• Sonuç bulunamadı

1.1. Postmodernizm ve Sanat Dallarına Yansıması

1.1.1. Postmodern Edebiyat 1 Postmodern Roman

1.1.1.3 Postmodern Tiyatro

Postmodernizm, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi tiyatroda da karşıt görüşler ortaya çıkarmıştır. Kimi araştırmacılar tarafından modern karşıtı, bazılarına göre ise modernizmin devamı olarak görülmüştür. Başka edebiyat bilimcilerine göre ise incelenen bir yapıt ve yazar ne postmodern ne modern olarak nitelenebilir. Çünkü bu çelişki sonucunda ortaya çıkan kavram ‘postabsurd’ terimiyle karşılanmaktadır. Sevda Şener’e göre postmodern tiyatro, modern ve absürt tiyatroyu kapsar ve aşar (Aktaran: Yamaner, 2007: 112). Şener absürt tiyatroyu şöyle tanımlıyor:

“İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında ortaya çıkan ve yaşamın usa aykırılığını, bilinen tüm sanatsal uyumları bozarak sahneye getiren tiyatro akımına “absürd tiyatro” ( uyumsuzluk tiyatrosu) adı verildi.” (Şener, 2000: 297)

Absürt tiyatronun gerçeğe bakışı mantık, değişmez bir düzen ya da diyalektik ilişkiler örtüsü çerçevesinde değil aksine anlaşılamayan ve açıklanamayan daha doğrusu her sahnelenen oyunda yaratıcının kendine özgü deyiş ve düşünceleri çerçevesinde belirlenir (Şener, 2000: 297). Bu bağlamda absürt tiyatro avangart özelliklere sahiptir. İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın ölümü ve

yaralanması, atom bombası, maddi kayıplar sonucunda insanlık büyük bir umutsuzluk ve mutsuzluk içindeydi. Korku ve güvensizlik ortamı vardı. Bütün insanlık üzerinde bir boş vermişlik, endişe, bunalım gibi ruhsal sorunlar baş gösteriyordu. Kısaca gelecekte iyi günlerin geleceğine dair olan umutlar yerini farklı şekillerde olumsuz parçalanmışlığa bırakmıştı. İşte bu olumsuz ortamda doğan absürd tiyatro yaşanan bu olumsuzluklar ışığında “…ölüme, boşuna yaşamaya, tüm

aldatmacalara, korku ve güvensizlik uyandıran gizli düzenlere karşı sanatın protesto çığlığıdır.” (Şener, 2000: 300)

Samuel Beckett, Eugène Ionesco, Harold Pinter, Arthur Adamov ve Jean Genet öne çıkan absürt tiyatroculardır.

Her ne kadar ortaya konan oyun yaratıcısının hayal gücü çerçevesinde meydana gelse de, absürt tiyatro oyunlarında edebiyat bilimcileri ve incelemecileri tarafından saptanan insan durumundaki saçmalık, iletişimsizlik, yabancılaşma, insansızlaşma, gerçeğin yerinden oynatılması, gerçeğe ayna değil prizma tutulması, karşı-tiyatro/oyun/ kahraman, sahnenin somut görüntü dili, grotesk ve kara güldürü, sanatta uyumsuzluk gibi bazı ortak özellikleri ön plana çıkar (Şener, 2000: 300-305; Esslin, 1999: 311-333).

“Yabancılaştırma” kavramı Bertolt Brecht tiyatrosuyla özdeşleşmiş ve hatta “epik” teriminin önüne geçmiştir. “yabancılaştırma” terimi yerine “yadırgatma veya dikkat çekme” gibi deyimlerde kullanılmıştır. Bunun sebebi olarak Marksizmin “yabancılaşma” terimiyle karıştırılması ihtimalini gösterebiliriz (Schumacher, 1955: 192). Brecht, Aristotelesçi tiyatronun “özdeşleşme” kavramına karşı yabancılaştırmayı getirmiştir. Aristotelesçi ya da başka bir ifadeyle “özdeşleşme tiyatrosu” duygusal katharsis’i oyunun amacı olarak görür. Brecht’in Aristotelesçi tiyatroya karşı aldığı eleştirel tavır katharsis’in burjuva tiyatrosunda aldığı formla yani bilinç dışı duygusal özdeşleşme (Einfühlung) ve boşalım sayesinde oluşan göz boyama (Illusyon) işlevini kırmaktır. Yabancılaştırma kuramı da bu doğrultuda oluşmuştur (Kesting, 1985: 168-169).

