• Sonuç bulunamadı

Osmanlı ve Türkiye’nin serüveni de bir önceki bölümde çizilen çerçeveye uygun bir biçimde gerçekleşmiştir. Osmanlı’da milleti açıklarken, İlber Ortaylı, “her bir milletin kapalı bir kompartıman” oluşturduğundan bahseder. Bu kompartımanlaşma, ilk elde din üzerinde bina edilmekle birlikte aynı dine mensup ancak farklı mezhepten ya da farklı dilleri konuşan gruplar için de bir kapalılık hali içermektedir66. Devlet, tebaaya bakışında esas ölçütü Müslüman olup olmama temelinde inşa etmiş ve tebaasına yüklediği temel ödev olan vergiyi de bunun üzerinden şekillendirmiş olmasına karşın; bu gruplar için fark, yalnızca cizye ödemekle belirlenmemiş, dil ve mezhep açısından bir ayrım bu denli keskin olmasa da çizilmiştir. Bilindiği gibi, dilin bir iktidar tekniği olarak çıkışı 18.

yüzyıla denk gelmektedir. Devlet örgütlenmesinde gerçekleştirilmesi icap eden reformların arasında standart ve etkin bir lisanın oluşturulması fikri tartışılmıştır. I.

Meşrutiyetin ilanıyla Türkçe resmi dil haline gelmiş; dilin sadeleşmesi ve halkın da anlayabileceği şekilde reforme edilmesi düşüncesi belirginleşmiştir. Cumhuriyetin ilk senelerinde, Karaman havalisinde yaşayan ve anadili Türkçe olan Hıristiyanların mübadeleye tabi tutulması örneğinin de gösterdiği gibi din, temel belirleyen olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Bununla birlikte, 1921 Teşkîlât-ı Esâsîye’de resmi

65 Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, çev. Hülya Uğur Tanrıöver, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007, s.72.

Strateji ile ilgili tartışma için bkz. Michel de Certeau, Gündelik Hayatın Keşfi-I, çev. Lale Arslan Özcan, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2008, s.54-55.

66 İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğunda Millet”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 4, İstanbul, İletişim Yayınları,1985, s.996.

34

dil olarak Türkçenin belirlenmesi, 1934 Soyadı Kanunu ile Türkçe olmayan isimlerin yasaklanması ve zaman zaman yerel yönetimlerin Türkçe ’den farklı bir dil konuşanlara para cezası vermesi biçiminde kendini gösteren politikalar, dili yurttaşın içini dolduran asli unsurlardan biri olarak öne çıkarmıştır67. Bu bağlamda, resmi söylem açısından, Türkçe konuşmak ile Türk olmak arasında (burada hem bir yurttaşlık bağını hem de bir topluluğun parçası olmayı ima ediyorum) sıkı bir ilişki kurulduğunu söyleyebiliriz.

Rumca konuşmayı günümüze kadar sürdüren ve buna ek olarak kendisini Türk olarak tanımlayan Çaykara’daki iki dilli toplulukların (bazı köylerde çok yaşlı kadınlar hâlâ Türkçe konuşamamaktadır) bunu nasıl gerçekleştirdiklerini anlamak Türkiye’deki milliyetçilik çalışmalarına katkı sağlayacaktır.

Türkçe ile Türklük arasında kurulan, sözünü ettiğim bu bağ nedeniyle kendilerini Türk olarak tanımlayan bu kişilerin, evlerinde başka bir dil de konuşmaları ve bunun Türklüklerine dair bir sorun yaratıp yaratmıyor oluşu, araştırma için kafamı kurcalayan önemli meselelerden biri oldu. Bu yüzden, dil konusu, araştırmamın ve sorduğum soruların temelini oluşturdu. Araştırmanın ilk görüşmesi, Paçan/Maraşlı köyünden 2 erkek ve 2 kadından oluşan bir grup görüşmesiydi. En yaşlı görüşmeci 1935 doğumluydu, en genç görüşmeciyse 1995 doğumlu bir üniversite öğrencisiydi. İlk görüşmeden elde ettiğim belirgin sonuçlardan biri, Çaykara’daki köylerin dil ile kurdukları ilişkilerin ve bununla ilişkili olarak Türklük karşısındaki pozisyonlarının birbirinden farklı olmasıydı.

