• Sonuç bulunamadı

Modernleşme-Batılılaşma Bağlamında Yabancılaşma Olgusu

Türkiye’de yabancılaşma modernleşmenin -batılılaşmanın- bir sonucudur. Modernleşmeyle birlikte daha önce de bahsedildiği üzere arada kalmış bireyler ortaya çıkmıştır. Tutunamayanlar romanında anlatılan karakterler, olaylar da arada kalmışlık hali yaşamaktadırlar. Ne kendileri gibi olmayı başarmış ne de yeni bir kültürü benimseyip olmak istedikleri biri gibi olabilmişlerdir. Eskiyi koruyamadıkları gibi yeniyi de tam anlamıyla kavrayamamışlardır.

Türkiye’de modernleşme sürecinde -Batılılaşma adına- yapılan değişiklikler ilk olarak okullardan başlanmıştır çünkü okul, çocuğun aileden aldığı kültürden ziyade iktidarın öğrettiği ideoloji çerçevesinde eğitim görme olanağına sahiptir (Akın, 2013: 48). Eğitimle kültürü değiştirme durumu, devlet eliyle yapılan bir yabancılaştırma hareketi olarak yorumlanabilir. Bu hareket neticesinde çocuklar ailede öğrendikleri kültür ile çatışacaktır. ““Oğlum, Bu ne Şeker ne de Kurban

Bayramı,” Derken babam haklıydı, Otuz Ağustos günü elini öperek ondan para istediğim zaman.” (T. 119) Okulda öğretilen resmi bayram ile dini bayramın

gerekliliklerini karıştıran Selim ve “Okulda ilk öğrendiğim gerçeklerden biri

babamın -sonra peder oldu- beni yanlışlıkla mektep yerine okula gönderdiği oldu. Önümüze alfabe adında anlaşılmaz bir kitap koydular. Babam, ona da elifba dedi. Okulla babamı uzlaştırmaya imkân yoktu.” (T. 74) diyen Turgut’un yaşadıkları

öğrendiklerinden, kültürel bir çatışmaya maruz kalmaktadırlar. Bahsedilen zamanlarda eğitim-öğretim üzerinden devletin, halkın kültürü ve gerçekliği dışında bir anlayışa sahip olduğu okunabilmektedir. Anlatılmak istenen farklılıklar alfabe- elifba, okul-mektep, ezberlemek-öğrenmek gibi eşlenebilir. Söz gelimi Turgut’un sınıfı geçmek için gereken bilgileri ezberlemesi, onun öğrenmesine engel olmaktadır, babası ve öğretmeni arasındaki zıtlıklar da ona tuhaf gelmektedir. Türk modernleşme sürecinin ulus devletleşme olarak yorumlanması, toplum mühendisliği dolayısıyla yeni nesillerin iktidar ideolojisi çerçevesinde yetiştirilmesine imkân sağlamıştır (Akın, 2013: 99). Selim’in şarkılarda kendisinden “...tek ve Türk.” (T.114) olarak bahsetmesi modernleşme sürecinin ulus devlet anlayışıyla gelişmesine bir göndermedir. Yeni nesillerin farklı bir ideolojiyle yetiştirilebilmesinde eğitim önemli bir rol oynamaktadır. On dokuzuncu yüzyılda Türk aydınlarının yurt dışında okuması, oradaki düşünce akımlarından etkilenerek dönmesi bu bağlamda görülebilir (Akın, 2013: 100-101). Önceki sayfalarda bahsedilen, romanda yer alan Ziya Özdevrimsel adlı kurgu tip, eğitim görmek için yurt dışına gitmiş Türk aydınını temsil etmektedir. Gittiği yerdeki kültüre hayran olup -öğrendiği yenilikleri ülkesinde uygulamak heyecanıyla- yurt dışına asıl çıkma sebebi olan eğitimini yarım bırakarak, Türkiye’ye dönmüş bir tiptir. Ziya Özdevrimsel üzerinden Türkiye’nin modernleşme sürecinde aydın kesimin, modernleşme adına yüzeysel değişikliklere öncülük yaptığı, asıl olan kültürü tanıma ve kendi kültürümüzün bilincinde olmayı (Meriç, 2016: 284) ihmal ettiği anlatılmaktadır.

