• Sonuç bulunamadı

Semai (Çalgılı) Kahvehaneler

2.3. Kahvehane Çeşitleri

2.3.5. Semai (Çalgılı) Kahvehaneler

Âşık kahvehaneleri geleneği üzerine inşa edilen Semai kahvehaneleri, 1826 yılından itibaren Osmanlı şehir yaşamında kendine özgü bir dünya olarak gelişim göstermiştir. Bu tarihten itibaren Yeniçeri Ocağı’nın lav edilmesiyle birlikte yeniçerilerin sosyal hayatta temas halinde olduğu birçok kurumda mecburi bir dönüşüm yaşamıştır. Yaşanan bu değişim hareketi en çok kendisini kahvehanelerde göstermiştir. Esnaf – yeniçeri yaşamının en yoğun şekilde görüldüğü kahvehane mirası bu dönemde Tulumbacı Ocağına devredilirken, yeniçeri-âşık kahvehanesi gelenek ve aidiyetleri ise Semai kahvehanelere devretmiştir. Bu bakımdan Semai kahvehaneler on dokuzuncu yüzyılın değişime uğrayan ama köklerini geleneklerden alan esnaf- asker zümresinin yeni toplanma merkezleri olmuştur (Evren, 1996: 63). Ancak her ne kadar âşık kahvehanelerine benzeyen yönleri olsa dahi semai

65 kahvehaneler işleyiş tarzı ve müdavimleri bakımından farklılık göstermekteydi. Âşık geleneğinin tüm ögelerini içinde barındırmayan semai kahvehaneler bu kültür için bir değişimi ifade etmektedir. Tulumbacılar bir süre âşık geleneğini devam ettirmiş olsalar da zaman içerisinde âşıklık geleneğinin temsilcileri tarafından bu mekânlar pek kabul görmemiştir. Bunun neticesi olarak Semai kahvehaneler İstanbul ile sınırlı kalmıştı (Düzgün, 2009: 44).

İstanbul şehrinin en meşhur semai kahvehaneleri Laleli, Çukurçeşme, Galata, Çeşme Meydanı, Deftardar ve Kasımpaşa gibi semlerde bulunurdu. Bu kahvehanelerin müdavimlerin başında ise semtin tulumbacıları gelmekteydi. Çünkü o vakitler her mahallede bir tulumbacı teşkilatı tesis edilmişti. Bu neferler bir yangın esnasında buralardan müdahale etmek için buralarda hazır bulunurlardı. Ancak koğuşların olmadığı mahallelerde kahvehaneler tulumbacıların yangın için hazırlandıkları bir mekândı (Gerçek, 2004: 124-125). Bu yüzden semai kahvehaneleri mekânda icra edilen sanattan dolayı “çalgılı kahvehaneler” müdavim ve işletmecileri bakımından ise “tulumbacı kahvehanesi” diye anılmıştır. Kış mevsimleri ve özelliklede Ramazan ayı ve Cuma akşamları yoğun olan bu mekânlara sadece tulumbacılar gelmemekteydi. Semai kahvehaneleri halkın tüm kesiminden rağbet gören mekânlardı. Tulumbacılardan hariç olarak semai kahveler, at arabası sürücüleri, kayıkçılar, zanaatkârlar özelliklede kabadayıların ve külhanbeylerinin buluşma yeri olmuştu (Georgeon, 1999: 64).

Çalgılı kahvehanelere bir tek şabıemred (yüzüne ustura değmemiş) kişiler alınmazdı. Geri kalan taife girdikleri kahvehanede usule uygun şekilde önce kahveciye selam verilerdi. Bunlar arasında bıçkın ele avuca sığmaz ceketleri omuzlarında fesleri yar tekmesi yemiş (bir tarafı çukurlaştırılmış) gençler bulunurdu ki bunların olay çıkarmasın diye hem kahveci hem de kahveyi teftişe gelen zabıta tarafından devamlı gözetim altında tutulurlardı (Evren, 1996: 63). Çalgılı kahvehanelere kibar ve ricalden kimseler içinde uğrak bir mekândı. Bu kişiler tulumbacıların hareketli kahvehane yaşamındaki en sakin müşterilerdir. Kendilerini pek göstermeyecek bir köşede icra edilen müzik yahut atışmaları dinler, kahvehaneden ayrılacakları vakit ise sanatçılara tebrik ve takdirlerini ileterek mekânı terk ederlerdi (Birsel, 1983: 185).

