• Sonuç bulunamadı

Önceki bölümde yirminci yüzyılın ilk yarısında seçmenlerin istikrarlı bir tablo çizdiklerine ve tercih ettikleri siyasi partileri değiştirme oranlarının son derece düşük olduğuna dair verileri değerlendirmiştik. Bu durum 1960’lı yıllara kadar düzenli bir

şekilde devam eder. 1968 olayları ve (kadın hakları, etnik ve azınlık hakları, ırkçılıkla mücadele, bireysel özgürlükler, çevrecilik gibi konulara dair) özgürlükçü hareketler seçmen profilindeki değişimleri net bir şekilde ortaya çıkartır. Seçmen tercihlerinin değişmesi konusuna ileride devam etmek üzere ara verip seçmen davranışları çalışmalarının üç farklı yaklaşımı için parantez açalım: Seçmen davranışları inceleme tarihi 1910’lu yıllara kadar gitmektedir. “Tarihsel gelişim itibariyle oy verme davranışı üç başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar; sosyolojik, psikolojik ve ekonomiktir.

Sosyolojik Model aynı zamanda Kolumbiya Modeli, Sosyo-psikolojik Model ise Michigan Modeli ve Ekonomik Model de Rasyonel Seçim Modeli olarak adlandırılmaktadır. 1940’lı yıllardan itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nde seçmen davranışlarına dair yapılan çalışmaların bazılarında sosyolojik yöntem kullanılmıştır.

Dalton ve Wattenber’e göre çalışmalarda kullanılabilecek en uygun veriler nüfus sayımlarında ortaya çıkan demografik verilerdir. Sosyolojik modele göre bireylerin oy tercihleri de sosyal kimlikleri ile ilintilidir ve dinsel aidiyetleri gibi vazgeçilmez kararlar olarak tanımlanmaktadır” (Akgün, 2000: 77). Sosyolojik Modelin eksiği seçmen davranışları incelemelerinde ideolojiye yer vermemesidir. “Lazarsfeld çalışmalarından elde ettiği bulgulara göre seçmenlerin oy tercihlerini kendilerini bağlı hissettikleri gruplara göre şekillendirdiklerini savunmuştur ve oy verme tercihlerinde ideolojinin önemine değinmemiştir” (Bartels, 2008: 2,3). Oy kullanma tercihlerinde ailenin, çevrenin etkisini dikkate alan Michigan Modeli seçmenlerin aidiyet duygusundan ve parti kimliğinden söz eder. Seçmenler kendilerini ait hissetikleri partinin (ekonomik bunalım, başarısız yönetim gibi konularda) icraatından memnun kalmayıp, oy kullanmasalar dahi bir sonraki seçimlerde partilerine geri dönüp oy verebilirler. Aynı zamanda seçmenler/üyeler siyaseti, aidiyet duydukları partinin ajandasına göre takip ederler ve yorumlarlar. “Sosyo-psikolojik Model (Michigan Modeli): Seçmenlerin küçük yaşlarından itibaren ailenin veya sosyal çevrenin etkisiyle bir siyasi partiye aidiyet

duygusu beslemeye başladığını söyleyen bu model literatüre ‘parti kimliği’ kavramını kazandırmıştır” (Norris, 1998: 15). Ancak bu model, 70’lerden itibaren sorgulanmaya başlanır. Amerika’da ve Avrupa’da çok sayıda insan siyasi partilere aidiyet duygularının azaldığını ve kendilerini bağımsız hissettiklerini söylemektedirler. Ayrıca klasik sağ ve sol ideolojilerin dışında ‘Yeşiller’ gibi yeni partiler ortaya çıkarak seçmenleri etkilemektedirler. Bu nedenle oy tercihlerinde (adayların özellikleri, post-modern değerler ve ekonomik tercihler) etkili olmaya başlamıştır. Ekonomik yaklaşım (Rasyonel Seçim Modeli) ise seçmenlerin ekonomik beklentilerinin oy verme tutumları üzerinde etkili olduğu savına dayanır (Bennet, Salisbury, 1987). İktidar partilerinin aldıkları oylardaki değişikliklerin, izledikleri ekonomik politikaların başarı veya başarısızlığına göre değiştiği görüşü etkili olmaktadır. Seçmenler sadece kendi partilerinden veya iktidar partilerinden değil, muhalefet partilerinin vadettikleri ekonomik programlardan da etkilenmektedirler. Model oy verenlerin ekonomik çıkarlarını bildikleri görüşünü taşır.

