• Sonuç bulunamadı

GEÇMİŞİN HAYALETLERİ: HATIRALAR VE KÂBUSLAR

Bu grubun filmleri: Passion of Anna (1969), The Touch (1970), Cries and Whispers (1972), Scenes from a Marriage (1974), Face to Face (1975), Autumn Sonata (1978), Faithless (2000) ve Saraband (2003) fimleridir. Bizim bu başlık altında

261 KIERKEGAARD, S., (2005) Kahkaha Benden Yana, Ayrıntı Yayınları, Çev. Nedim Çatlı, s.217.

147

incelemek istediğimiz film Cries and Whispers filmidir. Bu filmi seçmemizin birden fazla nedeni vardır. Birinci neden, bu filmin uluslararası başarı kazanmasıdır. Film uluslararası önemli film festivallerinin tamamında çok fazla adaylık ve ödül almıştır. Alınan ödüllerin büyük bir bölümü Sven Nykvist’in sinematografisine ve Bergman’ın senaryosuna verilmiştir. İkinci neden de bu bakış açısından düşünülmelidir. Film hem çekim tekniği açısından hem de renkler ve dekor açısından farklıdır. Bize göre bu kategorinin en önde filmi Crises and Whispers olmalıdır. Son olarak film incelediği tüm karakterlerin derinlemesine psikolojik incelemesini yapmayı başarmıştır. Daha önce de söylendiği üzere Bergman psikanalitik yaklaşıma mesafeli olsa da bu filmde bir tür psikolojik çözümleme sunuyor gibidir. Ana karakterlerin her biri kadındır. Üç kız kardeş; Karin, Maria, Agnes ve bir hizmetçi, Anna.

Agnes ilerlemiş derecede kanser hastasıdır ve yatağa bağlı yaşamaktadır.

Aralarında bir rekabet olduğu ve birbirlerinden pek de hoşlanmayan iki kız kardeşten her biri kendine özgü sebeplerle Agnes’ten uzak durmaktadırlar. Agnes’e en yakın kişi evin uzun yıllardır hizmetçisi olan Anna’dır. Gençliğinde bir çocuğu olan Anna’nın ilk çocuğu ölmüştür. Anna yüksek ihtimalle Agnes’i ikinci çocuğu olarak görmektedir ve kız kardeşlere göre çok daha şefkatlidir.

Karin bir diplomatla evlidir. Kocası kendisini kariyerine odaklanmış oldukça soğuk ve üstten bakan bir karaktere sahiptir. Karin’in tüm hayatı boyunca sevgi yoksunluğu çektiği aşikardır. Maria da evlidir ve bir kızı vardır. Filmde Maria’nın kızını oynayan çocuk Linn Ulmann gerçekten de Liv Ulmann’ın Ingmar Bergman’dan olan kızıdır.

Film erken 1900’lerde bir malikanede geçmektedir. İç mekanların tamamına yakını kırmızı renkle kaplıdır. Kadınlar ya beyaz ya da siyah giyerler. Filmin renkleri dahi oldukça alışılmışın dışında ve ilginçtir. Film birden fazla geri-dönüşle üç kız kardeş ve hizmetçinin hem gerçekte yaşadıklarını hem de dalıp gitmeler sonucu oluşan hayallerini görüntüye dökmektedir. Film, Bergman’a özgü klasikler haline gelmiş olan büyük bir saatin tik taklarıyla başlar. Agnes henüz 37 yaşında olmasına rağmen çok daha yaşlı görünür. Cildi ve dudakları çatlamıştır. Julian C. Rice’ın yorumuna göre Agnes karakteri tamamlanmamışlık içerse de aslında Bergman’ın erken dönem filmlerinde sıklıkla görülen ”sanatçı”yı resmeder. Tıpkı okuyucusunu arayan bir yazar gibi o da bir günlük

