• Sonuç bulunamadı

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI TÜRLERİ

Siyasi Partiler Dernekler Sendikalar Vakıflar Meslek Kuruluşları Esnaf Odaları Öğrenci Platformları

9.1. Siyasi Partiler

Günümüz anlamında modern siyasi partilerin ilk örneklerini Amerika Birleşik Devletleriyle İngiltere’de görüyoruz. Siyasi partilerin ilk olarak bu ülkelerde görünmesinin nedenide, oy hakkının ilk olarak bu ülkelerde kitlelere yayılmaya başlamasına bağlayabiliriz. Daha önceleri, servet, vergi gibi belirli ölçülere dayanan oy hakkı, Amerika Birleşik Devletlerinin Newyork eyaletinde 1827 yılında, İngiltere’de ise 1832 yılında genişletildi. İlk siyasi parti de Amerika Birleşik Devletlerinde 1795-1800 yılları arasında Cumhuriyetçi Parti adıyla kuruldu. İngiltere’deki ilk siyasi parti de 1877 yılında kurulan ulusal Liberal Federasyondur. İkinci Dünya Savaşından sonra siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olarak anayasalara girdiler (Öztekin, 2003, s. 75 ).

19.yy`ın ikinci yarısında, fiilen ortaya çıkan siyasi partilerin hukuk metinlerince tanınıp düzenlenmeleri için 20.yy`ın başlarını beklemek gerekmiştir. Bu yy`ın başlarında siyasi partilerin hukuk metinlerince tanınmasıda, partilerin kendilerine özgü kanunlarla düzenlenmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Siyasi partilerin hukuk metinlerince düzenlenmesi, genellikle cemiyetler kanunu, parlemanto iç tüzükleri ve seçim kanunları yoluyla olmuştur. Siyasi partilerin hukuk düzeni tarafından tanınarak düzenlenmesi ve güvence altına alınmasıyla, bireyi esas değer alan ve partileri reddeden liberal devlet anlayışından “partiler devletine” geçilmiştir (Küçük, 2005, s. 14)

Siyasi partiler, iki dünya savaşı arasında gelişen olumsuz olaylara tepki olarak, savaş sonrasında yapılan birçok devletin anayasalarında düzenlenerek siyasi sosyolojik alandan anayasal kurum düzeyine çıkarılmıştır. Yeni anayasal hükümlerle siyasi parti hürriyetinin, demokratik rejim içinde serbestçe mücadele edebilme haklarının kendilerine vücut veren, yaşamlarını borçlu oldukları hürriyet düzenini yıkma hürriyetinide kapsayacak şekilde geniş yorumlanamayacağı, bütün rejimler gibi demokratik rejimlerin de dayandığı temel değerlerle açıkca bir çelişkiye düşmeksizin kendini koruyabileceği anlayışı ortaya çıkmıştır (Küçük, 2005, s. 18).

Dünyadaki siyasi parti oluşumlarının devletlerde hukuki kapsam alanında yer alması ve anayasal hak olması bu oluşumların gelişimi ve genişlemesini sağlamıştır. Artık siyasi partiler toplulukları arkasından sürükleyen veya topluma yön veren bir yapıya dönüşmesi itibariyle sivil toplum kuruluşu niteliğini kazanmış ve demokrasi kavramında yerini almıştır.

Bu gelişme, siyasi partinin Anayasa düzeni içinde tanınması ve faaliyetlerini düzenlenmesi fikrini tekrar belirmesine yol açmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra bu eğilim pozitif hukuk kaidesine dönüşmüş ve evvela Batı Almanya Anayasası ve onu takiben bazı Anayasalarda siyasi parti kamu hukukunun kapsamı içine alınmıştır.

Türkiyemizde de 1961 Anayasası ile aynı yol seçilmiş ve 1982 Anayasasındada aynı görüş daha geniş bir biçimde yer almıştır.

