• Sonuç bulunamadı

Kıraatler konusunda Taberî ve Zeccâc için olmazsa olmazlardan biri Hz. Osman’ın istinsahı ettirdiği resmî mushafların hattıdır. Bununla kastedilen şey, nakledilen kıraatlerin, Hz. Osman’ın sahabenin onayını alarak731

yazdırdığı mushafların söz dizimi ve kelime iskeletine uygun düşmesidir. Bu yönüyle ümmetin

730 Taberî, V, 534-535. 731 Ünal, Kıraat, s. 50.

kabulüne mazhar olmuş Kur’ân metni, Zeccâc’ın da ifade ettiği üzere ittiba edilmesi gereken bir sünnet/gelenektir.732 Nitekim Taberî’nin Hz. Osman dönemindeki istinsah faaliyetlerinin tümünü desteklediğini ve böyle bir çalışma olmaması halinde, kıraat ihtilaflarından dolayı insanların imanlarını kaybetme ve birbirlerini tekfir etme tehlikesinden kurtulma imkânlarının bulunmayacağını söylemektedir.733

Her iki müfessirin mushaf hattına muvafakat etmeyen sahih kıraat nakillerini, mushafa muhalefeti sebebiyle şâz kıraatler kapsamında değerlendirdiğini önceden ifade etmiştik. Binaenaleyh herhangi bir okuyuş şeklinin şâz sayılması için resmü’l- mushafa muhalif olması onlar için yeter sebeptir. Velev ki nakli sahih, anlamı sahih olup yapısı da Arap diline uygun olsun, bu durumu değiştirmemektedir. Haliyle böyle bir rivâyetin tilâvet edilebilme niteliği kalmamaktadır. Hatta Taberî mushaf hattına uymayan bu tür kıraatleri tilâvet edecek birinin cezalandırılması gereğine dikkat çekmektedir.734 Bu gibi rivâyetler genellikle sahabeye nispet edilen müradif nitelikli okumalar olduğunu da ayrıca belirtelim. Fakat bunun yanında az da olsa kurrâdan nakledilen kıraat farklılıkları olabilmektedir.

Örneğin “ ةَرْسُع وُذ َناَك ْنإَو” ifadesiyle735

ilgili olarak Übey b. Ka’b’ın kıraatinin “ ةَرس ُع اَذ َناَك ْنمإَو” olduğunu haber veren Taberî, bu durumda âyetin takdirinin “ اَذ ُيمرَغْلا َناَك ْنمإَو

ةَرسُع

ةَرَسْيَم َلىإ ٌةَرمظَنَ ف ” (Eğer borçlu darda ise durumu düzelinceye kadar ona mühlet verin) şeklinde olduğunu belirtmektedir. Arap dili bakımından böyle bir kıraatin problem olmadığını belirtmekte; fakat Müslümanların elinde bulunan mushafların hattına muhalif olması gerekçesiyle bununla tilâveti caiz görmemektedir.736

Zeccâc da aynı âyetle ilgili olarak Übey’in mezkur kıraatine yer vermekte, aynı şekilde o da mushaf hattına muhalefet edilemeyeceği gerekçesiyle bunu tecviz etmemektedir.737

Görüldüğü üzere Taberî ve Zeccâc, mushaf hattına sıkı sıkıya bağlıdırlar. Onlar için Übey b. Ka’b, İbn Mesʿûd vb. ashabın şahsi mushafları değil, üzerinde

732 Zeccâc, II, 111. 733 Taberî2, I, 63. 734 Taberî2, III, 246. 735 Bakara 2/280.

736 Taberî2, VI, 29. Başka örnekler için bk. Taberî2, III, 246; VI, 348; XV, 476; XVII, 451; XVIII,

164; XIX, 488; XXIV, 534.

icmâ hâsıl olan müstenseh mushaflar bağlayıcıdır. Nitekim Taberî, Abdullah İbn Mesʿûd ile Übey b. Ka’b’ın “ مَّيََا مةَثٰلَ ث ُماَيمصَف” ifadesini738 fe sıyâmu selâseti eyyâmin

mutetâbiʿât şeklinde okuduğuna dair varid olan rivâyetleri değerlendirirken şöyle

der: Bu kıraat, bizim mushaflarımıza muhalif bir kıraattir; bizim mushaflarımızda bulunmayan bir şeyin varlığını kabul etmek caiz değildir.739

