• Sonuç bulunamadı

SANATÇININ VE/VEYA YÖNETİCİ KARAKTERLERİN KEŞFİ

(1958), All These Women (1964), Personna (1966), The Hour of the Wolf (1967), Shame (1968), The Ritual (1969), Autumn Sonata (1978), From the the Marrionettes (1979), After the Rehearsal (1984), In the Presence of a Clown (1997), Faithless (2000) filmleridir. Bu filmlerden All These Women filminin senaryosunu Erland Josephson ile

143

birlikte yazmıştır ve Faithless filminin senaryosu Bergman’ın olmasına rağmen yönetmen Liv Ullman’dır.

Bu dönemin en fazla bilinen ve en fazla etkiye sahip olan filmi Personna olmasına karşın incelemesini yapacağımızı film The Magician filmidir. Personna filmini hem sinema tarihinde hem de Bergman’ın kendi sinematografisinde çok özel bir yer tutar. Bu film üzerine yazılmış çok fazla çalışma mevcuttur. Ancak bizim için Bergman’ın Varoluşçu sinemasını örneklemesi bakımından The Magician filmi daha fazla öneme sahiptir.

The Magician filmi her ne kadar kurgusal anlamda zayıf ve iç tutarlılık konusunda bazı sıkıntılar içeriyor olsa da filmle birlikte verilmek istenen düşünce oldukça açıktır.

Filmin birden fazla yan öyküsü olmasına karşın bize göre temel söylem doğa-üstü ile pozitivist düşüncenin çarpışmasının resmedilmesi baskındır. 1846’da İsveç’te geçen filmin konusu, basitçe ”gerçeklik” kavramını alıp onu yalnızca bilimsel olarak kullanmak isteyen, doğa-üstünden tutun da insana ait olan birçok kurum ve sanatsal üretiyi dışarıdan bırakan bir pozitivist düşüncenin sahte-bilim yaparak hayatını kazanan seyyar bir tiyatro topluluğunu aşağılayarak ve gülünç duruma düşürerek ”gerçeklik” kavramını sahip olmayı istemesinden doğan zıtlıklardan oluşur.

Filmin kurgusu Manyetik Sağlık Tiyatrosu’nun şehir şehir gezerek insanları doğa-üstü güçleriyle iyileştiren performanslar sergileyen Alber Emanuel Vogler, eşi ve asistanı Aman/Manda, Şifacı bitkiler toplayan ve iksirler yapıp satan Büyükanne, yönetici Tubal ve yolda denk geldikleri alkolik aktör Spegel ile gittikleri şehirdeki orta sınıf Konsül Egerman ve karısı Otilia, tıp doktoru Vergerus, polis şefi Starback ve diğerleri arasında geçen bir tür uyuşmazlık sonucu gelişen olaylar zinciri üzerine kuruludur.

İlk sahneden itibaren ”gerçeklik” kavramını tekeline alan, kullanan ve deyim yerindeyse pazarlayan insanlara ”üçkağıtçı” denmektedir. Asistan Aman/Manda’nın okuduğu romanda söyle diyor: ”Gerçeklik hakkında konuşanların en büyük yalancılar olması oldukça yaygındır.” Bununla birlikte alkolik sanatçı daha da ileri giderek ”yazar adına ’gerçeklik’ denilen genel bir şeyi olduğunu varsayıyor, bu teori safi yanılsamadan ibarettir” diyerek Varoluşçuluğun temel söylemlerinden birisini tekrar ediyor. Sohbete dahil olan Tubal ”gerçeklik işini çok ilginç” bulduğunu söyleyerek yalnızca ”bir insanın kıçı arkada, kafası boynunun üstündedir” türünden gerçekliklerle ilgilendiğini söylüyor.

144

Burada apaçık bir pozitivizm ve analitik düşünce eleştirisi mevut gibi görünüyor. Sanatçı ise bu gerçekliklerin bile şüpheli olduğunu söylüyor ve Tubal’a en azından ”senin durumunda bunun tersi söz konusu” diyerek ironi yapıyor.

