• Sonuç bulunamadı

Silahsızlandırılmış Statüdeki Adaların Silahlandırılması Sorunu

BÖLÜM 2: TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDA EGE DENİZİ'NE İLİŞKİN

2.4. Silahsızlandırılmış Statüdeki Adaların Silahlandırılması Sorunu

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde gerginliğe ve güvensizliğe yol açan bir diğer önemli sorunu ise, Yunanistan’ın egemenliği altında yer alan, ancak, uluslararası Andlaşmalarla silahsızlandırma yükümlülüğüne girmiş olduğu adaları, önce gizli daha sonra açıktan, silahlandırmaya başlaması oluşturmaktadır.

Yunanistan’ın Ege’deki adaları silahlandırmaya başlamasına ilk tepkinin 29 Haziran1964’te bu ülkeye verilen nota ile olduğu görülmektedir. "Türkiye bu durumu ilk olarak 1964’te Yunanistan’ın dikkatine sunarak, 29 Haziran 1964 ‘te, bu devlete bir nota vermiş ve Rodos ve İstanköy’de yapıldığı saptanan tahkimata Andlaşmalara uyularak son verilmesini istemiştir. Yunanistan ise Temmuz 1964’te verdiği yanıtta Andlaşmalara uyduğunu ve söz konusu adalarda tahkimat yapmadığını bildirmiştir (Gürel,1993:69). Benzer bir tartışma da Yunanistan’ın 1969 yılında Limni adasını silahlandırdığına ilişkin olarak yaşanmıştır. 2 Nisan 1969 tarihinde Türkiye, Yunanistan’a vermiş olduğu bir notada Yunanistan’ın Limni’de yapmış olduğu silahlandırma ve alt yapı çalışmalarının bu adaların Andlaşmalarda silahsızlandırılmış statüsüne aykırı olduğu belirtilmiş, Yunanistan ise, 10 Mayıs 1969 tarihli cevabi notasında Andlaşmalara saygılı olduğunu belirterek; "Bu adanın havaalanında yapılmakta olan çalışmaların sivil havacılık ihtiyaçlarına cevap vermek üzere gerçekleştirilmektedir" demiştir (Pazarcı,1992:53-54).

1960’lardan itibaren, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin Kıbrıs sorunu edeniyle sıcak savaşa yönelen bir eğilim göstermesi, giderek 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs’a askerî müdahalede bulunmak zorunda kalması, iki ülke arasındaki ilişkilerde gerginliği artırırken, diğer yandan da var olan sorunları barışçıl yollardan çözüm getirilememesi, tarafların ulusal kamuoyları açısından olduğu kadar uluslararası kamuoyunda da bir Türk-Yunan savaşının kaçınılmaz olduğu kanısını

yaygınlaştırmıştır.

Yunanistan, adaları silahlandırırken bir yandan bu adaların uluslararası statüsünü düzenleyen Andlaşmaların geçerliliğini tartışma konusu haline getirmiş, diğer yandan ise, uluslararası sistemdeki değişimlerin bu Andlaşmaların kurmuş olduğu statüyü geçersiz kıldığını savunmaya başlamıştır. Andlaşmaların hukuksal geçerliliği açısından iki ülke arasındaki tartışmalar sürerken, Yunanistan, NATO savunma sistemi çerçevesinde sorunu ele alarak, öncelikle Limni olmak üzere Yunanistan’a ait olan adaların NATO savunma planları içerisine alınmasını, bu yolla silahlandırma girişimlerine meşruluk ve destek sağlamaya çalışmaktadır. Fiili olarak silahlandırılmış bulunan bu adaların NATO savunma planlarına dahil edilmesi yolundaki Yunan çabaları büyük ölçüde bu çabalara siyasal-hukuksal dayanak sağlayabilmek endişesine yönelik olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasında adaların silahlandırılmasına ilişkin görüş ayrılıkları, iki ülke arasında Lozan Barış Andlaşması’nın kurduğu dengenin bugün değiştirilmek istenmesinden kaynaklanmaktır. Ege Denizi’nde Yunanistan’ın egemenliğine bırakılmış olan adaların silahsızlandırılacağına ilişkin üç temel anlaşmadan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, 1923 Lozan Barış Andlaşması’dır. Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesi hükmüne göre;

"... Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin... 13 şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, iş bu Andlaşma’nın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve onbeşinci maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile, doğrulanmıştır.” (Soysal,1989:89–90)

Aynı Andlaşma’nın 13. maddesi ise, "Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeyi yükümlenir."diyerek; "bu adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkam kurulamayacaktır." hükmünü getirmektedir. 13. Madde hükmüne göre,

"Yunan savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır; Buna karşılık, Türkiye Hükümeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözü geçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır... Söz konusu Adalarda Yunan Silahlı Kuvvetleri, silah altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.” (Soysal,1989:90)

Bu konudaki ikinci anlaşma ise,1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’dir. Sözleşmenin 4. maddesi hükmüne göre, "... Ege Denizi’nde, Semadirek, Limni, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları" askerden arındırılacaktır. Sözleşmenin 6.maddesinde

ise, askerden arındırma şartları ve statü belirlenmiştir.

Üçüncü anlaşma, On iki Adaların Yunanistan’ın egemenliğine bırakılmasını düzenleyen 1947 Paris Barış Andlaşması’dır.

"Türkiye’nin tarafı bulunmadığı 1947 Paris Barış Andlaşması’nın 14. maddesi ile On iki Adaların en ileri biçimde askerden arındırılması öngörülmektedir. Bu adalarda her türlü askerî üs, tesis ve tahkimat yasaklanmakla kalmamakta, ayrıca, askerî eğitim ve silah üretimi de yasaklanmaktadır." (Pazarcı, A. Ü. SBF Dergisi,Temmuz-Aralık 1988:153)

Andlaşma hükümlerine aykırı olarak, Yunanistan’ın egemenliğindeki adaları silahlandırması, buralarda askerî hava alanları, deniz üsleri ve yığınaklar yapması, hukuksal açıdan Yunanistan’ın bazı gerekçelere dayanmasını gerektirmiştir. Yunanistan’ın söz konusu adaları silahlandırırken dayandığı görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz.

Adaların silahsızlandırılacağına ilişkin Andlaşmaların yapıldığı koşulların zaman içerisinde köklü değişikliklere uğramış olduğu, dolayısıyla bu konuyu düzenleyen hükümlerin geçersiz olduğu iddiası, (Pazarcı,A.Ü.SBF Dergisi Temmuz-Aralık 1988:153-157) Savaş sonrasında iki ülke arasında denge kurmayı amaçlayan silahsızlandırmaya ilişkin hükümler içeren Andlaşmalar, savaş sonrasında iki ülke arasında dostluk, barış ve işbirliğinin geliştirilmesiyle gereksiz olmuştur. Nitekim, Türkiye 1936 yılında uluslararası koşulların ve Akdeniz’deki gelişmelerin dengede değişikliğe yol açtığını ileri sürerek Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesini ileri sürmüş ve 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi, bu görüşe uygun olarak hazırlanmıştır. Dolayısıyla, koşulların değişmiş olduğu gerçeği, Yunanistan egemenliğindeki adaları silahlandırırken de kullanılabilir. Bunun yanı sıra İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ve bölgesel güç değişiklikleri silahsızlanmaya ilişkin Andlaşmaların yapıldığı koşulların köklü değişimler geçirdiğini göstermektedir. Türkiye ve Yunanistan, bu köklü değişimler dışında kalmayarak, NATO savunma sistemi içerisinde yer almışlardır. Bununla bağlantılı olarak, NATO’nun Türkiye ve Yunanistan için genel güvenlik sistemi oluşturmuş olması, adaların silahtan ve askerden arındırılmış statülerinin geçersiz kalmasına neden olmuştur.

Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine geçen 1936 Montreux Sözleşmesi’nin Yunanistan’a da adaları silahlandırma hakkı tanımış olduğu iddiası; Yunanistan’ın bu iddiasına göre Montreux Sözleşmesi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine geçmiş ve bu sözleşmede yer alan silahsızlandırmaya ilişkin hükümler, Montreux

Sözleşmesi ile ortadan kaldırılmıştır. Türkiye, bu sözleşmeye dayanarak Boğazları ve Boğaz önü adaları silahlandırmıştır. Türkiye için geçerli olan bu hak, Yunanistan için de geçerlidir; dolayısıyla Yunanistan Limni ve Semadirek adalarını silahlandırabilme hakkına sahiptir.

