• Sonuç bulunamadı

RUS-KAZAK İLIŞKILERİNİN TARİHİNE GENEL BIR BAKIŞ

ORD PROF DR AZIZ KAYUMOV (1926 – 2018)

RUS-KAZAK İLIŞKILERİNİN TARİHİNE GENEL BIR BAKIŞ

Naz PENAH,

Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

Özet: Bu çalışmamızda, 1917’ye kadar yayımlanan ilk Kazak roman ve hikâyelerinin birkaç örneği ışığında, Rusların 19. yy’ın sonu ile 20. yy’ın başlarında askerî ve siyasal çerçevede işgal ettikleri Kazak bozkırlarına yerleştikten sonra, dayattıkları kültürel (dil, din, eğitim vb.) değişimin yerli halka etkisi ve uzantıları değerlendirilecektir. Bu bağlamda halkın yaşadığı kültürel karışıklığı bertaraf edilmesi için çözüm arayan aydın Kazak gençlerinin çalışma ve çabalarına yer verilecektir.

Anahtar Sözcükler: Kazak Roman ve Hikâyeleri, Kazaklar, Ruslar, Asimilasyon. Abstract: In this work, after having settled in the Kazakh steppes occupied by the Russians in the military and political contexts in the late 19th and early 20th centuries, in the light of a few examples of the first Kazakh novels and stories published until 1917, the cultural (language, etc.) will be assessed for the effects and extensions of the local people. In this context, the efforts and efforts of the intellectual Kazakh youth who are seeking solutions to eliminate the cultural confusion of the people will be given place.

Key words: Kazakh Novels and Stories, Kazakhs, Russians, Assimilation.

Bilindiği gibi Ruslar 17. yy.dan itibaren Orta Asya’nın birçok yerlerini özellikle de Kazak bozkırlarını işgal etmeye başlamışlardı. Ünlü tarihçi Zeki Velidi Togan (Türkolog, tarihçi ve siyaset adamıdır) bu durumu şöyle özetler:

“Rus idaresinin evvelki devirleri, Ruslar için yerlileri öğrenmek, bu Asya ülkelerinde kendi idare usullerini yerleştirmek; yerli Türkler için de “Bu yeni rejim, yeni tertibat ve dünyayı istilâ etmekte olan bu yeni medeniyet acaba ne imiş?” diyerek bir murakabede bulunmak ve öğrenmek devrini teşkil etmiştir. Ruslar daha Avrupa medeniyetine yabancı iken, işgal ettikleri ülkelere, Kazan ve Astarkhan’a ve garbî Başkurdistan’a, “Asyalı Hristiyan millet” olarak geliyorlardı, din yoluyla cebrî temsil siyasetini kullanıyorlardı. Devlet idare usulleri de daha Moğollardan öğrendikleri usul idi. Kazakistan, şarkî Başkurdistan, Kırım ve Kafkasya’ya ise Ruslar, yepyeni bir millet olarak geldiler.

Rusların, 18. asrın birinci yarısında şarkî Başkurtlar ve Kazaklar hakkında kullandıkları siyasetleriyle, ileride istilâ işinde takip edecekleri hattıhareket taayyün etmiş bulunuyordu: Göçebe kavmin bir kısmı tarafından kabul edilen tâbiiyeti, diğer kısmına hâkim olmak için sebep gösteriyorlardı. Yahut göçebe bir kavmin geçmiş asırlarda herhangi bir reisinin, bir zaruret dolayısıyla muvakkat bir zaman için Rusya’ya itaat etmiş olmasını, daha sonraki devirlere teşmil etmek, istilâ için bir bahane oluyordu” (Togan 1942-1947: 239-241).

113

İşgalle beraber, Rus hükümetinin Kazak bozkırlarındaki yönetimi de başlanmış oluyordu.

Mirjakıp Dulatov tarafından kaleme alınan ‘Bakıtsız Jamal’ (Talihsiz Cemile) (Arıkan, Metin, Volume 3/7 Fall 2008) isimli eser, Kazak edebiyatı tarihinin ilk romanı olarak kabul edilip 1910’da Kazan şehrinde yayımlanmıştır. İki gencin (Jamal [Cemile] ile Ğali [Ali]) trajik aşk hikâyesi üzerine kurgulanan bu eserde, Rus-Kazak ilişkileri bütün yönleriyle olmasa da bazı yönleriyle yansımıştır.

