• Sonuç bulunamadı

Şuh Simayı Çevreleyen Diğer Güzellik Unsurları “Ben, Yanak, Zülf, Diş, Kaş ve Ayva Tüyü” ile Şuh Sevgili

1. BÖLÜM: ŞUHLUK VE ŞUHÂNE TARZ KAVRAMLARI Şûhluk ve Şûhâne Tarzın Anlam Çerçevesi

1.4. Şûh Sevgilinin Fiziksel Görünümleri

1.4.7. Şuh Simayı Çevreleyen Diğer Güzellik Unsurları “Ben, Yanak, Zülf, Diş, Kaş ve Ayva Tüyü” ile Şuh Sevgili

Klasik şiirde sevgilinin beninden ayva tüyüne kadar yanağı, dişleri ve kaşları da kusursuz güzelliğini tamamlamaları yönüyle şuh bir görüntü oluşturmaktadır. Bu görüntüde güzelliğini sergileyen sevgilinin, söz konusu güzellik usnurlarına şuh nitelikler de yansımıştır. Nedîm takipçisi Neylî’nin aşağıdaki ifadeleri, gözleri, kaşı, elleri ve ayakları ile güzel olan bir sevgiliyi çizerken, bu güzellik unsurlarını ön plana çıkarmaktadır. Bu sevgili ay gibi ışıltısı ile şehrin içinde bir benzeri görülmeyen hercaî bir güzeldir. Böyle nitelikleri sevgilinin bir nevi şuh olduğunu da ifade etmektedir. Bu betimlemeyi yapan Nedîm takipçisi şair, bu sevgiliyi her yönüyle tasvir etmektedir. Beyitte de görüleceği gibi bu hâliyle sevgili, şuhluk vasıflarını hercaîliği ile görünür kılmakta ve sevgili bir ay gibi parıltılı bir renklilikle seyran etmektedir:

Çeşm u ebrûsı güzel desti güzel pâyı güzel

Görmedüm ol meh-i şehrîgibi hercâî güzel (Neylî, takr.3/83)

Edirneli Nazmî’ye göre böyle bir sevgili şuhtur, yani şuh bir dilberdir. Bu dilberin varlığı ile yaşamsal lezzetleri bulmanın keyfine ulaşan âşık, her an sırdaşı, arkadaşı olan dilber sayesinde, tüm gamlarının bertaraf edildiği ebedî bir mutluluğun zevkini tadabilmiştir. Edirneli Nazmî, aşağıdaki beytinde bu şuh dilberin tasvirini yapmaktadır. Şairin bu söyleminde Dehhânî’den itibaren pek çok klasik şair de olduğu gibi sevgiliyle doyasıya yaşama ve hayattan zevk alma anlayışının da vurgulandığı görülmektedir:

Her dem anun kim ola hemdemi bir dilber-i şûh

Ne safâdur ki o yüzden ebedî görmez o gam (Edirneli Nazmî, g.4472/2) Edirneli Nazmî’nin yukarıdaki ifadesiyle ebedî bir mutluluğu âşığına bağışlayan sevgili, az bulunan söz mücevherinin (Bâkî, g.112/mıs.2) odağına yerleşmiş, gönlü alıp kendine doğru sürükleyen uzun boyu, siyah gözleri ve gerçekten güzel olan kaşları ile bütün uzuvlarının güzelliğini teşhir eden bir

95

güzellik numunesine dönüşmüştür. Bâkî’nin aşağıdaki beytinde mükemmel güzelliğin numuneleri olarak beliren gönül çelen boy, siyah gözler ve kaşlar onun güzel vasıflarının üzerinde resmedilmektedir. Çünkü bu vasıflar, sevgilinin güzelliğini tamamlamaktadır:

Âlet-i hüsni mükemmel kad-i dil-cû da güzel

Ol siyeh gözler ile hak bu ki ebrû da güzel (Bâkî, g.313/1)