Zeccâc da “ ىَلَع ًةَرْسَح َيَ مداَبمعْلا” ifadesiyle740

ilgili olarak ʿalâ harfi cersiz olarak yâ hasrate’l-ʿibâdi şeklinde de okunduğunu belirtmekte ve fakat bununla ilgili olarak şöyle demektedir: Ben mushafa muhalif olan bir şeyle Kur’ân okumayı asla sevmiyorum.741 Yine başka bir vesileyle şunu açıkça ifade eder: Nahiv ve lugat bakımından geçerli olan yapılarla - velev ki en fasih olsun- Kur’ân’a muhalefet etmek caiz değildir; çünkü evlâ olan ona ittibadır.742

Burada mushaf hattıyla ilgili olarak üzerinde durulması gereken diğer bir mevzu da rivâyetlerde “katip hatası” diye nitelendirilen ve kaynaklarda “Kur’ân’da

lahn (imlâ ya da yazım hatası) olgusu” olarak tavsif edilen meseledir. İslâm

geleneğinde lahn konusunun ortaya çıkmasında Hz. Osman, Hz. Aişe ve İbn Abbâs gibi meşhur sahabeye isnad edilen bazı rivâyetler büyük rol oynamıştır ki söz konusu rivâyetlere göre Kur’ân imlâ edilirken muhtelif âyetlerinde kâtiplerden kaynaklanan bir takım hataların mevcut olduğu ifade edilmektedir. Mesela Hişâm b. Urve’nin anlatımına göre, babası Urve b. Zübeyr, Hz. Aişe’ye, in hâzâni lesâhirâni (Tâhâ 20/63), el-mukîmîne (Nisâ 4/162) ve es-sâbiûne (Mâide 5/69) kelimelerindeki lahnler hakkında sordu. Tâhâ 63. âyette innenin ismi olan hâzâni kelimesinin mansub olarak

hâzeyni şeklinde yazılması gerekirken merfu; Nisâ 162. âyette geçen el-mukîmîne

kelimesinin kendisinden önceki er-râsihûne’ye atfen merfu olması gerekirken mansub; Mâide 69. âyetteki es-sâbiûne kelimesinin âyetin başındaki innenin ismine matuf olarak es-sâbi’îne şeklinde mansub olması gerekirken merfu yazılmasının

738 Mâide 5/89. 739 Taberî2, X, 562. 740 Yâsin 36/30. 741 Zeccâc, IV, 284. 742 Zeccâc, II, 111.

nedeniyle ilgili bu soruyu Hz. Aişe, “Yeğenim! Bu, kâtiplerin işidir. Onlar [Kur’ân’ın yazımında] hata yapmışlardır.” şeklinde cevaplamıştır.743

Yine diğer bir rivâyete göre Zeyd b. Sabit’in başkanlık ettiği istinsah komisyonu mushafları çoğaltınca, nüshalar Hz. Osman’a arz edilmiş; o da şöyle demiştir: “Güzel ve hoş yapmışsınız; [fakat] mushaf [yazısında] bazı hatalar görüyorum; ancak bunları olduğu gibi bırakınız. Çünkü Araplar bu hataları dilleriyle düzelteceklerdir. Eğer yazdıran Hüzeyl kabilesinden, yazan da Sakîf kabilesinden olsaydı, elbette bu hatalar yapılmamış olacaktı.”744

Görüldüğü üzere mesele, mushafların hattıyla ve kıraat farklılıklarıyla doğrudan ilgilidir. Haliyle müfessirlerin kıraatleri tespit ve tercihlerinde temel bir referans noktası olarak kullandıkları mushaflarda yazım hatasının var olup olmadığı konusuna yaklaşımları, Kur’ân ve kıraat tasavvurları açısından önem arz etmektedir.

