• Sonuç bulunamadı

SÂMĠHA AYVERDĠ’NĠN HĠKÂYE VE ROMANLARININ AKTÜEL ZAMANINDA PSĠKOLOJĠK/TASAVVUFÎ EĞĠTĠM ALAN KADINLAR

Sâmiha Ayverdi hikâye ve romanlarında -kendi hayatında olduğu gibi- tasavvufa büyük önem vermiştir. Ona göre tasavvuf, bilinen teorik bir bilgiden ziyade yaşanan bir hayat felsefesidir. Bunun içindir ki Ayverdi, eserlerinde tasavvufî terimleri doğrudan vermemiş, bunun yerine tasavvufu aynen Mevlânâ‟nın Mesnevi‟sinde olduğu gibi bir kurgu içinde hikâyeleştirerek anlatma yoluna gitmiştir. Bunu yaparken de“tasavvuf ahlâkını benimsemiş” kahramanlardan yararlanmıştır. Biz de bu bağlamda birinci bölümde Ayverdi‟nin eserlerinde tasavvufi eğitim aldığı anlaşılan Ayşe, İsmet, Güzin, Melek karakterlerini ele aldık. Bu bölümde ise, roman seyri içinde psikolojik/tasavvufi eğitim alan kadın kahramanlar üzerinde durulacak ve bu doğrultuda kahramanlar incelenmeye çalışılacaktır.

Meryem (Aşk Budur) hâkim/ilahi bakış açısıyla yazılan eserde Meryem‟in ailesi, muhiti, insanlarla (Zeyyad, Üçüncü Menzer, Hamza, Yusuf vb…) ilişkileri, insanların onun hakkındaki düşünceleri ve en önemlisi aşk vasıtasıyla ulaştığı olgun/insanî kişiliği, hâl ve geçmiş olmak üzere zamanın iki boyutunda yazar/anlatıcı tarafından okuyucuya takdim edilmektedir.

Meryem; romanda babasının/Zeyyad‟ın himayesinde Bizans‟tan ve Acemistan‟tan getirilen hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişen, güzel, güzel olduğu kadar zeki yaratılışa sahip biri olduğu yazar/anlatıcı tarafından belirtilir. Annesini küçük bir yaşta kaybedince Meryem, saray gibi olan evinin bütün işlerini, babasının şiddetini düzenleyebilecek hassas bir denge ile yapar. Anlatıcıya göre o, aslen zor olan bütün bu işleri, büyük bir kolaylıkla yapabilecek yetenekte biridir. Babası Zeyyad kızının bu maharetlerinin farkındadır ve Meryem‟in dirayetli ve şuurlu yapısından mahrum kalmamak için kızını, yeğeni Hamza ile evlendirmekte acele etmez. Romanda Meryem‟in bu olumlu yönlerini sadece babası değil, dönemin Hayre Hükümdarı Üçüncü Menzer de fark etmektedir. Onun için Üçüncü Menzer, kızın aldığı eğitimle zenginleştirdiği bilgi dağarcığını ve “tefekkür ve zekâ hamlelerini” Ayverdi (1938,

“Meryem‟in söz söylemesini, fikirlerinin selâbet ve isabetini, tefekkür ve zekâ hamlelerini, yaşlı ve tecrübeli Hükümdar bile takdir eder ve Müsahibi Zeyyadın kızını, kendi evlâdlarından fazla severdi.” Ayverdi (1938, s.10).

Görülüyor ki Meryem; idari işlere eğilimli olmasa da annesini çok genç yaşta kaybettiği için sarayın ev ve idare işlerini kolaylıkla yapan, aldığı eğitimlerle kabiliyetlerini bir bir ortaya çıkaran, nerede, nasıl söz söylenmesi gerektiğini bilen, “tefekkür ve zekâ hamle”leriyle çevresini kendisine hayran bırakan, doğru fikirler yürütebilen olumlu bir yapıya sahiptir. Bu yüzden Üçüncü Menzer, bu kızı kendi çocuklarından fazla sever ve düzenlenen eğlencelerin hepsine Meryem‟i davet eder. Romanda Meryem‟in karakter yapısı ve düşünce tarzı, çevresindeki kişilerle ilişkileri neticesinde ortaya çıktığından, Üçüncü Menzer‟le olan bölümlere burada yer vermek, Meryem‟in daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:

Hayre Hükümdarı Üçüncü Menzer, başmusahibi Zeyyad‟ın kızı Meryem‟e büyük bir sevgiyle bağlıdır. Hatta anlatıcıya göre Üçüncü Menzer, Meryem‟i o kadar çok sevmektedir ki saray eğlencelerinin çoğunu onun adına düzenlemekte ve bu eğlencelerde muhakkak Meryem‟i de yanında görmek istemektedir. Lakin Meryem, bu eğlencelere katılmayı pek sevmez, hatta mecbur kalmadıkça da iştirak etmez. Anlatıcı, Meryem‟in eğlencelere katılmak istememesinin nedenini ise şu sözlerle açıklar:

“Onun başlıca hususiyetlerinden biri de, ürkek bir gazal gibi herkesten kaçması ve cemiyetin zevk aldığı şeylerden zevk duymaması, kendi gönlüyle başbaşa kalmayı tercih etmesi idi. Müvazeneli ve makul Meryem, bu bahiste hırçın ve tekdi.” Ayverdi (1938, s.10).

Meryem‟in bir özelliği, ürkek bir ceylan gibi insanlardan kaçıp kendi gönlüyle baş başa kalmayı tercih etmesidir. Ayrıca her mevzuda dengeli olan, mantıklı davranan Meryem‟in toplumun eğlendiği bu tür faaliyetlerden zevk almaması da sebepsiz değildir. Anlatıcıya göre Meryem, gittiği her toplulukta, istemeden de olsa, dikkatleri üzerine çekmekte ve ona âşık olan tüm Hayre erkeklerinin ilgisinden, iltifatlarından rahatsız olmaktadır. Çünkü Meryem, amcasının oğlu Hamza dâhil olmak üzere hiç kimseyle ilgilenmemektedir. Meryem‟in bu ilgisizliğine herkes şaşırmakta, bu durumu anlayamamaktadır. Bu yüzden de ona “gönülsüz Meryem” Ayverdi (1938, s.11) demektedirler. Burada anlatıcı araya girerek aslında Meryem‟in gönülsüz biri

olmadığını, aksine onun gönlünün pek az kimseye nasip olabilecek derecede kuvvetli, şiddetli bir aşkla dolu olduğunu belirtir. Öyle ki Meryem, kendisini baştan aşağı yakan bu duygu nedeniyle, çevresiyle arasına âdeta bir duvar örerek kendisini yalnızlığa sürüklemiştir. Meryem, gönlünün bir aşk için yandığını bilmekte lakin bu aşkın sahibinin kim olduğunu bilememektedir. Bu onun için de büyük bir sırdır ve Meryem, bir muamma olan bu aşkla dolu gönlünden korkmaktadır. Çünkü bu aşkın sonunda büyük bir felaket yaşanacağını hissetmektedir.

