• Sonuç bulunamadı

Şunu tekrar belirtelim ki Taberî ve Zeccâc’ın kıraat tasavvurunun temelinde öncelikli olarak rivâyet olgusu yatmaktadır. Bir okuyuş şeklinin tefsirlerinde isti’mal edilmeyi hak edebilmesinin temel ve en önemi kriteri muktedâ bih olan kurrâdan bu okuyuşun duyulmuş ve nakledilmiş olmasıdır. Dolayısıyla bir kıraat şekli öncekilerden işitilmemiş ise bunun hüccet olma niteliği direkt düşmekte ve tefsirde değerlendirme dışı kalmaktadır. Bu durum, her iki müfessirin üzerinde durduğu en hassas konulardan biridir.

Nakledilen sahih kıraatler arasından tercih konusundaki tutumlarına geldiğimizde ise Zeccâc, bu konuda kurrâya ittibayı ve rivâyetin gerekliliğini salık vermektedir. Bunun da ötesinde bir kıraatle ilgili rivâyet ve tilâvet fazlaysa uyulacak (müttebaʿ) olanın bu olacağını belirtmektedir.705 Bu mevzuda Taberî de aynı düşünmektedir. O da kurrânın icmâsı ve kıraatin yaygınlığına hemen her yerde vurgu

yapmakta ve bu niteliği haiz okuyuşları tercih etmektedir. Taberî’nin tercih prensibinin temelinde “Çoğunluğun naklettiği, yaygın ya da icmânın hasıl olduğu

kıraate münferid kıraatle muhalefet caiz değildir. Çünkü infirad eden okuyuşta hata ve yanılgı oranı yüksektir”706

düşüncesi yatmaktadır. Haliyle icmâa aykırı nakille gelen bir kıraat, Taberî açısıdan hüccet olma niteliğini yitirmektedir. Eserinde yer alan her kıraatle ilgili “icmâ” ve “yaygınlık” ifadelerinin yer alması ve bu nitelikte olan kıraatleri tercih etmesi bunun delilidir. Eğer iki kıraat de yeteri kadar yaygın ve belli sayıda kurrâ tarafından kıraat edilmişse bu durumda her ikisi de tercihe şayan olabilmektedir.707 Taberî’nin ve Zeccâc’ın “icmâ” veya “ekser” kurrânın okuyuşu olarak nitelendirdiği kıraatleri, “mütevâtir” kavramıyla eşdeğer kabul etmemizin mümkün olduğundan söz etmiştik. Çünkü bununla, hata ve yanılgısı mümkün olmayan bir kurrâ topluluğunun kastedildiği gayet açıktır.708

Haliyle burada mütevâtir kıraat, seb’a ve aşere kurrâsı gibi muayyen bir kıraat imamından nakledilenlerden ziyade “kurrâdan nakledilen okuyuşların ittifak etmesi” şeklinde anlaşılmalıdır.

Her iki müfessirin, kıraatleri tercih meselesinde kısmî bir ayrılık içerisinde olduğunu söylemeliyiz. Zira Taberî, bir kıraatin tercihinde kurrânın icmâsını, buna bağlı olarak da kıraatin yaygınlığını esas alırken; Zeccâc, icmâyı ve çoğunluğun okuyuşunu önemsemekte ve fakat icmâ dururken tek bir kurrâdan nakledilen kıraatlere dil anlayışı doğrultusunda çok nadir de olsa öncelik verebilmektedir. Dolayısıyla icmâ-i kurrâ ve kıraatin müstefiz (yaygın) olması Taberî için vazgeçilmezken; Zeccâc için bazen ikinci plana düşebilmektedir. Örneğin Tâhâ sûresindeki مناَذٰه ْنما ifadesini709 kurrânın çoğunluğu inne hâzâni şeklinde okumakta, haliyle Taberî’nin tercihi bu kıraat olmaktadır.710

Mezkûr âyeti Âsım’ın râvîsi Hafs

706 Taberî2, III, 195; VI, 65, 442; VIII, 297; X, 181. Taberî’nin konuyla ilgili bir ifadesi şu şekildedir:

ةجلحا ىلع يأرلبا ُضترعي لاو . ٌيأرف اهنع درفنلما هب درفنا امو ،ٌةجحف هيلع تعمتجا امو” Taberî2, VI, 442. Yine konuyla ilgili bir

diğer ifadesi de şudur: “.وهسلاو أطلخا هيف زئاجف ،دحاولا هب درفنا امو ،اهفلَخ زويج لا ةجحف ،مهنع ةءارقلا هب تضافتسا ام َّنأو” Taberî2,

X, 181.

