• Sonuç bulunamadı

Refah Devletinin Krizi

Belgede HEDİYE TAKASI VE REFAH DEVLETİ (sayfa 97-102)

Sosyal refah devleti anlayışının gelişmesi II. Dünya Savaşından sonra hız kazanmıştır. Büyük buhran sonrasında Keynes tarafından yapılan çalışmalar ve ortaya atılan sonuçlar bir taraftan devletleri ekonomik yapı içinde güçlü bir duruma sokarken diğer yandan da kapitalist düzenle ilgili eleştiri ve olası işçi sınıfı isyanlarını da hesaba katmaktadır. Refah devletini güçlendirmeye yönelik politikalarla Avrupa ülkeleri genelinde yaklaşık 30 senelik bir süre boyunca altın çağ yaşanmıştır. Ancak dünyadaki ekonomik yapıların rekabetçi doğaları ve kapitalist sistemin kaçınılmaz krizlerine bağlı olarak Avrupa’da sosyal refah harcamalarını artırmış ve buna bağlı olarak Amerika ile rekabetin yapılamayacağına dair ortaya çıkan görüşler refah devleti politikalarında gerilemeye neden olmuştur (Durdu, 2009: 49).

1970’lerden sonraki dönemde siyasi, kültürel, toplumsal ve ekonomik konularda ortaya çıkan değişim ve gelişimler özellikle küresel hale gelme durumu ile beraber refah devletlerinin sorgulanmaya başlamasına neden olmuştur. Refah devleti, Batı Avrupa’daki ülkelerde sağlık e eğitim gibi sorunlarla, istihdam konularına ilişkin sorunların üstesinden gelinmesi konusunda başarı göstermiş ancak bu durum kamusal gücün ekonomi içindeki etkisinin de üst düzeyde artmasına neden olmuştur. Logue’un tanımlamasıyla refah devleti kendi başarısına kurban olmuştur (Bulut, 2003: 180).

1970’lerde kamu ekonomisi konusunda en çok arzu edilen durum kamu ekonomisine yönelik durulan ihtiyaç olmuştur. Kapitalist düzenin ve refah devletinin içine düştüğü bu krize benzeyen durum, farklı bir yaklaşımın doğmasını sağlamıştır. Bu şekilde gelişmiş kapitalist ülkelerdeki Keynesyen ekonomi politikaları ve refah devleti anlayışına, azgelişmiş ülkelerde de ulusal kalkınmacı devlet politikalarına ve bunların

86

uygulanmasını sağlayan yapılara karşı bir yol meydana gelmiş ve yeni liberalizm, dünya genelinde yeni bir siyasal ve ideolojik değişimi doğurmuştur. Kapitalist ilişkilerin değiştiği bu süreç boyunca devletler de değişimi benimsemiş ve yeniden yapılanma süreçlerini yaşamışlardır. Böylece devletlerin rollerinde de değişiklikler görülmeye başlamıştır (Kitapçı, 2007: 43 - 44).

Keynesyen bakış açısıyla şekillendirilen ekonomi politikalarının uygulanması bu dönemden sonra ülkeleri krizle karşı karşıya bırakmıştır. Bu noktada krizin nedenleri arasında yükselen talep ve istihdam politikaları, yüksek vergi oranları ve sosyal refah devleti harcamaları, artış gösteren devlet müdahaleleri gösterilmiştir. Bu sebeplere bağlı olarak devletlerin ekonomik yapı içindeki rollerinin küçültülmesi yaklaşımı konuşulmaya başlanmış ve buna bağlı olarak Keynesyen yaklaşımla ortaya çıkan refah devletlerinin sona ermeye başladığı gözlenmiştir. Keynes tarafından ortaya atılan görüşlerin dünyanın toplumsal gelişimindeki ve küresel piyasalar üstündeki etkileri giderek zayıflamaya başlamıştır. Monetaristler ve muhafazakâr politik güçler yükselişe geçmiştir. Serbest piyasa taraftarları, Keynes tarafından ortaya atılan düşünceleri ve yaklaşımı reddetmişler bunun yerine kendi düşüncelerini getirmişlerdir (Bayraktar, 2012: 260).

