• Sonuç bulunamadı

Metaforik Söylem Aracılığıyla Epistemolojik Temel Eleştirisi

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 75-79)

1.2. Dilin Olumsallığı ve Metaforlar

1.2.2. Metaforik Söylem Aracılığıyla Epistemolojik Temel Eleştirisi

Önceki bölümde, Rorty’nin geleneksel düşüncenin bilgi problemini tasvir eden tarihsel sözcük dağarlarından biri olarak değerlendirdiği ayna imgesinin metaforik açıdan hakikate ve doğruluğa ilişkin kavramsal şemayı, üzerinde uzlaşılan felsefi jargona dönüştürmesini inceledik. Rorty açısından bu jargona ait kavramsal şemanın içeriği şöyle tarif edilebilir: Kökeninde Antik Yunan hakikat arayışının yer aldığı bilgi teorisi inşası

65 veya “Descartes-Locke-Kant” teorileri üçgeninde iç mekân (zihin) ve dış mekân (nesne) sorununun anlam teorisine uyarlanması. Geleneksel felsefeyi oluşturan söylem daha da güçlenerek Modern çağa uygun şekilde, merkezde epistemolojik kesinlik problemini konumlandıran yapıya dönüşmüştür. Geleneksel düşüncenin Modern olanla buluştuğu jargonda doğruluk problemi bilginin ölçütü olarak anlama yetimizin ortaya koyduğu standartlarla kendisini yetkinleştirmiştir:

Düşüncelerimizi başka şeylerin araştırılmasına yönlendirmede büyük avantaj sağladığını ve anlama yetimizin hangi tür nesnelerle ilgilenmeye uygun hangileriyle ilgilenmeye uygun olmadığını görmemize imkân sağladığını karışık bir şekilde düşünmek suretiyle yaptı. Neyi bilebileceğimiz ve zihnimizin nasıl işlediğini inceleyerek nasıl daha iyi bilebileceğimiz konusunda bu daha fazla şey öğrenme projesi son tahlilde epistemoloji adıyla vaftiz edildi (Rorty, 2006: 145).

Epistemolojinin ayrıcalık söyleminde Descartes’ın payı önemlidir. Descartes zihni ayrıcalıklı konuma yerleştirerek skolastik problemleri epistemolojik problemlerle değiştirmiştir. Bu bakımdan aslında Rorty için felsefeyi “gerçek” değerine ulaştırmıştır (Rorty, 2006: 268). Her ne kadar Rorty, epistemolojinin Descartes tarafından değerine kavuştuğunu belirtse de felsefenin tek meşru etkinliğinin epistemoloji olduğu düşünülmemelidir. Yine de Descartes’ın cogito’sunun önemini Rorty adına bir kez daha vurgulayacak olursak, şüphesiz ki bu katkının Descartesçı felsefede “epistemolojik dönüş”ü başlatmasına karşılık geldiği anlaşılacaktır:

Yine de Descartes’a atfedildiği gibi, bilginin kesinliğini mutlak benliğin açık ve seçik ideleri üzerinde aramak başlı başına Descartes’ın başlattığı bir şey değildi. Sokrates’ten beri gerçekliği zihnin içine bakarak bulmak her filozofun başvurduğu kesin bir yöntemdi. Fakat Descartesçı cogito’nun önemi, benlik bilincinin idelerinin karşısına dış gerçekliğin de bir bilinç durumu olarak ortaya konmasıydı ve bu iki bilinç arasındaki uylaşım veya istikrarın bilginin temeli olarak açığa çıkmasıydı. Bu şekilde Descartes “epistemolojik dönüş”ü gerçekleştirmişti (Rorty, 2006: 147).

Şu durumda epistemolojinin ortaya çıkışı, Kartezyen kanıtların a apriori idelerle birleştirilmesi sonucu, doğruluk ölçütlerinin anlama yetimizin işlemlerine bağlanması ve bu sayede epistemolojinin de kendini yetkinleştirmesi kaçınılmaz olmuştur. Descartes’tan

66 sonra epistemolojinin değer kazanmasında şüphesiz Kant’ın payı, diğerlerinden ayrıdır.

Rorty’nin aktardığına göre Kant epistemolojiyi akademik bir uğraş haline getirdi ve ona bu yolla bir saygınlık kazandırdı. Rorty’nin ifadeleriyle Kant epistemolojiyi “masa başı bir disiplin” (Rorty, 2006: 146) haline getirerek kendinden önceki felsefenin duyum ve kavramlarını birbirine indirme mücadelesine de bir son vermişti. Genel olarak Kant, “bir şeyin neliğini bilme” yönündeki Aristotelesçi bilgi modelinden, bir şeyin kendisini bilme yönündeki bilgi modeline geçmiş, fakat bu geçişi bilginin önermelerle ilişkisi yerine nesnelerle olan ilgisini sürdüren Kartezyen temayı sürdürerek sağlamıştı. Rorty’ye göre, eğer Kant, bu temayı takip etmek yerine önermeler arası ilişkiyi incelemiş olsaydı kendisinden sonraki felsefe paradigması farklı yönde gelişebilirdi. Oysa Kant önermelerin doğruluk değerini tartışmak yerine iç mekândaki temsillere bağlı kaldı (Rorty, 2006: 155-57). Bu nedenle felsefe adına bilgi teorisi ortaya koyan epistemoloji jargonunu bir disiplin şeklinde meşrulaştırmış oldu. Böylece Modern felsefe de, epistemolojiyi Kant’ın aşkınsal kurucu ego nosyonu vasıtasıyla tam yetkinliğine ulaştırdı.