I. Dünya Savaşı sonrasında gerçekçi-doğalcı akım karşıtı olarak, somut gerçeklik anlayışından ziyade bu gerçekliğin derinliklerindeki anlatıma vurgu yapan ve bunu gerçekleştirmek için farklı biçimler kullanan akımlardan tiyatro açısından öne çıkanı “epik tiyatro”dur. Epik tiyatronun amacı Absürt tiyatronun aksine toplumsal ilişkilerin ve yapının diyalektik örgüsünü ortaya sermek ve seyirciye belli konularda bilgi vermek ve onu belirli bir bilinç seviyesine ulaştırmaktır (Şener, 2000: 264). Epik tiyatro tarihsel maddeciliğin koruyucu şemsiyesi altında kapitalizme, toplumdaki sınıfsal ayrıma ve çatışmaya karşı eleştirel bir tutum sergiler.

Büyük kentlerde yaşayan insanlar doğadan, çevreden uzaklaşmış hatta kendisine bile yabancılaştırılmıştır. Absürt tiyatroda görülen yabancılaştırma ve iletişimsizlik temaları postmodern tiyatroya yakın temalardır. Yabancılaştırma konusu çerçevesinde postmodern tiyatro seyirciye yönelmeyi tercih etmiş, oyunların Aristoteles’in antik tiyatrosunda olduğu gibi mistik bir tören havasında geçmesi ilke edinilmiştir ve böylece bu türün tarihsel kökenine yönelme olmuştur. Tiyatro da bu konuda çareyi yeniden seyirciyle iç içe olmayı, oyunların bir tören havasında geçmesini kısaca yeniden küllerinden doğmayı benimseyen postmodern tiyatro anlayışına benzer bir anlayışı benimsemektedir (Aktaran: Yamaner, 2007: 112-113). Burada tören havası ve küllerinden doğmakla kastedilen olay şarap tanrısı Dionysos için düzenlenen bağ bozumu şenlikleridir. Bu şenlikler müzik ve danstan oluşan dini törenlerdi. Bu törenlerde karşılıklı şarkılar söylenirdi. Konuşmalar müzikseldi. M. Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan şair Thespis ilk müziksiz konuşmayı bu törenlere dâhil ederek koroya cevap vermiştir. Bu davranış onu bilinen ilk oyuncu yapmıştır. Bu şenliklerle tiyatronun temelinin atıldığı düşünülür (Kesting, 1985: 34).

Modern ve postmodern kavramları estetik açıdan ele alındığında farklı eğilim ve akımları barındırırlar. Modern sanat, geleneksel sanat normları çerçevesinde ortaya çıkan yapıtları içinde yaşanılan çağa uygun olmadıkları için reddeder. Bu bakımdan modern tiyatro kendisinden önce kabul görmüş tiyatro anlayışına karşı çıkar (Aktaran: Yamaner, 2007: 111).

20. yüzyılın başında Sembolizm, Empresyonizm, Ekspresyonizm ve Dadaizm gibi avangart hareketlerin hazırladığı ortamdan ilk esintilerini alan postmodern tiyatro; sonraki yıllarda Antonin Artaud’un Kıyıcı Tiyatrosu (Theatre of Cruelty), Modern danstaki hızlı gelişmeler, II. Dünya Savaşı sonrasındaki absürt yazarlar ve ellili yıllardaki oluşumlar ile ivme kazanmıştır (Aktaran: Yamaner, 2007: 113). Artaud tiyatrosu ve absürt tiyatro seyirciyi şaşırtma, rahatsız etme ve hatta acı verme bağlamında benzer özellikler taşır (Şener, 2000: 298).

Postmodern tiyatronun üslubu sözsüzdür (non-verbal). Dil postmodern tiyatroda tek iletişim aracı değildir. Kelimeler metnin baskısından kurtulur ve seyircide ima yoluyla canlandırmaya yönelik seslere, şarkılara ve kesik diyalog parçalarına yer verilir. Birçok yönetmen farklı seslerden faydalanarak iletişimde mantıklı cümleler kurulma zorunluluğunu benimseyen anlayışı terk etmiştir (Yamaner, 2007: 114). Böylece eklektik bir yapı ortaya çıkar. Bu bağlamda postmodern tiyatroda ideolojik anlamda olmasa da biçimsel olarak Dadaizm ile paralellik tespit edilebilir.