Turgut, Selim’in ölümünü öğrenmeden önce evli, iki çocuk babası olarak parası yettiğince küçük burjuva tarzı hayat düzeni içinde yaşayıp gitmektedir.

“İnsanların hoşuna gidecek biçimde davranmayı oldukça beceririm biliyorsun. Onun için, bana önem verilmesinde bu aldatıcı tavırlarımın payı vardır diye endişe ederim.” (T. 50) Selim’in ölüm haberini alana dek Turgut da tıpkı diğer insanlar gibi

toplum içerisinde varlığını sorgulamadan, yapması istenilen/kendisine yüklenen görevleri sorgulamadan gerçekleştiren bir insandır. Hatta zihninde Selim ile konuşurken Selim’in kendisine, “Evlendi diye, oyunun her dakikasını kuralına göre

oynamaktan başka bir şey düşünmeyen inek” (T. 86) dediğini kurgulamaktadır.

Selim’in ölümünü araştırmaya başlamadan önceki tavırlarını yapmacık bulmakta ve bu davranışları yüzünden kendisine ilgi duyulduğundan endişe etmektedir. Selim’in

ölümü ardından bıraktığı mektup, onun hayatı/hayatını sorgulamasına vesile olmuştur. Turgut Birinci Dragut (Turgut Reis) olarak anılmaktadır (T. 55-60). Türk modernleşme tecrübesinde eğitim kurumunun yanı sıra dinde reform hareketleri, spor, sanat ve edebiyat da toplumu dönüştürme aracı olmuştur (Akın, 2013:102). Tarihi göndermenin yanı sıra doğumundan sonra babasının kulağına ezan okumasını -onun gözünde babası pek dindar sayılmadığından, bunu neden yaptığını ve yaptığı şeyin anlamını bilmediğinden- ezbercilik olarak adlandırarak Doğu-Batı ritüellerinin birbirine karışmadığından bahsetmektedir. Romanda anlatılan tutunamayan insanlar mevcut gelenekler ile modernitenin getirileri arasında sıkışmışlardır (Teber, 2014: 63-64). Turgut, babası Hüsnü Bey’in ne Doğu kültürünü ne Batı kültürünü anladığından bahsetmektedir. Ayrıca Turgut, hayatı boyunca devam eden yaşadığı kültür ile Batı kültürü (modernleşme adına yapılan yenilikler) arasında anlayamadığı bir çatışma devam eder. Türk toplumunda modernleşme adına yapılan yeniliklere karşı duruşlarda yerlilik etkisi görülmektedir (Alkan, 1998). Ancak Turgut’un babasında böyle bir tepki söz konusu değildir. Her iki kültürün de anlamını bilmeden yerleşmiş ritüellerini yerine getirmektedir. Turgut’un kulağına Arapça ezan okunması onun ileride kulaktan dolma bir Şarkî Medeniyet hayranı olacağına zemin hazırladığından bahsedilir. Ayrıca Cumhuriyetle birlikte atılan Batılılaşma adımları sekülerleşmeyle ilgilidir (Yıldırım, 2011: 15). Bu bakımdan aranan çözüm yolları sekülerizmin etkisinde kalmıştır. Toplumsal normları sorgulamaya başlayan Turgut, belli gereklilikleri belli zamanlarda yapan insanlardan bahsetmektedir. Davranışları, giyim tarzları, tavırları aynı veya uyum içinde olan insanlardır bunlar. Yani istedikleri rolü değil de kendilerine verilen rolü sergileyen bu kişiler günlük yaşamda ve insan ilişkilerinde kendileri olmaktan uzaklaşmaktadırlar.

