya giderek hükumet adamları aleyhine gazeteler çıkarmaya, halkın fikrini açmaya çalıştılar. İşte bunlara (Yeni Osmanlılar) veya (Jön Türkler) denilir ki fikir açmak hususunda bunların çok himmet ve hidmeti görüldü. Mısırlı Mustafa

260 Ahmed Refik, Küçük Tarih-i Osmanî.., s.114. 261 Doktor Hâzık, a.g.e., s.17.

Fazıl Paşa, Namık Kemal Beg, Ali Suavi Efendi, Ziya Paşa, Şinasi Efendi bunlardandı.”263

Özellikle Ahmed Refik tarih ders kitaplarında bu aydınların resimlerine yer vererek öğrencilerin zihinlerine iyice kazınmalarını sağlamıştır.264 Mithat Paşa ve Namık Kemal gibi Yeni Osmanlıların düşüncelerini temsil eden şahsiyetler “parlak

fikirli gençler” ve “milletin fedakâr evlatları” olarak simgelenmekte ve meşrutiyet

yolunu açan aydınlar olarak gösterilmektedir.265

Ders kitaplarının kaleme alındıkları dönem olan V. Murad ile İttihat ve Terakki cemiyeti hakkında da tabii olarak olumlu bir dil kullanılmaktadır. V. Murad “millete kendilerini baba gibi sevdiren”, “milletimizin pederi”, “müsavat, uhuvvet,

adalet ve hürriyet taraftarı”, “bütün arzusu milleti hür yaşatmak, terakki ettirmek olan bir padişah”; İttihat ve Terakki Cemiyeti ise “Avrupa’ya kaçan Yeni Osmanlıların teşkil eylediği fırkanın fedakârları” olarak tasvir edilmektedir. 266