• Sonuç bulunamadı

2.3. Tarihi Belgelere Göre Tufan Kahramanı Ve Coğrafyası

2.3.1. Sümer Yazılarında

Çeşitli kaynaklardaki kırık-dökük bilgilerden derleyebileceğimiz kadarıyla Nuh, Sümer ülkesinin Şuruppak şehrinde doğmuştur. Ne zaman yaşamış olduğu kesin değildir. Çeşitli kaynaklarda farklı tarihler verilmektedir. Genel çerçeve Nuh'un m.ö. 3.000-2.600 yıllarında yaşamış olduğudur. Babası Lamek genç yaşta öldüğü için, dedesi Metuşellah veya Sümerce adıyla (Ubartudun'un yanında büyümüştür. Peygamber Âdem’in onuncu nesilden torunudur (Köksoy, 2002: 68). Sümerlerin Ziusudra’sı (Nuh) üzerine bilinenler, Tufan Efsanesi’nin temelini teşkil

eder. Sümer tabletlerinden anlaşıldığına göre Ziusudra Tanrı’ya bağlı, yumuşak huylu, içine kapalı, çekingen, hayal kuran, kendini ve gaipleri dinleyen biridir. Birgün bir duvarın dibinde iken Tanrı’nın sesini duyar. Tanrı kendisine insanoğlunun bir tufan sonucu ortadan kaldırılacağını, kendisi, ailesi ve inananların kurtulabilmesi için bir gemi yapması gerektiğini açıklar (Köksoy: 2002: 72). Devamında tufanın gerçekleşme anı tabletlerde kısaca şöyle anlatılır:

(...)

Aynı anda tufan ibadet (kült) merkezlerini kapladı, Yedi gün yedi gece boyunca,

Tufan toprağı önüne katıp sürükledi." (Hooke, 1995: 80)

Şiirden anlaşılacağı gibi Sümer'in anlattığı tufan hadisesi bölgesel bir olaydır. Bu şiire göre Eridu, Bad-Tibira, Larak, Sippar, Şuruppak ibadet (kült) merkezleri yedi gün yedi gece boyunca devam eden sel, yağmur, tufan çamurunun kapladığı bir alan olmuştur. Hooke, Kramer ve diğer yabancı bilim adamlarının görüşü de tufanın dünya genelinde olmadığıdır. Bu konuda araştırmalar yapan Kramer, "Sümer şairlerinin ülkede ve sakinler arasında büyük kayıplara yol açan bir su baskını felaketini gerçekten bildiklerini düşünmemize neden oluyor." açıklaması ile tufan olayının belli bir bölgede gerçekleştiği düşüncesini desteklemektedir. Plaketlerde de bütün yeryüzü denilmemiş bilakis tabletlerde “kült merkezleri” ve “ülke” ifadeleri geçmektedir. Buna göre Sümer yazılarına göre tufan bölgesel olmuş bir olaydır (Yaşın, 2013: 67).

“Tanrı gibi bir yaşam bağışladılar ona. Tanrı ruhu gibi bir ruh yarattılar onun için. O zaman Ziusudra, kral,

‘İnsan tohumunun koruyucusu’ adını alarak,

Nuh Peygamberin gönderildiği yer olan Dilmun için, üç suyun döküldüğü yer olarak tarif edilir. Cizre, bunların hepsine de uyumludur. Cizre, ırmakların ağzında bir yerdir. Bilindiği gibi Cizre’nin etrafını Dicle Nehri kuşattığı için ada anlamında kendisine Cezire denilmiştir. Cizre, Kuzeybatıdan gelen Dicle Nehri ve kuzeyden gelen Risor çayı, güneyden gelen Saklan Deresi'nin kendisine aktığı üç suyun birleştiği yerdedir. Sümer tabletinde Nuh (a.s.) "Mutlular Adası" na gönderilmiştir. Cizre, zaten ada anlamındadır. İslam dönemindeki adı Cezire-i İbni Ömer’dir. Yani Ömer oğlu Adası anlamına gelir. O zamanki Cizre, ormanlarla kaplı, üç suyun birleştiği bir tepecikte idi. Sümer, Akad, Gudi, Babil tabletlerinde geçen ve Ziusudra, Utnapiştim, Ubartutu’nun oğlu ve Atrahassis'in gönderildiği yer, üç ırmağın ağzında bulunan “mutluluklar adası”, “Ada-Cennet” Cizre’dir. Campbell'e göre, “Irmakların