Bu bağlamda ileri sürülen bir diğer gerekçe ise, Türk Dışişleri Bakanı T.R. Aras’ın 31 Temmuz 1936 tarihinde TBMM’de yapmış olduğu konuşma sırasında, Türkiye’nin Boğazlar bölgesini silahlandırmaya başlamasına olanak veren Montreux Boğazlar Sözleşmesinin kabulü ile Yunanistan’ın da Limni ve Semadirek adalarını silahlandırabileceğine ilişkin açıklamasıdır. Yunanistan, T.R.Aras’ın bu sözlerinin Montreux Sözleşmesinin gerçek yorumunu oluşturduğunu ve anılan adaların Montreux Sözleşmesi ile askerleştirilebileceğini kanıtladığını bildirmektedir (Pazarcı, A.Ü.SBF Dergisi, Temmuz-Aralık 1988:156–157).

Yunanistan’ın ileri sürdüğü bir başka gerekçe ise, Türkiye’nin Montreux Sözleşmesi ile, Boğazönü adalarının silahlandırmış olmasına ilişkindir. Yunanistan’a göre bölgedeki tüm adaların statülerinin aynı şekilde düzenlenmiş olması, Yunanistan’a, egemenliği altındaki Limni ve Semadirek adalarını silahlandırma hakkı tanımaktadır (Pazarcı,1988:216).

Bütün bunların yanı sıra, Yunanistan’ın özellikle On iki Adalara ilişkin olarak ileri sürmüş olduğu bir diğer iddia ise, Türkiye’nin, 1947 Paris Barış Andlaşması’na taraf olmaması nedeniyle, bu Andlaşmaya dayanarak Yunanistan’ın adaları silahlandırma hakkına karşı çıkamayacağıdır. Yunanistan’ın yaklaşımına göre, bir Andlaşma ancak onu imzalayanlar arasında hak ve yükümlülükler doğuracağından, üçüncü devletleri bağlamaz ve hak doğurmaz. Bununla birlikte, Yunanistan’a göre, 1947 Paris Barış Andlaşması ile silahsızlandırılan İtalya’nın 1950’lerden itibaren silahlandırılması, statü değişikliğine yol açtığından Yunanistan da On iki Adaların silahsızlandırılacağına ilişkin hükümlerle bağlı olmayacaktır.

BM Andlaşması’nın vermiş olduğu meşru savunma hakkına ilişkin iddia; Yunanistan, özellikle 1974 Kıbrıs olaylarından sonra Doğu Ege adalarını Türkiye’nin tehdit ettiğini ileri sürerek, bu veriyi iddiasının temel taşı yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın 51. maddesi de üye devletlere meşru savunma hakkını tanıdığına göre, Yunanistan böyle bir tehdit karşısında askerleştirme hakkının doğduğunu ileri sürmektedir (Pazarcı,A.Ü.SBF Dergisi Temmuz-Aralık 1988:160). Yunanistan’ın ileri sürmüş olduğu iddialar karşısında Türkiye, adaların