Baştan ayağa güzellik numunesi olan bu sevgili omuzlarına dökülen kıvrımlı saçlarıyla da dikkat çekmektedir. Bu saçlar, sevgilinin işvesiyle orantılı olarak şairin işve-pesend duygularına hitap etmekte, tutkulu bir bağlılığa dönüşmektedir. Bu bağlılığa neden olan manzarada sevgilinin omuzlarına dökülen saçlarına, omuzlarından akan şalı da eşlik etmektedir. Râşid’in aşağıdaki beytinde çizdiği tablonun şuh nitelikler taşıdığını görmekteyiz. Çünkü burada saçlarını çözüp omuzlarına bırakan sevgili, âşığı karşısında raks etmekte, âşığı ise bu oynak işvelerin müptelası olarak karşılaştığı bu manzaranın keyfini sürmektedir. Bu keyfin sevgilinin oynak raksı ve işvesiyle bağlantılı olduğunu, şairin bu işveye tutkulu bir beğeniyle bağlı olduğunu görmekteyiz:

Çöz ‘ukdeyi dök dûşa o gîsû-yı siyâhı

Raks eyle edâlarla biraz ‘işve-pesendüm (Râşid, g.CLII/3)

Şalın, sevgilinin omuzlarından beline kadar uzanıp surîninde/kalçalarında buluştuğu anı, Arpaeminizade Sâmî de aşağıdaki beytinde ifade etmektedir.

Samî’nin aşağıdaki ifadesiyle dilberin ince beline şal ve kemer uçlarının döküldüğü bu zaman dilimi, aynı zamanda sevdanın sevgilinin ince beline dolandığı andır. Dilberin beline kadar inen şalın ve ince belini kavrayan kemerin uçlarının hakim olduğu şuhlukta, gözlemler, sanki dilbere sevda ile bağlanma ve ince beline sarılma arzusunu çağrıştırmaktadır. Beyitte baştan uca kadar inen şal ve uçları görünen kemer; sevgilinin şuh cazibesine eklemlenmektedir:

Sevdâ miyânına sarılur ol zamânda kim

Dilber surîne şâl ü kemer uçların döker (Arpaeminizade Samî, g.28/5)

96

Sevgilinin saçları kuşatılmışlık ve kapsayıcılık niteliği ile de göz doldurmaktadır. Bu gönül çekici manzarada Hayâlî Bey’in aşağıdaki ifadesiyle inci dişleri, mercandan rengini alan dudakları ve bir güzellik denizi konumundaki yanakları ile sınırsız bir akıcılığın timsali olan sevgilinin güzelliği rol oynamaktadır. Saçlar böylece bu sınırsız güzellik denizini iki koldan kuşatan/omuzlarına iki yandan sarkan timsah gibi kaplamakta, sevgilinin kusursuz görünümüne olağanı aşan bir güzellik bağışlamaktadır. Bu güzellik denizine sevgilinin afet dalgaları gibi gür ve çoşkun kaşları ise devasa bir manzaranın kaynağı olarak dâhil olabilmiştir. Böylece sevgili bir timsah kuşatıcılığında ve kapsayıcılığında eşsiz güzelliğin hâkimi olabilmiştir. Bu hükmediş kanaatimizce, sevgilinin deniz gibi sınırsız güzelliğinde hem değerlilik hem de gücü bir potada buluşturabilmiştir. Çünkü sevgilinin güzelliği, bu çoşkun dalgaların ve ifade ettiği manzaranın görünümünde ortaya çıkmıştır.

Hayâlî Bey, beytinde klasik gelenekte de olduğu gibi sevgilinin yanaklarını güzellik denizi, dişlerini inciye ve dudaklarını mercana teşbih etse de saçlarını, iki deniz arasında bir timsah misali görünen bir afetin dalgalarına benzettiği durum orijinaldir ve şuh nitelikler taşımaktadır:

Dişün lü’lü lebün mercân ruhun bahr-i melâhatdür

İki zülfün neheng ol bahre kaşun mevc-i âfetdür (Hayâlî, g.5/1)

