• Sonuç bulunamadı

Postmodern kavramı sınırları kesin olarak çizilmiş bir tanıma sahip değildir. Modernizmin/modernitenin ilerlemesinin bir doğal sonucu olarak yani devamı olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Postmodernizm pek çok farklı alanda kendine yer edinmiştir. Felsefe, sosyoloji, edebiyat gibi insana yakın alanlarda kendisine yer bulmaktadır. Ayrıca toplumsal yaşamda kendisine rahatlıkla karşılık bulduğundan söz edilebilir (Emre, 2004: 66). Postmodern olarak adlandırılan pek çok edebi metin vardır. Bu metinler sınırları belli olmayan, dağınık, düzensiz metinlerdir. Bu nedenle postmodernist yazarlar, yazdıkları metni isimlendirmekten kaçınarak eseri, anlatı olarak adlandırmaktadırlar (Emre, 2004: 89). Estetik kaygı ile sistematik bir biçimde yazılmamıştır postmodern eserler. Gerek biçim olarak gerekse de içerik olarak görülmemiş, denenmemiş olanın denenmesi halidir. Yani postmodernizm edebi metnin kendine özgü unsurlarını ortadan kaldırmakta, yerine farklı unsurlar koymaktadır (Emre, 2004: 110). Oğuz Atay da Tutunamayanlar romanında çok sayıda anlatım tekniği denemesiyle, anlatımda bütünlüğü zedelediğinden eleştirilir.

Tutunamayanlar tek denemede kolay kolay okunamayacak bir kitaptır. Gerek

konunun ele alınışı gerekse kurulan cümlelerin karmaşıklığı bu romanı zor okunur kılmaktadır. Klasik roman tanımı ve sınırları dışına çıktığından eleştirilere maruz

kalmışsa da özgün bir eser olduğu da göz ardı edilemez bir romandır. Postmodern metinde birbirinden bağımsız, karmaşık, düzensiz bir olay örgüsü vardır.

Bir metnin postmodern olup olmadığını, okunduktan sonra akılda metnin olaylarının kalıp kalmaması ele vermektedir (Emre, 2004: 167). Postmodern metinlerde olay örgüsü düzensiz ve olaylar birbirinden bağımsız olduğundan okunduktan sonra akılda ayrı ayrı olaylar kalsa da olayların bağlantısı hatırda kalmayabilir. Söz gelimi Tutunamayanlar romanı okunduğunda -geleneksel olay örgüsü de olmadığı için- roman kahramanı Turgut yaşadığı bir olaydan bahsederken, zihninden Selim’le konuştuğu anlar araya girdiğinden, bu geçişler bahsedilen asıl hikâyeyi kavramayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca postmodern metinlerde zaman belirsiz ve anlaşılmazdır, mekân parça parçadır, kişiler anormal insanlardır; ölüm üzerinde dururlar veya ölürler, tema olarak da anlatılmak aktarılmak istenen bir mesaj yoktur, bakış açısında üçüncü ve birinci tekil şahıs arası geçişler görülür (Emre, 2004: 165- 195). Postmodernizmin varlığının en fazla fark edildiği edebi tür romandır denilebilir. Çünkü roman çoğu zaman toplumsal hayatı ve insanın düşünsel dünyasını daha ayrıntılı ve kapsamlı ele almaktadır.

2.3.1. Türk Romanında Postmodernizm

Türk Edebiyatı roman türünde 1870 yılında Şemsettin Sami’nin yazmış olduğu “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat” eseriyle ilk örneğini vermiştir. Roman türü Türk Edebiyatı’nda ortaya çıkmış bir tür olmadığından verilen ilk örnekler Batı Edebiyatı’nın tercümeleri ve Batı Edebiyatı’na öykünmeler şeklinde görülüyorken ilk dönem yazılan eserlerde Divan Edebiyatı’nın etkileri de görülmektedir (Emre, 2004: 224). Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin son döneminde roman türü ile tanışan Türk Edebiyatı’nın roman türüne alışabilme ve uyum sağlama süreci uzun zaman almıştır. İlk zamanlarda yazılan romanlarda estetik kaygılardan ziyade Doğu-Batı çatışması, ezen-ezilen ilişkileri, batılılaşma gibi toplumsal konulara ağırlık verilmiştir (Mardin, 2017b: 30; Şan, 2019: 203; Ecevit, 2001: 83). Türk modernleşmesinin önemli bir unsuru olan edebiyat, özellikle roman, Türk toplumunda ortaya çıktığı ilk dönemde edebî yönü ihmal edilip toplumsal meselelere

ağırlık verilmiş olup sonraki dönemlerde de edebî yönü gelişmiş olsa dahi toplumsal meseleler Türk romanında her zaman kendine yer bulmuştur (Şan, 2019: 205-208). Bireysel konular, estetik kaygılar ve biçime verilen önem yetmişli yıllarda kendini göstermeye başlamıştır.