Bu satırlarda bir taraftan Meryem‟in karakter yapısı ortaya konulur, öte taraftan Meryem‟in toplum/erkekler tarafından algılanışı ifade edilir. Ayrıca Meryem‟in niye toplumdan kaçtığını da öğrenmiş oluruz. Yine o, sadece erkeklerin ilgisinden rahatsız olduğu için değil, yaşadığı toplumun gerçek yüzünü bildiği için de bu toplumdan uzak durmaya çalışmaktadır. Ona göre bu toplum kendi eğlenceleri, menfaatleri için her şeyi ve herkesi hiç düşünmeden feda eder. Bu yüzden de iğrençtir ve kördür. Ayrıca şuursuz bir sürüden farksızdır. Çünkü bu dünyaya bağlı insanlar, tıpkı ağaçta çürüyüp küçücük bir sarsıntı ile düşüp toprağa karışan bir yemiş gibi ölüp toprağa karışmalarına rağmen hâlâ uyanmamaktadır ve kendilerini dünyanın geçici zevklerine/heveslerine kaptırmaktadırlar. Bu toplumun diğer önemli bir özelliği de nankör ve vefasız olmasıdır. Çünkü bir ferdini kaybeden toplum, açığını hemen bir başka bireyle kapatarak öleni unutma vefasızlığını gösterir. Lakin “Meryem, dünya hayatına yüksekten bakabildiği için, onun bu hayvanî cebhesini görebiliyor ve mümkün olduğu kadar ondan uzak olmıya çalışıyordu. Eğer o da bu rüzgâra kapılanlardan olsaydı, ağacından henüz kopmuş çiçekli bir dal gibi, rüzgâr önünde şaşkın ve perişan, sağa sola çarpacak, şuursuz bir gidişle sürüklenecek, nihayet yaprağı da, çiçeği de türlü takallüblerle yolunup toprağa karışacak ve unutulacaktı.. Meryem bu hayatın nesini istesin, hangi müstakar zevkine bel bağlasın da kendini onun için salıversin? Onun gönlü ihtiyacı, vicdaniyatın hududu görünmiyen vüsatine dayanıyor, sathî ve firarî zevklere kanamıyordu.” Ayverdi (1938, s.68).

Meryem, güneşe ve puta tapan bir toplulukta yaşamasına rağmen içinde yaşadığı bu toplumu beğenmemektedir. Onun için toplum hep olumsuzluklarıyla var olagelmiştir. Bu yüzden de o, bu toplulukta hiçbir şekilde yer almamaya çalışmış, kendi yalnızlığıyla arkadaş olmayı tercih etmiştir. Ayrıca onun bu dünyanın

sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Anlatıcı, aslında bu şekilde Meryem‟in farklılığına temas ederek onun ileride geçireceği değişime işaret etmektedir.

Meryem‟in karakterini veren bir bölüm, yine bir gün sarayda düzenlenen eğlence ve sonrasında yaşanan olaylar neticesinde ortaya çıkar: Üçüncü Menzer, Bizans elçisi Marküs‟ün şerefine sarayda bir eğlence düzenler. Her zamanki gibi Meryem, bu eğlenceye babasının ve Hükümdarın isteğiyle katılmak zorunda kalır. Ancak yine Meryem‟i gören erkekler iltifat etmeye başlar. Bu iltifatlar, Meryem‟e sevinç yerine elem vermekte, bir hançer gibi kalbine saplanmaktadır. Bu esnada Hükümdar Üçüncü Menzer‟in, Bizans elçisi Marküs‟le salona teşrif etmeleriyle Meryem, başındaki kalabalıktan kurtulur. Üçüncü Menzer, Meryem‟i Marküs‟le tanıştırır. Lakin aynı durum burada da tezahür eder ve Marküs, Meryem‟e güzel sözler söyleyip asılmaya başlar. Meryem‟in bunaldığını gören Hamza, onu alıp sarayın üst katında bulunan bahçeye götürür. Meryem, doğanın tesiriyle kendine gelir, rahatlar. Meryem‟in kendisine edilen bu iltifatlardan mutlu olmayıp acı çekmesi, onun yaratılış gereği farklı biri olduğunu göstermektedir.

Marküs ülkeden ayrılmadan evvel kendisine hediye edilen cariyeyi değil, Meryem‟i Üçüncü Menzer‟den ister. Üçüncü Menzer, çok sevdiği bu kızı, şöhretini çok iyi bildiği Marküs‟ten korumak için Meryem‟in Hamza‟nın nikâhlısı olduğu ve bir haftaya kadar evlenecekleri yalanını söyler. Düğüne Marküs‟ü de davet eder. Meryem de hem memleketinin selameti hem de kendisini Marküs‟ten korumak için sevmediği adamla/Hamza ile evlenir. Meryem‟in ruh tahlilini ayrıntılı bir şekilde yapan anlatıcıya göre, Meryem‟in o gece bütün uzvu titremekte ve bu olup bitenlere anlam verememektedir. Bir hafta öncesine kadar Hamza ile arkadaş kalmak istediğini, onun kendisine olan duygularına bir set çekmesini istemişken bu evlilik nereden çıkmıştır. Anlatıcı, Meryem‟in o geceki hislerini ve düşüncelerini şu sözlerle açıklamaya devam eder:

“Meryem, bu hayat muammalarının menşeini bilmek, öğrenmek istiyor. Zira bunlar bilinmedikçe, insan kendini gurbete düşmüş bir yalancı hissediyor. Benliğine, ruhuna, hasılı hilkatin sırrına bigâne olan kimsenin bir diyar garibinden, bir yabancıdan ne farkı olabilir? Mechûller içinde yaşamak, kendine ve kendini yaratana yabancı olmak kadar azablı şey olur mu? Meryem işte daima bu azabı, bu üzüntüleri çeker. Fakat nerede ona bu yolda yardım edecek, bilgisi, bilgileri mağlûb edecek

vücud nerede? Meryem işte, hasretini çektiği bu vücudu arıyor ve kanmıyan ruhu, tabiatın fevkindeki azamete yetişmek istiyor. Bu ateşîn kabiliyetli kız, ancak o zaman rahat edecek, kendine sahip olacak…” Ayverdi (1938, ss.47-48).

Bu satırlarda Meryem‟in yaşamına anlam katabilmek için bir arayış içinde olduğunu görüyoruz. O, yaratılış gereği, hayat muammasının kökenini bilmek, öğrenmek istemektedir. Çünkü ona göre bu sırlar bilinmedikçe insan, gurbete düşmüş bir yabancıdan farksızdır. İnsan, ancak ve ancak benliğini, ruhunu, kısacası kendini Yaradan‟ı bildiği müddetçe insan olabilir. İşte bu sebeple Meryem, bu bilinmezler içinde yaşamaktan azap çekmektedir. Meryem‟in ruhunu kasıp kavuran duygulardan kurtulabilmesi için ona yardımcı olabilecek, onun dünyaya gelişinin manasını anlatabilecek birisine ihtiyacı vardır. Bu kişiyle de Meryem, henüz tanışmamıştır. Burada Meryem, adeta mürşidini arayan bir mürit gibi yansıtılmıştır.

Yine Meryem‟in bu kişiliğini gösteren bir bölüm de Üçüncü Menzer ile yaptığı bir konuşma neticesinde ortaya çıkar: Hamza, Meryem‟le evlenmelerinden kısa bir süre sonra Firavun‟un tedavisi için Mısır‟a gider. Hamza‟nın Mısır‟da olduğu günlerden bir gün Meryem, Gamze‟nin teklifiyle babasının yanına gelir. Tesadüf o ki, aynı gün Üçüncü Menzer de Zeyyad‟ın evindedir. Meryem, daha kapıdan adımını atar atmaz Hükümdar, Meryem‟i: “-Vay ipekkurdu, nasıl oldu da kozanı delip dışarı çıkabildin? Diye latife ile” Ayverdi (1938, s.68) karşılar. Bu sual üzerine Meryem: “-İpekkurdu, yani kendi kendini habseden mahlûk demek değil mi Hükümdarım? Niçin gülüyorsunuz? Öyle… Bu maksatla kullanılan bir hitab bu!” Ayverdi (1938, s.69) sözleriyle cevap verir. Ardından ipekkurdunu kendine göre yorumlar: Ona göre ipekkurdu denilen böcek, kendini havadan, sudan mahrum bırakarak koza gibi dar bir hücreye kapatsa da aslında manada özgürlüğe kavuşmuştur. Meryem, burada kendisiyle ipekkurdu arasında bir benzerlik kurmaktadır. Çünkü o da dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş, kendisini yalnızlığa mahkum etmiştir ve o, bu mahkumiyet içerisinde hakikatin sırrına ulaşmaya çalışmaktadır. Bu fikirleriyle hayatın manasını anlamış olan Meryem, buradan başka bir konuya geçer ve dünya hakkındaki fikirlerini dile getirir: Meryem‟e göre dünyanın iyi yanı kadar kötü yanı da bulunmaktadır. Meryem, dünyanın bu iyi yanını sevmekle beraber kötü yanlarından da nefret etmektedir. Çünkü dünyanın bu iğrenç tarafında insanlar vefasızdır ve insan çürük bir dal olan bu dünyaya bağlanırsa aynı bu dal gibi küçük