Konuya ilişkin eserin başlarında, bir Rus ‘Naçalnik’i, ‘Hohol’ ( Ukraynalı köylü. Kazakistan topraklarına yerleştirilmişlerdi) köyüne uğrayacağını planlar ancak önce Kazak avuluna (Bozkırdaki geçici yerleşim yeri (küçük köy denilebilir))uğramaya karar verir. Romanda bu durum şöyle anlatılır:

“Bir gün öğle vaktinde gölün öte tarafından atlarını hızla koşturarak gelen bir Rus ve bir Kazak göründü. Çocuklar korkudan evlerine saklanırken büyükler de “bu ikisi nerede duracaklar acaba?” diye onları izliyordu. Atlılar oba beyi Bekjan’ın evinin önünde durdular. Yarım saat geçmeden yayladaki obaya, “yarın buraya ‘Krestyanskiy Naçalnik’ gelecekmiş”, haberi yayılmıştı bile. Gelenlerden biri strajnik diğeri ulak imiş. Bunlar, geleceklerden önce, otağ ( Keçeden yapılmış ev, göçebenin konutu) ve bineği hazırlatıp koyunu kestirmek için, yola çıkmışlardı. O gece avul sakinleri ile avulun ‘vıbornayları’ uyumadan çalışıp durdular. Ertesi sabah obanın biraz dışında kurulmuş bir beyaz ve bir de boz otağ göründü. Sabah saatlerinde atlı arabayla Naçalnik de geldi. Naçalnik’in önünde ve arkasında aşırı saygı gösterileriyle eşlik eden Kazaklar ile beraber, kendisi için hazırlanmış olan otağın yanında durduğunda, boyunlarına zincirli madalyalar takmış oba beyi ile adamları, diğer boy beyleri, birkaç defa hürmetle başlarını eğerek ‘Beyefendi, beyefendi!’ diyerek onu içeri buyur ettiler” (B J., s. 8).

Bu parçada Kazakların Rusları ve onların yöneticilerini ne kadar önemseyip önceden karşılama hazırlıklarına başlamaları ayrıca çocukların gelen misafirlerden korkuyla uzaklaşmaları, Rusların toplum üzerinde bıraktıkları endişe ve korku olarak değerlendirilebilir. Bunun yanı sıra, Kazak toplumu o dönemde Rusları sosyal, siyasî ve diğer meselelere çözüm bulan ve kendilerine ev sahipliği yapan bir millet olarak kabul etmişlerdir, denilebilir.

Civardaki bir ‘Hohol’ köyüne giden Naçalnik’in bir gün önceden haber göndererek köylülerin kendisine koyun kesip ziyafet vermelerini istemesi, köyün ileri gelenlerinin bu isteği resmi bir emir gibi telakki etmeleri ve saygıyla yerine getirmeleri dikkati çeker.

Bu durum kırsal kesimde Rus yönetiminin zamanla köylüler üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu da gösterir. Naçalnik’i karşılayan köylüler arasında ‘vıbornıyların’ resmi bir törene uygun olarak madalyalarını takmış olarak gelmeleri, köylülerin gelenlere aşırı saygı göstermeleri vs. dikkati çeker. Bu durum kırsal kesimde Çarlık güvenlik kuvvetlerinin sağladığı aşırı otorite sonucudur. Bunun karşılığında Rus yöneticilerinin köylülerin istek ve problemleri hakkında kayıtsız oldukları anlaşılmaktadır.

114

Eserin devamında, Rus Naçalnik’in avula geldiğini duyan halk merakla durumu seyreder ve kendi aralarında konuşurlar:

“O arada işi olan olmayan sadece seyir için yüz civarında insan toplanmıştı, onların o anki sohbetleri Naçalnik’ ne için gelmiş? Belki de bu sene Satıpaldı’nın şikâyeti neticelenmiştir?” diyorlardı. Bazıları, “hayır, onun için niye gelsin. Mèmbet’in bolıstığın geri vermek için gelmiş olmalı” deyip her biri kendi fikirlerini söyleyip yüksek sesle konuşurlarken alnından ter damlayan, kalpağı elinde Bekjan otağdan çıktı.” Halk ona dönüp: “Haberler nasıl, bey? Rus Töre (Naçalnik) memnun kaldı mı? Niçin gelmiş, diye sordular. Oba beyi şöyle dedi: “ Elhamdülillah, beni pek övdü, elimi tekrar tekrar sıkarak ‘spasibo’ ( Teşekkür ederim) deyip durdu. İşi de burada değilmiş, Karasu istasyonundaki ‘Hohol’ şehrine gidiyormuş. Burada misafir olup, dinlenip, akşama doğru yola çıkacak. Kendisi çok merhametli birine benziyor gibi. “Hayat nasıl geçiyor? Huzurlu musunuz?” diye herkese sordu. Geçenlerde Kötibay’ın bana küfür ettiğini söylemedim. Onu söyleseydim mahvolurdu, ne yapayım. Hasen’i kıramadım. Töreniň (Naçalnik’in) bir haberi daha var: “Kazaklardan asker alınmayacak…” dedi. (B J., s. 8-9).

Naçalnik’i saygıyla ağırlayan oba beyi Bekjan’ın köylülerin sorularına cevap vermeden önce Naçalnik’in kendisini övdüğünden söz etmesi ‘spasibo’ diye birkaç defa teşekkürünü ifade etmesi Bekjan’ın nazarında çok önemlidir. O, Naçalnik’in sıradan bir memnuniyet bildirmek için söylediği ‘spasibo’ sözünü, bilerek veya bilmeyerek çok daha büyük anlamlar yükler. Bu sözü tekrar etmekle güya Naçalnik’in kendisine ne kadar değer verdiğini köylülere anlatmaya çalışır. Bekjan’ın bu tavrı, cahil bir Kazağın küçük bir göreve de sahip olsa Rus memuruna kırsal kesimde atfedilen değer ve önemi göstermektedir. Bekjan aynı zamanda kurnaz biridir. Kötibay’ın kendisine yaptığı hakareti Naçalnik’e söylememekle ona karşı iyilik, büyüklük, anlayış gösterdiğini vurgulamak ister. Böylece köylülerin saygısını kazanma fırsatını yakaladığı düşünür. Bu tavır Rus yöneticileri üzerinden bazı Kazak görevlilerinin halk üzerinde nasıl otorite kurmaya çalıştıklarını da göstermektedir. Hâlbuki bu gibi küçük Kazak görevlilerin, Rus yöneticileri nezdinde pek de itibarı bulunmamaktadır.

Bekjan’ın köylülere Naçalnik’e dayanarak Kazaklardan asker alınmayacağını bildirmesi önemlidir. Çünkü bu eserin 1910’dan önce yazıldığı yıllarda Rus yönetimi Müslüman-Türk vatandaşlarından kitleler halinde askere almaya başlamıştı. Kazak soylularının eskiden beri Rus ordusunda kendi istekleriyle görev aldıkları ve hatta bununla övündükleri bilinmektedir, ama burada söz konusu halktan kitleler hâlinde asker alımıdır. Askere alınma çeşitli sebepler yüzünden Müslüman-Türkler arasında korku ve endişe yaratmıştır. Asker yemeklerinin (karavana) Hristiyan ve Müslüman olarak ayrı ayrı düzenlenmemesi, askerlik müddettin belli olmaması, çok uzak bölgelere asker olarak gönderilme ihtimali, halkı tedirgin ediyordu ve askere alınmaktan korkuyorlardı.

Nitekim bu yüzden 1916 yılında Türkistan’da büyük bir isyan çıktığı bilinmektedir (Hayit, Baymirza, 1995, s. 206-209).

115

Aynı eserde cahil bir molla, Sèrsenbay’ın (Jamal’ın babası) evine gelip, küçük yaşta olan Jamal’ın kılık kıyafeti ve eğitimiyle ilgili bir takım tavsiye ve uyarılarda bulunur:

“…Özellikle usul-i cedit mollalarına okumaya vermeyiniz. Sebebi, onlar evvela din, iman öğretip namaz kıldırmadan, ‘İman şart’, ‘Bèduvèm’, ‘Èptiyek’, ‘Èyjik”terdi’ (

Tatar medreselerinin meşhur dinî kitaplarından biridir) bir tarafa koyup, Ruslar gibi ‘a, be ,te’(Rus alfabesindeki ilk sesler) deyip, Rusları destekleyip çocuğu bozarlar”, dedi. (B J., s. 11).

