• Sonuç bulunamadı

yor. Yalnız gezen evlilik meraklısı erkeklere duyurulur:

artık kadınlar da yalnızlığı seviyor ve çokeşliliğe hayır demiyorlar" diye bağlar. Zaman zaman, popoya tekmeyi vurmanın zor olduğu durumlarda da çağdaş kadın imge­

lemini kullanarak tekdüzeliğin kelepçesini kırar, buldu­

ğu yapay oyunlarla alışılmış eşiyle değil de bir başkasıy­

la sevişiyormuş, kendisi de bir başkasıymış gibi bir duy­

guya ulaşmanın yolunu bulur. Örneğin Gülay, bir kıya­

fet balosu için satın aldığı "tüylerle kaplı, şık ve gösteriş­

li maske"yi yatakta takarak cinsel yaşamına "yepyeni bir boyut" kazandırır: "Sevişirken maskeyi çıkarmadım. Du­

daklarımı vücudunda dolaştırırken tüylerin gıdıklaması kocamı çılgına çevirdi. Ben de kendimi tamamiyle farklı biri gibi hissettim. lki yabancının sevişmesi gibiydi san­

ki" der. lki yabancı, en güzeli!

VII. Erkek Tüketimi

Doğru, çokeşlilik bir yerde yalnızlıktır, belki de bayağı derin bir yalnızlıktır. Ama, en azından kadın dergilerimi­

ze göre, mutluluğu engelleyecek bir durum değildir. Ka­

dın, yaşamsal içgüdülere uygun olarak, "anne" olduğu zaman bile, özgürlüğünü korumaya özen gösterir. "Ço­

cuklarına artık birlikte olduğum erkeğin diye değil, be­

nim çocuğum diye" bakar. Paylaşma söz konusu değil­

dir. Belki de, bilerek ya da bilmeden, bu özgürlük coş­

kusu içinde, gözlerini hayvanlar evrenine çevirir, yabanıl hayvanlar yavrularını eşleriyle paylaşırken, evcilleşmiş hayvanların buna gerek duymamasını bir gösterge

ola-rak değerlendirir, köpeğin durumunu kurdunkinden, ta­

vuğun durumunu üveyiğinkinden daha ileri, daha çağ­

daş bulur, çelişkin bir biçimde, evcilleşmişliğe özenirler.

Ne olursa olsun, eğilim gittikçe güçlendiğine göre, "bel­

ki ilerde ailenin sadece anne ve çocuktan oluşabileceği söylenebilir". En azından, çağdaş kadın, çocuğunun ba­

basıyla sürekli aynı yerde oturması gerektiği düşüncesin­

de değildir. Açıklaması da hazırdır: "İsterse çocuğumun babası olsun, ilişki kurduğum adam benim üzerimde baskı kurmaya kalkıyorsa, beni mutlu etmiyorsa, bu ada­

mı ne diye çekeyim ki! Benim zamanım kısıtlı!"

Böylece, hiç belli edilmeden, erkek bir eş, hatta bir karşıt olmaktan çıkarılarak her an yerine yenisi alınabi­

lecek bir tüketim nesnesine dönüştürülür. Kuşkusuz, anamalcı düşüngünün (bu bölünme de "ondan eser"dir)

"nesne"yi belirli "özne"lerden üstün tuttuğu çok olur, ama erkek böylece belirsizleştirilip çoğaltıldıkça, yüz­

den, kişilikten, yaşamda özdek düzeyini aşabilecek iş­

levlerden yoksun bırakılıp da yalnızca "mutluluk çubu­

ğu"nun "taşıyıcı"sı işleviyle değerlendirilince, üstün nes­

ne bile sayılmaz artık, gündelik kullanım nesnesi olup çıkar, işleviyle yetinmeyip kendisine verilen değerden daha fazlasını isteyince de "poposuna tekme" indirilive­

rir. "Eski sevgilileri ne yapmalı?" diyecek olursanız, Kim'in yanıtı hazırdır: "Yenisini alın, eskilerini kırpıp kır­

pıp yıldız yapın!"