Görüldüğü gibi sevgilinin görünümüne saçlar, kuşatıcılık, kapsayıcılık ve kıvrımlı/dalgalı yapısıyla ayrı bir güzellik katmaktadır. Bu zülüfler, sevgilinin eşsiz endamıyla devreye girerek, bu sınırsız güzelliği tamamlayıcı rol üstlenmektedir. Hayâlî’nin yukarıdaki ifadesiyle iki büklümlü yapısı ile bir timsah gibi güzellik denizini dalgalandıran saçlar, Necâtî’nin aşağıdaki beytinde anber gibi kokusuyla büyülemektedir. Bu büyüye servi boyu ve lâle yanağını da eklemleyen sevgili, yasemin gibi teni ve gonca dudakları ile gönül çekiciliğini üzerinde taşımakta, şuhâne manzaralar bağışlamaya devam etmektedir. Tenin yasemin kokusunun, saçların anberi ile karıştığı bu tabloda yabani servi gibi boyu ve lâle yanakları ile sevgili, bir nevi şuhluk timsali olmaya devam etmektedir. Necâtî bu şuhluğu, klasik şiirde çokça kullanılan servi, semen-ber, zülf-anber gibi mefhumlar üzerinden anlatma yoluna gitmektedir.:

97 Zülfi ‘anber boyı ‘ar‘ar serv-kadd ü lâle-had

Bir semen-ber gonca-leb dildâr dirsen işte sen (Necâtî, g.433/2)

Klasik şiirde bakışların gezdirildiği şuhâne manzaralarda saçlar, sevgiliden buse alındığı ana da hükmetmektedir. Böyle bir anda âşık; sevgiliden bir buse alırken saçlar, yine sevgilinin omuzlarına doğru dalgalanmıştır. Bu durum saçların buse almaya engel olması hayalini şairin zihninde oluşturmuştur. Ama bunun Bursalı Rahmî için önemi yoktur. Şair, aşağıdaki ifadesiyle bu tabloda dudağa yönelmeyi devam ettirme eğilimindedir. Çünkü şair, su içerken yılanın insanı sokmayacağını bilmekte ve yılan gibi saçların sevgilinin yüzüne hücum etmesine/hükmedişine aldırmamaktadır. Şairde bu duygu susayan insanın suya olan özlemini gidermesi gibi seyretmekte ve dudaklara olan müştaklığa odaklanmaktadır. Rahmî’nin bu duyguları ifadede mahallî söyleyişleri kullanması kendi tasavvur ve tahayyülüdür:

Dil lebünden bûse alurken ider zülfün hücûm

Gerçi dirler su içerken âdemi sokmaz yılan (Bursalı Rahmî Çelebî, g.148/3)

Mezâkî ise bir bahçe atmosferinde bakışlarını hafif esen rüzgâra yönlendirir. Yahyâ Efendi’yi hatırlatır tarzda aşağıdaki beytinde şair, gül bahçesinin ağaçlarını/güzellerini hafif esen nesim rüzgârı gibi temaşa etmekte, yârin zülfünün hoş kokusunu duyarak mutlu olmaktadır. Yahyâ’nın bir aksiyon adamı olarak nesim gibi goncanın/sevgilinin kucağına sürüklenmesi gibi şair, sevgilinin saçlarına nesim gibi dokunurcasına, saçın burnunda bıraktığı hoş kokunun keyfini sürmeyi tahayyül etmektedir. Şair, beytinde sevgilinin temaşasıyla yetinmeyerek, kokusuna da ulaşmayı hatta bu kokuyu içselleştirmeyi arzulayan bir atmosfer çizmektedir:

Nesîm-âsâ temâşâ eylesem ezhâr-ı gülzârı

Velî hoş-bû meşâm-ı Nükhet-i zülf-i nigâr olsam (Mezâkî, g.298/2)

98

Görüldüğü gibi şuhâne tarzda sevgilinin saçlarının cazibesi ve kokusu, ona yakınlaşmayı arzulayan bir duygulanım düzeyinde durmaktadır. Bu görünümde şuh sevgili, saçlarındaki cazibeye enfes kokusunu da eklemektedir. Azmizade Hâletî’nin aşağıdaki ifadelerinde sevgilinin cazibesi kaküllerine de yansımakta, sevgilinin boynuna akan bu kaküller görünümüyle bakışları cezbetmektedir. Bu şuh akıcılık sanki, gümüşün âşık tarafından altına evrilme sürecindeki maddesel akıcılıkla bütünleşmektedir. Böyle bir akıcılık, sevgilinin dünyayı karıştıran/fitneye atan güzelliğinde devrederken, ayva tüylerine de sirayet etmekte, kaküllerden boyna akan koku dudakların çevresindeki ayva tüylerinde toplanarak sevgilinin eşsiz güzelliği tamamlanmaktadır. Şair, bu kokuyu alma hissini sevgilinin yanağına yakın olma arzusuyla ayva tüylerine vererek kendini tecrit ertmektedir. Bu tecrit, klasik estetiğin sevgilinin güzelliğini bayağılaştırmadan koruma hususundaki masumiyetinden kaynaklanmaktadır:

Âşûb-cihânlık hat-ı müşkînüne kaldı

Gîsûların ol şûh-ı cihân boynına aldı (Azmizade Hâletî, g.856/1)

Bâkî’nin aşağıdaki beytinde saçların kıvrımlı hâline ayva tüyleri de eşlik etmektedir. Hatta ayva tüyleri sevgilinin afiyetler ihsan eden lebini çevreleyerek sevgilinin güzelliğini tamamlamaktadır. Bu tamamlayıcılığı beytinde şair, ayva tüylerinin görünümünü şeker üstüne şirinlik yazılan bir manzaraya teşbih etmektedir. Şekerin, şirinlikle buluştuğu bu manzarada bakışların, tatlılığı ayva tüyüne de yönlendirdiği görülmektedir:

Nûşîn lebinde hattını kim görse Bâkıyâ

Şîrînlik yazıldı sanur şekker üstine (Bâkî, g.428/5)

Gelibolulu Âlî ise aşağıdaki beytinde ayva tüyü ile zülüflerin sarılıp kucaklaşma misali kurduğu yakınlaşmayı resmetmektedir. Bu görüntüde sarılmak, hasret duygusu ya da kıskançlık arzusu ile söz konusu olmakta başkalarına yönelen bir tepki olarak ifade edilmektedir. Bu tepkinin adını Gelibolulu Âlî aşağıdaki beytinde “mihnet” koymaktadır. Bu hâletle o şuhun ayva tüyü ve saçları birbirini kucaklamış ve birbirine sarılmıştır. Bu tasvir, sanki

99

hasretle birbirini kucaklayıp saran iki âşığın kavuşma anıyla örtüşmektedir. Bu durum klasik şiirde çoğunlukla resmedilen ulaşılamayan sevgiliye duyulan özlem ile kıskançlık duygularını tetiklemektedir. Şair bu duygulanım düzeyinde ayva tüyü ile zülüflerin sarılmasını ya hasret ya da mihnet duygusuyla gerçekleşme üzerinden sorgulamakta, ayva tüyüne dökülen zülüflerin kapsayıcılığından sanki şuh bir sarılma eylemi açığa çıkarmaktadır:

İki hasret mi yâ ʿuşşâka bir mihnet midür ʿÂlî

O şûhun hatt u zülfi birbirin kuçmış sarılmışdur (Gelibolulu Âlî, g.286/5) Şuh sevgilinin güzelliğine dudakları yanında biten ayva tüyleri sanki güzellikte dudakla yarışırcasına eşlik etmektedir. Bu eşlikte yanaktan, dudaklara, ayva tüyüne kadar yansıyan ve gönlü perişan eden bir güzellikle görünen sevgili, mahbûb-ı cihân olarak âşığının bakışlarını süslemektedir. Burada sevgili mahbub olarak belirmekte ve şuh olarak resmedilmektedir:

Bu hüsn-i dil-aşûb ile mahbûb-ı cihânsın

Ey şûh ruhun hûb lebün hûb hatun hûb (Celilî, g.29/6)

Sevgilinin simasının çevrelediği güzellikte ayva tüyü, yanağın letafetinden ve güzelliğinden izler alarak hoş bir görünüm oluşturmaktadır. Bu görünüme sadece dudak değil, yanaklarda eşlik etmektedir. Böylece sevgilinin gonca dudaklarından yanağına yansıyan güzellik; yanağın letafetinden ayva tüyüne sirayet ederek üçlü tenasübü tamamlamaktadır. Bu tenasüp bir su akıcılığında yanakta dalgalanmaya, sevgilinin güzelliğine bir içim su misali berraklık ve hoşluk bırakarak bu estetik akıcılığı devam ettirmektedir. Ahmet Paşa’nın aşağıdaki beytinde görüldüğü gibi bir suyun yanaktan ter damlaları gibi akarken bıraktığı latif görünüm, kanımızca klasik söylemi aşan şuh bir nitelik arz etmektedir:

İzârın âbı ne sudur ki hüsn mevcin urur

Letâfetinden eder hattına sirâyet-i lutf (Ahmet Paşa, g.142/6)

100

Sevgilinin ayva tüyündeki şuhluk, Nedîm’in afet olmaya doğru yol alan sevgilisinin serpilme ve gelişme çizgisini de açığa vurmaktadır. Bu durum Nedîm müjdecisi şair Mezâkî’nin aşağıdaki beytinde görünür kılınmaktadır. Bu sevgili, siyah beni ve gürleşen ayva tüyleriyle dünyayı karıştıran göz alıcı bir güzelliğe sahip olmakta ve bir dünya afeti olmaya doğru gitmektedir. Bu serpilme, Nedîm’in kıyametler koparan sevgilisini hatırlatırcasına beytin dokusuna işlenmiş bulunmaktadır. Görüldüğü gibi sevgilinin Nedîmâne çehresini kazanmasında Mezâkî, Nedîm’e giden yolda kavşak olmuş, bu tarzın Nedîm’i müjdeleyen kulvarında yazdığı manzumelerle göz doldurmuştur:

Hâl-i siyehiyle hat-ı nev-hîzi o şûhun

Âşûb-ı cihân âfet-i devrân olacakdur (Mezâkî, g.86/2)

Klasik şiirde sevgilinin dudağı çevresinde ayva tüyünün dışında, “ben”i de bütün albenisiyle şuh bir görünüm almaktadır. Bu görünümün ise klasik estetik doğrultusunda sanatsal bir nedenle ele alındığı görülmektedir. Azmizade Hâletî’nin aşağıdaki beyti böyle bir görünümü ifade etmektedir. Beytinde şair, şarhoş hâlde sevgilinin dudaklarına yönelttiği sınırsız buseler nedeniyle, emdiği yerlerin karardığını söyleyerek bu sanatsal nedeni ifade etmektedir. Hâletî’nin algısında bendeki karalık, emilen ve öpülen dudağın sınırsız öpüşler karşısında aldığı kararma hâliyle bütünleştirilmektedir. Şair böylece Nedîm’in dudak bahsinde verdiğimiz beytinde ifade ettiği gibi (g.143/2) sınırsız buseler ile sevgiliye yönelttiği şuh nitelikleri vurgulamaktadır:

Nümâyân oldı sanma câ-be-câ hâl-i leb-i dil-ber

Lebin mestâne emmişdüm kararmış emdügüm yirler (Azmizade Hâletî,g.162/1)

Sevgilide dudakların çevresini kaplayan “ben”, sanki sevgiliyle kurulan yakınlaşmayı da açığa vurmaktadır. Böyle bir anda Haşmet’in aşağıdaki ifadesiyle lal dudaklar şeker gibi tatlı tatlı emilmekte, sevgilinin yanağındaki siyah renkli benler anber gibi koklanmaktadır. Şair, bu eylemi gönlüne vermekte, tecridi bir estetikle öpüşlerin dudaktan, anber kokulu benlere

101

yönlendirilmesiyle yakınlaşmanın gerçekleştiğini ve sevgilinin kokusunu hissettiğini vurgulamaktadır. Bu vurgu kanaatimizce, yakınlaşmanın sevgilinin tenine doğru kaydırıldığının hissî terennümü olmaktadır:

Tatlı tatlı emdi dil la’l-i lebin sükker gibi

Kokladım hâl-i siyeh-fâm-ı ruhun anber gibi (Haşmet, g.245/1)

Şûh söylemde sevgiliyle birlikteliğe de vesile olduğu gözlenen “ben”, lal renkli dudak ile leb-be-leb bulunmakta, iki bedenin yakınlaştığı anı sanki şuhluk ile resmetmektedir. Bu birliktelik tablosu, Ahmedî’nin aşağıdaki beytinde ifade ettiği gibi Hızır’ın ölümsüzlük suyuna ulaşmasıyla eşdeğerdir. Hızır, nasıl tek başına bengü suya sahip olmuşsa “ben” de lal dudağa olan yakınlığı ile aynı konumu elde etmiştir Şair beytinde bu şuh duyguları geleneği takip ederek pek çok klasik şair gibi Hızır ve âb-ı hayvân ile la’l ve leb mazmunlarının birbirleriyle ilgisi doğrultusunda lef ü neşr sanatı çerçevesinde ifade etmiştir:

Hızırdur Âb-ı Hayvâna irişmiş

Benün kim la’lün ile leb-be-lebdür (Ahmedî, g.171/2)

Şuhâne tarzda güzelin, boynunda ve yüzünde püskürme benleri ile dikkatleri celbettiği görülmektedir. İlk kez mahallîleşme akımıyla klasik şiire dahil olduğu söylenen “püskürme ben”in de klasik şiirde güzellerin yüzünde bir güzellik nişanesi olarak betimlendiği görülmektedir (Koşik, 2020: 117).

Aşağıdaki beyit de görüldüğü üzere Diyarbakırlı Hâmî’nin nazarında bu “ben”, Hindistan/Bengâleden gelmiş taze bir kumaş olarak belirmektedir. Şair, betimlemesini o devirde yapılan kumaş ticaretine vurgu yaparak ifade etmekte, sosyal yapıyı da klasik gelenek doğrultusunda beytine eklemektedir.

Gören püskürme hâlin rûy-ı alında o şûhun dir

Benekli bir kumâş-ı tâzedir Bengâleden gelmiş (Hâmî, g.23/2)

Faik Ömer de püskürme siyah benli şuhun seyredilmesi gerektiğini belirtmektedir. Şair, klasik gelenek doğrultusunda bu püskürme “ben”i gönül

102

kuşunu tuzağa düşürmek için tuzak içerisine konulan bir yeme benzetmekte, püskürme kavramına eş anlamlı olarak serpme anlamını da eklemekte, “ben”in niteliğini ifade etme yoluna gitmektedir:

Püskürme siyeh hâlle ol şûhı da seyr it

Murg-ı dile dâm itmeğe vechinde yemi var (Faik Ömer, g.33/3)

Nedîm ise kendi şuhâne üslubu doğrultusunda püskürme beni sevgilinin gerdanına uygun bulur ve bu “ben”i şiveli, eşsiz, gül yanaklı, mor hareli kerrâkeli giysiyle seyran eden bir güzelin şahsında betimlenmektedir. Göürldüğü üzere şuh sevgili, boynuna, yanağına püskürme benler takınmakta ya da doğal püskürme benleriyle de dolaşmaktadır:

Şîvesi nâzı edâsı handesi pek bî-bedel

Gerdeni püskürme benli gözleri gâyet güzel Sırma kâkül sîm gerden zülf tel tel ince bel

Gül yanaklı gülgüli kerrâkeli mor hâreli (Nedîm, ş.42/IV)

Klasik gelenekte olduğu gibi şuh söyleminde de sevgilinin yanakları al rengi ile ön plana çıkmakta, pek çok klasik şairde de görüldüğü üzere elmaya teşbih edilmektedir. Bu teşbihte yanaklardaki benler ise elma çekirdeği olarak belirmektedir. Ebubekir Kânî’nin aşağıdaki ifadeleriyle böyle bir temaşada yanaklardaki buseler gülün rengini alarak bir yangın yeri, yani alev kızıllığına bürünmüştür.Bu görüntüde sevgilinin elma yanağındaki benler, nasıl elma çekirdeği misali kırmızı bir görünüm almışsa, yanaktaki gül buselerde bir alev kızıllığında belirmiştir. Böylece elma çekirdeğinden rengini alan sevgilinin yanaklarındaki benler, gülün alev rengi ile birleşerek, dudaktan alınan buselerin niteliğiyle aynileşmiştir. Şair bu ifadeleriyle sevgilinin güzelliğini, yanağın rengi bağlamında ve yanaktaki gül buselerin görünümüyle betimlemiştir:

Ruhsâr-ı sîb benleri elma çekirdegi

Gül-bûse cây-ı âlevî hamrâ çekirdegi (Ebubekir Kanî, g.222/1)

103

Burada şuhâne tarzın şuh sevgilisini başta “dudak” olmak üzere, diğer güzellik unsurları üzerinden çeşitli şairlerin şuh nitelikli beyitlerinden hareketle tasvir ettmiş bulunmaktayız. Bu sevgilinin, sahip olduğu nitelikler beşerî özellikleriyle göz doldurmaktadır.