Bugün bu eğilim genelleşmemiştir. Fakat her devletin kamu hukuk düzeninde, siyasi partilerle ilgili kurualların sayısı artmaktadır.

Batı Almanyada Anayasasına uygun olarak siyasi partilerle ilgili bir kanunun hazırlanmasına 1955 yılında başlanmış kanun 1967 yılında onaylanarak yürürlüğe konmuştur.

Türkiyemizde de 1961 Anayasasının gereklerine uygun olarak 13-7-1965 gün ve 648 sayılı siyasi partiler kanunu ile parti faaliyetleri düzenlenmişti (Hatipoğlu-Parlar, 2004, s. 475).

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununa göre Siyasi Partilerin tanımı:

Siyasi Partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla , tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır (Siyasi partiler kanunu madde:3).

9.2. Dernekler

Grup çıkarlarını temsil eden, yön veren siyasi partiler, menfaat ve baskı gruplarının çekirdekleri, toplumdaki dernekleşme süresinde ve oluşumunda yatmaktadır. Bir gruptan uyumlu bir topluluk olarak söz edilmek için onu belirli bir çatı altında bulma gereği doğmaktadır. Bu nedenle bir toplumda grupların kendi içlerinde örgütlenmesi genellikle dernekleşme oluşumu ile gerçekleşmektedir. Gerçi toplum içerisinde her dernek belli bir görüşün ve çıkarın sözcülüğünü yapmaktadır ama her dernek, sözcülüğünü ettiği çıkarı savunmak için eyleme geçerek baskı grubu haline dönüşmemiştir. Fakat her iki halde dernekler toplum içerisinde grup ilişkilerini ve çıkarlarını yansıtırlar. Bu gruplar yapı olarak basit ve tek hücrelide olabilirler. Öbür yandan karmaşık birçok organlardan meydana gelmiş kaynaşmış ya da federe olmuş gruplara da rastlanır. (Yücekök, 1987, s. 67).

Ortak amaçlar etrafında gönüllü olarak bir araya gelen insanların oluşturduğu örgütlerdir. Bu ortak amaçlar, maddi ve manevi olabileceği gibi, paylaşılan ortak düşünceler, ortak değerler de olabilmektedir. Çoğulcu toplumlarda sosyo-politik yaşamın önemli unsurları olan dernekler; sağlık, eğitim, spor, aile, insan hakları, kalkınma, çevre gibi birçok konuda çalışmalar yapmak ve bu konulardaki kamu ve özel örgütlerin politikalarını etkilemek için kurulmaktadırlar. Örgütlenmiş gruplar olarak dernekler, toplum içerisindeki iktidar savaşına katılmakta, sosyal ve siyasal yaşama kendi görüş ve çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışmaktadırlar(Yücekök, 1998, s. 6). Türkiye’de dernek kurmanın meşru bir hak olarak kabul edilmesi çok uzun bir geçmişe dayanmamaktadır. Dernek kurma özgürlüğünün açıkça kabul edildiği ilk Anayasa hükmü, 1924 Anayasası’nın (Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun) 70. maddesidir. 1961 Anayasası’nın 29. maddesinde, “Herkes önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir” hükmü konularak örgütlenme konusunda geniş bir hareket alanı sağlanmıştır.(F. Ebert Vakfı, 1993: 5). Bu düzenlemeden sonra dernek sayısında hızlı bir artış gözlenmiştir. 1938 yılında dernek sayısı 205 iken bu sayı 1971 yılında 41.000’e ulaşmıştır (Nazlıoğlu,1994: 24). 1983 yılında çıkarılan 2908 sayılı Dernekler Yasası, dernek kurma özgürlüğüne önemli kısıtlamalar getirmiştir. 1961 Anayasası’nın 29.maddesindeki” Herkes önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir’ hükmü 4. maddeye aynen konmuş fakat ancak diye başlayan bir cümleyle kimlerin dernek kuramayacağı uzun bir liste halinde sıralanmıştır. Böylece derneklerin çalışma alanları büyük ölçüde daraltılmıştır(Eroğul, 1995: 8). Derneklerin politika yapmaları, diğer dernek ve sendikalarla işbirliği yapmaları yasaklanmıştır. Aynı alanda çalışmalar yapan başka bir ülkedeki sivil toplum örgütüyle ortak çalışma yapabilmek için içişleri ve dışişleri bakanlıklarından izin almak gerekmektedir.