148

tutmaktadır, resim yapmaktadır ve aslında içinde yaşadığı acılar bir yandan onun yabancılaşmış olduğunun göstergesidir.262

Maria karakteri açık bir şekilde oldukça bağımlı bir kişilik sergilemektedir. İlk geri-dönüşte Maria, eşini kızının tedavisi için eve çağırdığı doktor David ile tek gecelik bir ilişki yaşayarak aldatır. Kocasının eve döndüğünde bundan şüphelenmesi ve yalnızca gözlerinin içine bakarak bunu anlaması üzerine kendisini bıçaklar. Kanlar içinde Maria’dan yardım istemesine karşın Maria ona yardım etmeyi reddeder.

Anna’nın kızını kaybettiğini filmin açılış sahnelerinde görürüz. Tanrı’nın kayrası için içten bir biçimde dua eder. Filmin sembolü haline de gelen Anna’nın yarı-çıplak biçimde Agnes’i ısıtıp, rahatlatmaya çalıştığı sahne bir yandan Meryem’in kucağındaki İsa’ya da benzemektedir. Bir kızın annesine duyduğu derin sevginin ifadesi olarak Agnes annesiyle yalnızca bir kez kendisini çok yakın hisseder. Benzer bir konu ve anlatımın olduğu Autumn Sonata filminde de annesinin görmezden geldiği daha çok kendisine odaklandığı bir anne karakteri görebiliriz. Anna’nın Agnes’e olan sevgisi ve merhameti de bir anneninkine çok benzerdir. Agnes ne zaman saatler süren ağrı atakları yaşasa kız kardeşlerin odayı bir şekilde terk ettikleri ve sonunda Agnes’in yanında hep Anna’nın kaldığını görürüz.

Agnes öldüğünde cenazesi başında papazın yaptığı duygusal konuşma Bergman’a özgü papaz vaazlarıyla çok benzerdir. Bu filmdeki vaazın son cümleleri de şu şekildedir:

”Agnes, evladım. Sana söylediğimi iyi dinle! Geride, bu sefalet dolu dünyada, zalim ve boş göğün altında bıraktığın insanlar için dua et. Acılarını Tanrı’nı ayağına ser ve bizim için af dile... yaşamımızı anlamlı kılması için ona yalvar.” Bu ”zalim ve boş göğün altında olan bencil topluluk” ile Yılan Derisi’nde de karşılaşmıştık.263 Aynı biçimde burada da papaza söyletilen cümleler sanat ile dini birbirine geçişli varsayıyor gibi görünüyor.

Papazın gözünden düşen yaş ise ne denli samimiyetle yalvardığının, ruhunun açlığının göstergesidir.

Karin’in eşiyle birlikte yemek yediği sahne ise büyük olasılıkla onun hem duygusal hem de fiziksel anlamda sevilmeye duyduğu ihtiyacın bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Karin’in eşine ulaşma çabaları hep sert bir duvara çarpıp geri dönüyor,

262 RICE J. C., (1975) “Cries and Whispers: The Complete Bergman”, The Massachusetts Review, Vol. 16, No. 1, Winter, 1975, pp. 147-158.

263 http://www.ingmarbergman.se/en/universe/under-empty-cruel-sky

149

gibidir. Karin, yemek masasında kırdığı şarap kadehinin bir parçasını odasına götürür ve kendi vajinasını bununla keser. Eşi odaya girdiğinde bacaklarının arasından sızan kanı yüzüne ve dudaklarına sürer. Yüz ifadesinden derin bir acı duyduğunu görmek mümkündür.

Kardeşler arası rekabet, kıskançlık ve iletişimsizliğin anlatıldığı sahnede arkadaş olmayı isteyen Maria adeta yalvarıyor gibidir. Karin ise her zamanki gibi soğuk ve uzak durmayı tercih eder. Maria’nın sevgi arsızlığını yapmacık ve fazla bulur. Tesadüfen baktığı Agnes’in günlüğünden Maria’ya şu satırları okur:”Bu dünyada bir insanın alabileceği en büyük hediyeyi aldım. Ona çok şeyler deniyor, birliktelik, arkadaşlık, duygusal yakınlık, yumuşaklık. Sanırım buna ”lütuf” deniyor.”