Diğer postmodern sanat formlarında olduğu gibi postmodern tiyatro da diğer modernizmin öne sürdüğü düşüncelere karşı çıkar. Modern tiyatronun teorileri evrensel gerçeklerin hayatın sanatsal olarak yeniden temsiliyle mümkün olabileceğini öne sürer. Fakat postmodern tiyatro bu görüşü reddeder ve seyircinin de katılımıyla teatral performansı hayatın ta kendisi olarak görür. Standart olay örgülerini ve karakter gelişimini en aza indirgemektedir. Postmodern tiyatro farklı şekillerdeki insan deneyimlerini kucaklar. Tarih, kültür ve sosyal konulardan ilham alır. David Hare’in “Stuff Happens” adlı oyunu bu tarz düşünce için iyi bir örnek teşkil eder. “Stuff Happens” 2003 Irak Savaşı’na neden olan olaylar hakkında bir oyundur. George W.Bush’un 2000 seçimlerindeki başarısıyla başlayan oyun, Irak’a saldırının olumlu ve olumsuz yanlarını tartışan farklı görüşlere yer verir. Gerçek konuşmalar, konferanslar, basın bilgilendirme toplantıları ve Bush, Blair, Hans Blix ve Dominique arasında geçen diyaloglara yer verilir. Hare, oyunu yakın tarihi ele alan tarihsel bir oyun olarak adlandırır (Barnhart, t.y. : 1).

Bir dereceye kadar modern tiyatronun, tiyatro sanatının evrensel gerçekleri açığa vurması gerektiğini öne süren Aristo tarafından geliştirilen teoriler ile başladığı öne sürülür. Modern tiyatro hakkındaki teoriler olay örgüsü, neden-sonuç ve karakter gelişimi gibi etmenlerle evrensel gerçeklere ulaşabileceğimizi iddia ederler. Postmodern tiyatroda ise farklı görüş açıları bağlamında muhtemel pek çok gerçek vardır. Yazarlar, aktörler, aktrisler ve seyirciler yaratıcı sürece kendi bakış açılarıyla katkı sağlarlar. (Barnhart, t.y. : 1). Bu bakımdan epik tiyatro ile paralellik görülmektedir. Çünkü her iki tarzda da seyirci aktif olarak oyuna dâhil edilmektedir.

Postmodern tiyatro seyirciyi sanat ve gerçek arasındaki sınırları yeniden gözden geçirmeye ve tiyatronun hayatın yeniden temsili olarak görüldüğü düşünceden uzaklaşmaya zorlamaktadır. Oyunlar hayatın bir parçası olan olaylar olarak görülür. Sonuçları her oyundaki performansa bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Bu alışılagelmedik durum, olay örgüsünün ve karakterlerin belirli bir düzen halinde yer almasına alışkın olanlar için tedirgin edici bir olay olarak karşılanabilir. Seyirci modern tiyatronun teorilerine bağlı olan ve onun çizdiği sınırlar içinde var olan birisi konumundadır. Postmodern tiyatroda ise seyirci oyuncu ve diğer seyircilerle etkileşim halinde olan ve tiyatro deneyimini beraber paylaştıkları bir katılımcıdır. Ayrıca postmodern tiyatro teorisine göre her birey kendine özgü düşüncesi ve hayat görüşüyle tiyatroyu farklı bir biçimde algılar ve böylece tek bir evrensel gerçekliğe ulaşılması oldukça zor bir hal alır. Ayrıca postmodern tiyatroda seyirci klasik tiyatrodaki gibi sorgulama ve katılım hakkı elinden alınmış eğlendirilmesi ya da bir şeyler öğretilmesi gereken pasif bir özne olmaktan kurtulur. Oyunu istediği şekilde yorumlama ve anlamlandırma özgürlüğüne kavuşur (Barnhart, t.y. : 1). Postmodern tiyatro, klasik tiyatronun dayattığı normlara karşı, elitist yaklaşımdan ziyade popülist olan, çok katmanlı yapısıyla ‘anything goes’ felsefesini benimsemiştir. Klasik tiyatroda katharsis ve mimesis geleneksel normlarla karşımıza çıkarken, postmodern tiyatroda bu iki olgu farklı biçimlere dönüşür. Yansıtma ve arınma durumu birinci derecede ilke değildir.