66 Çalgılı kahvehanelere giriş paralı idi. O günün değeri ile kahvehaneye giriş ücreti yirmi para yazmasına karşılık bu miktarı vermek ayıp sayılırdı. Bu paranın yanı sıra küçük bir bahşiş verilirdi. Çünkü verilen giriş ücreti ve bahşiş miktarı, kahve müşterisinin statüsünü belirlemekteydi. Eğer ki lütfedilen miktar dolgun ise, bu müşteriye kahvehanenin en muazzam yerinde oturması sağlanırdı (Evren, 1996: 70). Bu durumun yegâna sebebi ise semai kahvehanelerin klasik kahvehane formatında tasarlanmamış olmasıdır. Semai kahvehaneler klasik kahve oturma düzenin aksine tiyatrolardaki oturma düzenine benzer şekilde düzenlenmişti. Peykelerin yerini sandalyeler alırken bu sandalyeler sahneye uygun şekilde dizilirdi. Ayrıca sahne sandalyelerin olduğu alandan biraz daha yüksekçe yapılarak tam manasıyla bir seyir zevki vermesi istenmiştir. Bu bakımdan semai kahvehaneler klasik kahve yapı ile tiyatro arasında bir geçiş mekânı olmuştur (Evren, 1996: 66). Ramazan ayında özellikle yoğun talep gören semai kahvehanelerinde Ramazan’a on gün kala hummalı bir hazırlık dönemi olurdu. Kahveler sodalı sularla tavandan peykelere kadar yıkanır gerekli görülürse boyanırdı (Gerçek, 2004: 129). Ayrıca kahvehane bir gelin odası gibi süslenirdi. Elvan kâğıttan (krepon kâğıdı) zincir ve güler yapılarak kahvenin tavanı, çalgıcıların sahnesi baştan ayağa süslenirdi. Tavandan “Yeni Dünya” denilen sırçadan yapılan renkli ve sırlı küreler sarkıtılırdı. Eğer kahvehane tulumbacılara ait ise en dikkat çeken şey duvarda asılı olan hortum, baskı kolları ve fenerler olurdu. Ramazanda çalgılı kahvehane düzenlemek İstanbul’a özgü bir adetti. Her ne kadar Selanik’te ortaya çıktığı söylense de İstanbul’daki tulumbacılarla bu şöhreti kazandığı göz ardı edilemez (Birsel, 1983: 183-184).

Kahvehanenin genel ihtiyaçları görüldükten sonra en önemli hususlardan biri mekândan sanatını icra edecek çalgıcıları bulmaktır. Bu hususta tüm kahveler en iyi çalgıcıyı kendi kahvesinde çıkarmak isterler. Bu çalgıcılar ekseriyetle bir kırnata, bir çifte nara, bir darbuka, bir zilli maşa ve köçek zillerinden teşekkül olurdu (Abdülaziz Bey, 1995: 258). Bütün bu hazırlıklar sonra kahvehanede maniler, koşmalar, destanlar söylenerek müşteriler için eğlenceler tertip edilirdi. Ancak kahvehanenin kendi için kural ve kaideleri vardı. Kahvehaneye gelenlere ilk olarak lokum ikramı yapılırdı. Çalgının olduğu günlerde ahaliye nargile verilmezdi. Hatta çalgı zamanı kibritle sigara yakmak dahi ayıp sayılırdı. Çünkü buraya gelenlerin

67 icra edilen müziği dinlemeye geldikleri üzerinde ısrarla durulurdu (Gerçek, 2004: 129). Ancak çalgılı kahvehanelerde oyuncu ve köçeklerde hiç eksik olmazdı. Oyunlar genellikle mani, semai, koşma, kalenderi ve divan fasılları arasına serpiştirilir yahut okuma ve çalma faslından sonraya bırakılırdı. En çok oynan oyunlar arasında çiftetelli, köçek oyunu, kasap oyunu ve ağırlama gibi oyunlar yer alırdı (Birsel, 1983: 196-197).

II. Abdülhamid (1876-1909) devrinde altın çağını yaşayan semai kahvehaneler bu yıllarda İstanbul’da saz loncası kurulmasının öncüsü olmuşlardır (Birsel, 1983: 186). Bu durumun sebebi ise semai kahvehaneler sayesinde programlı eğlence anlayışının semai kahvelerle Osmanlı sosyal yaşantısına dahil olmasıdır. Günün modası ve insanların ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen eğlenceler bu kahvehanelerde icra edilirdi. II. Abdülhamid devrinde gelişen alafranga müziği bu mekânlarda icra edilir olmuştur. Ancak bu değişimlere rağmen semai kahvehanelerinin vazgeçilmez eğlencesi her dönemde maniler olmaya devam etmiştir (Evren, 1996: 72). Ancak zamanla bu mekânlara olan rağbetin azılmasıyla 1910 yılı sonrası çalgılı kahvehaneler tarihe karışacaktı (Gerçek, 2004: 124). Semai kahvehaneleri hem işleyişi hem de mekânda icra edilen sanat yönünden ilerleyen yılların Türkiye’sinde var olacak gazino kültürü ile benzerlikler göstermektedir. 1960 ve 1980 arası Türkiye’deki programlı gazino kültürü bir nevi semai kahvehane kültüründen devir alınan miras gibidir. Bununla beraber günümüzde ise mekânsal olarak semai kahvehaneleri özellikle köyden kent göçün artması neticesinde taşradan gelen insanların istekleri doğrultusunda şekillenen eğlence kültürünün yansıması olan Türkü Barları gösterebiliriz.

Benzer Belgeler