Ne var ki, böylece, hem erkek hem de aşk kapı dışa­

rı edilince, kadın dergilerinin erkeğe, bu küçümsenen varlığa bıraktıkları anlaşılan düşünsel değerler de ülkü­

sel çağdaş kadını hemen hiç ilgilendirmez göründüğün­

den, hiçbir aşkın değer kalmaz yaşamda. Bu arada, çağ­

daş kadının her şeyden önce kendi rahatını, kendi eğ­

lencesini sağlamaya bakan bir varlık olduğu ilkesi de

be-nimsendiğine göre, gene çelişkin bir biçimde, bir yandan erkek kapı dışarı edilip ortak yaşamın dışına atılır bir yandan da, nerdeyse kendiliğinden, çoğunlukla erkeğin katılımıyla gerçekleştirilen cinsel etkinlik en üstün değer durumuna getirilir. Saptamanın doğruluğunu anlamak için, kadın dergilerimizde yer alan yazıları şöyle bir göz­

den geçirmek yeter: Erkek tavlama, kocayı ya da sevgi­

liyi aldatma, ilk kez karşılaşılan adamlarla bir gecelik

"birliktelikler yaşama" yolları, taocu sevişmeden gelece­

ğin sevişmelerine varıncaya dek değişik çiftleşme biçim­

leri, orgazma ulaşmanın birbirinden ilginç ayrıntılarıyla dolup taşar her biri. Ama, ne denli haz ve mutluluk kay­

nağı olursa olsun, cinsellik oldukça kısır bir alandır: De­

ğişik "pozisyonları" vardır, ama saymaya başladınız mı çabucak biter; üstelik,

Cosmopolitan

bile kızlarına "askı",

"perende", "el arabası", "dingil", "menteşe" gibi "akroba­

tik" pozisyonları bırakıp "misyoner pozisyonu"na dön­

melerini salık verir. Öte yandan, hazzı uzatma yolları da, orgazmı yakalama yöntemleri de umut kıracak ölçüde sı­

nırlıdır.

Çağdaş kadın ne yapsın bu durumda? Benliğine derin­

den derine bir özgürlük kaşıntısı da yerleşmiş olduğun­

dan, oksijeni bitmiş kavanoz suyunun dışına sıçrayan süs balığı gibi, durmamacasına yatağın dışına atar kendini.

En azından, kadın dergilerimiz bunu böyle ister, böyle anlatır. Genç bir kadın, eşi Caner'in, "yatak odasının dı­

şında sevişmekten hoşlandığını" önemle vurguladıktan sonra, "gayet iyi ve düzenli bir cinsel yaşamları bulundu­

ğunu" söyler, arkasından da, "Açıkçası evde denemediği­

miz yer kalmamıştı" der. "Ev dışında da otomobil gibi sı­

radışı yerlerden hoşlanırdık. Ve fantezilerimizi olabildi­

ğince gerçekleştirmeye çalışırdık." Bir kadın dergisi yaza­

rı da "açık havada sevişme"nin erdemlerini göklere

çıka-rır, "Güneş, yeşillik, rengarenk çiçekler .. . Cinsel fantezile­

rin gerçekleşmesi için daha başka ne gerekir?" diye sorar.

tlginç bir araştırmada da ("Ofiste seks mi? Neden ol­

masın?") çalışan kadın sayısının gittikçe artması nedeniy­

le işyerinde cinsel ilişkinin elverişli bir yol olduğu belir­

tildikten sonra, işyerlerinin "ailelerin yerini tutmaya baş­

ladığı" söylenir, hemen arkasından da balık kaynayan bir koy gibi zengin bir av alanı olduğu sezdirilir: "Etrafınıza şöyle bir bakının. Nasıl da erkek kaynıyor, değil mi?" Hiç kuşkusuz, bu konuda çekinceli olanlar da vardır ya, çağ­

daş kadınlığın öncüleri, sabır ve bilgelikle yatıştırır ken­

dilerini: "İyi de iş yerinde aşk, hele seks zor olmuyor mu?

