• Sonuç bulunamadı

Serdar fiahinkaya, üretken bir iktisatç›, Cumhuriyetçi bir iktisatç›,

Belgede 10 6 (sayfa 41-47)

planlamay› önceleyen bir iktisatç›.

Kamuda hem yönetici, hem

dan›flman olarak hizmet vermenin

yan›nda, mezunu oldu¤u

Mülkiye’de de ders veriyor.

Geçti¤imiz y›l ODTÜ Yay›nc›l›k

taraf›ndan bas›lan “Gazi Mustafa

Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin

‹nflas›” adl› muhteflem eserinde,

Cumhuriyet’in hangi koflullarda

neleri baflard›¤›n›, neleri nas›l

yapt›¤›n› anlatm›flt›. Az zamanda

çok ve büyük ifller yapan Gazi’nin

yaratt›¤› ekonomik mucizeyi,

gözlerimizi de yaflartarak bir kez

daha an›msatm›flt›. Foto¤raflar,

belgeler, istatistiklerle

zenginlefltirdi¤i kitab›nda hem

belle¤imize hem de yüre¤imize

seslenmiflti. fiahinkaya ile Türkiye

ekonomisinin bunal›m›n› ve çözüm

yollar›n› konufltuk.

“Kara Delik”, “Alternatifi Yok” ben-zeri başlıklarla da taçlandırılmakta-dır.

Makro ekonomik gelişmeler, özellikle mali piyasaların lazer teda-visiyle dahi normalleşme imkanı ol-mayan miyopi kusurları pop-star coşkularıyla algılanmaktadır. Ulusal mal ve hizmet alanlarındaki denge-sizlikler göz ardı edilmektedir. Sos-yal devletin çöküşüyle birlikte artan hayat pahalılığı ve yoksulluk, gittik-çe büyüyerek derinleşen ve kronik hale gelen işsizlik, bir kabusa dönü-şen gelecek kaygıları ve daralan sa-bit sermaye yatırımları karşısında suskun kalınma hâli “optimum” zannedilmektedir.

Prof. Dr. Korkut Boratav hoca-mızın konu ile ilgili olarak kesip sakladığım bir yazısı vardır. Cum-huriyet Gazetesi’nin 2 Nisan 2003 tarihli nüshasında yayınlanan “Pi-yasa Oyuncularından Ankara’ya” başlıklı yazısında bakın Boratav Hocam ne diyor?

“Saygın TV kanallarımızdan biri-nin sabah programındayız. Sıra ''ekonomi'' ye gelmiş. Biliyorsunuz büyük medyada ''ekonomi'' sözcüğü özel bir anlam kazandı; borsa, döviz ve faizden oluşan ''şeytan üçge-ni''nin içine sıkıştı ve ''niçin arttı, ni-ye düştü, yarın ne beklenir'' soruları ile sınırlandı. Programın sunucusu, bir uzman ile görüşeceğini söylüyor. Ve ekrana süslü-bakımlı, hafif küs-tah, Rıfat Bali 'nin Tarz-ı Hayattan Life Style'a kitabında keyifle teşhir ettiği ''yuppie''leri akla getiren genç bir kadın çıkıyor. Malum ''şeytan üç-geni'' üzerinde konuşuyorlar. Sohbe-tin sonuna gelindiğinde, sunucu uz-manımıza soruyor: ''Ekonominin ge-leceğini nasıl görüyorsun?'' Genç uz-man, duraksamadan yanıtlıyor: ''Ar-tık her şey Ankara'nın tavrına bağlı. Ankara, piyasaları dinlediği, piyasa oyuncularının beklentilerini dikkate aldığı takdirde problemler aşılacak-tır.'' Soru yanıtlanmıştır; ayrıca tar-tışmaya gerek kalmamıştır. ''Aşıla-cak problemler'' nelerdir? ''Piyasa-lar'', ''piyasa oyuncuları'' , in midir; cin midir; kimlerdir ve neler bekli-yorlar? Bunları sormak gereksiz; zira sunucu ile uzman arasında iletişimi

sağlayan bir şifreli dil olmalı ki anla-şıyorlar ve program bu söylemi kav-rayanları hoşnut kılarak son bulu-yor”.