2908 sayılı Dernekler Kanununun 1’inci maddesi gereğince dernekler “Kazanç paylaşımı dışında kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmek üzere en az 7 gerçek kişinin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturulur” denmektedir. Aynı kanunun 9’uncu maddesinde de belirtildiği gibi dernekler kuruluş bildirisi ve eklerini bulundukları mahallin en büyük Mülki Amirliklerine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar. 2908 sayılı Dernekler Kanunu genelde örgütlenme özgürlüğüne, özelde ise dernek kurma hakkına bir güvenlik sorunu olarak yaklaştığı için devlet ile sivil toplum kuruluşları arasında derin bir güven bunalımına yol açmıştır.

Bu tasarıyla, demokratik meşruiyetin bir gereği olarak, devlet ile sivil toplum kuruluşları arasındaki güven ortamının tesisi ve işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla, bu kuruluşlarla kamu kurum ve kuruluşlarının işbirliği yapmasına ve kuruluşlara destek sağlanmasına imkan verilmektedir (İçişleri Bakanlığı Dernekler Daire Başkanlığı, 2006, s. 94).

AB Müktesebatına uyum çerçevesinde 31.07.2003 tarihinde çıkartılan 4970 sayılı yasa ile 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'da yapılan düzenleme ile İçişleri Bakanlığında Dernekler Dairesi Başkanlığının yeri ve görevleri belirlenmiştir.

Yine Avrupa birliği uyum yasaları çerçevesinde 1983 yılından beri yürürlükte bulunan 2908 sayılı dernekler kanunun değişmesi demokratik gelişim adına önemli bir adımdır. Bu kanun sadece bir kurumun işlevini belirlemekle kalmamış demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının devlet karşısında önem kazanmasına, devletin sivil toplum kuruluşlarını kanunsuzlukların, illegalitenin yerleştiği, toplumu suç işlemeye teşvik edildiği, suç işlemeye yer tahsisi yapıldığı yerler olarak görme alışkanlığının değiştiği anlamına gelmesi bakımından önemlidir.

Bunun en önemli kanıtı 5253 sayılı yeni dernekler kanunu ile daha önce devletin kolluk kuvvetleri vasıtasıyla açılmasına izin verdiği, denetlediği ve kolluk kuvveti aracılığıyla kapattığı derneklerin; her türlü işlevinin sivil bir yönetime bırakılması ve kolluk kuvvetini kesin bir dille uzaklaştırmasıdır.

Devlet ile sivil toplum kuruluşları arasındaki güven ortamının tesisi ve işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla, bu kuruluşlara kamu kurum ve kuruluşlarının işbirliği yapmasına ve bu kuruluşlara destek sağlanmasına imkân verilmektedir.

Bu amaçla;

—Yardım toplama işlemlerinin kolluk kuvvetlerinden alınarak sivil birimlere devredilmesi, —Uluslararası Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gereğince çocukların dernek kurabilmesine imkan verilmesi,

—Dernek kurma hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesi paralelinde düzenlenmesi,

—Yargı mensuplarının derneklere üye olmasındaki izin esasının kaldırılması,

— Sivil toplum anlayışına uygun olarak kendilerini kontrol etmesi amacıyla iç denetiminin güçlendirilmesi,

—Yurt dışına temsilci gönderilmesi veya yurt dışından temsilci davet edilmesinde tamamen serbestleşmeye gidilmesi,

—Derneklerin taşınmaz mal edinmesindeki sınırlamanın kaldırılması, —Derneklerin temsilcilik açabilmesine imkan tanınması,