Şunu öncelikle ortaya koymalıyız ki yukarıda zikrettiğimiz rivâyetler ve benzerleri Taberî ve Zeccâc tarafından bir değer ifade etmemektedir. Filhakika onlar için mushaflarda lahnin var olduğunu iddia etmek kabul edilemez bir durumdur. Tefsirine baktığımızda Zeccâc, lahni Kur’ân’dan nefyetme gerekçesini şu değerlendirmesinde net bir şekilde ortaya koymaktadır:

Bazıları, Kur’ân’da Arapların kendi dilleriyle düzeltilmesi istenilen bir takım hatalar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu, dilciler nezdinde gerçekten kabul edilmez bir görüştür. Çünkü Kur’ân’ı bir araya getirip derleyenler, Hz. Peygamber’in sahabîleridir. Onlar, dili bilen, önder olan ve İslamın doğuşuna bizzat tanıklık eden insanlardır. Şu halde, onların Allah’ın kitabında gördükleri bir hatayı düzeltmeyip bunun düzeltilmesini sonraki nesillere bıraktıkları nasıl düşünülebilir? Kaldı ki onlar Kur’ân’ı bizzat Peygamber’den öğrenmişler ve onu derleyip bir araya getirmişlerdir. Bu, sadece onlara mahsus bir ayrıcalıktır. Onlar, kendilerine tabi olunan insanlardır. Binaenaleyh onlara bu türden isnatlarda bulunmak yakışık almaz. Kur’ân muhkem olup onda kesinlikle lahn yoktur. Kaldı ki, Arap toplumu da Kur’ân’dan daha iyi bir i’rap usûlüyle konuşmamaktadır.745

Kur’ân’ın icmâ yoluyla nakledilmiş olmasını onda hiçbir hatanın bulunmadığının da en güçlü kanıtı olarak kabul eden Taberî ise Nisâ sûresinin 162. âyetinin tefsirinde özetle şunları kaydetmiştir:

743 Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Me‘âni’l-Kur’ân, Beyrût: ‘Âlemü’l-Kütüb, 1983, II, 183;

Taberî, IX, 395; Sicistânî, Mesâhif, I, 235; Dânî, el-Mukniʿ, s. 609-610.

744

Sicistânî, Mesâhif, I, 227-232; Dânî, el-Mukniʿ, s. 608-609. Rivâyetlerin tercümesini bir arada görmek için bk. Mustafa Öztürk, Kur’an Dili ve Retoriği, Ankara: Kitâbiyât, 2002, ss. 57-61

Eğer bu âyetteki kelime, kâtipten kaynaklanan bir hata olsaydı, hiç şüphesiz, bizim elimizde bulanan ve kâtibin yazım hatasıyla malül olan mushafın dışındaki diğer bütün mushaflarda da hata olması gerekirdi. Oysa bizim mushafımızla Ubeyy b. Ka’b’ın mushafı birbiriyle örtüşmekte ve bu durum, elimizdeki mushafın doğru olduğunu göstermektedir. Eğer mushafın yazım yönünden hatalı olduğu kabul edilecek olursa, bu kabul, sahabenin Kur’ân’ı Müslümanlara yanlış şekilde öğrettiklerini ve mevcut yanlışlıkları kendi dilleriyle düzeltmelerini telkin ettiklerini de kabul etmek gerekir. Bu mushafın doğru şekilde yazıldığının ve onda kâtipten kaynaklanan hiçbir hatanın bulunmadığının en güçlü delili, mushafın tüm Müslümanlar tarafından bugünkü şekliyle nakledilmiş olmasıdır.746

Taberî ve Zeccâc’ın mushaf hattına son derece bağlı oldukları ve lahnin varlığını reddettikleri yukarıdaki ifadelerinden net bir şekilde anlaşılmaktadır. Dolayısıyla üzerinde ümmetin icmâının gerçekleştiği mushafların, bu tür hatalardan uzak olduğu düşüncesi her iki müfessirin de ortak düşüncesidir.

Zeccâc’ın ifadesiyle dilbilgisi açısında tevcihi/çözümü zor yapılan, müşkil âyetlerden biri kabul edilen747 Tâhâ sûresindeki in hâzâni lesâhirâni âyetini748 müfessirlerin düşüncelerini yansıtmak üzere örnek olarak incelememiz konunun daha da anlaşılır olmasına katkı sağlayacaktır.