silahsızlandırılmasına ilişkin Andlaşmaların geçerli olduğunu savunmuştur. Türkiye’nin görüşüne göre, Yunanistan’ın egemenliğine bırakılan, ancak, silahsızlandırılması kararlaştırılan adalara ilişkin Andlaşmaların yapıldığı dönem koşulları ile günümüz koşulları arasında Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları, savunması açısından bir fark bulunmamaktadır. İki ülke arasındaki ilişkilerin genel süreci içerisinde sertlik ve yumuşama arasında dalgalanma göstermekle oluşu ve Andlaşmalarla kurulan dengenin her iki ülke açısından da yaşamsal öneme sahip olması, dengede oluşabilecek olası bir değişikliğin çatışma ile sonuçlanabileceği kuşkularını artırmaktadır. İki ülke arasında pek çok sorun kolaylıkla çözüm bulunamaması, kuşkuları daha da artırmaktadır. Yunanistan’ın ileri sürdüğünün aksine, Türkiye’nin Montreux Boğazlar Sözlemesi’nin hazırlanışında koşulların değişmiş olduğuna ilişkin görüşlerini, adalara uygulamak mümkün değildir. Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Türk Boğazlarının Milletler Cemiyeti ve dört büyük devletin güvencesi altına konulmuş olması, söz konusu Yunan Adaları ile Türk Boğazları arasındaki statü farklılığını yansıtmaktadır. Bu bağlamda, 1930’ların ikinci yarısından itibaren uluslararası ve bölgesel gelişmelerin etkisini en fazla hissettirdiği konulardan birisi, Türkiye açısından, Boğazların etkin güvenliğinin ve savunmasının sağlanabilmesi konusu oluşturmuştur. Bu nedenle, Türkiye Lozan Boğazlar Sözleşmesinde öngörülen etkin güvencelerden yoksun kalma riski karşısında Boğazlardaki egemenliği ve Türkiye’nin güvenliğini garanti altına alabilecek yeni bir sözleşmenin yapılmasını imzacı devletlere bildirmiş, dolayısıyla Montreux Boğazlar Sözleşmesi, esas olarak Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını ve Türkiye’nin güvenliğini garanti altına almak amacıyla düzenlenmiştir. Kaldı ki, Yunanistan, koşulların değişmiş olduğuna ilişkin olarak bir girişimde bulunarak Lozan Boğazlar Sözleşmesine taraf olan devletlerden adaların silahlandırılması yönünde yeni bir düzenlemeye gidilmesini istememiş, onlardan bu yönde rıza beyanında bulunmalarını istememiştir (Pazarcı,1988:197–207).

Türkiye’nin görüşüne göre, İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası koşulların değişmiş olması Türkiye ile Yunanistan’ın NATO savunma sistemi içerisinde yer almış olması da Yunanistan’a adaları anlaşmalara aykırı olarak silahlandırma hakkı vermemektedir. ‘‘…NATO Andlaşması’nın hiçbir hükmü de üyeleri arası varolan herhangi bir askerden arındırma hükmünün ortadan kalktığı yolunda bir yoruma yer verir nitelikte değildir. Tam aksine, NATO Andlaşması’nın maddesi taraflar arasında bu Andlaşmaya aykırı hiçbir hükmün bulunmadığını bildirmek suretiyle, Türkiye ve Yunanistan’ın bu Andlaşmaya katılmaları sırasında yürürlükte olan

ilgili askerden arındırma hükümlerinin bir hukuksal çelişki doğurmadığını teyid etmiş olmaktadır.’’ (Pazarcı,A.Ü.SBF Dergisi,Temmuz-Aralık,1988:155).

Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerini aldığı ve Türkiye’nin, Boğazları silahlandırmasına koşut olarak Yunanistan’ın da, Limni ve Semadirek adalarını silahlandırabilmesine olanak tanıdığına ilişkin olarak, T.R.Aras’ın, TBMM’de yapmış olduğu konuşmanın Türkiye’yi ne şekilde bağladığına ilişkin olarak oldukça farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Gerçekte, kişisel bir değerlendirme olup olmadığı tartışma konusu olan bu yaklaşımın Türkiye’yi bağlayabilecek bir nitelik taşıyabilmesi ve Yunanistan’a adaları silahlandırabilme olanağı sağlayabilmesi için her şeyden önce bütün imzacı devletlerin ortak iradelerinin bu yönde olması gerekir ki, bu durum gerçekleşmemiştir.

Türkiye açısından, Yunanistan’ın adaları silahlandırırken ileri sürmüş olduğu, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni ortadan kaldırdığına ilişkin görüşleri bir an için kabul edilmiş olsa dahi, bu durumda Lozan Barış Andlaşması’nın 12. ve 13. maddelerinin halen yürürlükte, Yunanistan’a adaları silahsızlandırma yükümlülüğü getirmektedir.