707

Taberî2, VII, 263; IX, 488; XI, 331; XII, 282; XIII, 14; XVI, 467; XVII, 445. 708 Zeccâc, I, 135, 249; III, 77; IV, 175; Taberî2, III, 100; XVII, 356; XIX, 505.

709 Tâhâ 20/63. Âyetin kıraat farklılıklarıyla ilgili bk. İbn Mücâhid, es-Sebʿa, s. 419; İbnü’l-Cezerî, en-

Neşr, II, 320-321.

ise in hâzâni okumakta ve Zeccâc da Halîl b. Ahmed’e ittibâen bu kıraati tercih etmekte ve öncelemektedir. Böylece o, ekser kurrânın okuduğu yaygın kıraati güzel görmekle birlikte ikinci planda değerlendirmektedir.711

Kıraatlerin nakledilmesi noktasında Zeccâc, bunun sonrakilerin öncekilerden aldığı bir sünnet olduğundan çok sık bahsetmektedir.712

Çünkü Kur’ân, evvel emirde müstenseh mushafların da ötesinde sözlü geleneğe dayanır. Dolayısıyla buna göre Kur’ân kıraati olarak nakledilmeyen ve fakat Arap dilinin kıyas sistemi içerisindeki bir yapı -lugat bakımından daha hoş olsa da- okunamayacaktır. Bazı durumlarda âyetin yapısı imkân verse bile kurrânın okumadığı bir vecih kıraat olarak tasvip edilemez.713

Tarihte İbn Miksem (ö. 354/965) gibi bazıları, resm-i mushafa uyması kaydıyla Arap diline uygun olan vecihlerle Kur’ân’ın okunabileceğini, böylece yazıya uygun en fasih okuyuşun tercih edileceğini savunmuş olsalar da714

Zeccâc bu konuda oldukça titiz davranmaktadır. Haliyle mushaf hattından hareketle dile, tespit fonksiyonu yüklememektedir. Örneğin âyet metninin kaldırabileceği bir yapıyla ilgili olarak “ َينيوْحنلا مبهَاذبِ َعاجْلإا ْفملاَُتَ لاو هب َّنأرْقَ ت لَف” (Onunla kesinlikle okuma! Nahivcilerin görüşlerile icmâa da muhalefet etme!)715

ifadesi dikkate değerdir. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki Zeccâc dilbilimsel yönü ağırlıklı olan bir tefsir metoduna sahip olduğu için -nakledilmemiş olsa bile- dildeki kıyas sistemine göre âyetlerin mümkün olabilecek yapılarını genellikle gündeme getirmekte; fakat rivâyet edilmediği için tilâvet edilemeyeceğine vurgu yapmaktadır.716 Taberî ise -tamamen müstağni olmamakla birlikte- nakil yoksa imkân dâhilinde olan yapılarla Zeccâc’ın aksine pek ilgilenmemektedir.

711

Zeccâc, III, 361, 364.

712 Zeccâc, II, 93, 147, 172, 182, 290, 321, 411, 422, 482; III, 6, 52, 77, 151, 227, 288, 400; IV, 46,

258, 262, 298, 354; V, 91, 298.

713

Zeccâc, I, 294; 482; II, 111.

714 Bağdâdî, Târîhu medîneti’s-selâm, II, 610. 715 Zeccâc, III, 132.

Bu konuda her iki müellifin tefsirlerinden örnekler sunmaya çalışacak olursak mesela, “ ْمُتْضَرَ ف اَم ُفْصمنَف” ifadesiyle717 ilgili olarak, âyetin takdirinin “ ُت ْم َر ْض َ ف ا َم ُف ْص من ْم ْي ُك َ ف َع َل” (önceden belirlemiş olduğunuz mehirlerin yarısı sizin üzerinize borçtur) şeklinde olduğunu belirten Zeccâc, ibarenin nasb ile “ ْمُتْضَرَ ف اَم َفْص منَف” şeklinde “ ْم ُت ْض َر َ ف ا َم َف ْص من اوُّدأَف” (önceden tespit ettiğiniz mehrin yarısını hemen ödeyin) takdirinde olabileceğini de ifade eder. Fakat caiz olabileceğini söylediği nasb kıraatle ilgili olarak bunu okuyan bir kimseyi bilmediğini belirtmekte ve dahi bununla ilgili bir rivâyet tespit edilmezse asla tilâvet edilmeyeceğine de vurgu yapmaktadır.718