Kaynaklarda söz konusu âyetin kıraat vecihleri şu şekillerde gelmektedir: a. ناذه ْنمإ /in hâzâni, ‘Âsım’ın râvîsi Hafs.

b. مناذه َّنإ /inne hâzâni, Nâfiʿ, İbn ‘Âmir, ‘Âsım’ın râvîsi Ebû Bekr Şu’be, Hamza, Kisâî, Ebû Caʿfer, Yakup, Halef.

c. نيذه ّنإ /inne hâzeyni, Ebû ‘Amr. d. مّناذه نإ /in hâzânni, İbn Kesîr.749

Âyetin yukarıdaki kıraat şekillerinin dilbilgisi yönünden çözümlerine ilişkin açıklamalar özetle şöyledir:

a. İn hâzâni şeklindeki kıraati benimseyenlere göre “in”, “inne”den

tahfif edilmiş ve böylece amelden kesilmiştir. Dolayısıyla “hâzeyni” şeklinde

746 Taberî, VII, 684. 747 Zeccâc, III, 361. 748 Tâhâ 20/69.

ىٰلْ ثُمْلا ُمُكمتَقي رَطمب اَبَهْذَيَو اَمهِمرْحمسمب ْمُكمضْرَا ْنمم ْمُكاَجمرُْيُ ْنَا مناَدي رُي مناَرمحاَسَل مناَذٰه ْنما ا وُلاَق

749 Kıraat farklılıkları için bk. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 320-321; Bennâ, İthâf, II, 248-249; Zeccâc,

mansûb olarak okunmasını gerektirecek durum da ortadan kalkmıştır. Çünkü “in”, “inne”den tahfif edilince, sonrasının ibtidaiye olmak üzere merfu olması uygun düşer. Zeccâc, Halîl b. Ahmed’in de âyeti bu şekilde irap ettiğini ve kendisinin de bu görüşü ve kıraati tercih ettiğini ifade etmektedir.750

Görüldüğü üzere Zeccâc’ın tercihinde âyetin hem bu şekliyle nakledilmesi hem mushaf hattına muvafakat etmesi hem de Halîl b. Ahmed’in nahiv ilmindeki otoritesi etkin olmuştur.

Taberî ise bu okuyuşu –Zeccâc’ın da içinde bulunduğu– Basra dil ekolünün “inne” anlamında “in” şeklinde tahfif ile okunduğunu ve dolayısıyla sonrasına amel etmediğini, nefyedici mâ anlamındaki in ile inne’den tahfif edilmiş in’in arasını ayırmak için de haberin başına lâm harfinin751

geldiğini belirtmektedir.752 Ancak Taberî bu kıraati benimsememektedir.

b. İnne hâzâni şeklindeki şeddeli ve zamirin elif ile okunuşuna gelince

her iki müfessir de hemen hemen aynı bilgileri aktarmaktadır ancak tercihler yukarıda olduğu gibi burada da değişmektedir.

İnne hâzâni kıraatinin şu şekillerde tevcihinin yapıldığını görmekteyiz:

1. Kûfe dil ekolünün rivâyetine göre Benû Hâris b. Ka’b (Belhars b. Ka’b), Kinâne ve Has’am kabilelerinin lugati tesniye isimlerde nasb, cer ve ref halinde her zaman elif iledir. Örneğin, ناديزلا نيت (İki Zeyd bana geldi), ناديزلا تيأر (İki أ Zeyd’i gördüm), ناديزلبا تررم (İki Zeyd’e uğradım) derler. Müfessirler, bu münasebetle Arap şiirinden bazı örnekler sunmuş ve bu şiirlerin birinde,

امَّمَصل ُعاجُّشلا هباانمل ًاغاسَم – ىأر ولو عاجشلا قارطإ قرطأف

(Cesur bir kimse gibi başını uzattı. O kimse eğer dişlerini geçirebileceği bir yer görse, hemen ısırırdı) şeklinde bir ifadeye yer verilmiştir. Altı çizili kelime harf-i cer münasebetiyle genel kabule göre yâ’lı olması gerekirken elif’li gelmiştir.