Yunanistan’ın On iki Adaların silahlandırılması sırasında dayandığı görüşler de, Türkiye açısından, kabul edilebilir nitelikte değildir. Türkiye, 1947 Paris Barış Andlaşması’na taraf devletlerden biri olmamakla beraber, Lozan Barış Andlaşması’nın 16. maddesi uyarınca adaların daha sonra belirlenecek statüsünde ilgili taraflardan biri olarak kendisi dışında alınacak bir karar ile saptanacak olan statüyü önceden kabullenmekle yükümlenmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin dolaylı olsa da Yunanistan’a karşı bu Andlaşmanın hükümlerinden yararlanma hakkı bulunmaktadır. Ayrıca Yunanistan’ın 1947 Paris Barış Andlaşması’nı ihlal ederek On iki Adaları silahlandırdığını ileri sürerken Türkiye, bu Andlaşmanın uluslararası hukuk açısından objektif statü yaratmakta olduğu gerçeğine dayanmakta ve bu noktadan hareketle, Andlaşmayı imzalayan devletlerden biri olmamasına karşın, üçüncü devletlerin hak ve çıkarlarını korumak bakımından bu Andlaşmalarda yer alan hükümlerin kendisi bakımından da ileri sürülebileceğini bildirmiştir.

Yunanistan’ın adaları silahlandırma çabaları sırasında 1974 sonrası dönemde sıklıkla vurgulanan, BM Andlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenmiş bulunan meşru savunma hakkı da hukuksal açıdan Türkiye’ye göre Yunanistan’a adaları silahlandırma hakkı tanımaktan uzaktır. "En başta, BM Andlaşması’nın 51. maddesi

meşru savunma hakkının bir doğal hak olduğunu” kabul ettikten sonra bu hakka başvurma koşullarını düzenlemektedir. Bu koşullardan birincisi, meşru savunma hakkının ancak silahlı bir saldırıya uğranıldığı zaman kullanılabileceğidir. Dolayısıyla, tehdit gerekçesi ile meşru savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir. Kaldı ki, meşru savunma hakkının niteliği, bunun bir silahlı saldırıya yine silahlı cevap verilmesi biçiminde ortaya çıkmasını gerektirmektedir. Böyle bir saldırı olmadan meşru savunma hakkı fiilen kullanım dışı bulunduğundan, adaları silahlandırmanın olanağı yoktur.

Diğer yandan, 51. madde uyarınca bir devletin meşru savunma hakkından yararlanması için sadece bir tehdit algılamasında bulunması yeterli olmamakta, fiili bir saldırının olması şartı gerekmektedir. Fiili bir saldırının olması durumunda bile, silahlı cevap vermenin gerekmediği bir duruma ulaşılması ile meşru savunma hakkı da sona ermektedir.

Bir başka açıdan bakıldığında, iki ülke arasında sürdürülen tartışmalar, bu konuda bir kısır döngünün yaşanmakta olduğunu göstermektedir. Yunanistan, adaları silahlandırma çabalarına gerekçe olarak, Türkiye’nin, Yunan adaları karşısında büyük bir amfibi harekat yapabilme yeteneğine sahip ve bu amaçla donatılmış bulunan Ege Ordusu’nu kurmasını göstermekte ve Türkiye’nin koşulları kendince uygun olan bir zamanda, Yunan egemenliğinde olan ve Anadolu kıyılarının açığında yer alan adaları, Kıbrıs’ta olduğu gibi, ani bir harekatla işgal edeceğini iddia etmektedir. Bu nedenle, böyle bir tehdit altında bulunan Yunanistan için adaların silahsızlandırılacağına ilişkin hükümler, Yunanistan’ın toprak bütünlüğü açısından bir önem taşımamaktadır. Buna karşılık, Türkiye ise, 1960’ların başından itibaren adaları Andlaşmalara aykırı olarak silahlandırmaya başlayan Yunanistan’ın aksine, Ege Ordusu’nu 1975 yılında kurmuş olduğunu açıklayarak; Türkiye’nin, Yunanistan’ın egemenliğinde olan hiçbir toprak parçası üzerinde isteği bulunmadığını, aksine Yunanistan’ın söz konusu adaları, bu adaların statülerini karara bağlayan uluslararası anlaşmalara aykırı olarak, iki ülke arasında kurulmuş olan dengeyi kendisi lehine değiştirmeye çalışmakla suçlamıştır. Türkiye’nin görüşüne göre, olası bir Türk-Yunan savaşı sırasında savaşın niteliğinin genel olarak hızlı ve kara savaşından daha fazla, kesin sonuç almaya yönelik, hava kuvvetlerinin ağırlıklı olarak kullanılacağı ve füze sistemlerinin büyük önem taşıyacağı açıktır. Bu noktada Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin kara kuvvetlerini kullanarak