—Derneklerin diğer sivil toplum kuruluşları ile birlikte geçici olarak platform adı altında birliktelikler oluşturmasına imkan tanınması,

—Kolluk Kuvvetlerinin dernekler üzerindeki yetkisinin kısıtlanması,

—Derneklerin denetiminde çok başlılığın kaldırılarak yeknesaklığın sağlanması,

—Dernekler ile kamu kurum ve kuruluşları arasında ortak proje uygulamalarının ve kaynak aktarımının düzenlenmesi,

—Yurt dışından yardım alınmasındaki izin esasının kaldırılması,

Konularında düzenlemeler yapılmıştır (Sazil ‘ve Diğerleri’, 2006, s. 94-95).

Bu yasa ile dernek ve birlikler ile ilgili olarak Dernekler Daire Başkanlığının dernek ve birlikler ile ilgili görevlerinden bazıları şunlardır;

•Dernek ve birliklerin kuruluş iş ve işlemlerini izlemek, kayıtlarını tutmak, dosyalamak ve arşivlemek,

•Derneklerin, izne tabi kelimeleri kullanma taleplerini sonuçlandırmak,

•Derneklerin, kamu yararına çalışan derneklerden sayılma taleplerini sonuçlandırmak, •Dernek ve birliklerin amaç ve faaliyet alanlarına göre tasnifini yapmak,

•Dernek ve birliklerin faaliyetleri ve üyeleri hakkında ilgili kuruluşlarla koordineli çalışma yapmak,

•Dernek ve birliklere kütük numarası verilmesi, kütükten silinmesi ile ilgili işlemleri yürütmek ve izlemek,

•Dernek ve birliklerin tüzel kişiliğinin sona ermesi ve tasfiyesi ile ilgili işlemleri yürütmek, •Dernek ve birlikler hakkındaki ihbar şikayet ve denetim taleplerini incelemek ve değerlendirmek, gerekli görülen hallerde Dernekler Denetçileri tarafından denetlenmesini sağlamak,

•Derneklerin yardım toplama faaliyetleriyle ilgili işlemleri yürütmek,

• Görev alanına giren konularda mevzuatla verilen diğer görevleri yapmak, Diğer taraftan, 04.11.2004 tarihinde çıkartılan 5253 sayılı Dernekler Kanununun 38. maddesinin (D) bendi ile 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'da yapılan değişiklik ile Dernekler Dairesi Başkanlığının görevlerine “h) 2860 sayılı Yardım Toplama Kanununa göre düzenlenecek yardım toplama faaliyetleriyle ilgili işlemleri yürütmek.” Hükmü ve Dernekler Kanununun 38. maddesinin (G) bendi ile de 2860 sayılı Yardım Toplama Kanununun 7. maddesinde yapılan değişiklik ile “Yardım toplama faaliyetleriyle ilgili işlemler dernekler birimlerince yürütülür.” Hükmü getirilerek, daha önce Emniyet Genel Müdürlüğü ve taşra güvenlik birimlerince yürütülmekte olan yardım toplama faaliyetleri ile ilgili iş ve işlemleri yürütme görevi Dernekler Dairesi Başkanlığı ve taşra Dernekler Birimlerine verilmiştir.

Türkiye Genelindeki Dernek İstatistiği

Derneklerin Türkiye genelinde kuruluş yeri göz önüne alındığında İstanbul’un 13.179 sayıyla en fazla dernek kuruluşuna sahip olduğu, sırasıyla Ankara ilinin 6.993, İzmir ilinin 3.726 dernek kuruluşuna sahip olduğu görülmektedir (www.dernekler.gov.tr).