Bu paragrafta cahil mollanın, Rus eğitiminden endişe etmesi eleştiri konusu olmakla birlikte o dönem için oldukça manidardır. Kazak toplumu daha önce Rusların uyguladığı misyonerlik faaliyetlerinden az çok haberdar olduklarından, korku ve endişeye kapılmalarında haklıdırlar. Zira o dönemde Rus okuluna giden ve Rusça eğitim alan Kazak, Tatar, Başkurt ve diğer ırklardan birçok Müslüman öğrencinin Hristiyanlık propagandasına maruz kaldıkları bilinmektedir.

Bu fikir şöyle desteklenebilir: “Bu gerçeği zamanında fark eden eğitimci, yazar Ibıray Altınsarin, Rusların Kazakları Hristiyanlaştırmak amacıyla yaptıkları misyonerlik çalışmalarına karşı “Muslımanlıktıň Tutkası” (“Şariğat-ul-İslam” [Şeraitü’l İslâm], Kazan, 1883) adlı ilmihal kitabını yazarak bu faaliyetlere karşı mücadele etmiştir. Misyonerlerin faaliyetlerinden şikâyetçi olduğunu, 12 Eylül 1882 yılında Kazan Üniversitesi’nin profesörü, ünlü misyoner N.İ.İlminskiy’e yazdığı mektupta, açıkça ifade etmiştir. İlkin kendisinin tasarlamış olduğu okullarda yarı yamalak Kazakça ile ders veren şarlatan mollaların olmasından üzüntü duyuyor ve durumun değiştirilmesini istiyor. İkinci olarak göçebe Kazak halkının diğer Müslüman halklara nazaran Müslümanlığı derinlere varmadan kabul ettiğini belirtiyor. Dolayısıyla Müslümanlığı Kazaklar arasında yayanın komşu halklar olduğunu ancak onların da Müslümanlığı tam manasıyla anlamadıklarını söylüyor. Özellikle aydınlanma konusuna gelince, onlar bilim ve sanat yönünde şeriatın vermiş olduğu özgürlüğü kullanmadan, dar çerçeve içinde kalıp halkı bilim konusundan uzaklaştırıyorlar” (Kazak Èdebiyetiniň Tarihı, 2006: 270).

O dönemde, Kazak balalarına eğitim vermek veya okul harçlıklarını çıkarmak amacıyla farklı bölgelerden (Kazan, Kırım, Türkistan vd.) gelen Kırım Tatarları, Kazan Tatarları, Nogay, Başkurt, Türkistan asıllı olanların veya kendi aralarından eğitim almış Kazak gençlerinin, Kazak avullarında bulunup çalıştıklarını görüyoruz.

Bunlardan biri de, eserde geçen Ğaziz isimli öğretmendir. Onu gören halk, şunları söyler: “Toplanmış konuklar muğalim ile sohbete başlamış, otağın keçesinin aralarından kızlar kadınlar fısıldaşıp duruyorlardı. Bir kadın: Nasıl da Rus’a benziyormuş haa, dedi. İkincisi: Şu Noğayların, vır vır diye konuşmaları yerin dibine batsın. Hiçbir şey anlaşılmıyor.” (B J., s. 12).

Birkaç cümleyle de olsa, halk, eğitimli insanları, Ruslara benzettiklerini görüyoruz. Bu durum avulda hiç okuma-yazma bilmeyen kesimin bile az-çok Ruslardan haberdar olduklarını ve eğitimli insanları Ruslarla ilişkilendirdiklerini de gösterir.

116

“Ğali, aynı bolısta başka bir oba beyine bağlı Düysebek adlı birinin oğluydu. Genç yaşından beri çalışkan olan Ğali, Kızıljar ve Troitski’deki medreselerde okumuş ayrıca “özel öğretmenden” Rusça dersleri alarak, Rusça az çok konuşup yazmayı öğrenmiştir (B J., 21).

Medrese tahsili almış ayrıca Rusça bilenler toplum nezdinde özel saygıyla karşılanıyordu. Rus kitlesinin, Kazak coğrafyasında artmasıyla birlikte Rusçaya doğal olarak ihtiyaç da artmıştı.