Cumhuriyet öncelikle kendine yeten bir ekonomiyi amaçlıyordu. Günümüzde ise ithalat bağımlısı, borç bağımlısı olduk. Ürettiğinden çok tüketen, kazandığından çok harcayan bir ülkeyiz. Bu durumu düzeltmek için öncelikle atılması gereken adımlar hangileri?

Nazım Hikmet’in söyleyişi ile; (…)

Demir, kömür,

ve şeker, ve kırmızı bakır ve mensucat

ve sevda ve zulüm ve hayat ve bilcümle sanayi kollarının

ve gökyüzü

ve sahra, ve mavi okyanus ve kederli nehir yollarının, sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı (’nın )

bir şafak vakti”

değişebilmesi için; “Artık yeter!.. Çökmekte olan neo-liberal dünyaya hayır!” demek belki de ilk işimiz ol-malıdır.

Başka bir değişle, Mustafa Ke-mal’in 1923 İzmir İktisat Kongre-si’ndeki deyişiyle; Türkiye’nin yeni-den “Çalışkanlar diyarı” olabilmesi için; antiemperyalist, ulusal sızlık hedefini ve bu ulusal bağım-sızlık içinde toplumsal özgürlükleri öne çıkaran, emekten yana, aydın-lanmadan yana geniş halk

kesimleri-nin arzu ve çıkarlarını gözeten, ay-dınlanmacı hareketi başlatmak artık zorunluluktan öte bir durumdur. IMF, Dünya Bankası gibi uluslarara-sı kuruluşların ve onların arkauluslarara-sında- arkasında-ki ABD ve AB gibi güçlerin, Yeni Dünya Düzeni’ne teslim olmaya eği-limlilerin yarattığı düşünsel karart-malara ve küresel sermayenin ide-olojik saldırılarına karşı bağımsızlık-çı, eşitlikçi ve özgürlükçü çıkış yolla-rı mevcuttur.

Bu çıkışın ilk hareket noktası da 2023’ü yani Cumhuriyetimizin 100. yılını hedefleyen ve Cumhuriyet tre-nini yeniden doğru rotasına oturta-cak uzun erimli bir kalkınma strate-jisinin belirlenmesi olmalıdır. Böyle bir stratejinin ana omurgası da çok-tandır toplumsal bir amaç olmaktan çıkmış bulunan sanayileşme hamlesi olmalıdır. Bunun için de, üretim, do-laşım, (dış ticaret, borçlanma, finan-sal akımlar), dağıtım ve fikir alanına topyekûn sahip kadroların bu strate-ji etrafında bir arada olabilmelerine bugün çokça ihtiyaç vardır. Bu ihti-yaç “özel önem” arz etmektedir.

Türk ekonomisini gerçekten Atatürkçü bir iktidar yönetse, mev-cut durumdan kurtulmamız ne ka-dar süre ister?

İddialı bulunabilir belki ama bir toplumsal seferberlik ile birlikte Tür-kiye ekonomisi 2023’te düze çıkmış olabilir diye düşünüyorum.

Ekonomi denince yıllardır hep rant, repo, faiz, borsa, döviz konu-şulur oldu. Prof. Dr. Alpaslan Işıklı Hocanın dediği gibi son yıllarda “The Mülkiye” olan sizin okulu-nuzda da, sizin okulu örnek alan ve benim mezun olduğum İstanbul Si-yasalda da, diğer üniversitelerin ik-tisat, maliye, işletme bölümlerinde de kalkınma iktisadı neredeyse unutulmuş durumda. Adet yerini bulsun, dostlar alışverişte görsün misali okutuluyor genelde. Sonuçta bilimin de, siyasetin de, toplumun da gündeminden kalkınma kovul-muş durumda. Kalkınma, büyüme, sanayileşme, gelişme, üretim, istih-dam, yatırım, ihracat, ar- ge, planla-ma, iktisadi dışsallık, refah, vergi adaleti gibi kavramlar unutuldu.