Polis şefi Starback Albert Emanuel Vogler’in liderliğindeki Manyetik Sağlık Tiyatrosu ekibini Konsül Egerman’ın evine getirtiyor. Egerman’ın söylediğine göre karısının ruhsal meselelere olan ilgisi ve Dr. Vergerus ile doğa-üstünün var olup olmadığına ilişkin tutuştukları bahis onları bu karşılıklı tartışmayı yapmaya itmiş. Ancak Mr. Vogler’in dilsiz olması -aslında dilsiz numarası yapması- yüzünden bu tartışma teknik olarak yapılamaz. Konsül ve doktor ve polis şefinin içinde bulunduğu bilimci, pozitivist grubun amacı doğa-üstü güçleri olduğu iddia edilen ve bu yolla para kazanan spiritüalist, sanatçı ve ”Varoluşçu” grubu gülünç duruma düşürerek aşağılamaktır.

Dr. Vergerus, Mr. Vogler’in enden konuşamadığına dair bir muayene yaparken tek amacının ”gerçeği” ortaya koymak olduğunu bir kez daha söyler. Polis şefi elindeki reklam bülteninden Mr. Vogler’in görümler gördürdüğüne dair bir satır okur ve ona bunun gerçek olup olmadığını sorar. Tubal hemen araya girerek ellerindeki cihazın bir tür

”büyülü fener” olduğunu zararsız bir oyuncak olarak görülmesi gerektiğini söyler. Burada sanki sinemanın da işlevine dair bir tespit söz konusudur.

Mr. Vogler’in insanlara görümler gördürtüp gördürtemediğini test etmek amacıyla karşısına geçen Dr. Vergerus için Mr. Vogler’de incelenmesi gereken tek şey maddi yani bilimsel olan fizyolojidir, sinir sistemidir. Bir süre Vergerus’un gözlerinin içine derin bir biçimde bakan Vogler bir biçimde onu rahatsız eder ve belki de çok rahatsız olacağı şeyleri düşünmesini tetikler. Seansın kısa kesilmesinin ardından kendi aralarında konuşurken Egerman ile Vergerus tutuştukları bahisten bahseder. Vergerus’a göre bilim artık her şeyi açıklayabilmektedir ve bir Tanrı’yı varsaymak bilim için felaket olacaktır.

Egerman ise bilimin her şeyi açıklayamadığını ve hala gizemini koruyan güçlerin olduğunu iddia eder.

Ertesi gün için Egerman ve misafirlerine özel bir gösterim sunmaları için Manyetik Sağlık Tiyatrosu elemanları odalarına gönderilir. Önce Egerman’ın çocuğunu kaybetmiş acılı eşi Mr. Vogler’i ziyaret eder ve onu odasına davet eder. Buna eşi Konsül Egerman da gizlice tanıklık eder. Daha sonra Vergerus gündüz erkek kılığında olan Manda’nın odasına gider. Buradaki konuşmanın tamamı aslında doğaüstü şeylerin var

145

olmadığına ve bu tarz şeyleri iddia edenlerin aslında dolandırıcı olduğuna ilişkindir. Buna karşılık Manda durumun sanılandan daha farklı olduğunu söyler ve aslında aşkın bile buna kanıt olarak öne sürülebileceğini iddia eder.

Ertesi gün için hazırlanan özel gösterim sırasında Manyetik Sağlık Tiyatrosu’nu aşağılamaya başlarlar başlamasına ama durum pozitivist grubun sandıkları gibi gitmez.

Önce Polis şefinin karısı hipnotize olmuşçasına eşi ve kendisi hakkında itiraflarda bulunur. Sonrasında görünmez zincirlerle bağlanan Antonsson bu zincirleri kırmaktan aciz bir şekilde davranıp Mr. Vogler’in boğazına sarılır ve içeridekiler tarafından onu öldürdüğü sanılır. Çatı katında bir otopsi düzenleyen Dr. Vergerus aslında sanatçının bedenini kesmesine rağmen üzerinde otopsi yaptığı kişinin Mr. Vogler olduğunu düşünür.

Böylelikle en katı biçimde dahi doğa-üstünün varlığına inanmayan Dr. Vergrerus’un psikolojisi incelenmiş olur.

Filmin son sahnesinde onca yenilgiye rağmen Dr. Vergerus burnu-büyük tavrını sürdürür. Mr. Vogler şehirden ayrılmak için küçük de olsa paraya ihtiyaç duyduğunu söyler. Dr. Vergerus ise parayı yere atar. Mr. Vogler’in parayı yerden aldığını gören Egerman, Dr. Vergerus’un bahsi kazanıp kazanmadığı sorusuna olumlu yanıt verir. Yani bahsi Dr. Vergerus kazanmıştır. Şehirden ayrılacakları sırada Kraliyet Sarayı’ndan bir mektup gelir. Tüm herkesin tanıklığında mektubu Polis şefi okur. Mektupta Kral’ın, Mr.