Türkiye’ye yönelik bir saldırıda bulunmayacağı (en azından Ege kıyılarında) düşünülebilir. Buna karşılık, Türkiye kıyılarına yakın adalarda oluşturulacak savunma ya da saldırı amaçlı askerî yığınaklar büyük ölçüde füze sistemleri ve hava kuvvetlerine ilişkin olacaktır. Bu nedenle, Türkiye’nin gücü ne oranda büyük olursa olsun bazı dışsal nedenlerden dolayı kısa süreli olması büyük bir ihtimal olan ve istenmeyen bir Türk-Yunan savaşı sırasında karşı tarafa en kısa süre içerisinde en fazla kaybı verdirebilecek olan taraf savaşın olası galibi olarak çıkacaktır. Böylesi bir durumda, Ege Denizi’ndeki Yunan adalarının çokluğu ve dağınıklığı, Türk kıyılarına yakınlığı, bu adalara stratejik bir önem kazandırmakta ve Türkiye açısından ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü yönünden sürekli olarak göz önünde bulundurulması gereken bir faktör olarak değerlendirilmektedir.

Ege Denizi’nde Yunan egemenliğinde olan adaların, bu adaların statülerini düzenleyen Andlaşmalara aykırı olarak askerîleştirilmesi/silahlandırılması, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında gerginleşen ikili ilişkiler bağlamında, yoğun tartışmalar ve hızlı bir silahlanma yarışına öncülük etmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasında ilişkilerde gündeme ağırlığını koyan sorunlara, barışçıl, adil ve kalıcı bir çözüm yolunun bulunamaması, güvensizliği arttırmakla kalmamış, beraberinde iki ülke arasındaki sorunların ancak olası bir savaşla çözümlenebileceği kanısını yaygınlaştırmıştır. Nitekim, bunun sonucunda, Türkiye, NATO’ya tahsis etmiş olduğu silahlı kuvvetlerinin dışında, yeni silahlı kuvvet oluşturmuş ve Ege Ordusu (Cemal, "Ege Planına Asker Sıcak", Milliyet, 24 Mayıs 2000) olarak adlandırılan bu kuvvet, Ege Bölgesi’nde konuşlandırılmışdır. Amfibi deniz harekatlarını yapabilecek yetenekte olan bu kuvvetler, Yunanistan’da Türkiye’nin kendisine yakın olan Yunan adaları üzerinde hak iddiasında bulunduğu ve bu adaları elde edebilmek için uygun zamanı beklemekte olduğu spekülasyonlarının yaygınlaşmasına yol açmıştır. Kıbrıs olaylarının da etkisi ile Yunan ulusal kamuoyunda oluşan Türkiye’ye ilişkin kuşkular ve cunta dönemi ve Yunan Ordusu’na yönelik olumsuz yargılar, bir yandan Yunan Ordusuna yeni bir şekil verme gereğini gündeme getirirken, diğer yandan da ulusal birliği sağlama çabaları sırasında ulusçu yaklaşımlarla ordu-halk-yönetim arasındaki bağların güçlendirilmesi girişimleri, beraberinde Türkiye’den kaynaklanan bir sürekli tehdidin var olduğu propagandasının yapılmasına ve hızlı bir silahlanmaya yol açmıştır. Sürekli bir "Türk tehdidinin” var olduğu iddiaları ve silahlanma çabaları, Yunanistan’ın egemenliği altındaki adaları ve özellikle stratejik konumu açısından öncelikli olan adaları, Andlaşmalardaki statülerini göz ardı ederek silahlandırmasına kolaylık sağlamıştır. Olası bir Türk saldırısına karşı

önceden hazırlıklı olmak ve ulusal toprak bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak çabası Andlaşmaların silahsızlandırmaya ilişkin hükümlerinin dışlanmasına yol açmıştır. NATO savunma sistemi içerisinde yer almalarına karşın her iki ülkenin de taraf oldukları uluslararası bağlantıların, sorunları çözüme vardırma çabalarında yetersiz