• Sonuç bulunamadı

Sözcük Dağarı Olarak Metaforik Söylem

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 51-55)

1.1. Sözcük Dağarları Arasındaki Geçiş

1.1.1. Sözcük Dağarı Olarak Metaforik Söylem

Tarihe Mutlak’ın penceresinden bakıldığında, tarihin hep Mutlak’ın zaferi olarak yorumlandığı görülmüştür. Platoncu idealin mirası olan bu doğruluk anlayışının tarihe yaptığı baskıya rağmen, tarih gerçekte hiçbir düşüncenin zaferine ev sahipliği yapmaz.

Tarihteki sürekliliğin, düşüncelerin zafer nidalarıyla şekillenmesi, tarihi sözcük dağarlarının savaş alanı haline getirmiştir. Bu durumda sözcük dağarları açısından geriye kalan tek şey mücadeledir. Ne var ki diyalektik olarak bu mücadele ne zaman savaş yerine bir sohbet halini alır, işte o zaman tarih sahnesinde kıyıda köşede kalmış her türden düşünce sistemi, dil biçimi ve kimlik dilsel varoluş alanında yerini alır. Bu durumda Rorty için mutlaklık anlayışına bağlı temel, ölçüt gibi düşüncenin sınandığı yöntemlere de ihtiyaç kalmaz. Çünkü bunlar gerçekte sözcük dağarlarımız arasındaki etkileşimi anlamaya yardımcı olamaz:

İlerlemenin hem topluluk hem de birey bakımından yeni sözcükler kullanmanın yanı sıra eski sözcüklerle dile getirilmiş öncüllerden hareketle tartışma meselesi olduğunu anladığımız vakit ‘rasyonel’,

‘ölçütler’, ‘savunu’, ’temel’ ve ‘mutlak’ gibi nosyonlar etrafında dönen bir eleştirel sözcük dağarının eski ile yeni arasındaki ilişkiyi betimlemeye hiç de uygun olmadığını anlarız.” (Rorty, 1995a: 83-84).

Tarihsel olarak dil, mutlak kabul edilen (literal hale gelen) kullanımları, zamanla anlamını yitirmeleri veya eskimeleri sonucu yeni kullanımlarla değişmeye zorlar.

Yaşamın dinamiği içinde sözcük dağarları mutlak olarak kalamaz. Yeni sözcük dağarları olarak metaforik söylemler gerçekliği ifade etmenin yeni biçimleri olarak tarihi düzenler ve tarih zamanla bunların da literalleşmesiyle ilerlemeye devam eder.

Bu bakımdan kullandığımız mevcut sözcük dağarları genel olarak tarihte, özelde ise felsefede aşina olduğumuz dil oyunları yani literal dil kullanımlarını temsil eder. Buna karşın metaforlar aşina olmadığımız sözcük dağarları işlevi görerek kavramsal birliğimizi

41 yıkıp yeniden inşa eder. Bu nedenle hakikat hakkında konuşmanın olanağı da zamansallık içinde ölü ya da diri metaforları kullanmaktan geçer (Guignan & Hiley, 2003: 18).

Ölü ya da diri metaforların kullanılmasıyla ilerleyen düşünsel tarih, herhangi bir dil kullanımına zorunlu biçimde temel teşkil edecek epistemolojik ölçütün olanaksızlığını da ifade eder. Buna göre, XVIII. yüzyıl söyleminin XX. yüzyıl söylemine uygun olmadığı, bir çağın söyleminden bir başka çağın söylemini yargılama olanağımız olmadığı anlaşılmalıdır. İki söylemi yalnızca bağlı olduğumuz dil pratiğine göre yorumlayabiliriz. Bu durum söylem pratiklerimizin birbirinden bağımsız olduğunu göstermez, fakat söylemlerimiz farklı gerçeklik tasarımlarına ait olduğundan iki farklı gerçeklik tasarımının birbirini yargılaması mantıken yanlıştır. Kuhn bunu şöyle ifade eder: “XVIII. ve XIX. yüzyıl kimyacıları arasında ‘tam iletişim’ mümkün müdür?