KURULAN DERNEK SAYISI:

173.848

FAALİYETİ DEVAM EDEN DERNEK SAYISI: 80.757

FAALİYETİ SONA EREN DERNEK SAYISI: 85.488

MAHKEME KARARI İLE FESH EDİLEN DERNEK SAYISI: 30.962

GENEL KURUL KARARI İLE FESH EDILEN DERNEK SAYISI: 23.330

KENDİLİĞİNDEN DAĞILAN DERNEK SAYISI: 30.990

MAHKEME KARARI İLE KAPATILAN DERNEK SAYISI: 206

9.3. Sendikalar

Modern veya çağdaş sendika modeli sanayi ihtilali sonrasında teşekkül etmiş ve geniş anlamda sendika kavramının farklı dillerde ve farklı kalıplarda kullanılması, yine sanayi ihtilalinin itibari olarak başlangıç tarihi kabul edilen 1750 yıllarından sonraki dönemlere raslamaktadır.

Fakat bu gerçekler herkes tarafından kabul edilmekle beraber, bir diğer hususun altının çizilmesi gerekmektedir. Sanayi ihtilalinden önceki zamanlarda doğu ve batı ülkelerinde çalışma hayatının ilişkilerinin düzenlenmesinde farklı isimler altında faaliyet gösteren bir takım kuruluşların bulunduğu bilinmektedir (Turan, 1999, s. 16).

Cumhuriyetin ilanından sonra sınırlı da olsa sendika özgürlüğüne ilişkin ilk kanun 1947 yılında çıkarılan İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun’dur. Daha sonra 1961 Anayasası ile sendika kurma hakkı anayasal düzeyde güvenceye alınmış ve 1963 yılında yeni Sendikalar Kanunu yayınlanmıştır(F.Ebert Vakfı, 1993: 6). Türkiye’de 1960’lardan sonra sendikal hareketlerde önemli gelişmeler gözlenmiştir. 1961 Anayasasının sağladığı hakların da etkisiyle 1960–1980 döneminde sendikalar hem mali açıdan, hem de üye sayısı açısından güçlenmişlerdir. Ancak sanayileşmenin yetersiz olduğu, küçük işletme modelinin devam etmesi, istihdamın tarımda ağırlığını koruması, sendikalara karşı işverenlerin olumsuz tutumları gibi nedenlerle sendikaların üye sayısı büyük rakamlara ulaşamamıştır. 1980 yılında 733 işçi sendikası ve 7 konfederasyon bulunmaktadır. (Tokol, 1997: 32). 12 Eylül Askeri Darbesinden en çok etkilenen örgütlerden birisi de sendikalar olmuştur. Türk-İş dışındaki konfederasyonlarla bazı sendikaların çalışmaları askıya alınmış, birçok sendika da kapatılmıştır. Çalışmalarına devam edebilen sendikaların etkisi yasal düzenlemelerin ve izlenen ekonomik politikaların etkisiyle büyük ölçüde azalmıştır. Sendikaların siyasi partilerle ilişkileri koparılmıştır. Türkiye’nin gelişmekte olan çoğulcu yapısına büyük darbe vurulmuştur. Siyasetle uğraşmak kötü bir davranış olarak gösterilmeye çalışılmış ve sivil toplum örgütlerinin siyasi kararları etkileme olanakları yok edilmiştir. Siyasal katılım, On yılda bir seçim sandığına giderek oy vermeye indirgenmeye çalışılmıştır. İlerleyen yıllarda çalışmaları durdurulan konfederasyonlar çeşitli tarihlerde yeniden çalışma izni verilmiştir. 1990’lı yıllarda sendika sayısında artış gözlense de üye sayısında belirgin bir yükseliş gözlenmemektedir. Çalışma Bakanlığının yayınladığı istatistiklere göre toplam işgücü içerisinde sendikalaşma oranı %11 civarındadır (Tokol, 1997:33). Sendikalar hem iktisadi hem de siyasi işlevlere sahip örgütlerdir.

