• Sonuç bulunamadı

Sadeddin Taftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî’nin Öğrencisi Olan ve Osmanlı Devleti’nin Hizmetinde Bulunan Âlimler

Belgede FELSEFE (sayfa 111-116)

MEVLANA FELSEFESİNDE ŞİDDET KARŞITI SÖYLEM

A. Sadeddin Taftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî’nin Öğrencisi Olan ve Osmanlı Devleti’nin Hizmetinde Bulunan Âlimler

Sadeddin Taftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî etrafında şekillenen ilmî geleneğin ve felsefî tartışmaların Osmanlı ülkesine intikalinde bu âlimlerden tahsil ve ihtisasını tamamlayan öğrencilerin büyük rolü olmuştur. Bunları, Osmanlı ülkesinden Orta Asya’ya tahsil ve ihtisas için gidenler ile; aslen Türkistan veya İranlı olup geçici bir süre için ya da yerleşmek amacıyla Osmanlı ülkesine gelenler olmak üzere, iki gruba ayırmak mümkündür. İlk grubu oluşturan âlim veya âlim adayları, Anadolu’da belli bir eğitim süresi sonunda ilmî altyapıyı elde ettikten sonra, Orta Asya bölgesine giderek

burada sözü edilen ulemanın, ya da onların öğrencilerinin çevresinde bulunmuşlar ve birkaç yıllık bir tahsilin ardından Osmanlı ülkesine dönmüşlerdir.

İkinci grubu oluşturan Türkistan veya İranlı ulema ise, Osmanlı topraklarında daha çok XV. yüzyılın ilk yarısından itibaren görülmeye başlanmıştır. Bu âlimlerin Anadolu’ya olan seyahatlerinde, kendi ülkelerindeki siyasî ve sosyal şartlardan kaynaklanan bazı faktörlerin etkili olduğu; bununla beraber Osmanlı ilim ve kültür hayatındaki gelişmelerin de belirleyici rol oynadığı anlaşılmaktadır. Genellikle Bursa, Edirne ve İstanbul’daki medreselerde müderrislik yapan ve bazıları müftülük, kadılık gibi görevlerde bulunan bu ulema, alanlarıyla ilgili çeşitli eserler telif etmiş, ayrıca Taftâzânî ve Cürcânî’nin kitaplarına şerh, hâşiye ve ta’lîkalar yazmıştır. Aynı zamanda hocaları arasındaki ilmî tartışmaların, Osmanlı topraklarında yayılmasına öncülük eden (İnalcık, 1997: 614; İpşirli, 1999:

73) söz konusu zümre, gerek devlet yöneticileri; gerekse diğer ulema nazarında büyük itibar elde etmiştir.

Bu ulemadan tahsil ve ihtisasını tamamlayan öğrencilerin de hiç şüphesiz Taftâzânî ve Cürcânî’nin fikirlerinin Osmanlı ülkesinde yayılmasında önemli rolü olmuştur. Kendilerine verilen icâzetnâmelerde ilim silsilesinin, Seyyid Şerîf Cürcânî, Nasıreddin Tûsî ve Fahreddin Râzî yoluyla Gazâlî’ye ulaştığı dikkat çeken bu âlimler (Yinanç, 1944:

8-11; İnalcık, 2004: 184), bilhassa XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilmî çevrelerde boy göstermeye başlamışlardır. Osmanlı ilmi, sözü edilen dönemden itibaren gerek ilahiyat; gerekse matemetik ve astronomi gibi alanlarda İslâm dünyasında yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durum, Anadolu’dan dışarıya yapılan ilmî seyahatlerde tedrİci bir düşüşün başlamasına yol açtığı gibi; civar memleketlerden de Osmanlı ülkesine tahsil ve ihtisas için bir kısım âlim veya âlim adaylarının gelmesine vesile olmuştur.

Sadeddin Taftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî’den tahsil ve ihtisasını tamamlayıp Osmanlı Devleti’nin hizmetinde bulunan âlimlerin sayısı hakkında kesin bir tespitte bulunmak mümkün değildir. Zira kaynaklarda Taftâzânî ve Cürcânî’den ders okuduğu bizzat kaydedilen ulemanın yanında, Mâverâünnehir bölgesinde tahsil gören bazı şahsiyetlerden de söz edilmektedir. Yaşadıkları dönem itibarıyle Seyyid Şerîf’in çevresinde bulunmaları ihtimal dâhilinde olan bu âlimlerden, Alâeddin Tûsî ve Alâeddin Ali Semerkandî gibi tanınmış simalar bulunmaktadır. Diğer taraftan, bazı kaynaklarda (Mecdî, 1269: 43, 125; Kâtip Çelebi,

1941-43, I: 67; Hoca Sadeddin, 1992, V: 95) Taftâzânî ve Seyyid Şerîf’ten ders gördüğü ifade edilen, ancak tarih bakımından bunun mümkün olmadığı anlaşılan (Akpınar, 1995: 464) Fethullah Şirvânî gibi bazı şahsiyetlere de rastlanmaktadır. Aşağıda, bu grubu oluşturan ulema üzerinde durulmamış, sadece Taftazâni ve Cürcânî’nin öğrencisi olduğu kaynaklarda bizzat ifade edilen isimlere yer verilmiştir.