Tabii ki zorlukları varmış, ama ya güzellikleri?" Bu güzel­

likler uzun uzun anlatılır. Bu arada uygun yer bulma so­

rununun önemli bir sorun oldugu da vurgulanır. Ama, yazıldığına göre, "örneğin fotokopi odaları, kapıda sıkıca 'toplantıda' tembihi almış sekreterleri olan odalar, altı sa­

atte bir ancak odacının kirli paspasları bırakmaya geldiği depolar, park yerinin en ücra köşesinde parkedilmiş ara­

balar" vb. "hem 'romantik', hem 'heyecanlı' buluşmalar"

için çok uygun yerlerdir. Baudelaire, kadın dergilerimizin hiç mi hiç bilmedikleri bir zorlu bunalım ve aşkınlık tut­

kusu içinde, "Dünyadan öte olsun da neresi olursa ol­

sun!" diyordu. Kadın dergilerimizin örnek çağdaş kadını da "Yatağın dışı olsun da neresi olursa olsun!" der sanki.

"Sahilde kumlarda, yemekte masanın altında, banyoda küvetin içinde", nerede olursa olsun! Ama onun özlediği aşkınlık değildir, yalnızca değişikliktir.

VIII.

Sonuç Yerine

Bununla birlikte, tüm değerler bir bir yıkılıp da her şey içgüdüye indirgenerek cinsellik biricik değer düzeyine

yükseltilince, her şeye karşın birtakım yeni değerlere kaynaklık etmeye başlar. Örneğin işyerinde seks birta­

kım yaşama değerleri doğurur. Bu nedenle, işyerinde

"aşk" (kesinlikle çağdaş aşk) yaşaması söz konusu olan­

lara dergi hemen muştuyu verir: "Etrafınıza bakmaya başladığınızda birden kendinizi de daha iyi görmeye başlayacaksınız" der. "Aman Tanrım yoksa az daha bü­

tün kışı iki tayyör ve üç elbise ile mi geçirecektiniz? Son moda kıyafetler ve canlı renkte rujlar alınır. Kuaföre da­

ha sık gitmeye başlanır. Sonuçta da ortaya yepyeni, cap­

canlı bir

siz

çıkar." İşte saltık cinselliğin yaratıcılığı! İşte kadının kurtuluşu ve özgürlüğü! Ne var ki, kadın dergisi yazarlarının pembe gözlüğü çıkarılıp da biraz daha ya­

kından bakılınca, tüm bu özgürlük ve bağımsızlık kavga­

larının kendisini pek de uzaklara götürmediği anlaşılır:

Çağdaş kadın, erkeği kapıdan kovmuş, ama pencereden içeri almış, onu nesneleştirmesi engelleyiciliğini (böyle bir şey varsa) önlememiştir.

Kim

dergisi, kardeşlerinin abartılı cinsellik derslerini alaya alan bir yazıda, kadınla­

ra sevişirken kendilerini bağlamalarını salık verdikten sonra, bu konuda çekingen davranabilecek olanları şa­

kacıktan, "Seksten zevk almak istiyorsanız eğer, kendini­

ze koyduğunuz bu tür sınırlamalardan bir an evvel kur­

tulmanız gerekiyor" diye uyarırken, bilerek ya da bilme­

den, hep birlikte yarattıkları temel çelişkiyi de ortaya ko­

yar: Kendini bağlamak özgürlük, buna karşı çıkmak bas­

kı olmuştur. Erkek de böylece nesneleştirildiği ölçüde vazgeçilmez duruma getirilip yaşamın her dakikasına so­

kulmuştur.

Hiç kuşkusuz, bacaklar arasında sürekli bir adam bu­

lundurmak, özgürlüğü bayağı köstekler, ama, unutma­

mak gerekir ki, her şeyin bir karşılığı vardır.