‘Bakıtsız Jamal’ eserin devamında Düysebek’in oğlu Ğali ile Sèrsenbay’ın kızı Jamal bir birilerine âşık olduklarından, Jamal, nişanlısı Bayjan’ın oğlu Juman’dan kaçmış, Ğali’nin az çok ticaret vesilesiyle ahbaplık ettiği, şehirde yaşayan Tatar asılı Fatiholla Bey’in evine giderler. Fatiholla Bey bunları kabul eder ve kendilerine moral verip destekçi olur:

“Hadi Ğali, hiç korkma, elhamdülillah, bizim avluya hiçbir “Bozkır Kırgızı” izinsiz giremez. Eğer gelip skandal çıkarmak isterlerse dosdoğru mahkemeye bildiririm” diyerek Ğali’yi cesaretlendirdi. Eve yerleştikten sonra, ertesi gün, Ğali Fatiholla Bey’e, “burada hiç bir şey yapmadan durmamız doğru olmaz”. Bunun için “yöneticiden Jamal’a özgürlük belgesini almak için “avukata dilekçe yazdırır ve bu dilekçe ile Jamal’ı ‘Krestyanskiy Naçalnik’a götürür. Dilekçesinde: “babam, yedi yaşımdayken Kazak örf ve adetlerine göre, beni başlık parası karşılığında bir Kazak’a satmış. Şimdi kemale erince damadı beğenmediğim için, babam zorla beni evlendirmek istediğinden, sevdiğim gençle kaçtım. Merhamet ederek ben biçarenin gözyaşını dindirip, özgürlüğümü vermenizi, beni haksızlık ve zulümden korumanızı rica ederim”.

Naçalnik bu dilekçeyi inceleyip Jamal’a: “Kimle evlenmeye karar verdiysen onunla evlenebilirsin” diye bir belge verip bolıska ( Çarlık döneminde yaklaşık olarak

“nahiye”ye tekabül eden yönetim birimi ve onun yöneticisine verilen isim) da şöyle bir yazı gönderdi: “Jamal Sèrsenbay kızına hiç kimse zulmedemez. Sevdiği insanla evlenmesine izin verildi. Başlık parası üzerine birisi dava açacak olursa dava, “Volostnoy Syezde” (“Nahiye”deki mahalli yönetim meclisi.)çözülsün” (B J., s. 32-33).

Asırlar boyunca özellikle genç kızlara karşı uygulanan zorla veya rızaları dışında evlendirilme veya evlenme politikası temelden yapılandırılmaya ve toplum tarafından kabul görülen katı anlayışının giderek şehir ve belli ölçüde kırsal kesimlerde esneklik kazandığı, söylenebilir.

Metinden hareketle, Ruslar tarafından getirilen bir takım kanunlar çerçevesi içerisinde, bazı Kazak örf ve âdetlerinin toplum tarafından kabul görme prensibinin kısmen değişmesi, toplum lehine olmuştur, denilebilir.

Bir diğer husus, bu paragrafta Fatiholla Bey’in, Tatar asıllı olması hiç de tesadüfî değildir. Bilindiği üzere, bazı Türk menşeili halklar özellikle de Tatarlar, Kazakların modernleşmesinde etkili olmuşlardır. Tüccar Fatiholla Bey, yüksek eğitimli sınıfına mensup olmamasına rağmen, iyi-kötü eğitim görmüş aydın Kazak gençlerinden daha bilgilidir, denilebilir. Bu durum, Tatar toplumunun Kazaklar üzerindeki olumlu etkilerini ayrıca belli ölçüde de olsa Ruslar tarafından getirilen hak ve hukuk sisteminin, belli kesimlerine kadar yaygınlık gösterip olumlu değişimler sağlamıştır.

117

Ğali ile Jamal’ın bozkırdan kaçtıkları haberi, her tarafa hızlıca yayılmıştır. Bu haber oğlan ile kız tarafını karşı karşıya getirmiştir. Avulun ileri gelenlerinden zorba olan Bayjan, gelini Jamal’ı geri getirtmek için birçok yola başvurur:

“Bayjan işin gerçeğini öğrendikten sonra arkadaşlarından beş kişiyi gece atlandırıp, hayvanlarını gasp etmek için Ğalilerin obasına gönderir. Ayrıca bolıska bir kişi gönderip mektup yazdırdı:(…) Hâkimlerimizi alıp buraya geliniz! demişti. (…) Toplantının bütün masrafı Sèrsenbay’a yüklendi ve o korkusundan ağzını bile açmadı. (…) Üç dört gün içinde bolıs ileri gelenleri toplandı ve büyük bir syezd kuruldu.