Türkiye bu kısır döngüyü nasıl aşa-bilir?

Alpaslan Işıklı hocam Mülkiye için o kelimeyi sanıyorum YÖK son-rasında bütün sosyal bilimler alanın-da yani İktisadi ve İalanın-dari Bilimler Fa-kültelerinde bir örnek ders programı oluşturulurken Mülkiye’nin de bu ders programlarını uygulamak zo-runda kalmış olmasından dolayı söylemiş olmalı. Bununla birlikte, Mülkiye yine de bu tadilattan olum-suz anlamda en az etkilenmiş okul-dur. Çünkü gelenekleri son derece sağlamdır.

Evet, gerçekten kalkınma iktisadı yanında, iktisat tarihi, iktisadi dü-şünceler tarihi, doktrinler tarihi ve sosyoloji dersleri artık çok daha az yer tutuyor. Neredeyse unutulmaya yüz tuttu bile diyebiliriz. Bu, 1980’lerdeki neoliberal saldırı dalga-sının etkisiyle gerçekleşti. Biliyorsu-nuz, hatta “Kalkınmanın Sonu” diye kitaplar yazıldı.

Yurtdışındaki köklü birkaç üni-versitede özellikle 2000’li yıllarla bir-likte kalkınma iktisadının yeniden olması lazım gelen ağırlığa kavuş-makta olduğunu gözlemlemek mümkün. Türkiye’de de Anglosak-son tarzı iktisat eğitimi umuyorum ki zaman içerisinde yeniden ekono-mi politik geleneğine döner. Ben umutluyum.

Küresel ekonomik bunalım ABD başta olmak üzere gelişmiş, merkez kapitalist ülkelerde devlet müdahalelerini, kamu kaynakları-nın seferber edilmesini, devletin ekonomideki ağırlığını yeniden gündeme getirdi. Devlet sadece ya-sa koyucu, denetleyici ya da planla-yıcı olarak değil, gerektiğinde biz-zat müdahaleci ve girişimci olarak da öne çıktı son süreçte. Türkiye halkçı- devletçi ekonomi modelini yeniden uygulayabilir mi?

Uygulayabilir. Uygulamalıdır da. Sadece kendi tarihindeki iktisat pra-tiği açısından Cumhuriyetimizin parlak sayfaları arasında yer alan 1923 – 1938 dönemindeki halkçı – devletçi modelden değil günümü-zün diğer başarılı ülke modellerinin örneğin Almanya, Japonya, Çin ve Güney Kore gibi ülke

uygulamala-rındaki devletin kural koyucu, dü-zenleyici ve denetleyici işlevleri ha-tırlanmalıdır.

Tabi öncelikle de devletin yeni-den “kalkınmacı devlet” niteliğine dönmesi gerekir. Bu dönüşüm son-rasında, etkili bir devlet müdahalesi-ni göz ardı etmeyen, sektör öncelik-lerini saptarken yapılabilecek hata-ları en aza indirgeyen, süreleri ve kapsamı önceden belirlenen ve sana-yileşme hedefleri üzerine kurulmuş yeni devlet yardımları / teşvik siste-mine, bu sistemi işlerliğe geçirebile-cek destek fonlarına, ulusal temelli, teknolojik gelişmeye katkıda bulu-nacak yeni bir kurumsal yapılanma dahilinde oluşturulabilecek olan ulusal sınaî tasarım ve kalkınma stratejisi geliştirilme çabalarına bü-yük bir önem ve bir hız verilmelidir.