Muhtemelen evet, fakat ancak ikisinden biri diğerinin dilini öğrenip bu anlamda diğerinin kimya pratiğinin katılımcısı haline gelirse.” (Kuhn, 2019: 73). Öyleyse dünyanın, gerçeklik tasarımları arasında anlaşılabilecek ortak bir dilinin olmadığı bir kez daha anlaşılmış olur. Dünyanın dili, insanların söylem pratikleri tarafından zaman içinde oluşur. Dünya biz nasıl konuşursak öyle konuşur. Öznel nedenlere bağlı olarak tarih sahnesinde yaşanan düşünsel gelişmeler, bilim de dâhil olmak üzere tüm insan etkinliğini ideal dilin dışına taşımaktadır. Kuhn’un sözünü ettiği bu ideal olmayan dil, hakikatle olan bağımızı epistemolojik kanıtlarla kısıtlamaz, onu kültürel olarak belirler (Kuhn, 2008:

313-315). Rorty’nin pragmatist bilgi yorumuna göre ise, hakikatin kültürel bağlamlarının açığa çıkarılması dilin metaforik kullanımıyla yakından ilişkilidir (Boyd, 1993: 262).

Tam da bu sebeple, bir çağın ortak düşünce sistemini ifade eden dil biçimi kültürel içeriğinden dolayı diğerine göre metaforik kalır.

Bu anlamda metaforik söylem, dış dünyanın ve hakikatin bilgisini kuşatan dilsel ifadeler ve düşünme sistemimiz olma özelliğini sergiler. Genelde düşünce tarihi özelde

42 ise felsefi problemler, dünyanın konuştuğu ideal dil alanından çıkarıldığında farklı dilsel ifadelerin veya da dil kullanma biçimlerinin yer aldığı çoklu diyalog ortamına yerleşir.

Tarihsel olarak bu diyaloglara kulak verdiğimizde, “zafer” olarak kabul edilen hakikat istenci yeni bir dilin icadından başka bir şey olmaz. Hakikat, zamanla alıştığımız, dilin literal kullanımları haline gelir. Bununla birlikte dilin literal kullanımı ile metaforlar arasındaki zamansal farklılık, yanlış veya eksik bir dünya görüşü meselesi değildir. Bir kez daha sözcük dağarları arasındaki yargı meselesine temas eden bu noktada her iki dil kullanımı farkının epistemolojik olmadığı kabul edildiğinde düşünce tarihinde kendisinden sonra yargılanabilecek hiçbir çağ ya da düşünce sistemi olmadığı anlaşılmış olur.

Buna göre, “Aristoteles’in yanlış yapıp da Galileo’nun doğru yaptığı şeyin ne olduğu”na dair epistemolojik bir kanıt bulmak zordur. Yalnızca Galileo’nun daha kullanışlı bir fikri olduğunu buna karşın Aristoteles’inkininse daha az kullanışlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu görüşte Galileo’nun seçtiği terminoloji de yalnızca sonraki terminolojiler için çözülmesi gereken bir “gizem” olarak kalır (Rorty, 1982: 193).

Aristoteles’inki de Galileo’nunki de iki farklı düşünce sistemi, iki farklı bilgi görüşüne ait sözcük dağarlarıdır ve bunlar birbirinden daha “rasyonel” değildir. Öyleyse gerçekliğe dair bilgi sistemleri ve onlara temel oluşturan ölçütler dilde anlam kazanmaktadır (Boyd, 1993: 267-68).

Bununla beraber yukarıdaki örnek üzerinden Aristoteles ile Gelileo’nun sözcük dağarları arasındaki geçişin nasıl gerçekleştiği de cevaplanması gereken bir sorudur. Bu soru, aşina olduğumuz dil kullanımından (literal kullanım) farklı dil kullanımına (metaforik kullanıma) geçişin nasıl olduğu sorusuyla eş değerdir. Bu geçiş, teoriye dayanmaksızın, kullanımına aşina hale geldiğimiz ve bu nedenle cazibesini yitiren eski bir konuşma tarzının başka yorumların ya da kimliklerin varlığının keşfedildiği anda yeni bir konuşma tarzıyla değiştirilmesiyle mümkün görünmektedir. Buna göre bir yandan her

43 metafor, yeni bir konuşma tarzı olarak karşımıza çıkmakta, diğer yandan da Rorty için bunun olanağını sohbet sağlamaktadır (Rorty, 1995a: 83).