Bayjan ondan yana olan halka şöyle seslendi: “Bunun gibi yolsuzluklara izin verirsek yarın halkın koynundaki kadınını da kaçırırlar. Böyle şeyleri yasaklayıp geleneklerimize göre anne babanın hayır duası ile nişanlanmış kızı geri getirmek lazım. Başka birine yapılan hıyanet yarın size yapılmaz mı? Bu şekilde halkın huzuru, dirlik düzeni bozulmaz mı?” diye vaaz etmeye başladılar.” (B J., s. 34).

Yukarıda da görüldüğü üzere, Ruslar tarafından getirilen kanunların bir kısmı belli ölçüde toplum üzerinde etki yapsa da Kazak toplumu tarafından alışagelmiş ve önüne ancak zamanla geçebilecek bazı kötü alışkanlık ve katı anlayışının önüne o kadar kolay da geçilemeyeceğini, söyleyebiliriz. Bu duruma, en iyi örnek olarak Bayjan’ın zorba davranışları gösterilebilir. Kanunlar kırsal kesime kadar ulaşsa da tam işlevciliğini kazanmamıştır, denilebilir. Çünkü yönetim yetkilileri Bayjan’a değil, aksine Bayjan onlara ne yapmaları konusunda yalan yanlış bilgi vermektedir.

“Akşama doğru Bayjan bolıs, kâtibi, meclise gelen beş hâkimi ayrıca ‘Ukaznoy Molla’ ( Rus hükümeti tarafından resmen mollalığına izin verilen kimsedir) Ahmetjan’ı obanın dışına, tenha bir yere çağırıp: Artık yarın bir şeyler yapınız. (…) Bunların bende on iyi atı var. Bunlar düşmanıma geri verileceğine siz ‘ganimet’ olarak alınız, onları geciktirmeden göndereceğim.(…) Bunlar ‘ganimet’ sözünü duyunca, yüzlerinde sinsice bir tebessüm belirdi. Şimdi ne yapmamızı istiyorsunuz, diye sordular. Bayjan söyledi: Sizler hizmetin başındaki insanlarsınız bolıs ile kâtip, yöneticilerin konuyla ilgili vereceği kararı desteklerler. Siz hâkimler, yarın Sèrsenbay ile Düysebek’ten zarar gören tarafın tazminat olarak isteyeceği atları reddedip kız ile yiğidi uğurlayan iki delikanlıyı elleriyle gönderdikleri kaçakları bulup geri getirme görevi veriniz. Bulup getirmezlerse hapishaneye gönderilmesini buyurunuz. Ahmetjan Molla, siz kızın kaçırılmadan on gün önce Juman’la nikâhlandığına dair bir belge çıkartınız ve bunu da nikâh kayıt defterinize kaydediniz. “Sizin başınız dertteyken yalan da olsa iştirak etmesek olmaz elbette” diyerek kabul ettiklerini bildirdiler. Orada Bayjan cebinden para çıkartıp her birine ellişerden dört yüz tenge ( Kazakistan’ın para birimi) para verdi” (B J., s. 34-35).

Bu paragrafa bakarak, modernleşme hayatı ile geleneksel hayatın çatışmasını, mollaların dine, kanuna hatta vicdanlarına riayet etmeyip haksız yere, ‘rüşvet’ karşılığında hilekârlığa başvurduklarını görüyoruz.

Ünlü Tarihçi Togan ‘Ukaznıy Molla’lar hakkında şöyle bilgi verir: “Bu mollalar yanlarında çar adına “ukaz” denilen bir ferman bulundururlar ve Rus idarî teşkilâtından habersiz bulunan Kazaklar arasında bir memur kesilirler ve bütün hareketlerinde Rus kuvvetine dayanırlardı. Akhund Kurbanalî Khalidî bunlar hakkında diyor ki: ‘Doğu