Ülkemiz için nasıl bir sanayileş-me ve istihdam politikası öngörü-yorsunuz? Türkiye büyüdüğü dö-nemlerde bile istihdam yaratmayan bir büyüme gösterdi. Bunu aşma-mız mümkün mü?

Türkiye sanayi üretiminde ger-çekte olması gereken istihdam odak-lı, kalkınma ve gönenci amaçlayan, ürettiğini adilce paylaşmayı sağlaya-cak politikalar nerdeyse bütünüyle terk edilmiştir. Ülke dış borç ve ithal girdi ağırlıklı ihracata ve dengesiz büyümeye dayalı iktisadi anlayışa teslim edilmiştir. Ülkeye gelen ya-bancı ve doğrudan sermaye yatırım-ları özelleştirmeye, finansman ve si-gortacılık sektörlerine yönelmiştir. Böylece imalat sanayinin yeni yatı-rımlarına herhangi bir kaynak ayrıl-mamıştır. İç pazar, ithal malları lehi-ne genişletilmiş ve üretimde dışa ba-ğımlılık perçinlenmiştir. Dokuzuncu Kalkınma Planı, plansız döneme ge-çişin simgesi olup, AB'yle bütünleş-me süreciyle sanayinin taşeronlaş-masının belgesi niteliğindedir. Plan yapamayan Türkiye başkalarının planına teslim olmuştur. Bir başka anlamda küresel ekonominin insafı-na bırakılmıştır.

Türkiye’nin, uzun vadeli ve den-geli bir sanayileşme / kalkınma viz-yonunu, kısa / orta vadeli ama ardı arkası kesilmeyen istikrar program-larına terk etme zihniyetinden

vaz-geçmesi gerekir. Sektörler ve bölge-lerarası kaynak tahsislerini uzun va-deli bir iktisadi kalkınma stratejisi doğrultusunda yönlendiremeyen hiçbir ülkenin, özellikle de Türkiye gibi görece geri bir ekonomik yapı-lanmanın, gelişmiş ülkeler arasına girmesi ve orada varlığını korumaya devam etmesi mümkün değildir.

Dünyanın pek çok ülkesinde ya-kın tarihin başarılı sanayileşmiş ülke deneyimlerinin öğrettiği, belirli sek-törler üzerine yoğunlaşan ve bir li-berasyon takvimine bağlı olarak uy-gulanan “selektif korumacılık” te-melinde kurgulanan / tasarlanan “sektör - proje hedefli sanayileşme politikaları” uygulanmalıdır. Bu te-meldeki sanayileşme politikaları, içinden geçmekte olduğumuz kitle-sel işsizlik mekitle-selesinin de çözüme kavuşturulmasında anahtar rolü oy-nayabilir.

Sektör / proje hedeflemesinden anlaşılması gereken, dinamik karşı-laştırmalı üstünlükler yaratılmasına yönelik olarak belirli sektörlerin sap-tanıp, bu sektörlerde planlı, prog-ramlı bir gelişme stratejisinin uygu-lanmasıdır. Hedefleme sözcüğünün de ima ve telkin ettiği gibi, sektör he-deflemesi, kaynak dağılımı işlevini tamamen piyasanın eline bırakma-makta, hangi sektörlerin uluslararası pazarlarda rekabet edebilir hale ge-leceğine devletin karar vermesini öngörmektedir. Devlet, bu yönde ge-rekli teşvik ve koruma araçları ile se-çilen sektörlerin rekabet gücünü ar-tırmayı planlar. Burada elbette "pi-yasalar" mı? yoksa "devlet" mi? so-rusu / ikilemi akla gelebilir. Ancak, kalkınmışlık düzeylerindeki başarı-ları hakkında tartışmasız ortak mu-tabakat sağlanmış ülke örnekleri “objektif” olarak incelendiğinde, bu başarıların hiçbir biçimde “piyasa mucizesine” dayanmadığını görmek mümkündür. Zira rekabeti teşvik eden ve ülke kaynaklarını en iyi kul-lanmayı hedef alan bir devlet yön-lendirmesi, piyasaları ikame etmek-ten ziyade piyasa mekanizmasının işlemesine katkıda bulunabilmekte-dir.