Meryem‟in dünyaya ve insanlara bakışını yansıtan bu satırlarda, ayrıca onun ebedî bir zevkin peşinde olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte Meryem‟in karşısındaki kişi hükümdar bile olsa açık ve samimi bir üslupla düşüncelerini savunabilecek kadar cesaretli biri olduğunu da söyleyebiliriz. Onun bu tavrını, yine bu yöndeki düşüncelerini, diğer insanlarla ilişkilerinde de göreceğiz. Bu bağlamda akla gelen ilk isim, Hamza‟dır.

Hamza, küçük yaşlarda hem annesini hem de babasını kaybedince amcası Zeyyad‟ın yanında kalmış, onun himayesinde yetişmiştir; dolayısıyla da Meryem‟le uzun yıllar aynı çatı altında yaşamıştır. Bu birliktelik bir süre sonra Hamza‟nın, Meryem‟e büyük bir aşkla bağlanmasına neden olmuştur. Buna karşılık Meryem; Hamza‟nın insanî yönlerini, dostluğunu, arkadaşlığını, mertliğini övmekte ama onu Hamza‟nın istediği gibi sevmemektedir. Çünkü Meryem, Hamza‟nın maddi aşkının ötesinde henüz kendisinin de bilmediği meçhul bir aşka yelken açmıştır. Bunu Hamza da bilmektedir. Anlatıcı, Hamza‟nın gözünden Meryem‟in aşkını şu sözlerle tanımlar: “Güzel, ateşîn, gümrah duygulu Meryem, Hamza‟dan uzaklaştığı nisbette aşka, Hamzayı ürküten meçhul aşka doğru gidiyordu.” Ayverdi (1938, s.22).

Hamza bunu bilmesine rağmen Meryem‟den kopamamakta, sabırla Meryem‟i beklemektedir. Meryem, Hamza‟nın aşkını saygı duymakla birlikte Hamza‟ya acımaktadır. Aynı zamanda Hamza‟nın kendisiyle ilgili hayal kurmaması için Hamza‟ya soğuk davranır ve her daim Meryem, Hamza‟ya onu sevmediğini gösterecek şekilde hareket eder ve hatta bunu dile getirir. Romanda bununla ilgili bölümlere sık sık yer verilmiştir. Bunlardan biri, Hamza‟nın Meryem‟i kıskanmasının akabinde yaşanan olay neticesinde ortaya çıkar: Hamza, Meryem‟i görmek için evine gelir. Meryem‟in odasına girdiğinde Meryem‟in teyzesinin oğlu Halit‟in ona şiir okuduğunu görür. Meryem, Halit‟e şiir kitabını kendisine bırakmasını söyleyerek ondan gitmesini ister. Halit gittikten sonra da Hamza, Meryem‟e, onun burada ne işi olduğunu sorar. Meryem, Hamza‟yı incitmemek için uğraşsa da nihayetinde buna tamamen son vermek için Hamza‟ya hangi hakla bunu kendisine sorduğunu sorar, ardından kendisi için yapılan heykeli, Halit‟in ona bıraktığı şiir kitabını parçalar. Akabinde Hamza‟ya dönerek: “-Hamza… ben şimdiye kadar hiç bir tarafa gönül bağlamadım. Şu parçalanan kıymetli eserler gibi, o eserlerin canlı birer nüshası olan vücudlarından da gönlüme karargâh aramıyorum. Nafile, benim üzerime töhmet koyma. Sen, mizacımın büyük bir aşk istidadıyla

yuğurulmuş olduğunu en yakın bilenlerdensin. Fakat bu inkişaf etmemiş duygu, belki de ömrümün sonuna hiç kimseye sıçramıyacaktır. Zira bu aşk ihtiyacı, his kayıdlarının esaretine mütehammil değildir. Benim endişem, bu serabî duyguların esaretine bağlanamaz.” Ayverdi (1938, s.30).

