• Sonuç bulunamadı

Petrol Krizleri ve Keynezyen İktisadın Sonu

2.NEOLİBERAL İKTİSAT POLİTİKALARININ KÜRESEL İKTİSAT POLİTİKALARINA DÖNÜŞÜMÜ

2.3. Petrol Krizleri ve Keynezyen İktisadın Sonu

Street’en Washingtona yani Federal Hükümet’e kaymıştır. Buna ek olarak devlet, bizzat yatırımcı ve hizmet üretimi rolünü de yüklenmiştir.(Şaylan, 1995:59)

İkinci Dünya savaşı sonrasında dünya ekonomisinin 1929 bunalımına benzer bir bunalımı tekrar yaşamaması için, dünya ekonomisinin bir bütün olarak örgütlenip düzenlenmesi düşüncesi gündeme gelmişti. Bu düzenlemeyi yapmak amacıyla Bretton-Woods konferansı düzenlendi. Bu konferansta IMF ve IBRD (Dünya Bankası) adı altında iki küresel kurum oluşturuldu. Uluslararası Para Fonu uluslararası kambiyo hareketlerine, döviz kurlarına istikrar kazandırmakla görevlendirilmişti. Fon üye ülkelerin katkılarıyla oluşturulacak ve mali sıkıntıya düşen ülkelerin belli koşullar altında mali destek bulmalarına yardımcı olacaktı. Dünya Bankası ise özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonominin pazar ekonomisi doğrultusunda gelişmesini sağlamak üzere yapısal reformlara destek verecekti (Güvenç, 1998:34). Bretton Woods konferansında bu kurumların yanında, uluslararası para ve maliye sistemi de kuruldu. Bu sisteme göre dolarla altın sabit bir kurda birleştirildi.1 Altın standardıyla ilişkisini koruyan dolar dünya parası olma niteliğini kazandı.

Bundan sonra dünya ekonomisi ABD’nin hegemonyası altında oldukça uzun bunalımsız bir dönem yaşadı. Hükümetler keynesci ekonomik politikalar uygulayarak refah devleti niteliklerini pekiştirme yoluna gittiler. Bu dönemde refah devleti uygulamaları gelişmiş ülkelerde yaşam standartları bakımından önemli gelişmeler sağladı. Bu ülkelerdeki hızlı ekonomik büyüme, düşük işsizlik ve enflasyon oranları Keynezyen politikalara olan güveni pekiştirirken, sosyal refah harcamaları da ciddi bir sıkıntı yaratmıyordu.

1970’lere gelindiğinde endüstrileşmiş batı dünyasında o zaman dek görülmemiş olan bir kriz yaşanmaya başladı. Krizin ilk belirtileri ABD’nin ekonomik hegemonyasının sallanması ile ortaya çıktı. Amerikan ekonomisinde verimlilik ve kâr oranları düşüşe, fiyatlar ise tırmanışa geçmişti (Başkaya, 1997a:44).

1 Bretton Woods sistemi temelde bir ayarlanabilir sabit kur sistemidir. Her ülke ulusal parasının değerini ABD doları cinsinden tanımlamıştır. Bu kurlara parite adı verildi. Döviz piyasasında ulusal paraların değerinin parite etrafında yüzde bir oranında dalgalanmasına izin veriliyordu. Buna göre bir paranın piyasada alabileceği en yüksek değere “üst destekleme noktası”, en düşük değere de “alt destekleme noktası” deniyordu. Bu iki sınır arasında döviz kurları piyasadaki arz ve talep koşullarına bağlı olarak herhangi bir değer alabilirdi. Bu sistemde döviz kurlarının sabit tutulması merkez bankasının piyasa işlemleriyle gerçekleştirilmektedir. Merkez bankası bu görevi yerine getirebilmek için herşeyden önce yeteri kadar döviz rezervine sahip bulunmalıdır.

Ekonomistler, Amerikan ekonomisindeki bu krizi çeşitli nedenlere bağlayarak açıklamaya çalışmaktadır. Bir kısım ekonomist ve siyaset bilimci, savaştan sonra ABD’nin rekabet gücünün Japonya ve batı Avrupa, Özellikle Almanya Karşısında gerilediğini söylemiştir. Bunun göstergesi de Almanya önderliğindeki Batı Avrupa ve Japonya’nın dünya ticaretinde ABD’nin yerini giderek daha fazla tehdit etmeye başlamasıdır1 (Sönmez, 1998:152). Bir kısım ekonomist ise, Amerika’da başlayan krizi ekonomide verimlilik artışının azalması yada durması ile açıklamaya çalışmıştır. Diğer bir grup ise refah devletinin, yani pazara müdahale edilmesini ve devletin müdahalesi ile kaynakların bir bölümünün verimsiz bir biçimde kullanılmasının esas bunalım nedeni olarak yorumlamışlardır (Şaylan, 1995:79). Bazı ekonomistler ise bu gelişmede ekonomi dışı etkenlerin etkili olduğunu iddia etmişlerdir. ABD başkanı L.Johson’un 1964 yılında Vietnam’a müdahale kararı almasıyla Amerika üretken olmayan büyük bir mali külfet altına girmiştir. Vietnam savaşını finanse edebilmek için ABD dünya parası olan doların emisyonunu arttırmıştır. Uluslararası ekonomide Euro-dolar piyasası denen bir olgu doğmuştur. Bu piyasanın en iyi müşterisi ABD’dir ve %8’e kadar çıkardığı faiz oranıyla ülkesine çektiği dış dolarlar sayesinde yarattığı bir borç ekonomisi ile bu savaşı ve kamu açıklarını finanse ediyordu. Böylece ABD, dünyanın en borçlu ülkesi haline geldi. Nihayet 15 ağustos 1971’de altınla doların bağları kopmuştur. İki yıl sonra batılı dövizler dalgalanmaya bırakılmış ve uluslararası para sistemi yeni ve çalkantılı bir döneme girmişti (Timur, 1996:11).