Kaldı ki, ülkemizde devlet, başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Böl-gelerinde olmak üzere yeniden

ikti-sadi hayata “girişimci” olarak da girmelidir. Farklı bir ifade son 30 yıl-da nerede ise günah keçisi ilan edil-miş bulunan işletmeci kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT’lerin) yenilerini özelliklede Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bağlamında ileri – ge-ri bağlantıları doğru saptanmış sek-törlerde bizatihi kurmalıdır. Günü-müz itibariyle uygulanmakta olan Devlet Yardımları Sisteminin (teşvik sisteminin) seçicilik ve yönlendirici-lik özelliği kalmamıştır. Bununla bir-likte, ülkemiz uzun dönem sağlıklı büyüme rotasını da kaybetmiştir. Dolayısıyla da yeni bir sistemin oluşturulması gereği açıktır. Bu çer-çevede öncelikle ülkemiz için yuka-rıda hareket noktası üzerine değin-mede bulunduğum yeni bir kalkın-ma / büyüme stratejisi hazırlankalkın-malı ve devlet yardımları sistemi bu stra-tejiye dayandırılmalıdır. Ayrıca bu stratejik tercihlerin finansmanı için, başta bankalar olmak üzere Türk Mali Siteminin “mimarisi” de yeni-den çizilmelidir. Böyle bir yeniyeni-den tasarımı imkânlı kılacak finans poli-tikaları; devletin kaynakları dinamik

mukayeseli üstünlüklere göre etkin tahsis etmesine imkân sağlamalı, bil-gi akımlarıyla finansal kaynakların maliyetini azaltmalı ve sürekliliğini sağlamalı, uluslararası piyasalarda yerli firmaların rekabet etmeleri için finansman maliyet avantajı yaratma-lı, teşvikler ve yaptırımlarla finansal disiplini sağlamalı ve öngörülebilir istikrarlı bir iktisadi ortamı yarata-rak uzun vadeli firma plânlamasını mümkün kılmalıdır

Tarım dahil olmak üzere hemen her alanda çok büyük bir ithalat söz konusu. Net ihracatçı olduğu-muz tek alan tekstil ve hazır giyim. Çok övündüğümüz otomotivde bi-le ithal girdi oranı çok yüksek. Tür-kiye hangi sektörleri belirleyip o alanlara ağırlık vermeli?

Esas olarak bu ithalata bağımlı üretim yapısının baştan sona değişti-rilmesi gerekir. Eğer bu yapı değişik-liği konusunda ısrarlı olunmaz ise sonuç fark etmeyecektir. Hangi sek-törler seçilmeli sorusunun yanıtı ise elbette “rekabet gücü çalışmaları” ile yakından ilgilidir. Yeri gelmişken bu

konuda Türkiye Kalkınma Bankası, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen biri-kimi oldukça yüksek çalışmalara mutlaka göz atılmalıdır derim. Me-raklıları için de bu çalışmaların tam metinlerine internet üzerinden ve ücretsiz bir biçimde ulaşacakları lin-ki not etmekte fayda vardır. http://www.kalkinma.com.tr/eko-nomik-arastirma-raporlari.aspx

100 liralık mal ihraç edebilmek için 80 liralık mal ithal eden, finans sisteminin yarısından fazlası ya-bancıların elinde olan, keza men-kul kıymetler borsasındaki yabancı payı da yarıdan fazla olan bir ülke sadece ekonomik olarak değil, siya-sal olarak da dirençsizdir, dış da-yatmalara açıktır. Atatürk’ün siyasi bağımsızlığın temeli saydığı iktisa-di bağımsızlık konusundaki yakla-şımına birkaç örnek verir misiniz?