Turgut, Selim’in ölümünden haberi olmayan bir diğer arkadaşı Metin’le vakit geçirerek Selim’le ilgili bir şeyler öğrenebilmeye çabalamaktadır. Metin, burjuva tarzı yaşamın değerlerini fazlaca benimsemiş hatta Batı hayranlığı ve bilgisiyle kendini beğenmektedir. Batılı görünmek adına Batı’ya ait bir müzik türü olan tango üzerine mevzu açarak, yüzeysel bir Batı kültürü etkisi altında olduğunu göstermektedir. Turgut’ta Metin’le Türkçe tango üzerine konuşurken kendisinin de bir zamanlar parçası olduğu burjuva tarzı yaşamı küçük görmektedir. Metin ile konuştukça onun bir İspanyol müziği olan tangoya hayran olduğunu öğrenir, bunun

üzerine uydurduğu Türkçe tango sözleri12 ile zihninde Selim ile tartışmaya başlar. Selim, Batı müziğine -kültürüne- yüzeysel bir hayranlığın yozlaşmaya sebep olduğu vurgulamaktadır. Metin ile vakit geçirirken Olric meydana gelir. Olric, Turgut’un kişilik bölünmesi veya kendi kendine konuşması olarak ortaya çıkmıştır. Farkında olduğu değişimde sık sık Olric’in fikirlerine başvurmaktadır.

Günlük yaşam rutinlerinin eleştirildiği bölümde modernleşmenin neden olduğu, bireylerin yalnızca kendilerine sunulan yaşam ile sınırlı kalmasıyla, değişen zaman-mekân algısı ve kişilerin farklılıklarının ortadan kalkması anlatılmaktadır. Söz gelimi arkadaş grubunda hangi akşam kimin evinde yemek yendiği bilinememektedir.

“Evde yemek verildi, başka evlere yemeğe gidildi. İlk bakışta sizin evinize benzemeyen, aslında birbirine benzeyen evlerde yemekler yendi. Son yemeği bizde mi vermiştik, yoksa Kayalara mı gitmiştik? Yoksa Mehmetler miydi? Ne önemi var? Hep aynı evde yiyoruz, hep aynı telaşla aynı hazırlık, aynı kıravatı taktım, bütün beyaz gömleklerim birbirine benziyor. Pantolonum aynı yerden buruşuyor. Yemeği ben mi Kaya’nın üstüne dökmüştüm, Kaya mı benim üstüme dökmüştü, yoksa Kaya, kendi üstüne mi dökmüştü? (…) Biz aynı türün örnekleriyiz. Kayamehmetturgutgillerdeniz.” (T. 330-331)

Bir fabrikada üretilmişçesine insanların tek tip olmaya çalıştığı anlatılmaktadır. Modern toplumlarda bireyler arası ilişkiler karşılıklı çıkara dayandığından (Pappenheim, 2002: 72) yukarıdaki alıntıda bahsedilen arkadaş grubu, modern hayatın kendilerine sunduğu biçimde/çerçevede bir araya gelip vakit geçirmektedir. Bu durumda insanın kendisine, çevresindeki insanlara, eşyalara yabancılaşması kaçınılmazdır.

Turgut, Selim’in ölümü üzerine yaptığı sorgulamalara, kendisinin de dâhil olduğu burjuva tarzı hayat üzerinden başlamıştır.

“Çevresindeki eşyaya duyduğu öfkenin ifade edilemeyen sıkıntısı ile bunalıyordu. Selim, belki bu yaşantıyı, önde bir salon-salamanje -arkada iki yatak odası- koridorun sağında mutfak- sandık odası-banyo, içerde uyuyan karısı ve çocukları, parası ile orantılı olarak yararlandığı küçük burjuva nimetleri onu, nefes alamaz bir duruma getirmişti diye tanımlayabilirdi.” (T.