Haydar Herevî

Sadeddin Taftâzânî’nin seçkin öğrencilerinden olan Haydar Herevî, özellikle tefsîr, fıkıh ve ferâiz gibi ilim dallarında kendini yetiştirmiştir (Hammer, 1990, I: 118). Çelebi Mehmed döneminde fetva makamına kadar yükselen bu âlimin Osmanlı ülkesinde tanınmasında, Şeyh Bedreddin Simâvî’nin idamıyla ilgili verdiği fetvanın önemli etkisi olmuştur (Yaltkaya, 2001: 94-95; Balivet, 2000: 91-93). Kaynakların ifadesine göre bu fetvayı dönemin diğer uleması da tasdik etmiştir (Âşıkpaşazâde, 1949:

154; Neşrî, 1995, II: 547). 1427 yılında vefat ettiği bilinen Herevî, İzâh-ı Meânî’ye bir şerh, ayrıca Sadeddin Taftâzânî’nin Şerhu’l-Keşşâf’ına bir ta’lîka kaleme almıştır (Mecdî, 1269: 83; Hoca Sadeddin, 1992, V: 52).

Fahreddin Acemî, İbn Arabşah, Molla Hüsrev ve Muhyiddin Kâfiyeci gibi âlimler onun öğrencilerindendir.

İbn Arabşah

Şam’ın fethini müteakip Timur tarafından ailesiyle birlikte Semerkant’a gönderilen İbn Arabşah, burada Türkçe ve Farsçayı öğrenmiş, dönemin tanınmış ulemasından dersler almıştır (Mecdî, 1269: 73). Seyyid Şerîf’ten tecvid, onun öğrencisi Mevlânâ Hacı’dan sarf ve nahiv, Şemseddin İbnü’l-Cezerî’den de kıraat ve hadis okumuştur (Yuvalı, 1999: 314). Tahsilini tamamlamak amacıyla Çin sınırına kadar uzanan Türkistan seyahati sırasında, pek çok ulemadan faydalanma imkânı bulmuştur. Daha sonra Kırım’a giderek buradaki âlimlerle de irtibatta bulunmuş ve 1412’de Karadeniz yoluyla Edirne’ye gelmiştir. Edirne’de Çelebi Mehmed’in kâtibi sıfatıyla Divân-ı Hümâyun’da görevlendirilmiş (Kafesoğlu, 1997:

698), bu arada Molla Fenârî ve Haydar Herevî gibi ulemadan dersler almıştır. Osmanlı ülkesinde on yıl kadar kalan ve Çelebi Mehmed’in ölümü üzerine Şam’a giden Arabşah, burada 1438’e kadar ikâmet etmiş ve daha sonra Mısır’a geçmiştir. Mısır’dan vefatına (1450) kadar ayrılmamış ve ilmî faaliyetlerle meşgul olmuştur. Esas şöhretini tarihçilik alanında kazanan ve “Timurlu tarihçisi” olarak bilinen İbn Arabşah’ın, tarih dışında dil, edebiyat ve dinî konularda yazılmış çeşitli eserleri ve tercümeleri bulunmaktadır (Yuvalı, 1999: 314).

Fahreddin Acemî

Seyyid Şerîf Cürcânî’nin çevresinde yetişen Fahreddin Acemî, Osmanlı ülkesine Çelebi Mehmed döneminde gelmiştir. Bursa’da Haydar Herevî’den hadis okuyup icâzet almış ve Sultâniye Medresesi’nde Molla Fenârî’nin oğlu Mehmed Şah’ın muidi olmuştur. Bazı medreselerde bir süre müderrislik yaptıktan sonra, Sultan II. Murad tarafından Edirne’ye müftü tayin edilmiştir (Gökbilgin, 1952: 31; Baltacı, 1995: 82). II. Mehmed döneminde de aynı görevini sürdüren Fahreddin Acemî, padişahı etkileri altına alan Hurûfîlerin bertaraf edilmesini sağlamıştır (Mecdî, 1269: 82-83; Adıvar, 1991: 40). Otuz yılı aşkın bir süre fetva makamında bulunan ünlü müftüden pek çok âlim hadis okumuştur. Edirne Dârülhadisi’nde görevli bulunduğu sırada Alâeddin Arabî onun asistanlığını yapmıştır.

Taşköprüzâde’nin babası Hocazâde ise ondan icâzetnâme almıştır (Baltacı, 1995: 82).

Seydî Ali Acemî

Seyyid Şerîf Cürcânî’den tahsilini tamamlayan Seydî Ali Acemî, Anadolu’ya geldiğinde bir süre Kastamonu’da Candaroğlu İsmail Bey’in sarayında bulunmuş ve buradan Edirne’ye gitmiştir. Edirne’de Sultan II. Murad’dan beklediği ilgi ve ihsanı gören Acemî, padişah tarafından Bursa’daki Yıldırım Bayezid Medresesi’ne müderris tayin edilmiş (Baltacı, 1976: 543) ve II. Mehmed dönemine kadar buradaki görevini sürdürmüştür. II. Mehmed’in huzurunda yapılan ilmî tartışmalarda da kendini ıspatlayan Acemî, bu padişahın da ihsanlarına mazhar olmuştur.