Sendikaların, toplu pazarlık yapmak iktisadi bir işlevidir. Bunun yanı sıra sendikalar, kendi üyelerini etkileyen konularda kamu otoritesinin politika ve çalışmalarını etkilemeye çalışmaktadır. Bu da siyasal bir işlevdir. Sendikaların iktisadi rollerinin kapsamına ilişkin ortak bir anlayış gelişmiştir. Buna karşılık, siyasal rollerinin niteliğine ve kapsamına ilişkin sivil toplum tartışmaları içerisinde farklı görüşler ileri sürülmektedir. Ancak yerleşik siyasal demokrasilerde sendikaların, demokratik hayatın bir gereği olan siyasal katılımın önemli araçları olduğu gözden uzak tutulmamalıdır(Turan, 1986: 58). (Biber, 2002,Sf; 140–141). Yapıları bakımından bugünkü çağdaş sendikalardan farklı olmalarına rağmen, bu kuruluşların tıpkı çağımızın sendikaları gibi çalışanlarının çıkarlarını korudukları, emek ile sermaye arasındaki ilişkileri düzenledikleri tarafların çıkarları arasında uyum sağlamaya çaba gösterdikleri genelde kabul edilmektedir (Turan, 1999; 16).

Sendikaları ilgilendiren kanunlar ve Emniyet Teşkilatının sendikalarla alakalı işlemleri aşağıdaki kanunlara göre yapılır.

Sendikalar 2821 sayılı İşçi Sendikalar Kanunu, 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu, 2908 Sayılı Dernekler Kanununda Sendikalara atıfta bulunan ilgili maddelere göre, Konfederasyon, Sendika ve sendika şubeleri hakkında işlem yapılmaktadır.

Türkiye’de Sendika

Çalışma ilişkilerinde, birbirine eşit güçte olmayan taraflar arasında sürdürülen bireysel pazarlıklar sonunda, ekonomik yönden güçlü olan taraf şartlarını karşı tarafa kabul ettirmiş, böylece dar anlamda sosyal meseleler ortaya çıkarken, zaman içinde sosyal sorunlar buyümüş ve genişlemiştir. İnsan onuruna yakışmayan çalışma ve yaşam koşulları çalışanları örgütlenmeye itmiştir.

Türkiye’de ilk olarak iş kanunu 1936 yılında kabul edilmiş, 1946 yılında Çalışma Bakanlığı kurulmuş ve 1947 yılında 5018 sayılı “işçi ve işveren Sendikaları, Sendika Birlikleri Hakkında Kanun” çıkarılmıştır. Bu kanun ile işçilere, grev ve toplu iş sözleşmesi hakkının verilmesi yanında sendikacıların siyasetle uğraşması yasaklanmıştır.

1945’den sonra gelişen çok partili siyasi hayata geçiş döneminde çıkartılan “İşçi ve işveren Sendikaları, Sendika Birlikleri Hakkında Kanun” ilk olarak örgütlenme hakkını işçi ve işverenlere vermekle birlikte toplu iş sürecine geçiş başlamıştır.

1950’den sonraki önemli gelişme 31.07.1952 tarihli TÜRK-IŞ “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonun”un kurulmasıdır.

1961 Anayasası ile işçilere grev, işverenlere lokavt hakkını tanıyan 274 sayılı Sendikalar, 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunları, 24.07.1963 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

1967 yılında (5) sendika Türk-İs ten ayrılarak marksist felsefeden kaynaklanan ilkeler doğrultusunda DİSK “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu”nu kurmuşlardır.

Çalışma ilkelerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfeatlerin korunması ve geliştirilmesi sendikaların esas amacı olması gerekirken, 1970-1980 yılları arasında işçi sendikalarının sebep olduğu çeşitli eylem ve fiiller, ülkenin bir kaosa girmesine etken olmuş ve 12 Eylül 1980 Bayrak Hareketinin sebepleri içerisinde yer almıştır.

Sendikalar konusunda asıl yetkili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olmakla birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge örgütlenmesi çerçevesinde Bölge Müdürlükleri şeklinde örgütlenmiş olduğundan illerde Çalışma ve Güvenlik Bakanlığının taşra teşkilatı bulunmamaktadır. Bu nedenle illerde Valilikler bu görevi İl Emniyet Müdürlüklerine devretmiştir.