Vogler’in manyetik performanslarından birini izlemek istediği ve polis ekiplerinin ona her türlü yardımı göstermeleri gerektiği yazmaktadır. Mr. Vogler kendinden emin bir biçimde eşyalarının paketlenip ardından yollanması emrini verir. Böylelikle Manyetik Sağlık Tiyatrosu’na yapılan aşağılamalar ve haksızlıklar bir nebze olsun karşılık bulmuş olur.

Bize göre film temelde her zaman ”sorunlu” olduğu düşünülen Varoluşçuluk-Bilim ilişkisini betimlemektedir. Bu yapılırken de Aydınlanma sonrası pozitivist, bilimci ve gerçekliğin sahibi oldukları düşünülen kişiler Dr. Vergerus tipi üzerinden eleştirilir.

Manda ise gerçek anlamda doğa-üstünün sanılan gibi olmadığını bilse de o dönemin pozitivist ve bilimcileri gibi her şeyi açıklayabildiklerini düşünmez. Anlamlar dünyası hala daha büyük sırlarla doludur ve bu sırlar, gizemler hiç de öyle büyücülük havada durma vs. gibi olmak zorunda değildir. Başlı başına aşk ve iman etmenin kendisi bilimin anlama ve açıklama alanının dışındadır.

146

Kierkegaard, Kahkaha Benden Yana adlı eserinde şöyle yazıyor:”Eğer Tanrı elinde bir sopayla etrafta dolaşsaydı, mikroskopun yardımıyla keşif yapan o ağırbaşlı insanların işi bayağı zorlaşırdı. Tanrı onlardan ve doğabilimcilerden ikiyüzlülüklerinin acısını döve döve çıkarırdı. Çünkü ikiyüzlülük doğabiliminin insanı Tanrı’ya götürdüğü söylenerek yapılıyor. Elbette Tanrı’ya götürür -daha üstün biçimde, o da haddini bilmezliktir.”261 Aydınlanma Dönemi’nin ardından eski boş inançları terk etmek ve tam anlamıyla bilimin söyledikleri ”gerçek” ve ”doğru” sayabilmek için adına metafizik denilen neredeyse tüm öğeler yok sayılmış, aşağılanmıştır. Sekülarizm, Kilise ile olan savaşını kazanmasına kazanmıştır ama bu insanların içerisindeki anlama duyulan istenci yok etmemiştir. Bunun yerine artık insanlar daha farklı şeylere inanmaya başlamışlardır.

The Magician filminin bize göre üstüne kurulduğu temel söylem; bilimin yalnızca kendi alanında işlev görmesi gerektiği ve ”gerçeklik” gibi çok geniş bir kavramı kendi tekeline almaya çalışmaması gerektiğidir. Bilime basitçe bir alan çizecek olursak, organik ve inorganik tüm madde hakkında söz söyleme, açıklama yapma hakkına sahip olduğunu görebiliriz. Buna karşı insanın manevi, içsel ve anlama ilişkin olan dünyası hakkında özellikle doğabilimlerinin söz söyleme hakkı neredeyse yok gibidir. Bir insanın tüm organlarının, dokularının kısaca bedeninin nasıl çalıştığını bilmek onun iç dünyasına dair bize en ufak bir ipucu dahi vermez. Bu durum diğer tüm bilim dalları için de geçerlidir.

Örneğin fizik bilimi için atom-altı parçacıklardan tutun da Büyük Patlama’dan sonraki saniyenin milyarda biri kadar geçen sürede nelerin olduğunu bilsek bile bu insanın varoluşu hakkındaki bilgimizi arttırmaz. O halde insanı manevi yönden anlamak için başka disiplinlere ve etkinliklere ihtiyaç duyulur. Yapılabilecek en büyük hata ise sırf bilim ile anlaşılmıyor diye başka bir biçimde anlaşılacak olan bir şeyi yok saymaktır. Bu sebeple modern dönemde ve günümüzde felsefe ile bilim sıklıkla gerilim içindedir.