Şu cümle de tesniyenin kullanımındaki değişmezliğe örnek olarak verilmektedir: هفرعأ ىخأ اد َي ّط َخ اذ ٰه “Bu kardeşimin el yazısıdır. Onu tanıyorum.” Bu cümlede de görüldüğü üzere ْى şeklinde olması lazım gelen kelime, elif ile ادي َي َد

750 Zeccâc, III, 361, 364. 751 Bu lâm’a lâmü’l-fârika denir. 752 Taberî, XVI, 98.

şeklinde söylenmiştir. Arap dilinde böyle bir kullanımın varlığı inne hâzâni şeklindeki kıraatin tevcihine zemin teşkil etmektedir.753

Zeccâc dil bakımından tesniye elifinin nasb ve cer hallerinde yâ harfine nakledilmesinin, irapların birbirinden ayrılması bakımından daha güzel ve açık olacağını ve fakat Benû Kinâne’ye nispet edilen bu kullanımın geçerli bir vecih olduğunu belirtmektedir.754

2. اذ kelimesinin sonundaki elif, kelimenin aslından olmayıp tezyin, ٰه destek ve takviye için gelmiştir. Buna göre kelimenin tesniyesinde sonuna nûn harfinin gelmesiyle elif, olduğu gibi bırakılır ve değişmez. Aynı durum ى ذلا kelimesinde de gerçekleşmektedir ki sonuna nûn getirildiğinde نيذلا şeklinde cemi olmaktadır ve bu kelime nasb, cer ve ref hallerinde de sabittir. Dolayısıyla ناذه kelimesi de üç halde bu şekliyle sabit olmuş olmaktadır.755

3. Söz konusu âyetin üçüncü bir tevcihi de vardır ki Taberî bundan söz etmez. Zeccâc’ın, ilk nahiv âlimlerine dayanarak verdiği görüşe göre inneden sonra muzmar bir zamir (zamir-i şân) mevcut olup âyet َر منا محا َس َل منا َذ ٰه َّنإ ُه takdirindedir. Burada

zamir, innenin ismi; hâzâni le sâhirâni şeklinde mübteda haberden oluşan cümle de

mahallen merfu olarak innenin haberidir.756

4. Yine her iki müfessirin de belirttikleri diğer bir vecih de şudur: âyetteki inne, evet (معن) anlamına gelen bir kelime olup, devamı mübteda haberden oluşan isim cümlesidir. “Evet, bu ikisi (Mûsâ ve Hârûn) sihirbazdır.”757

Bu kullanımın Arap kelamındaki karşılığına şu şiir şahit getirilmektedir:

هنإ تلقف تبرك دقو – كلَع دق بيش نلقي و

O kadınlar, “aklık seni bürümüş, kocamışsın” derler. Ben de “evet” dedim.758

753 Zeccâc, III, 362; Taberî, XVI, 98. 754 Zeccâc, III, 362.

755

Zeccâc, III, 363; Taberî, XVI, 99.

756 Zeccâc, III, 362.

757 Zeccâc, III, 363; Taberî, XVI, 100. 758 Zeccâc, III, 363; Sîbeveyh, Kitâb, I, 475.

Buna göre hâzâni mübteda, le sâhirâni de haberdir. Haberin başındaki lâm harfinin mübtedanın başında gelmesi esastır fakat şu şiirde olduğu gibi haberin başında bulunması da geçerli bir vecihtir:

ةبقرلا مظعب محللا نم ىضرت – هب رهش زوجعل سيللحا مأ

Buradaki ifade le ümmü’l-hüleysi ‘acûzün anlamındadır. Fakat lâm harfi haberin başında gelmiştir.759

5. Son olarak İnne hâzâni kıraatinin tevcihi konusunda Zeccâc tarafından

ortaya konan ve kendi dönemindeki âlimlerden hocası Muhammed b. Yezîd el- Müberred ve İsmail b. İshâk el-Kâdî tarafından da kabul edilen ve onların “Bu konuda şu ana kadar duyduklarımızın en güzeli!” diye nitelendirdikleri çözüm ise şudur: İnne, evet makamındadır. Lâm ise kendi yerinde gelmiş olup takdiri şöyledir: نارحاس املَ ناذه ،معن”

Söz konusu İnne hâzâni lesâhirâni şeklindeki kıraat Taberî tarafından kabul edilen okuyuş şeklidir. Zira ona göre doğruya en yakın olanı budur ve kıraat imamlarının büyük bir çoğunluğu da böyle okumuştur. Ayrıca mushafın hattına da uygundur.760 Görüldüğü üzere Taberî, hem kıraatin çoğunluk tarafından okunmuş olmasını hem de mushaf hattına uygunluğu esas alarak tercihini ortaya koymaktadır.

