• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.4. SANATTA ÖYKÜNME

2.4.1. Batı’ya Öykünme

“Taklit, etkilenmenin bir noktadan sonraki soysuzlaşmasıdır” (Süreya, 2011:

199) diyen Cemal Süreya gibi Metin Eloğlu da sanatta taklide karşıdır. Her toplumun ayrı bir sanat anlayışı olmalıdır görüşüne daima sadık kalmıştır. Sanatın kişiliği ancak kendi özüne önem verdiğinde oluşabilecektir. Tanzimat’tan beri şairlerin Batı’ya öykünmesi şiirimizin kişiliğini kaybetmesine neden olur. Edebiyatçılarımız genellikle Fransız ve İngiliz edebiyatlarının etkisi altına girmiş ve bizim edebiyatımızı da o yönde ilerletmeye çalışmışlardır (Eloğlu, 2010: 113). Metin Eloğlu bu görüşleri ile Batı yeniliklerine karşı çıkmaz. O bizim sanatçılarımızın kendi öz ve biçimlerine önem vermeyerek doğrudan taklit yoluna gitmelerine karşıdır. “Görmediğin, yaşamadığın, nedenleri üzerinde iyice kafa yormadığın bu öte gerçekleri niye diline doluyorsun?”

(Eloğlu, 2010: 114) sorusu üzerinde düşünen şair, “Şiirimizin keşmekeşi, ulusal bir bilince, beğeniye yanaşamayışı, cılız bir ortamda debelenişi yine gündelik konumuz…

Yıllardır bir aramadır, sürekli değişimdir, dediği ettiğini tutmazlıktır sürüp gidiyor. En Türk ozanlar, daha çok Fransızcamsı, İngilizcemsi bir yöntemle kurcalanıp inceleniyor.

Sanatçılar da, yapıtları bir alafranga camekanda Ermeni gelini gibi kırıtıyorlar” (Eloğlu, 2010: 128) der.

2.4.2. Öykünme Yeteneksizi Bir Şair

Metin Eloğlu, Batı’ya öykünmediği gibi bizim edebiyatımızda da hiçbir sanatçıya ve akıma öykünmeyen kendine has bir şairdir. Onun sanatında Garip ve İkinci Yeni olmak üzere iki akımın etkisi vardır.

1951’de çıkan ilk kitabı Düdüklü Tencere’de Garip etkisi açıkça görülmektedir.

Dilinin sade ve açık oluşu onu Garipçilere yaklaştırsa da bu akıma bağlanmaz.

Eloğlu’nun şiirlerinde görülen etkiler taklit değildir. Şair sadece bu akımların özelliklerinden yararlanarak kendine özgü bir şiir anlayışı oluşturur. “Garip şiirinin ve Sait Faik’in “küçük insan”ının yaşamı, yine bu insanların diliyle, öykülemeci şiirin

kolaylamalığına kaçmadan, bıçkın, külhan bir söyleyişle karşımıza çıkar” (Köz, 2006:

25). Metin Eloğlu, Garip akımının sade dilini, öyküleme yöntemini, bireysel konularını ele alır. Etkilendiği özellikleri ise kendine göre yorumlamıştır. Bu dönemde dili sade kullanmış ancak şiire argo kelimeleri ve halk söyleyişlerini de katmıştır. Garip akımının tamamıyla karşı çıktığı söz sanatlarını da kullanmaktan geri durmamıştır.

Öyküleme yöntemini de kullanarak sıradan kişileri ele almış ve toplum sorunlarına dikkat çekmeye çalışmıştır. Şiirine ironik bir hava katmak için de öykülere farklı açılardan bakarak karşılaştırır.

“Pazarları daha gündüzden, Aşçıbaşı, aklını başına devşir;

Börekler kızaracak nar gibi;

Kıymalı, ıspanaklı, peynirli…

Sonbahar yağmuru oluklarda, Çüşbalığı haşlanacak!

Mesela zamkinülzarefe yemeğinin Akşama yetişmesi lazım, başın darda.

Al eline şu nesneyi, Dibini bir güzel yağla, Sovanını da doğra, düt! Desin;

Bir tutam tuz, biraz kimyon;

Şıpın işi pişiverir.