ODTÜ Yayıncılık’tan çıkan son ki-tabım Gazi Mustafa Kemal ve Cum-huriyet Ekonomisinin İnşası’nın ikin-ci bölümünün bütününde bu sorunu-za ilişkin sayısız örnekler bulmak

mümkün. Ama özellikle Gazi Pa-şa’nın 1922 yılında Büyük Millet Meclisini açarken yaptığı konuşma-dan kimi pasajları aktarmak isterim:

“ Tanzimatın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı ken-disini koruyamayan ekonomimizi bir de iktisadi kapitülâsyon zincirle-riyle bağladı. Kuruluş ve özel sektör yönünden ekonomik alanda bizden çok kuvvetli olanlar, memleketimiz-de bir memleketimiz-de ayrıca imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Gelir vergisi vermi-yorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman iste-dikleri eşyayı, isteiste-dikleri şartlar al-tında ülkemize sokuyorlardı. Bütün ekonomimizin her bölümüne bu sa-yede kesin olarak hâkim olmuşlardı.

Efendiler,

Bize karşı yapılan rekabet gerçek-ten, çok gayri meşru, gerçekten çok yok edici idi (Kahrolsunlar sesleri). Rakiplerimiz bu davranışlarıyla ge-lişmeye elverişli sanayiimizi de öl-dürdüler. Tarımımıza da zarar verdi-ler. Ekonomi ve maliyemizin geliş-mesi ve olgunlaşmasını önlediler.”1

Gazi Paşa, konuşmasında iktisat politikasının temel amaçlarının ipuç-larını belirterek Cumhuriyet tarihi-nin iktisadı ile ilgili çok sayıda çalış-mada göz ardı edilen ‘devletleştir-me’den de ilk olarak bahseder:

“Efendiler,

Artık engelsiz ve bağımsız bir ha-yata atılan Türkiye için, ekonomik yaşamı boğmakta olan kapitülâs-yonlar yoktur. (Şiddetli alkışlar) Ve olamaz. Ekonomik yaşamımızın be-lirli amaçlara yöneltilmesi ve süratle gelişmesi ve yükselmesi için alına-cak önlemler içine ülkemizde Avru-pa rekabeti yüzünden yok edilmiş ve şimdiye kadar gelişmemiş olan tarımsal sanayimizi güçlendirip, modern ekonomik araçlarla donat-mayı önemle göz önünde bulundu-racağız. (İnşallah sesleri) Gerek ta-rım, gerek memleketin varlık ve ge-nel sağlığı konularında önemi kesin olan ormanlarımızı da modern ön-lemlerle iyi duruma getirmek, geniş-letmek ve en yüksek faydayı sağla-mak da önemli kurallarımızdan biri-dir. İktisadi politikamızın önemli amaçlarından biri de genel yararı doğrudan doğruya ilgilendirecek

kurumlar ve iktisadi teşebbüslerin mali kudretimizin ve teknolojimizin izni oranında devletleştirilmeleri-dir.”

Nitekim iktisat politikasının önemli amaçlarından biri olarak “devletleştirme”, Cumhuriyetin ikti-sat felsefesinin temeli olarak kalacak ve 1930’ların devletçilik politikası-nın bir anlamda ‘ön adımı’ ve süreç içerisinde de payandalarından birini oluşturacaktır. Ve hatta ‘ulus devle-tin yaratılmasında’ nirengi noktala-rından birini oluşturacaktır.