Romanın Türk Edebiyatı’nda izlediği süreç uzun olduğundan konuyla ilgili çalışmalarda dönemler halinde ele alınmaktadır. Dönemler arası sınırlar kesin çizgilerle çizilememiştir. Değişiklik gösterebilmekle beraber dönemler genel olarak Klasik, Modern ve Postmodern olarak ele alınmıştır. Ancak dönemler arası geçişler net zaman aralıkları olmayan bir süreç/bir aşama şeklinde tezahür etmiştir. Üzerine anlaşılan ortak nokta 1970’lerden itibaren postmodern döneme geçildiği ve postmodern eserlerin verilmeye başlandığıdır. 1962 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanı kişisel konulara yer veren ve Oğuz Atay’ın eserlerinin de içinde yer aldığı akımın temellerini atmıştır (Emre, 2004: 237). Oğuz Atay metinlerinde sıklıkla bireyin iç dünyasına yer vermektedir. İç hesaplaşmaları ve kişisel çatışmaların sıklıkla değinildiği eserler 1970 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Benzer şekilde Yusuf Atılgan’da da bireysel konular, yabancılaşma, yalnızlık gibi konular görülmektedir. Özelikle 1973’te basılan Anayurt Oteli adlı eserinde bireyin kendine, kurallara ve topluma yabancılaşmasından bahsedilmektedir.

Toplumsal olayların sanatın biçimini ve içeriğini etkilemesi hep var olan bir hadisedir. Söz gelimi 1980 yılında meydana gelen askerî darbe edebiyatta biçime olan ilginin artmasına neden olur. Toplumun depolitize edilmeye çalışıldığı bu dönemde bireyci yaklaşımlar ve biçimsel değişimler ön plana çıkmaya başlamıştır (Ecevit, 2001: 89). Her dönemde toplumsal meselelerin yer aldığı, toplumsal meselelere çözüm arandığı edebi eserler; belli toplumsal olaylar ve bazı yazarların geleneklerin dışına çıkmasına neden olan içsel dürtüleri sonucu yerini bireyin iç dünyasını yansıtan eserlere bırakmışlardır. Oğuz Atay’ın, geleneklerin dışına çıkan eserleri yazıldıkları ilk zamanlarda görmezden gelinse de zamanla değerleri anlaşılmıştır. Mesela Oğuz Atay, Tutunamayanlar romanını yazdıktan sonra beklediği ilgiyi görememiş 1970 yılında yazmaya başladığı, daha sonra yayımlanan

günlüğünde Türk Edebiyatı’nda romanın ve roman yazarlarının kalıplaşmış istekleri olduğunu, ortaya konan eserlerin yazma dürtüsüyle değil de para kazanmak için bir meslek olarak icra edildiğini şu sözlerle ifade etmiştir: “Esnaf ve tezgâhtar bütün

mallar satılabildiği ölçüde makbuldür. Köy romanı piyasasında durgunluk mu var, bizde şehre taşınırız olur biter. Esnaf için, yani mal üretmeyen için, yani acıyı sevinci duyarlığı, insan derinliğini yaşamayan için hepsi birdir.” (G. 226). Yani dönemin

yazarlarını kendilerinden beklenileni, talep edileni sunmakla itham eder. Bu da bahsedilen yazarları belli kalıpların içine sokar. Ticari kâr elde etme, beğenilme, konuşulma gibi etkenler o yazarları yazmaya iten sebeplerdendir. Kendisinden beklenilenin dışına çıkan yazarlar ise, okurun dünyasında kendilerine kısa zamanda yer edinememişlerdir. Aşina olunmayan biçim ve konuların kabulü haliyle uzun zaman almıştır.