118

Kazakistan’da ‘Duhovnıy Sodranya’ya (Rusya Müslümanlarının Manevi Meclisi (DSMR) ve dini örgütlerinin girişimi üzerine düzenlenmiş bir merkez) tâbi olup ‘okrugnoy akhund’ ( İlçe müdürü), ‘oblastnoy akhund’ ( Bölge (nahiye) müdürü), ‘muhtesip’ ve ‘ukaznıy molla’lar tayin edildi. Her ‘bolıs’ [nahiye müdürü] bir Nogay molla oldu. Bu mollalar hükümet posta atlarıyla gezerler, zincirli saatlerini boyunlarına asıp, Rus nizamı üzere Müslüman ahalinin doğum, nikâh ve boşanma işlerini metrika (nüfus) defterine kaydeder, iki tarafın rızasıyla da hakem olurlardı. Bir adam ölünce ‘ukaznıy imam’ yahut onun naibi olmazsa, cenaze namazı kılınamadığından, birkaç gün sıcakta yatıp çürürdü. ‘Ukaz’ı ( Ferman) olmayanlar, başlarının Rus mahkemelerinden kurtulamayacağını bildiklerinden, cenaze namazı kıldıramazlardı. Hatta birisi, babası hasta iken ölürse, şahadetsiz ölmesin ve cenaze namazı kılınsın diye ‘ukaz molla’yı getirirken, molla: “Ben gelinceye kadar baban ölmüş bulunursa iyi, yoksa bu sıcak havada beni taciz ettiğinin cezasını çekeceksin” demiş. Mollanın cezasından korkan zavallı Kazak ta: “Babam imansız ölürse ölsün, ama Tanrı senin belânı göstermesin”, diye mollayı evine geri göndermek mecburiyetinde kalmış diye söylenmektedir.’ Akhund Kurbanali’nin söylediğine göre (s. 166-167) sonunda Kazak şair (akın)ları ve kadınları, ‘Ukaz molla’ların tard ve defedilmesini isteyerek ahaliyi teşvik etmişlerdir.” (Togan 1942-1947: 329-330).

Avulda kız ile oğlan tarafındaki münakaşalar devam eder. Her iki tarafta hakkını aramaya devam eder. Aradaki gerginlik gittikçe artar:

“Bolıs-hâkimler” ( Nahiye yönetici ile Rus yönetiminin temsilcisi) celp kâğıdını hazırlayıp Ğali’nin babası Düysebek ile Nurmaş ve Jünis’e bir kişi gönderdiler. Bu üçü de haber kendilerine ulaştıktan sonra, gitmemenin çaresini bulamayıp, yanlarına yandaşlarını alıp Saymalköl’deki syezde geldiler. Diş bilemekte olan bolıs ve hâkimler onlar gelir gelmez bir saat içinde sorguya çektiler.”

Kızı kaçıran taraf:

“Madem biz suçluyuz, ceremesini de çekeceğiz. Yaramaz bir delikanlımızın bir aptallık yapıp bizi birbirimize düşürmesine biz de üzülüyoruz. Usulünce bedelini hayvan vererek ödemek istiyoruz” dediler. Bayjan bu sözlerin üzerine patlayıverdi. (…) Gelinimi geri getir. Ya da şu yağcı iğrenç lakırdıyı kes, dedi. Hâkimler de: (…) Bayjan haklı diye ona arka çıktılar. Hâkimler Jünis ve Nurmaş’a sorarlar: Sizin Ğali’ye yardım ettiğiniz doğru mu? Onlar da (…): “Can arkadaş olduğumuzdan yardım ettiğimiz gerçek” dediler. Hâkimler, kâtip ile birlikte ayrı bir eve girip, kararlarını verdiler ve geri gelip kararlarını ilan ettiler: “Juman Bayjanoğlu’nun nikâhlı karısı Jamal’ı Sèrsenbay kızını kendi isteği olmadan Ğali Düysebekoğlu’nun kaçırmasına yardım ettikleri için Düysebek, Jünis ve Nurmaş üçü bir ay içerisinde kadını bulmak mecburiyetindedirler. Eğer bulamazlarsa her biri iki ay türmege ( Hapishane, cezaevi, zindan) yatacaklardır,” diye açıkladılar.

Sorgulanan taraf: “Bu nikâhlı kadın demeniz de ne demek oluyor?” diye sordular. Hâkimler: “Şeriata göre arada söz kesilmişse zaten nikâhın yerine geçmiyor mu?” deyip

Benzer Belgeler