1973 yılı ise başka bir açıdan uluslararası ekonomi için son derece önemli bir yıl olmuştur. Petrol üreten ülkeler karteli OPEC’in almış olduğu karar ile petrol fiyatları bir anda dörde katlanmıştır. 1978 yılında ikinci bir petrol şoku yaşanmış ve dünya bu büyük enerji sorununa çok hazırlıksız yakalanmıştır.

1971 yılında doların yaşadığı kriz, 1974 ve 1978 yıllarında yaşanan petrol şokları dünyayı önemli bir ekonomik bunalıma soktu. Bunalımın bir boyutunu durgunluk yani üretimin düşmesi oluşturmuş; özellikle sanayi üretimi 1970’li yılların ikinci yarısında her ülkede önemli oranlarda düşme göstermiştir. Bunalımın ikinci boyutunu ise fiyat

1 1950-73 kesitinde ABD’nin dünya ihracatındaki payı %32’den %20’ye gerilerken, İngiltere dışındaki önde gelen sanayileşmiş ülkelerin, özellikle dönemin AET’si ve Japonya’nın payları önemli 35

artışları (enflasyon) oluşturmuş; üretim düşmesine karşın bir fiyat patlaması yaşanmıştır (Şaylan, 1995:80).

Kendini sürekli fiyat artışları ve yükselen işsizlik düzeyi biçiminde gösteren krize karşı uygulanan keynezyen iktisat politikaları sorunu çözemiyordu. Çünkü durgunluk ile enflasyonunun bir arada yaşandığı, stagflasyon olarak adlandırılan bu durum keynesyen iktisat açısından ilk defa karşılaşılan bir durumdu. Keynezyen iktisada göre ekonomi daralırken işsizlik artacak, ekonomi genişlerken işsizlik azalacaktı. Enflasyon hızı ile işsizlik oranı arasında ters yönlü bir ilişki vardı (Savaş, 1997:796). Böylece hükümetler belli işsizlik ve enflasyon oranlarını hedefleyerek tüketim, yatırım ve harcama eğilimlerine, çarpan ve hızlandıran katsayılarına göre maliye politikalarını belirleyecekler, böylece hızlı ekonomik büyümeyi ve aşırı ısınmayı olduğu kadar, durgunlukları ve resesyonları da engelleyeceklerdi. Fakat 70’li yıllarda hükümetlerin ekonomik büyümeyi zorladıkça kamu harcamaları ve gevşek para politikaları işsizliği ve enflasyonu aynı yönde arttırıyordu. Bir taraftan büyüme oranları düşer, işsizlik artarken, diğer yandan da fiyatların tırmanışa geçmesi, Keynezyen iktisat literatüründe yeri olmayan bir durumdu.

Sözü edilen ekonomik bunalımın sosyo ekonomik hayattaki etkisi iki şekilde ortaya çıkmıştır. Bunalım, refah devleti anlayışının sorgulanmasına yol açmıştır. Devletin refah hizmetlerini üstlenmesinin, amaçlananın tam tersine sonuçlar doğurduğu belirtilmiştir. Örneğin, ABD’de başkan Johnson’un başlattığı yoksulluğa karşı savaş programının otuz yıllık uygulamaları yoksulluğu arttırmıştır 1(Bary, 1987:181). Refah devleti sistemi altında bir gruba yardım etmek için şekillendirilen bir politika aslında bu grubun büyümesini istemeden de olsa teşvik etmek riski taşımaktaydı. Böylece kişinin kendisinden sorumlu olduğu çalışma kültüründen, bireysel sorumluluğunun önemini yitirdiği, kişinin devlete bağlı olduğu bağımlılık kültürüne doğru bir geçiş meydana gelmiştir (Yıldırım, 2000:83).

ölçüde artmıştır. Başvurulan dönemde Almanya’nın payı %6’dan %19’a, Japonya’nınki %3’den %11’e sıçramıştır (Sönmez, 1998:12).

1Bu konuda önemli bir kriter gizli fakirlik yüzdelerindeki değişmeler, yani hükümet yardımı olmasaydı fakir olabileceklerin oranı olup, bu oran sosyal refah politikalarının kişilere bağımlılık kazandırmada ne ölçüde etkili olduğunu gösterdiği için önemlidir. 1972’de %19’dan gizli fakirlik oranı 1970’li yıllar boyunca giderleri federal devletçe karşılanan 44 temel sosyal refah programının uygulamaya konulmasına rağmen 1980’de %22’e yükselmiştir (Bary, 1987:181).

Geleneksel keynezyen politikaların sebep olduğu bu bunalımın aşılamaması, keynezyen politikaların iflasını teyit ederken, dünya ekonomisinin liberal bir eksene kaymasına sebebiyet verdi.