Yine İsrâ sûresinin üçüncü âyetindeki “ َةَّيمّرُذ” kelimesinin719

nasb ile kıraat edildiğinden hareketle âyetin irabını ve manasını ortaya koyan Zeccâc, kelimenin ötreli olarak önceki âyette geçen “اوُذمخَّتَ ت َّلاَأ” fiilindeki vâv’dan bedel olarak kabul edilmesinin dil bakımından caiz olduğunu belirtmekte; fakat ardından “ نأ لاإ ابّ َّنأرقت لاو ةيبرعلا في زويج ابِ فلاتَ نأ زويج لا ةنس ةءارقلا نإف ، ةحيحص ةياور ابّ تبثت”720

ifadeleriyle bu konudaki prensibini ortaya koymaktadır.721

Yine Zeccâc, “ مّٰللا ُرْ يَغ قملاَخ ْنمم ْلَه” âyetindeki722 “ ْيرَغ” kelimesinin cer ve refʿ ile okunduğunu haber vermektedir.723

Kıraat-i aşere imamlarından Hamza, Kisâî, Ebû Caʿfer ve Halef “ مْيرَغ” kelimesini mecrûr; diğerleri ise “ ُرْ يَغ” şeklinde merfû

717 Bakara 2/237.

َأ َّلامإ ْمُتْضَرَ ف اَم ُفْصمنَف ًةَضيمرَف َّنَُلَ ْمُتْضَرَ ف ْدَقَو َّنُهوُّسََتَ ْنَأ ملْبَ ق ْنمم َّنُهوُمُتْقَّلَط ْنمإَو ْنَأَو محاَكمّنلا ُةَدْقُع مهمدَيمب يمذَّلا َوُفْعَ ي ْوَأ َنوُفْعَ ي ْن

اوُفْعَ ت

ٌيرمصَب َنوُلَمْعَ ت اَمبِ ََّللا َّنمإ ْمُكَنْ يَ ب َلْضَفْلا اُوَسْنَ ت َلاَو ىَوْقَّ تلمل ُبَرْ قَأ [Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, zifafa girmeden boşarsanız, onlara belirlemiş olduğunuz mehrin yarısını vermeniz gerekir. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.]

718

Zeccâc, I, 319. Ayrıca bk. Zeccâc, II, 179.

719 İsrâ 17/3.

اًروُكَش اًدْبَع َناَك ُهَّنما حوُن َعَم اَنْلََحْ ْنَم َةَّيمّرُذ [Ey Nuh’la birlikte gemiye bindirip helakten kurtardığımız insanların torunları! Şüphesiz Nuh, rabbine çok şükreden bir kuldu.]

720 “Ötreli kıraatle ilgili ancak sahih bir rivâyet tespit edilirse okunabilir. Zira kıraat, sünnettir.

Arapçada geçerli olan bir yapıyla ona muhalefet etmek caiz değildir.”

721 Zeccâc, III, 226-227. 722 Fâtır 35/3.

مّٰللا َتَمْعمن اوُرُكْذا ُساَّنلا اَهُّ يَا َيَ ُكَفْؤُ ت ّٰنَّاَف َوُه َّلاما َهٰلما َلا ضْرَْلااَو مء اَمَّسلا َنمم ْمُكُقُزْرَ ي مّٰللا ُرْ يَغ قملاَخ ْنمم ْلَه ْمُكْيَلَع

َنو [Ey insanlar!

Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın! Düşünün! Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran Allah’tan başka bir yaratıcı mı var? Ondan başka ilah yoktur. Böyle iken nasıl oluyor da (imandan inkâra) çevriliyorsunuz?]

okumuştur.724

Zeccâc, tefsirinin genelinde irab açısından Arap dilinde câiz olan diğer vecihleri zikrettiği gibi, burada da diğer bir vechin bulunduğunu, buna göre kelimenin َرْ يَغ şeklinde istisnâ üzere nasb ile irab edilebileceğini söylemekte ve âyetin takdirini “مكُقُزْرَ ي ُالله َّلامإ قملاَخ ْنمم ” şeklinde ْلَه 725 yapmaktadır. Ancak o, diğer yerlerde olduğu gibi Arap dilinde câiz olsa bile kelimenin nasb ile kıraatinin câiz olmadığını belirtmekte ve dolayısıyla kıraat ile Arap dili gramerinin imkân verdiği okuma şekillerini birbirinden net bir şekilde ayırmaktadır. Buna göre kelimenin mansûb okunma vechini Zeccâc’ın, Kur’ân olarak kabul etmediği ortadadır.726