Görüldüğü gibi Meryem, yüksek bir aşk istidadıyla yoğrulmuştur. Bu yüzden de o, Hamza‟nın kendisine duyduğu beşerî bir aşkın peşinde koşmamaktadır. Meryem, kendisini bildi bileli “ilâhî şuurun akıl erdiremediği gizlilikleri” Ayverdi (1938, s.52) öğrenme özlemiyle yanmıştır. O, çevresindeki kişilerin söylediği tek tük sözlerle avunabilecek yaratılışta biri olmadığı için “hakikata karşı daima aç, daima mütehassir, daima teşne” Ayverdi (1938, s.52) dir. Anlatıcıya göre o, âdeta boyu yetişmediği hâlde kollarını annesinin boynuna dolamak isteyen bir çocuğun çabalaması gibi kendi gayretiyle aklını kullanarak ilahi hakikatlere uzanmaya çalışmaktadır. Meryem, bu yaratılışta bir kız olduğu için Hamza‟ya ilgi duymamakta ve kendisini özüyle tanıştıracak kişiyi beklemektedir.

Meryem‟in karakter yapısını ortaya koyan bir bölüm, Hamza‟nın Mısır‟da bulunduğu süre içinde Gamze ile yaptığı bir konuşmada ortaya çıkar: Meryem, Hamza‟nın Mısır‟a gitmesinden kendini sorumlu tutar ve bu onda manevi bir yük hâline gelir. Hamza‟nın sağ salim bir şekilde dönmesini dört gözle bekleyen Meryem, bu sıkıntısını Gamze‟yle paylaşır. Hamza‟yla aynı çatı altında yaşamayı, cehennem hayatı ile bir tutan Meryem‟in buna rağmen Hamza‟nın dönmesini istemesi, insanî duygularının güçlü, olgun bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Hamza‟nın dönmesiyle rahat bir nefes alan Meryem, Hamza‟ya soğuk davranmaya da devam eder.

Romanda Meryem‟in hayatında dönüm noktası, Ebüşşettar aşiretinin reisi Yusuf‟la tanışmasıyla olacaktır. Hamza Mısır‟dayken Ömer adında bir köleyle tanışır. Bu köle, onlar gibi güneşe ve puta tapmamaktadır. Hamza, Mısır‟da bulunduğu süre zarfında Ömer‟le zaman geçirip sohbetler etmektedir. Hamza, Mısır‟dan ayrılırken Ömer‟in kölelikten azat edilmesini sağlar. Hayre‟ye döndükten sonra Meryem‟le beraber Ömer‟in Mısır‟dayken bahsettiği Yusuf‟un yanına gider. O ilk buluşmada Meryem, kendilerini çok sıcak bir şekilde karşılayan Yusuf‟un yüzünü bir bilmeceyi çözmek ister gibi dikkatli bir şekilde inceler ve onun sevgi konusundaki konuşmalarından çok etkilenir. Konuşma esnasında Yusuf‟un Meryem‟e bakışı,

kapılarını aralar. Yusuf‟un Meryem üzerinde bıraktığı tesiri, anlatıcı şu sözlerle açıklar:

“Bir aralık Yusuf yüzünü Meryeme çevirdi:

-Aşiretimize ilk ziyaretiniz değil mi Meryem? dedi. Konuşurken bakışları birbirine değmişti. Nazarların bu çarpışması Meryemi zeminden semavata, oradan gene şiddetle zemine attı.” Ayverdi (1938, s.119).