Zeccâc ise “ناذ ٰه َّنإ” şeklindeki kıraatin beğenildiğini, çünkü kurrânın çoğunluğunun okuyuşunun bu şekilde olduğunu ve Arap dili açısından da kuvvetli bir vecih olduğunu belirtmekle birlikte bu kıraati tercih etmemektedir.761

c. İnne hâzeyni le sâhirâni ( مناَرمحاَسَل منْيَذ ٰه َّنإ) şeklindeki kıraatin yedi kıraat

imamından biri olan Ebû ‘Amr’a ait olduğunu yukarıda belirtmiştik. Burada inne amel etmiş ve hâzeyni’yi mansup ismi, sâhirâni’yi de merfu haberi olarak almıştır. Dolayısıyla bu kıraat mushaf hattına uymasa da cümlede irap yönünden bir problemi bulunmamaktadır.762 759 Zeccâc, III, 363. 760 Taberî, XVI, 101.

761 Zeccâc, III, 364. Zeccâc’ın gramatik yönden kuvvetli bulduğu bu okuyuşu Kurtubî, mushafa uygun

ve fakat iraba muhalif görmektedir. Kurtubî, Ahkâm, XIV, 89.

Ancak sebʿa imamlarından Ebû ʿAmr’ın okuduğu mezkur kıraat Taberî tarafından dikkate alınmamaktadır. Ona göre buradaki esas umde kıraat âlimlerinin çoğunluğunun okuyuşu ve mushaf hattıdır. Muhtemelen kıraat tasavvurunda yer alan mushaf hattına uygunluk kriterine uymadığı ve icmâa muhalefeti gerekçesiyle bu kıraatle ilgili bilgi vermez ve ona hiç iltifat etmez.

Zeccâc ise Ebû ‘Amr’ın hâzeyni şeklindeki okuyuşunu tenkit eder ve câiz görmez. Onun buradaki gerekçesi söz konusu okuyuşun mushaf hattına uymamasıdır. Zira ona göre mushaf hattında icmâ vardır ve ona uymak bir gelenek(sünnet)tir. Ayrıca kurranın ekserisinin okuyuşunun mushafa uygunluk arz etmesi de bunu desteklemektedir. Sonuç olarak Zeccâc, mushaf hattına ve haliyle icmâa muhalefet eden bu okuyuşu kabul etmez.763

Rivâyete göre Ebû ‘Amr, “Bu ifadeyi, inne hâzâni şeklinde okumaktan haya ederim!” demiş ve mushafın hattına muhalif (hâzeyni) kıraatinin doğruluğunu “katibin hatası” rivâyetlerine dayandırmıştır. Zeccâc, Ebû ‘Amr’ın âyeti bu şekilde okumasında, Hz. Osman’a isnat edilen “Kur’ân’da bazı hatalar var; ancak, Araplar bu hataları dilleriyle düzelteceklerdir.” şeklindeki rivâyetle ihticac ettiğini söylemektedir.764 Ancak bu ve benzeri rivâyetlerin Taberî ve Zeccâc tarafından bir değer ifade etmediğini belirtmiştik. Dolayısıyla onlara göre burada EbûʿAmr’ın

hazeyni şeklindeki kıraati üzerinde icmâ hasıl olan mushaf hattına muhalefeti

sebebiyle hüccet, tilâvet ve Kur’ân değeri taşımamaktadır.

d. İbn Kesîr’in inne hazânni şeklindeki kıraatine gelirsek buna, iki

müfessir de değinmemektedir.

Her iki müfessir için mushafların ne denli bir öneme sahip olduklarını örnekleriyle belirtmeye çalıştık. Böyle önemli bir fonksiyon icra eden ve üzerinde icmâ vuku bulmuş bir kitabın lahn ile malül olması elbette ki düşünülemez. Eğer böyle bir durum ihtimal dâhilinde olmuş olsaydı, müfessirler açısından kıraatlerin tercih ve tespitinde mushafların işlevi de tartışmalı hale gelirdi ki bunun böyle olmadığını yukarıda ifade ettik.

763 Zeccâc, III, 364. 764 Zeccâc, III, 362.