Yeni dönemde uygulanan politik ve ekonomik felsefe, “Yeni Sağ” olarak adlandırılan Neo-liberal politikalardır ve bu politikalar Keynesyen politikalara alternatif olarak ortaya çıkan klasik liberal düşüncenin çağdaş bir yorumudur. 1980’lerin ortalarından sonra ise, uluslararası makroekonomik krizlerin etkisi azalmıştır. Petrol fiyatları düşmüş, faiz oranları zirve yaptığı 1984 yılı seviyesinden aşağıya doğru inmeye başlamış; çoğu ülkede istihdam tekrar artma eğilimine girmiş ve bu gelişmelerle birlikte, I. Dünya Savaşı öncesinde mevcut olan mal, hizmet ve sermaye piyasalarının uluslararasılaşması düzeyine ulaşmıştır (Özdemir, 2007: 254 - 256).

Refah devletine yönelik eleştirilerin odağında yeni sağ bulunmaktadır. Bu yapının getirdiği eleştirileri şöyle sıralamak mümkündür (Topak, 2012: 80 - 81):

● Refah devleti ekonomik bir yapı olmadığı için ekonomi için gereken çalışma isteği ve benzer motivasyonlar üzerinde azaltıcı etkileri olmaktadır.

87

● Refah devletleri üretken olamaz.

● Refah devletleri verimli olamaz.

● Refah devletleri etkili ve etkin bir işlev yürütemez. Yoksulların gelirlerini azaltır ve bu kesimin durumunu daha kötü hale sokar.

● Refah devletleri özgürlükleri yok sayar. Bu yapının dayattığı hizmetler bireylerin seçme haklarını elinden alır.

1980’den sonraki senelerde pek çok ülkede muhafazakâr görüşe sahip yönetimler iş başına gelmişler ve bu geliş sırasında sundukları ana programlardaki genel düşünce sosyal harcamaların azaltılması üzerine şekillenmiştir. Bu bağlamda genel olarak sağlık, sigorta, işsizlik yardımı gibi sosyal yardım kalemlerinde azalmalar ve kısıtlamalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu hükümetler özelleştirmelere ve kamu sektörlerinin daraltılmasına ağırlık vermişlerdir. Gelir düzeyi yüksek olan İskandinav ülkelerinde bile bazı kısıntılar gündeme gelmiştir. İngiltere ve Almanya da bu kısıntıların uygulandığı ülkeler arasında bulunmaktadır. Bununla birlikte refah yardımlarına ulaşmanın koşulları ağırlaştırılmış ve çalışmayı merkeze alan bir refah yaklaşımı benimsenmiştir (Topak, 2012: 73 - 74).

Alt ve orta gelir grubuna dâhil olan halk kitlelerinin daha düşük oranlı vergiler talep etmesinin bir sonucu olarak işsizler de kendi taraflarına yapılan yardımların artırılması için talepte bulunmuşlardır. Ortaya konulan politikalar ise genel anlamda orta gelir düzeyine sahip olan halkın isteği doğrultusunda gerçekleşmiş ve II. Dünya Savaşından sonraki dönemde refahın ortaya çıkmasında önemli yer tutan yardımlaşma olgusu yerini bireysel çıkarlar düşüncesine bırakmıştır. Bu durum, refah devletinde gerçekleşen toplumsal destekler üzerinde büyük etkilere neden olmuş ve refah devletine olan destekler daha ılımlı ve eşitlikçi bir düzeye gelmiştir. Ayrıca toplumların refah devletinin sürdürülmesine yönelik destekleri de azalış göstermiştir (Erdal, 2012: 154).