O günden sonra Meryem, Yusuf‟un bakışlarını unutamaz ve sürekli onu düşünür. Yusuf‟tan bu derece etkilenen Meryem, aslında kendisinde var olan aşkı ortaya çıkaracak, kendisine hakikati anlatacak kişinin Yusuf olduğunu anlar. O Yusuf ki, çevresinde bulunan bütün kabilelerin “sevgi noktası” Ayverdi (1938, s.123) dır. İçinde bulunduğu toplumun ihtiraslarından uzak, basit, sade ve mütevazı bir hayat yaşamakta; ilmiyle, irfanıyla, kendisine akıl danışmaya gelen beyaz sakallı insanlara bile yardımcı olmaktadır. Puta tapan bir toplulukta o, tek Tanrılı bir inanca sahiptir ve çevresindeki insanlara da bu inancı aşılamakta, onları yönlendirmektedir. Romanda o, âdeta bir peygamber gibi insanlarına yol gösteren kâmil bir kişi konumundadır. Onun bu kişiliğinden Meryem de etkilenmiş, kendisine yol gösterecek kişinin o olduğunu daha ilk görüşte anlamıştır. Meryem, artık bir aşk tahtı olan gönlünün hükümdarını bulmuştur. Meryem‟in değişimi, Yusuf‟u tanıdıktan, onun sohbetlerine katıldıktan sonra başlayacak ve ona olan aşkı bu genç kızı, hayatın manevi yönünü kavrayabilecek bir olgunluğa ulaştıracaktır.

Meryem, ilk ziyaretten sonra Hamza ile birlikte sık sık Yusuf‟a gider. Meryem, bu ziyaretlerde Yusuf‟u tanıdıkça yıllarca aradığı aşkın sahibinin o olduğuna da emin olur ve bu aşkla beraber değişmeye başlar. Anlatıcıya göre Meryem‟in gönlü artık eskisi gibi soğuk, boş, avare değildir, tam tersine Yusuf‟un aşkıyla dolup taşmıştır. Bugüne kadar kimsenin gönlüne takılı kalmayan kalbi, nihayet aradığını bulmuş, Yusuf‟un aşkıyla dolmuştur. Anlatıcı, Meryem‟in Yusuf‟a olan aşkını uzun uzadıya anlatır. Biz, burada Meryem‟in Yusuf‟la konuşmalarına yer vereceğiz çünkü Meryem‟in değişimi, Yusuf‟a aşkı kadar Yusuf‟la geçirdiği vakitlerde yaptıkları konuşmalar neticesinde de gerçekleşir.

Günlerden bir gün Hamza ile Meryem, Yusuf‟a giderler. Sohbet esnasında Hamza, Yusuf‟a meşhur bir müneccim olan Ebunadire‟nin hasta olduğundan, iyileşmesi için içki içmeyi bırakmayı tavsiye ettiğinden ama Ebunadire‟nin “içmiyeyim de öleyim

mi?” Ayverdi (1938, s.143) dediğinden bahseder. Bunun üzerine Yusuf, Hamza‟ya ilimle ilgili bir konuşma yapar. Yusuf‟a göre ilim, insanın kendini tanıma eylemidir. Ancak ilim denildiğinde akıl yani maddi olan şeyler kabul edilmektedir. Lakin akılla anlaşılan bu ilimler, ruhun olgunlaşmasına hizmet etmez. Asıl ilim, kalp ilmidir ve ancak insan bu ilme sahip olursa, yani aşka sahip olursa hakikate kavuşabilir. Yine Yusuf‟a göre insanlar ilmi bir araç olarak kullanıp kendi özünü araştırmalıdır. Bunu yaparsa insanoğlu çok şey öğrenebilir, ama bu salt ilimle olmaz. İlim, burada tek başına yeterli değildir. İnsanı, insan yapan aşkın kendisidir. İnsan denen mahlukat, aşkla kuşatıldığı zaman hakikatleri olduğu gibi görebilir ve hayatta gerçek mutluluk neymiş öğrenebilir.

Yusuf‟un bu konuşmasından sonra Hamza bahçeye çıkar. Bu sırada Meryem, Yusuf‟a ebedî aşkın kendisiyle dünyanın geçici zevkleri arasına bir engel koyduğunu ve bu aşkın şimdi çıkmaya hazır olduğunu söyleyip Yusuf‟un konuşmaya devam

Benzer Belgeler