Baksanıza göbek atıyor;

Beylere selam, hanımlara selam!

Çengi misin be gâvur icadı, Düdüklü tencere misin?”

(“Düdüklü Tencere”, Düdüklü Tencere, B.Y.B., s. 21)

Behzat Ay, Eloğlu ile yaptığı bir konuşmada kendisine Garip akımını sorar.

Soruyu “GARİP bir “akım” değildi bence; şiirimizdeki yavanlıkları, yıpranmışlığı, boşunalığı öteliyen doğal bir aşamaydı” (Eloğlu, 1973: 12) diyerek cevaplayan şair bu aşamadaki yerini belirler.

Mehmet Erte, Eloğlu’nun ilk şiirlerinde Garip tesiri altında kaldığını ve Garip’in onun sokağına uğramadığı için Garip etkisini aşmak, kendi dilini

bulmak/kurmak zorunda kaldığını söyler. “Metin Eloğlu şiirini düşünmeye, şairin 1951 yılında yayımladığı, ilk kitabı Düdüklü Tencere ile başlıyoruz. Bu kitap ne Garip’le, ne de 40 kuşağının ürünleriyle karıştırılabilir. Ama sokaktadır ve toplumcudur. “Sokak”, gezintiye çıkılan ya da alışveriş için geçilen bir güzergah değil, bizzat yaşanılan yerdir”

(Erte, 2006: 38).

Turgut Uyar (1927-1985) ise Eloğlu’nun Garip etkisine farklı bir yerden bakar.

“Metin Eloğlu’nun gelişi ‘Garip’ döneminin sonlarına rastlar. Kendi kuşağının bütün şairleri gibi, bu akımın etkisinde kalmış, bu akımın sütünden beslenmiştir. Bu akımın bütün özelliklerini, bütün ‘garip’liğini taşır. Ama özgün kişiliği ile bu akıma büyük katkılarda bulunur, onu hemen hemen tamamlar ve amacına ulaşır” (Uyar, 1999: 118).

Memet Fuat, Eloğlu’nun Garip’le gelen çarpıcı, şaşırtıcı şiire bambaşka bir hava vermeyi başardığını belirtir. Nurullah Ataç ise Eloğlu’nun Düdüklü Tencere ile Garip’ten farklı bir yol çizmediğini ve şiire herhangi bir yenilik getirmediğini vurgular.

“Metin Eloğlu bizde Orhan Veli’nin açtığı şiire devam ediyor, daha genç olduğu için ustasının deyişindeki olgunluğa belki erişememiş, ama bana öyle geliyor ki, genişletiyor o şiiri” (Ataç, 1954: 82). Ataç, Orhan Veli’yi Eloğlu’nun ustası olarak görse de pek çok eleştirmen ve şair bu görüşü kabul etmemektedir. Yukarıda da verdiğimiz örneklerde de şair Garip akımından etkilenir. Ancak Garip akımına bağlanmamış ve akımın özelliklerini kendisine göre yorumlamıştır.

1961 yılından sonra ise şairin şiirlerinde önemli bir değişim görülür. 1950’li yıllarda ortaya çıkan İkinci Yeni akımı onun nihayetinde onun şiirini de etkiler. Eloğlu, Garip dönemindeki gibi bu dönemde de İkinci Yeni’nin getirdiği bazı özellikleri ele alarak kendi şiir anlayışına göre yorumlar. Sanatçı salt kendi yapısına, gelişim ya da değişime gereksinim duymalıdır, başkalarına öykünmeyi değil. “Ozan şiirle savaşamaz;

tüm boğuşmaları kendisiyle, gerçek BEN’iyledir” (Eloğlu, 1973: 12) diyen şair aslında değişiminin birilerine öykünmekten dolayı olmadığını ve öykündüğü tek şeyin kendisi olduğunu vurgulamak ister.

Eloğlu, 1961 yılından sonra yayımladığı kitaplarda şiirde kapalılığa önem verir.