Sendikalar konusu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görev ve yetki alanı içerisine girmekle birlikte 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 6. maddesi İçişleri Bakanlığı ile Maliye Bakanlığını açıkca yetkilendiren maddedir (Güvenlik Daire Başkanlığı Kurs Notları, 2004, s. 51).

9.4. Vakıflar

Vakıf Bir malı ( esas itibariyle bir gayri menkulu ) menfaati (Kendisi veya geliri) hayri

bir hizmetin görülmesinde tahsis edilmek amacıyla ve bu hizmetin ebediyyete kadar devamı niyetiyle, vakfeden kişinin mülkiyetinden ve özel mülkiyete (alım-satım) konu olmaktan çıkararak, özel bir mülkiyet katagorisine aktarma ve o katagoride tutma anlamına gelmektedir. Vakıf tesis eden kişiye vakıf vakfedilen mala mevkuf denir. Vakıf yapan kişinin amaçlarını, şartlarını ihtiva eden, kurulacak vakfın nasıl yönetileceğine ilişkin esasları belirleyen ve mahkemede tesciliyle birlikte vakfın vücut bulduğu vesikaya (vakıf senedine) da (vakfiye) adıverilir (Kozak,1985, s. 17).

Vakıf, Endülüsten Endenozya’ya, Orta Asya’dan Güney Afrikaya kadar uzanan geniş islam coğrafyasında, hicri 3.asırdan itibaren buralarda yaşayan toplumların sosyal, siyasi ve iktisadi yapılarına kök salmış, son devirlerde büyük darbeler yemelerine rağmen halen de bu etkinliğini kısmen sürdürebilen son derece önemli bir sosyal kurumdur. Bazı araştırmacılar vakfı, islam toplumlarında oluşturulan ve geliştirilen en önemli ve kapsamlı müessese olarak değerlendirmektedir.

Endülüste vakıf mülklerin gelirleri sosyal hizmetler için harcanmak üzere, devlet hazinesinden tamamen ayrı, Kadının idaresindeki özel bir hazinede toplanırdı. Bu hazinede o kadar çok büyük meblağlar birikiyordu ki devlet hazinesinin yetersiz kaldığı durumlarda (savaş vs. Hallerde bu hazineden devlete yardım edilirdi). (Kozak, 1985, s. 18).

Selçukluların iktisadi ve sosyal hayatında da vakıflar son derece önemli bir yer almaktadır. Bu dönemde vakıflar büyük bir yaygınlık kazanmış, toplumun eğitim, sağlık vs. İhtiyaçlarını karşılamak için selçuklularca kurulan pek cok vakıf muessesi , daha sonra Osmanlılar zamanında da kuruldukları amaç doğrultusunda hizmet vermeye devam etmiştir. Vakıf eserlerin çoğalması, mimar, usta, tezyinatcı gibi bir çok sanatkarların istihdamına ve yetişmesine imkan vermiştir. Bu büyük gelişme sonucu, Selçuklularda, çok sayıdaki vakıfların idaresinin düzenli bir şekilde yürümesini sağlamak için bir Evkaf Nezareti’nin kurulması yoluna gidilmiştir(Kozak, 1985, s. 19).

Osmanlılarda vakıfları çok daha büyük bir gelişme gösterdiği, toplumun eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi en temel ihtiyaçlarının ötesinde, son derece ayrıntılara dönük alanlara bile yöneldiği anlaşılmaktadır. O kadar ki batılı sosyal siyasetçiler 16.asır Osmanlı toplumu için ( vakıf cenneti) tabirini kullanmışlardır. Gerçekten o dönemlerde vakıf müessesi (toplumun tüm ihtiyaclarına cevap vermeye çalışan tek yaygın toplumsal kuruluş) haline gelmiştir.

Sayılı Vakıflar Kanununa tabi olarak kurulur ve faaliyet yürütürler.

Benzer Belgeler