Taberî’nin bu konuda Zeccâc’la aynı tasavvura sahip olduğunu belirtmiştik. Ona göre Arapça’da geçerli bir vechi olsa da herhangi bir okuyuş şekli şâyet nakledilmemişse kesinlikle okunmaması gerekmektedir. Örneğin Mâide sûresindeki “ ُنٰاَنَش” kelimesiyle727

ilgili olarak kıraat farklılıklarını incelerken “ ُنٰاَنَش” (şeneânü) ve “ ُنٰا ” (şen’ânü) şeklindeki iki kıraati naklettikten sonra Arapların mezkur kelimeyi َش ْن

feʿâlün vezninde “ ٌناَنَش” (şenânün) şeklinde de telaffuz ettiklerini ve fakat böyle bir

kıraatin kurrâ tarafından okunmaması sebebiyle -Arapça’da geçerli olsa bile- tercih edilemeyeceğini belirtmektedir.728

Kıraatlerle ilgili olarak rivâyeti esas alan müfessirler, okuyuş farklılığını zikrederken senet zikretmemektedirler. Ancak Taberî, Zeccâc’ın aksine senet açısından problemli gördüğü kıraatlerle ilgili olarak bunları senediyle birlikte zikretmekte ve buradaki probleme işaret ederek kıraati tercih etmemesindeki gerekçesini ortaya koymaktadır. Haliyle o, senet açısından problemli kıraatleri tenkit edip, delil olarak kullanmamaktadır. Örneğin Taberî, “ ًباَباْرَا َ يّينمبَّنلاَو َةَكمئٰلَمْلا اوُذمخَّتَ ت ْنَا ْمُكَرُمَْيَ َلاَو” âyetindeki729 ye’mur fiilinin hem ötreli hem de üstünlü okunduğunu belirtmekte; ötre ile kıraat edenlerin cümleyi makablinden ayırarak ibtidaiyye (başlangıç) cümlesi

724 İbn Mücâhid, es-Sebʿa, s. 534; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 351; Bennâ, İthâf, II, 390-391. 725 Yaratıcı namına Allah’tan başka biri mi var? Ki sizi rızıklandırsın.

726 Zeccâc, IV, 262. 727 Mâide 5/2.

...اوُدَتْعَ ت ْنَا مماَرَْلحا مدمجْسَمْلا منَع ْمُكوُّدَص ْنَا مْوَ ق ُنٰاَنَش ْمُكَّنَممرَْيج َلاَو…

728 Taberî2, IX, 486-487. 729 Âl-i İmrân 3/80.

olarak irab ettiğini; nasb ile okuyanların da bir önceki âyete ( مساَّنلمل َلوُقَ ي َُّثُ kısmına) atıfla okuduklarını ve cümleyi böyle irab ettiklerini haber vermektedir.

Taberî’nin belirttiğine göre ötre okuyanlar, kendilerine İbn Mesʿûd’un “ve len

ye’murakum” şeklindeki kıraatini delil getirmektedirler. Zira len edatı, fiilin başına

geldiği zaman makabliyle irab irtibatını kesmekte ve dolayısıyla cümle ibtidaiyye (başlangıç cümlesi) şeklinde olmaktadır. Mushafta nasb edatı olan len değil de lâ yazıldığı için bu durumda fiilin merfu olması zorunlu hale gelmektedir.

Taberî, zikrettiği iki kıraatten üstünlü “velâ ye’murakum” kıraatini benimsemekte ve ötreli kıraati şu gerekçeyle tenkit etmektedir: “Abdullah İbn Mesʿûd’un bu kıraatini istişhad ederek ref okuyanlar, bilmelidirler ki, bu haberin (kıraatin) senedi sahih değildir. Çünkü Abdullah’ın kıraatinin böyle olduğu haberini Haccac, Hârunu’l-A’ver’den rivâyet etmiştir. Eğer bu kıraatin senedi sahih olsaydı, elbette hiçbir delile ihtiyaç kalmadan kabul edilirdi. Çünkü sağlam bir senedle Müslümanların verasetle aldıkları haberler, bazı sahabîlere âhâd ve zayıf bir senedle izafe edilen ve içerisinde hata yanılma payı muhtemel haberlerden dolayı terk edilemez.”730

Ezcümle Taberî ve Zeccâc, kıraat tasavvurlarını nakil esaslı inşa etmektedir. Onlara göre kurrâ tarafından kıraat edilmemiş hiçbir yapı, hüccet olma ve tilâvet edilme vasfına sahip değildir. Bu sebeple Arap dilinin cevaz verdiği bir yapı, sırf bu özelliği sebebiyle okunmayı hak edemez. Ancak nakledilmiş olmasından sonradır ki mushaf hattına uygunluğu test edilerek Arap dili yönünden artıları eksileri ortaya konulsun.