Fiziksel olarak sağlıklı ve hayatta olan kız kardeşlerin, acılı bir ölüme mahkum olan Agnes’in elde ettiği ”lütfun” en ufak bir kısmını dahi elde edememiş olması neyi değerli neyin değersiz olduğuna dair ipucu verir. Filmin son sahnesinde de görüleceği üzere insana mutluluk verdiği, vereceği düşünülen şeyler yerine tıpkı çocukluktaki gibi birlikte olmak yeğ tutulur. Buna benzer bir sahne için Wild Strawberries’teki ailenin göl kenarında balık tuttuğu ve piknik yaptığı sahneyi hatırlayabiliriz. Andrea Sabbadini’ye göre filmdeki üç kızkardeşin de yetiştirilme tarzı konunda çok az ipucuna sahip olmamıza karşın yine de babanın eksik bir figür olduğunu görüyoruz. O halde sorunların büyük kısmı oedipal çabalamalar kaynaklıdır. Her kız kardeş yetişkinliklerinden nasıl davranacağını bilemeyen kız çocukları olarak yetişmiştir.

Anna’nın dalıp gittiğinde düşündükleri bize ne Karin’in ne de Maria’nın Agnes’e karşı şefkat, sevgi veya merhamet duyduğunu gösterir. Agnes öldükten hemen sonra Anna’yı yanına çağırır ve ona korkup korkmadığını sorar. Anna için Agnes hiçbir zaman çekinilmesi, uzak durulması gereken biri değildir. Bunun tam aksine Anna’nın tüm sevgisi Agnes’te vücut bulur.

Agnes acılar içindeyken Anna’dan ilk olarak Karin’i çağırmasını ister. Agnes Karin’den ellerini tutmasını ve onu ısıtmasını ister. Karin önce Anna’yı dışarı çıkartır.

Onun bu isteğini hiç kimsenin yapmayacağını, kendisinin hala canlı olduğunu ve bunu ancak onu sevse yapacağını fakat onu sevmediğini söyler.

Agnes daha sonra odaya Maria’yı çağırır. Maria’dan yanına kadar gelmesini ellerini tutmasını ve onu ısıtmasını ister. Maria çocukluk anılarından bahseder. Karin’e göre daha sıcak gibi dursa da Agnes ona sarılmaya çalışınca çığlıklar içinde odadan kaçar.

150

Maria, Agnes’i biraz olsun sevmesine karşın yine de ondan iğrenmektedir. Anna iki kızkardeşe artık korkmamaları gerektiğini ve Agnes’le onun kalacağını söyler. Maria ve Karin, Agnes’in yaptığının kabul edilemez olduğu düşüncesinde birleşirler. Filmin son sahnesinde ise her bir karakter kendi göreli olarak duvarlarla kaplı, mutsuz ve sevgisiz dünyalarına geri dönerler. Anna ise eline tutuşturulan biraz para ve Agnes’in günlüğüyle, başının çaresine bakması söylenerek gönderilir.

Anna günlüğü okumaya başladığında, Agnes; kızkardeşleriyle malikanenin bahçesinde yürüyüş yaptığı ve birlikte salıncakta sallandığı gün için ”gerçek mutluluk”

olarak bahseder. Çünkü tüm sevdikleriyle beraberdir. Tüm ağrı ve acıları yok olmuştur.

Bundan daha iyi bir anı dileyemez bile. Filmin başından sonuna kadar tüm gerçek ve hayal-ürünü sahnelerde olduğu gibi görüntü kırmızı renkte çözülerek yok olur.

Duyduğumuz çığlıklar ve fıslıltılar bu haliyle sona erer.