Aynı zamanda soyut şiire ve imgelere de ağırlık vermesi onun İkinci Yeniciler arasında adının anılmasına neden olur. O bu görüşü hiçbir zaman kabul etmez. İkinci Yeni

“samur bir hırkaya” benzer. İlkesiz ve gerekçesiz bu samur hırkayı ise kimse üzerine almaz (Fuat, 2000: 47).

“Kıskıvrak karanlıkta öylesine kir yalabık var ki Ve kıraç deniz kuytularında bin bir otun yosun fitili

Pıtrak gibi muzlarda poyraz kemiriği mumyalanır Ve yarısı dişlenmiş çürük bir ahladın o piç çekirdeği

Kıpraşan noktacıkların hiç bitişemezliği bu Ve sofu sofu kürklerde kendi görünmez tilki

Saymakla tükenmez incecik sabahlara sızası gökler Ah o yumruk masmaviye veryansın sığamıyor ki

Biri ölüyor belki Yörük belki Çingene yiğidi Ve oluktan boşanırcasına insan akıyor çağ ağıdı”

(“Yapayalnız Kalabalık”, Dizin, B.Y.B., s. 227) Mehmet H. Doğan onu İkinci Yeniciler arasında sayarken Asım Bezirci, Eloğlu’nu İkinci Yeni ve Garip akımı arasında köprü kuran bir şair olarak görür.

İkinci Yenicilere yakın duran ünlü şair ve eleştirmen Özdemir İnce (1936-) ise onu İkinci Yeni’ye yakın bulur ancak farklılığını da bir şekilde ortaya koyduğunu belirtir: “Metin Eloğlu İkinci Yeni’nin gittiği yolun (dilsel bunalım yöntemi) üzerinden yürümeden ama kendi şiirine bakarak, 1960 başlarında bu şiiri evrimleştirerek, Turgut Uyar (1927-1985), Edip Cansever (1928-1986) ve Cemal Süreya (1931-1990)’nın çağcıllık hizasına ulaşmıştır. Uyar, Cansever ve Süreya aynı pistin ayrı kulvarlarında koşmuşlardır. Metin Eloğlu ayrı bir pistte koşmuştur” (İnce, 2002: 109).

Cemal Süreya ise Eloğlu’nun Türkiye’nin Adresi kitabından sonra tam bir İkinci Yeni şairi olduğunu söyler (Süreya, 2011: 420).

İkinci Yenicilere özgü kullandığı diğer bir özellik ise dilde sapmadır. Şair Horozdan Korkan Oğlan’dan sonraki şiir değişiminde dili bir kuyumcu gibi işler. Onun için şiirde “Dil” her zaman en önemli unsur olmuştur. Önceleri şiirde dili daha anlaşılır ve sade kullanmayı amaç edinmişken daha sonraları kendine göre bir şiir dili kurma çabası içine girer. Şairin bu yönünü de İkinci Yenicilerden ayırmak gerekir. İkinci

Yeniciler şiirlerinde uydurma kelimeler kullanırken, Eloğlu gramer kurallarının dışına çıkmadan yeni kelimeler türetir.

“Oralar yazın mı hâlâ, güpgüzel midir Gayrı şarapsadım ben, İstanbulsadım Kuşladıysa gözlerimi bir sakar tavan Sensiz günlerimi çarçur etmek içindir Ama pörsümüş, gül bitine karmış bir sarı Siner külçelenir ta evimde barkımda Pelit acısından yavuz bir özlem kiri Yu canım usulcacık

Sen bunca umudumun çılgarı Göğü maviltir bir kırlangıç yakamaz Balıklar debreşir suda”

(“Çılgar”, Horozdan Korkan Oğlan, B.Y.B., s. 138) Her “gerçek” etkiler kişiyi; bu etkilenişler yeni bir “gerçek” e dönüşürken de en doğru çizgisini kendi çizer (Eloğlu, 1973: 12). Metin Eloğlu, hangi dönemde olursa olsun sanat hayatında kendine özgü olmayı başarır. Şiirindeki değişim ve gelişimi dönemin akımlarına bağlamaz ve kendi yolunda, kendi belirlediği çizgide ilerler. Bu nedenle hiçbir akıma bağlanmaz, öykünmez. Kendi alanında kendine özgü biçim denemeleri yapar ve şiirini geliştirir.