Tamer Temel’e göre 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan postmodern tiyatroda öne çıkan temalar birey ve toplum üzerinde etkiler bırakan destanlar ve

ayinlerden etkilenmiştir. Özne, merkez konumuna geçip yeni okuma ve sahneleme biçimleri ortaya çıkmıştır. Gelecekle ilgili planlar kurmak yerine yaşanılan çağ ele alınmıştır. Ayrıca akıl ve mantığın mutlak otoritesi gözden geçirilmiştir. Geçmişe duyulan özlem, Doğu-Batı mitolojileri, masallar, dinler felsefesi ve geçmişe dair anılar alıntılanmıştır (Temel, 2010: 126). Temel ayrıca postmodern tiyatronun başat özelliği olarak farklı kültürlerin “oyunculuk üsluplarına yer verme ve geleneksel

dramatik biçimlerle deneysel olanı bir arada kullanma ve aklın denetiminin olmaması” (Temel, 2010: 126) gibi nosyonları gösterir.

Olay dizisi ve konuşma kurgusunda alışılagelmiş düzen postmodern tiyatroda bir kenara bırakılır. Olaylar neden-sonuç çerçevesinde değerlendirilmez ve diyaloglarda mantık aranmaz. Ayrıca postmodern tiyatro inandırıcı olmak gibi klasik tiyatronun sahip olduğu bir misyon taşımamakla birlikte pek çok fantezi öğesine de yer vermektedir (Temel, 2010: 126). Böylece düş ve gerçek arasındaki çizgi bulanıklaşır ve iç içe geçer. Bu durum somut ve soyutun, hatta madde ve mistisizmin birlikteliğini ifade eden ve postmodern kuram için önemli bir kavram olan ‘Yeni Çağ’ (New Age) ile örtüşmektedir. Bu yüzden postmodern tiyatrodan herhangi bir mesaj beklentisi yoktur. Çünkü oyunun kendisi bir iletidir. Günümüz dünyasında sıkça görülen şizofrenik durumlar oyuna kesintili konuşmalar ve ani duraksamalar ile yansıtılır. Muğlâklık ve açık uçlu olma gibi unsurlara sıkça rastlanır (Temel, 2010: 126).

Özetle, postmodern tiyatro için zemin hazırlayan hareketler Sembolizm, Ekspresyonizm, Empresyonizm ve Dadaizm olarak görülmektedir. Kıyıcı Tiyatro, Absürt Tiyatro, modern danstaki ve 1950’li yıllardaki gelişmeler de postmodern tiyatronun oluşumunda pay sahibidir. Postmodernizmin tartışıldığı diğer alanlarda olduğu gibi tiyatroda da kavram modern karşıtlığı ya da modernizmin devamı olma bağlamında ele alınır. Modern tiyatro kendinden önce kabul gören anlayışı reddeder. Postmodern tiyatroda ise bu durum tam tersidir. Postmodern tiyatroda üslup genellikle suskunluktur. Sözün olduğu yerlerde ise alışılagelmiş düzen terk edilir. Kesik kesik konuşmalara ve şarkılara yer verilir. Masallar, destanlar, ayinler, dini ve mitolojik unsurlara göndermeler yapılır. Böylece postmodern felsefenin temel ilkesi

olan eklektisizm oluşturulmuş olur. Postmodern tiyatronun gerçeğe bakışı dönemin diğer sanat dallarıyla benzerlikler gösterir. Düş ve gerçek bütünleşir. Fantastik öğeler oyunda kendine yer edinir. Bu yüzden evrensel gerçeklerin hayatın sanatsal olarak yeniden temsiliyle mümkün olabileceğini savunan modernizmin aksine postmodernizm, seyirciyi sınırları önceden çizilmiş pasif bir nesne olmaktan kurtarır. Seyirci de oyuna dâhil edilir. Standart olay örgüleri ve karakter gelişimi anlayışı terk edilir. Seyirci her oyunda farklı anlamlar çıkarabilmektedir. Bu da tiyatroya çok katmanlı bir bakış açısı kazandırmaktadır. Ayrıca her oyunda performansa bağlı farklı sonuçların ortaya çıkması postmodern tiyatronun epik tiyatro ile ayrılan önemli bir yönüdür.