“İktisadi faktörlerin seçmen davranışı üzerindeki etkileri Ekonomik Oy Verme diye tanımlanan bir teori ile açıklanmaktadır. “Downs’ın ‘An Economic Theory of Democracy’ adlı çalışmasında belirttiği üzere vatandaşlar oylarını kendilerine en çok çıkarı sağlayacağını düşündükleri partiye verirler. Seçmenin belirli bir amacı vardır ve eğer oy verdiği parti amacını gerçekleştirmek konusunda yetersiz kalırsa, seçmen bir sonraki dönemde oyunu kolayca değiştirir” (Akgün, 2000: 4). Modelde ekonominin iyi gittiği zamanlarda seçmenlerin iktidar partisini tercih ettikleri, ekonominin kötüye gittiği süreçlerde ise muhalefetteki siyasi partilerinin tercih edildiği kabul edilmektedir.

“Ekonomik kaynaklı motivasyonların oy verme üzerindeki etkileri genel kabul görmekle birlikte, bu modelin fayda ve amaç tanımını maddi çıkarla sınırlaması ve ekonomi dışındaki etkenleri ve politikada önemli olan sembolik değerleri gözardı etmesi eleştiriye uğramaktadır” (Akgün, 2000: 79, Dalton, Wattenberg, 1993). Rasyonel Seçim Modeli

‘geçmişe yönelik oy verme’ olarak da tanımlanır. “Oy verenlerin iktidar partisinin

uygulamalarını izledikleri ve kendi iktisadi durumlarındaki değişimi değerlendirerek oy kullandıkları varsayılır” (Fiorina,1981; Key, 1966).

Yukarıda incelediğimiz modellerin ele almadığı konulara da değinecek olursak, oy tercihleri ile bireyler iktidara ve düzene olan bağlılıklarını da gösterirler. “Oy veren, olumlu tercihi ile rejimi meşru kılar ya da oy vermeyerek meşruiyetini sorgular. Ayrıca oy vermeyerek, seçimlere ve rejime kayıtsız olma hali de olabilir” (Levi, 2009: 130-133).

Oy verme oranlarındaki düşüş, seçmenin mevcut siyasi partilerden memnun olmadıklarını gösterir.

Anthony Downs ise oy verme davranışlarını 4 bölüme ayırır. Vatandaşlar: (1) Kendi favori partilerine oy verirler, (2) Kendi partileri umutsuz olduğu için stratejik nedenlerle seçilen başka bir partiye oy verirler, (3) Rasgele bir partiye oy verirler, (4) Çekimser kalırlar. Sosyal, sınıfsal, dini veya kültürel nedenlerle oy verenlerin bu etkenlerden bağımsız olarak oy verme oranı daha azken, bu faktörlerden bağımsız olan oy verenlerin ekonomik göstergeleri dikkate alarak oy verme olasılığı daha fazla görülmektedir (Downs, 1957).

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve yirmibirinci yüzyılda insanların eğitim düzeylerinin artmasıyla, teknolojinin gelişmesiyle seçmenlerin siyasi partilere istikrarlı yaklaşımları da değişmeye başlar. Kitle parti yapısını değiştiren iki önemli değişim olmuştur: (1) Seçmenlerin eğitim seviyeleri yükselmiştir, (2) Pazarlama ve reklam teknolojilerindeki buluşlar (inovasyonlar), kamuoyu havuzları ve televizyondaki gelişmeler etkili olmuştur.