Gazi’nin çok sık bir biçimde tek-rarladığı gibi, mücadelenin temel amacı; özünde mali bağımsızlığın yattığı tam bağımsızlıktır:

“Efendiler,

Her şeyden önce yaşam ve ba-ğımsızlığımızı sağlamak demek olan milli amacımıza ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bundan dola-yı, bizce en önemli nokta mali kud-retimizin bunu karşılayıp karşılaya-mayacağıdır. 1920 ve 1921 yıllarının canlı deneylerine, bütçemizin denk durumuna, bugünkü iç duruma ve ekonomimizin bu geçen iki yıla oranla, kıyas kabul etmez derecede iyi bir düzeye ulaşmasıyla oluşan kesin ümitlere dayanarak arz edebi-lirim ki, ülkemizin gelir kaynakları

milli davamızın güven içinde sağ-lanmasına yeterlidir (Alkışlar).

Mali kudretimiz, bu güne kadar olduğu gibi dış borçlanma yapılma-dan da orta halli bir düzeyde, ülkeyi yönetecek ve amacına ulaştıracaktır (Alkışlar).”

Gazi Paşa’nın yaklaşık 88 yıl ön-ceki bu direktiflerini, son 30 yıldır unutmuş olmanın bedelinin ne ka-dar yüksek olduğu yeterince açık değil midir? Ülkenin 1922 yılındaki mütevazı gelir kaynaklarını, ulusal devletin inşası gibi zorlu bir süreç için bile yeterli gören bu anlayışın, günümüz iktisat politikasının biçim-lendirilmesinde de uygulanmasının önemini vurgulamak bir zorunlu-luktur.

Ayrıca yine aynı konuşmadaki şu sözler, günümüz Türkiyesinin yaşayarak öğrenmeyi bir gelenek haline getiren iktisat politikası ya-pıcılarının da hiç unutmamaları ge-rekmez mi?

“Bununla birlikte, ben yalnız bu-gün için değil özellikle gelecekle ilgi-li olarak devlet hayatı ve ülkenin re-fahı konularında şimdiki ve ilerideki mali durumumuzu çok önemli bul-duğumu vurgulayarak maliyemizle ilgili endişeli görüşlerimi özetle an-latmak isterim:

Efendiler, Bugünkü mücadele-mizin amacı tam bağımsızlıktır. Ba-ğımsızlığın tam sağlanabilmesi ise, ancak mali bağımsızlık ile mümkün-dür. Bir devletin aslı bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün ha-yati bölümlerinde bağımsızlık sakat durumdadır. Çünkü her devlet orga-nı ancak maliye ile yaşar. Mali ba-ğımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin ekonomik bünye ile uy-gunluğu ve denk olmasıdır. Bundan dolayı devlet yapısını yaşatmak için dış ülkelere başvurmadan ülkeyi ge-lir kaynakları ile yönetmek çözüm ve önlemlerini bulmak gereklidir ve bulunabilir.”

Avrupa ve ABD’de örnekleri ol-duğu üzere gerçek bir yatırım ban-kamız neden yok? Fon alıp satan değil de sanayiye yatırım yapan bir banka kurmak bu kadar mı zor?

kesimin önemli aktörü bankacılık kesiminin de esas fonksiyonu "Mali Aracılık"tır. Ödünç verme arzusun-daki iktisadi birimlerin tasarruflarını dolaylı finansal araçlar yardımıyla toplayıp bu yolla oluşturulan kay-nakları ödünç alma arzusundaki ya-tırım sahiplerinin dolaysız mali araçlarına yatırarak nihai tasarruf sahiplerinden nihai yatırım sahiple-rine doğru fon akımı oluşturmak olarak tanımlanabilecek mali aracı kurumların temel iktisadi işlevi, ül-kenin refah düzeyinin yükseltilebil-mesi için tasarruf - yatırım ilişkisini düzenlemek ve ödünç verilebilir ni-telikteki fonları verimlilik düzeyi yüksek yatırım projeleri arasında ta-yınlamak / dağıtmaktır.

Gelişmiş kapitalist iktisadi yapı-lardaki evrimin tarihi, belirli bir za-man diliminin iktisadi koşullarında işleyen kuralların, karar birimlerinin

Belgede 10 6 (sayfa 41-47)