Felsefedeki ayrımları doğru-yanlış teoriler olarak değerlendirmek yerine iki farklı dil oyunu etkinliğine bağlamak felsefedeki büyük bir paradoksu sonlandırmak adına önemlidir. Bu paradoks her şeyden önce düşünceler arasındaki yanlışlamayla ilgilidir.

Çünkü her düşünce başka bir düşünceyi yanlışlıyor veya onu irrasyonel kabul ediyorsa, yanlışlayan düşüncenin de en az diğerleri kadar irrasyonel kabul edilme durumu söz konusu olur. Bir başka açıdan bu paradoks yanlışlama mantığına bağlı olarak düşünceler veya söylemler arasındaki diyalektiğin birbirini yok etme türden bir mücadele olarak kurgulanmış olmasıdır. Oysaki söz konusu olan yalnızca bir yargılama olsaydı, bu yargılama Rorty’nin mantığına göre sohbette de gerçekleşebilirdi. Dolayısıyla felsefenin yöntemsiz şiirsel bir uğraş olmasından yola çıkan Romantik dilsel inşa fikri ile hakikati keşfetme yolunda ilerleyen geleneksel felsefe arasındaki bu paradoksun kendisi, Rorty için anlamı dil-oyununa bağlayan “esnek fikirli” filozoflarla hakikatin keşfinde ısrar eden

“sabit fikirli filozoflar” tarafından felsefeye yansıtılmıştır (Rorty, 2006: 78-79).

Kısacası düşüncenin veya inanç sistemlerinin doğruluğu, dünyayı tasvir eden sözcük dağarlarının içinde bulunduğu koşulların kullanışlılığına bağlıdır. Bu bir anlamda anlam dünyasını çevreleyen kavramsal şemaya duyulan ihtiyacı da simgeler. Her ne kadar bilginin temelini dilsel tercihlere bağlamak bir tek başına öznel koşulları ayrıcalıklı tutmak gibi görünse de düşünceye sistematik çerçeve sağlayan kavramsal şema, tıpkı Aristoteles’in Güneş’i bir gezegen olarak kabul etmesiyle Newton’un kabul etmemesi arasındaki farkı belirleyecek kadar da nesneldir. Kant’ın “Kopernik Devrimi”

mantığından yola çıkıldığında dünyayla kavramsal olarak kurduğumuz bağlantıda Rorty, Kantçı bilgi kavrayışını da tersine çevirerek zihnin kategorik sürecinden geçen bilgi yorumunun ne “daha doğru” ne de “daha gerçek” olduğunu düşünme eğilimindedir (Boyd, 1993: 268-69).

44 Bu bakımdan geleneksel hakikat anlayışının sözcük dağarlarını terk eden Rorty, bu gidişatı, felsefede Platon’un “gerçek” dünyasının masal olduğunu anlamaya yardımcı olan ve hakikati insanın dil pratiğine bağlayan yeni sözcük dağarlarına bağlanmak olarak kabul eder. Burada Rorty açısından karşımıza çıkan sorun, sözcük dağarların tercih edilmesindeki öznel koşulların sınırı gibi durmaktadır. Buna bağlı olarak da sorun, sözcük dağarlarının tercih edilmesinin ardında yatan hakikat ve uygunluk problemini de teşkil eder. Diğer deyişle ortada, dilin metaforik kullanımının doğruluk değerine ilişkin de sorun vardır. Bu durumda metaforik dil kullanımı, yeni sözcük dağarlarının tercih edilmesiyle ilgili olduğundan metaforik söylemin, hakikati koruyabilecek düzeyde olup olmadığı sorusu üzerinde durmak gerekir. Bir sonraki bölümde Rorty’nin tasarımında bu sorunun yanıtları aranmaya çalışılacaktır.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 51-55)