Seçmenler bu yeni araçlarla donanarak, parti kaynakları dışında bilgiye ucuz şekilde ulaşabilmektedir. Partiler ise etkili siyasi kampanyalar için kitlesel taban örgütlenmelerine ihtiyaç duymamaktadırlar. Kitlesel parti organizasyonel stratejilerinin

faydası hem seçmenler için hem de partiler için azalmıştır. Son otuz yıldır partilerin üyelerinin sayılarında azalma gözlenmektedir. Bu bulgular partiler ve seçmenler arasındaki etkili bağların azaldığı fikrini desteklemektedir (Wrena ve Mcelwain, 2011).

Sonuç olarak seçmenler partileriyle daha az partizan özdeşleşme göstermektedirler ve partilerin seçim bildirgeleriyle, seçmenlerin siyasi tercihleri arasında gittikçe genişleyen bir uçurum oluşmaktadır. Sosyal medyadaki ve teknolojideki gelişme hem partilerin hem de seçmenlerin siyasi kapasitelerini artırmakta ve her iki taraf da kitle partisi yapısı içine hapsolmayı arzu etmemektedirler.

Türkiye’de 2015 yılında yapılmış olan bir araştırmanın sonuçları seçmenlere göre ülkedeki sorunların önem derecelerini ve seçmen davranışlarını etkileyen konuları ortaya çıkarmıştır “Oy verme tercihlerini etkileyen konular: ‘daha iyi yönetilmek’, ‘ideolojiyi sürdürmek’, ‘parti programı’, ‘partinin icraatları’, ‘partinin kadrosu’ ve ‘partinin lideri’

olarak sıralanmaktadır. Oy verenlerin Türkiye’de öncelikli gördüğü sorunlar, ‘terör, işsizlik, ekonomi, yolsuzluklar, eğitim ve sağlık konularındadır” (Özay, 2015). Araştırma 2020 yılında yapılabilseydi, seçmenlerin önemli gördüğü sorunlar listesine salgın hastalık sorunu da eklenirdi ve büyük ihtimalle listenin en başında yer alabilirdi. Salgın hastalık sorunu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her ülkesinde vatandaşlar için önemli sorunlar listesinin başlarına yerleşmeye adaydır.

Sonuç olarak yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreği itibariyle seçmenlerin oy verme davranışlarını etkileyen ölçütlerin sayısında artış ve çeşitlilik gözlenmektedir. Türkiye örneğinden baktığımızda yukarıda incelediğimiz modellerin dışında yeni modellerin oluştuğunu görmekteyiz. Örneğin ideolojik olarak birbirinden 180 derece farklı görüşlerde konumlanan partilerin, seçimlerde aynı ittifakın içerisinde yer aldığı görülmektedir. Bağımsız adayların seçimlerdeki etkisi de eski modellerde öngörülmeyen bir ölçüt olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle yerel seçimlerde güvenilirliği ve başarılı performansı ile nam salan bir adayın siyasi partilerin önüne geçerek bağımsız olarak

seçimleri kazanabildiği görülmektedir. Farklı ideolojilerden oy verenlerin, yerel seçimlerde aynı bağımsız adayı tercih etmesi ise seçmen davranışlarının yirminci yüzyılda ve yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğindeki modeler tarafından açıklanamadığını ortaya koymaktadır. Seçmenler kamu politikalarından, hükümetin performansından, partinin kimliğinden memnun olmadıkları zaman veya siyasi partilerin yolsuzluklarından, liyakatsız ve kayırmacı politikalarından rahatsız oldukları için dürüst ve güçlü bir bağımsız adaya yönelebilmektedirler. Klasik modellerin öngöremediği bir ölçüt de bilgi iletişim teknolojilerinin, dijital çağda seçmen davranışları üzerindeki kuvvetli etkisidir.

Alternatif medya kanallarının çoğalması ve bilgiye daha erişilebilir olunması seçmenlerin görüşlerini etkilemektedir. Türkiye’de dijital medyaya kolayca erişimin, siyasal tercihlerin belirlenmesi ve oy kaymalarına etkisi konusunda yeni çalışmaların yapılması gerekli görünmektedir.