Modern felsefenin argümanı şuydu: İnsan anlığı (zihnin aynavari özü) hakikate giden yolda ihtiyaç duyulan kavramsal şemayı vermeye muktedir bir alandır. Bunun için dile ihtiyacı yoktur, aksine dil yalnızca bu şemaya uymak zorunda kalan araçtır.

Buna karşın olumsal dil durumunun söylemi ise şudur: Felsefeye ait her türlü problem ve ayrım modası geçmiş/geçecek tarihsel bir jargondur. Dolayısıyla da metaforiktir. Bu nedenle Rorty epistemoloji paradigmasına alternatif başka bir paradigma ya da yeni bir bilgi teorisi ortaya atmaktan ziyade diğer tüm söylemler gibi, tüm felsefi problemleri dil-oyunu olarak değerlendirir. Yapılması gereken mutlak temel veya teoriler peşinde koşmak yerine bunları üreten sözcük dağarlarının izini sürmektir:

Etrafımızda bir yerde gerçek, çözülemez felsefi bir problem olması gerektiğini düşünmemizi sağlayan sezgilere nasıl ulaştığımızı anlamak durumundaysak, modern jargonumuzu bir tarafa bırakmalı ve kitapları

67 bize bu sezgileri veren filozofların vokabüleri [sözcük dağarları]32

içinde düşünmeliyiz. Wittgensteincı görüşüme göre, bir sezgi asla bir dil oyununa aşinalıktan daha az ya da daha fazla bir şey değildir; bu yüzden sezgilerimizin kaynağını keşfetmek için kendimizi oynarken bulduğumuz felsefi-dil oyununun tarihini yeniden yaşamalıyız (Rorty, 2006: 42).

Rorty, Wittgensteincı dil-oyunu pratiğindeki gibi gerçekliğin ‘olduğu’ gibi yansıtıldığı mutlak veya ideal bir dil olmadığını savunur. Mutlak dil yoksa çokça dil oyunu vardır. Pragmatist bakış açısına göre Rorty, gerçeklik ilişkilerini olumsal şekilde tesis eden pratik dil kullanımına odaklanır. Epistemolojiye ait söylemlerin dil-oyununa bağlı olduğu düşünüldüğünde tıpkı mutlak dilin olanaksızlığı gibi tam ve kusursuz bilgi idealini yansıtan mutlaklık savlarının da anlamsız olduğu görülecektir. Bu bakımdan epistemolojik ölçütlere bağlı mutlak bilgi ideali kelimenin tam anlamıyla bir ideal olarak ulaşılması güç Platoncu idealar dünyasında kalır. Gerçekte bu dünyanın ne ideal dili vardır, ne de keşfedilmeyi bekleyen hakikati!

Buna göre, Modern felsefede epistemolojinin otoritesini ayrıcalıklı zihin nosyonunda yetkinleştirmesinden bu yana yaşam, ahlak, etik ve dilin kendisi de tamamen hakikatin keşfine odaklanmakla sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden tüm dünyanın kendisi ve yaşam, önceden belirlenen bir dil algısı içine hapsolmuş durumdadır. Yapılması gereken, felsefeye özgün değerini unutturan ayrıcalıklı temsil fikrinden vazgeçmek; diğer deyişle ayrıcalıklı ideal dili “tedavi” altına almaktır (Rorty, 2006: 218).

Tedavi düşüncesi felsefenin yeni bir kavramsal şema ihtiyacına karşılık vermesi beklenen yeni bir sözcük dağarına geçme teşebbüsüdür. Geleneksel felsefeyi “tedavi”

altına alma teşebbüsü, dilin metaforik kullanımına ait yeni bir okuma biçimiyle de eş anlamlı olarak düşünülebilir.

32 Bold yazılar bana aittir.

68 Sonuçta Rorty için aynavari temelde işleyen epistemolojik model söylemi, yalnızca bilgiyi değil, temelde tüm yaşamı ve kültür alanını etkisi altına almış ve modası geçmeye yüz tutmuş bir söylemdir. Bu söylemi dilin olanaklarına açmak insani-kültürel bir pratik alanını onaylamak anlamına gelir. Bu kültürel ortam çeşitli kimlik ve dilsel pratiklerin bir arada bulunduğu dayanışma halidir. Rorty’nin dayanışma fikri, epistemolojik boyuta sahip şüpheci tutumla bir arada yer alır. Bilgi probleminin kültürel alana açıldığı empirik noktada insana düşen, çağının sözcük dağarlarını onaylamaktır.

Çünkü bir kez yeni bir sözcük dağarı ya da imgeleme düştüğünde eskisini bu söylem biçimiyle düşünmek kaçınılmazdır. Fakat eski ile yeni arasındaki ilişki, yeniden belirtilmelidir ki indirgemeci ya da birbirini yok edici bir diyalektiğe bağlı olmamalıdır.

En azından Rorty’nin ütopyavari dayanışma fikrinde sözcük dağarlarının etkileşimi kültürlerin ve dillerin bir arada yaşama umudunu güçlendirir niteliktedir.

Rorty’nin dayanışma kavramı, daha sonra epistemolojik temellerin zorunluluğu fikri terk edildiğinde yaşanılan düşünsel krizin aşılmasına yönelik bir çözüm olarak yeniden ele alınarak detaylandırılacaktır. Bir sonraki bölümde ise, bilginin mutlak koşulu kabul edilen epistemolojik temel nosyonundan vazgeçildiğinde ortaya çıkan düşünsel krizin değerlendirilmesi ve Rorty’nin bu krizin aşılmasına dair önerileri yer alacaktır.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 75-79)