ağzındaki ülke’ye gönderir.” Nitekim Campbell Dilmun’u ada-cennet olarak

tanımlamaktadır (Yaşın, 2013: 69). Kramer (2012: 195) de eserinde Dilmun’u “saf”, “temiz” ve “parlak” bir ülke, ne hastalığın ne de ölümün bilinmediği bir yaşayanlar diyarı olarak anlatmıştır.

Arkeolojik verilere göre de Sümer ve Akad’ın şiddetli bir su baskınıyla karşılaştığı anlaşılmaktadır. Bu felaketlerden birisi Sümer kentlerinden olan Kiş’te yaşanmış ve 30-40 santimetre kalınlığındaki bir çamur tabakası tüm şehrin üzerini kaplamıştır. Benzer şekilde bir sel felaketinin de m.ö. 4. bin yılın sonlarına doğru Jemdet Nasr şehrinde yaşandığı belirtilmektedir. Şuruppak şehrinde de benzer felaketin izlerine rastlanmıştır. Ayrıca Ur şehrinde de belirgin şekilde tufana dair izler bulunmuştur (Harman, 2012: 321).

Nitekim, daha önce de değindiğimiz üzere, İngiliz arkeolog Sir Leonard Woolley, Ur şehrinde yürüttüğü arkeolojik araştırmalar esnasında 1927-1929 yılları arasında iki buçuk metre kalınlığında bir çamur kütlesi tespit etmiştir. Bu çamur tabakasının su vasıtasıyla bölgeye geldiği ve tabakanın altında eski bir medeniyetin olduğu anlaşılmıştır (Harman, 2012: 321; Memiş, 2017: 35). Bu araştırmadan sonra bulunan çamur tabakasından bir parça örnek alınarak Fırat Nehri’nin suyundan alınan çamur tabakasıyla laboratuvar ortamında bir inceleme yapılmıştır. Yapılan inceleme neticesinde iki çamur örneğinin benzer elementlerden oluştuğu

görülmüştür. Bu bağlamda yapılan tespit çamur tabakasının tufan sırasında oluştuğunu kanıtlaması bakımından önemlidir. Ayrıca Kuran’da tufan olayı ile ilgili “yeryüzünde kaynaklar fışkırttık” (Kamer 54/12) ifadesinin yer alması da tufan sırasında Fırat Nehri’nin taşmış olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir (Dartman, 2003: 165). Mezopotamya’nın diğer harabe şehirlerinde, örneğin Kiş ve Şuruppak kentlerinde yapılan araştırmalarda da bu kentlerdeki evlerin içlerinin tertemiz bir kum tabakasıyla dolu olduğu tespit edilmiştir (Memiş, 2017: 35).

Bir Sümer tufan belgesinde de şöyle ifadeler yer almaktadır:

“Ziusudra bir ölümlü kişiydi. Bundan böyle kendisi ve karısı uzaklarda ırmakların ağzında yaşayacaklar...'İşte böylece tanrılar, beni alıp burada; ırmakların ağzında ve uzaklarda yaşamak üzere yerleştirdiler.” Nitekim Cizre; Dicle

(Tigris), Rosor (Risor), Saklan (Seqlan) sularının ağzında bir yerdedir (Yaşın, 2013: 70). Dolayısıyla tufan coğrafyasının bahsi edilen yer olduğu iddia edilebilir.

Gılgamış Destanı’nda geçen tufan kahramanı Utnapiştim ise Fırat Nehri kenarındaki Şuruppak şehrinin kralıdır (Harman, 2012: 321). Bu bilgiler ışığında bir genelleme yapılacak olursa tufan olayının Mezopotamya’da gerçekleştiği söylenebilir.

Benzer Belgeler