Refah devletinin gelişme döneminde gelinen düzeyi ve ortaya konulmuş olan politikaları anlayabilmek için finans krizlerinin değerlendirmelerinin yanında ekonomi ve toplum boyutlarında da ortaya çıkan yapısal dönüşümlerin incelenmesi gerekmektedir.

88

Bu bağlamda ekonomik büyüme oranlarının bu süreçten sonra daha düşük düzeyde kaldığı ve daha belirsiz bir duruma geldiği söylenebilir. Teknik ilerlemeler ve makineleşmenin artış göstermesine bağlı olarak imalat sektöründe büyük istihdam olanakları özellikle kalifiye olmayan işçiler açısından bir sorun haline dönüşmüştür. Bu duruma ek olarak küreselleşmenin etkisi ile artan rekabet de emek piyasalarına esneklik kazandırmıştır. Ayrıca işçi sınıfındaki zayıflama, gelir eşitliğinin bozulması, çalışma koşullarındaki zorlukların çoğalması ve daha önce olmayan yeni bazı toplumsal baskı ve çıkar gruplarının ortaya çıkması klasik refah devletine destek olan ve bu sistemi meşru kılan dayanışma duygularını zayıflatmıştır. Bu durumun sonucunda refah devletinin yaşadığı kriz daha da derinleşmiştir (Öztürk, 2011: 109-111).

Son otuz yılda yaşanan gelişmeler liberal sistemle işleyen ekonomilerde ekonomik ve finansal yapılı krizlerin ekonomik ve sosyal sorunları ortaya çıkardığı söylenebilir (1994 Meksika, 1997 Asya, 1998 Rusya, 2000 Arjantin ve 2001 Türkiye krizi). Bu krizler ciddi ekonomik ve sosyal sorunları beraberinde getirdi. 21. yüzyılda kapitalist sisteme atfedilen ilk ciddi ekonomik kriz, ABD’deki 2008-2009 yılında ortaya çıkan ve eşik altı (ödeme güçlüğü çeken) grupta bulunan bireylere sağlanan Mortgage Kredileri sonrasında ortaya çıkan finansal krizdir. Finansal kurumların tüm gerçek öngörülerin dışında ve piyasa ahlaksızlığı oluşturacak düzeyde işlem yapması sonucu aşırı borçlanma sebebiyle yaşanmıştır. Bununla birlikte ABD hükümeti gerekli tedbirleri zamanında almaması krizi derinleştirmiştir. Zaman içerisinde krizin sonuçları, ulusal sınırları aşmış ve dünya çapında olumsuz ekonomik ve sosyal sonuçlar doğurmuştur (Erarslan ve Bayraktar, 2013:162).

Gerek ekonomik gerek finansal krizlerde en çok etkilenen kitle dar gelirli olarak adlandırılan kesimdir. Sabit bir geliri olan bu kesim piyasalarda oluşan dalgalanmalardan sınırlı kaynakları sebebiyle oldukça etkilenmektedir. Bu durum ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre bir farklılık oluşturmamaktadır. Çünkü gelişmiş ülkelerde de az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde de sermaye grupları çeşitli teşvik ve mevduat garantilerinden yararlanmakta ve ellerinde bulunan kaynakları yüksek faiz koşullarında değerlendirmektedirler. Sermaye grupları kriz kokusu aldıkları ülkede zaman kaybetmeden çıkış yapmakta ya da krizin derinleşmesini fırsata çevirecek hamleler

89

yapmaktadırlar. Hükümetlerin krizden kurtulma ya da krizi erteleme çabalarının genelde ücretleri düşürmek ya da vergi oranlarını arttırmak şeklinde oluştuğu bilinmektedir. Bu da vergi ödeyen dar gelirli vatandaşların krizin faturasını ödediği anlamına gelmektedir (Walton, 2010: 18-19).

90

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

GELENEKSEL KADINLAR GÜNÜNE YÖNELİK BİR ARAŞTIRMA

3. ARAŞTIRMA

Belgede HEDİYE TAKASI VE REFAH DEVLETİ (sayfa 97-102)