860/1455-56 yılında vefat eden Acemî’nin, Cürcânî’nin bazı eserlerine hâşiyeleri bulunmaktadır (Mecdî, 1269: 121-122).

Kadızâde Rûmî

İlim tahsili için gittiği Türkistan’da Semerkant’a yerleşen Kadızâde, her ne kadar Anadolu’ya dönmemişse de, Osmanlı ulemasının Seyyid Şerîf’e bağlanan ilk halkasını teşkil etmesi bakımından üzerinde durulması gereken bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. 1411 yılından itibaren Semerkant’ta Cürcânî’den dersler alan ünlü âlim, burada Uluğ Bey ile tanışmış ve onun hocası olmuştur. Bu arada, Uluğ Bey tarafından yaptırılan medresenin baş müderrisliğine, daha sonra da Semerkant Rasathânesi’nin başına getirilmiştir. Kadızâde, söz konusu rasathânede gerek Uluğ Bey;

gerekse Gıyâseddin Cemşid’le beraber rasat çalışmalarına iştirak ederek, Uluğ Bey Zîci’nin hazırlanmasında katkıda bulunmuştur. Çağminî’nin

el-Mülahhas fi’l-Hey’e’sine yazdığı Şerhü el-Mülahhas fi’l-Hey’e adlı şerhi ile Risâle fî İstihrâci Hatti Nısfi’n-Nehâr ve Semti’l-Kıble’si, onun astronomi hakkında yazdığı önemli eserlerindendir

Kadızâde’nin Osmanlı ilim hayatının gelişmesinde gerek öğrencileri;

gerekse yazdığı eserleri vasıtasıyla önemli katkısı olmuştur. Eserlerinden Şerhü Mülahhas fi’l-Hey’e, Osmanlı medreselerinde astronomi tahsil etmek isteyen öğrenciler için temel ders kitabı olarak okutulmuştur. Yetiştirdiği öğrencilerinden Ali Kuşçu ve Fethullah Şirvânî, Osmanlı ülkesinde matematik ve astronominin yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır (İhsanoğlu, 2003: 30-31).

Alâeddin Rûmî

II. Murad devri âlimlerinden olan (Âşıkpaşazâde, 1949: 236) Alâeddin Rûmî, Sadeddin Taftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî’den dersler almış ve bu ulema arasında gerçekleşen ilmî tartışmaları izleme ve pek çok sorunun cevabını da derleme fırsatı bulmuştur. Türkistan ve İran seyahatinden sonra, 1424 yılında Mısır’a giden Rûmî, Kahire’de Eşrefiyye Medresesi’nde müderrislikle meşgul olmuştur (Baltacı, 1976: 563). Bir aralık Anadolu’ya dönmüşse de, fazla kalmayıp tekrar Mısır’a gitmiştir. Mısır’dan bir süre sonra yine Anadolu’ya dönen Rûmî, birkaç yıllık ikâmetin ardından, son defa gittiği Mısır’dan vefatına kadar ayrılmamıştır (Mecdî, 1269:

69). Asabi karakterinin yanında keskin zekâsı ile de tanınan Alâeddin Rûmî’nin, diğer âlimlerle yaptığı ilmî tartışmalarda üstünlük elde etmek için, Taftâzânî ve Cürcânî’den derlediği soruları ileri sürerek rakiplerini susturduğu bilinmektedir. Çeşitli konularla ilgili soru ve cevapları ihtiva eden bir risâlesinin bulunduğunu Mecdî haber vermektedir (1269: 69).

Alâeddin Ali Koçhisârî

Anadolu’daki bazı âlimlerden okuduktan sonra tahsilini tamamlamak üzere İran ve Mâverâünnehir bölgesine giden Koçhisârî, burada Sadeddin Taftâzânî’den dersler almıştır (Mecdî, 1269: 124; Mehmet Tahir, I: 252).

Anadolu’ya döndükten sonra bazı medreselerde müderrislikte bulunmuş ve Sultan II. Murad devrinin sonlarında vefat etmiştir (Mehmet Süreyya, 1996, I: 230). Sadeddin Taftazanî’ye ait Şerhu’l-Miftah üzerine beğenilen bir hâşiye yazan Koçhisârî’nin, Seyyid Şerîf’in bazı sözlerini hafife alması diğer âlimler tarafından hoş karşılanmamış, bu nedenle adı ilim câmiasında hayırla anılmamıştır. Mehmed Süreyya onun Keşfü’r-Rumûz ve Kenzü’d-Dekâik adlı eserlerinden söz eder (1996, I: 230).

B. Sadeddin Taftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî Arasındaki İlmî

Belgede FELSEFE (sayfa 111-116)