12“Mini mini bir kuştum

Deli gibi olmuştum

Selim itiraz, etti: yanlış oğlum Turgut, aslını okumalısın: Mini mini bir kuştum

26) ve “Sigarasını, yaprak biçimi gümüş tablada söndürdü. Karım kızacak. Bu tablalar

neden duruyor öyleyse? Bilinmez.” (T. 27)

Goffman’a göre (2016: 21) insanlar başkalarının kendi hakkında ne düşüneceğini hesaplayıp davranışlarını ona göre şekillendirmektedirler. Tabi yalnızca kişinin tavrından bahsetmek bir oyundan/rolden bahsetmek için yeterli olmayacaktır. Görünüş, kişinin hangi sosyal sınıftan olduğuna dair bilgi vermektedir, tutum ise iletişimin yönünün tahmin edilmesine olanak vermektedir (Goffman, 2016: 35). Ancak set de görünüş ve tutum kavramları kadar önemlidir. Set, taşınmaz ortam anlamını çağrıştıracağı gibi kişilerarası etkileşimde kişinin üzerinde taşıdığı simgeleri de ifade edebilir (Goffman, 2016: 33). Turgut’un eleştirdiği ev düzeni set olmaktadır. İçinde bulunduğu hayata uygun düzenlenen evi, Turgut’u bunaltmaktadır. Kendi hayatını anlamlandırmaya, sorgulamaya başladığından beri rutin hayatın aynılığı Turgut’u yormaktadır. Yapılanların istekten ziyade bir görev halini alması ona zor gelmektedir. “Karısına baktı: Nermin perdeleri kapıyordu. Dış

dünya ile ilişkileri kesme vakti gelmiş: “Bugün ne yaptın canım?” zamanı yaklaşmıştı demek. Turgut birden, günü anlatarak tekrar etmenin yorgunluğunu duydu.” (T. 45)

Modern hayatın, insana yüklediği sorumluluklar, gereklilikler kişiyi bir kafeste yaşadığı hissine sokmaktadır. Romanda bizzat yer verilen demir kafes kavramına Weber’in savunduğu (Ritzer, 2014: 266) modern hayatın zorunlu kıldığı bürokratik sistemin bireylerin yalnızca kurallar çerçevesince hareket edebilecek olmalarına bir gönderme olarak, günlük yaşama dair bu yönde benzetme yapılmıştır.

“Bütün hayatımca cezalıydım: durmadan bir kafesin içinde dolaştım. Gittiğim her yere, üstü kapalı, demir parmaklıklı bu kafesi taşıdım. Bütün dünyayı parmaklıklar arasında seyrettim. (...) Sizleri istediğiniz biçimde, ön yargılardan uzak bir biçimde değerlendiremeyişimde bu parmaklıkların payı büyüktür. Bu parmaklıklar yüzünden, dar görüşlü ve korkak bir hayvan gibi yaşadım.” (T. 693)

Turgut’un, dış dünya ile ilişkileri kesme vakti gelmiş, demesi de yaşadığı hayatı bir kafese benzettiğindendir. Kafes içinde olmakla, bürokratik sistemde var olduğu gibi günlük hayatta da bireye kısıtlı imkânlar sunulduğu ve istemediği sorumluluklar yüklendiği anlatılmaktadır.

Selim, yabancı dilden çevrilmiş şiirlerin, yabancı dilden etkilenerek yazılmış eserler olabileceklerini düşünmektedir. Çeviri yapılan edebi eserlerde -özellikle şiir-

anlatılmak istenen duygunun tam karşılığı çevrilen dilde olmayabilir. Bu nedenle gerek içerik gerek de biçim doğal halinden uzaklaşabilmektedir. Romanda örnek olarak verilen bu şiirler bahsedilen açıklamaya örnek niteliğindendir.13 Yabancı dil özentisi sebebiyle yazılan şiirlerin yalnızca anlam değil, biçim ve içeriğinde de benzer bir deforme olacağı varsayılmakla beraber Batı özentisi şiirler kadar eski dilde yazılan şiirlerin de anlaşılmasının güçlüğü aktarılmıştır.