Diğerlerine göre daha yaşlı olan görüşmecilerimden ikisi bu köyde doğup büyümüşler, Rumcayı anne ve babalarından öğrenmişlerdi. Ailelerinin ise Rumcayı, uzun süre evvel bölgede yaşamış ama artık burada bulunmayan Rumlardan öğrendiklerini ifade ediyorlardı. Ancak Rumların gidişinden sonra, hatta şu an için dahi Rumcayı

67 M. Berk Balçık, “Milliyetçilik ve Dil Politikaları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Milliyetçilik, (ed.) Tanıl Bora ve Murat Gültekin, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 779-786.

35

konuşabilmelerinin kendi etnik kökenlerine ilişkin bir soru işareti yaratıp yaratmadığını ima eden sorular karşısında Rumcayı iyi bilmediklerini ve yoğun olarak konuşmadıklarını belirttiler. Ayrıca “sohbet dili” Rumca olan köylerin olduğunu ve bu köylerde yaşayanların kendilerinden daha iyi ve yoğun biçimde Rumca konuştuklarını söylediler.

Bu anlatı, etnik kimliğin tutarlı ve sabit olmadığının, tersine her daim bir ilişkisellik içinde kurulduğunun ve bu ilişkilerin dayattığı durumlara göre içeriğinin sürdürüldüğünün ya da yeniden düzenlendiğinin çok açık bir göstergesidir.

Bu köydeki kişiler kendilerini, Rumca’yı “sohbet dili” Rumca olan köylerden daha az kullanmaları, bu sebeple da bu tarz sorular karşısında Türklüklerinin onlardan daha az şüpheli olması üzerinden kurmaktadırlar. Hiyerarşik olarak kendilerinden aşağıda olduğunu düşündükleri bir ötekini gösterme stratejisiyle sorular karşısında oluşabilecek zafiyetlere engel olmaktadırlar68. Burada önemli olan husus, bölgede Rumcayı kullanmak Türk olmamak anlamına gelmemekte, fakat diğerine göre daha az Rumca konuşmak Türklüğü güçlendirmektedir. Görüşmecilerin, köylerinde “sohbet dili” olarak Türkçenin tercih edildiğini ve daha az Rumca konuşulduğunu göstermesi, bu durumdan Rumca konuşanlara göre daha fazla Türklük üretmelerini sağlamaktadır. Bununla birlikte,

“sohbet dili” Rumca olan köyler de anadil ya da etnisiteye referans verilmediği ölçüde, Türklüğün sınırları içinde tutulmaktadır69. Burada Türk hissetme durumu, Ayşe Serdar’ın

68 Buna çok benzer bir strateji ile alan çalışmasında esnasında Meeker’ın da karşılaştığını görüyoruz.

Çalışmasını yaptığı dönemde, yasak olan fakat bölgede bir şekilde sürdüğünü düşündüğü dini eğitim ile ilgili sorduğu ısrarlı sorular karşısında din üzerinden verdiği cevap benim çalışmamda dil ile ilgili aldığım cevaplara oldukça benzemektedir: “Evet, Çaykara'da (Of kasabasına bağlı bir birimdi, 1948 de ayrı bir idari birim statüsü kazandı) medreseler vardı fakat artık yok, hem zaten burada (Of 'ta) yoktu” (Meeker, a.g.y., s.53).

69 Karşılaştırma için Trabzon’a uzaklığı 48 km, rakımı 20 m olan ve Rumcanın konuşulmadığı Vakfıkebir’de doğmuş bir kişi ile yaptığım görüşmede meselenin bu kadar incelikli olmadığını fark ettim.

36

“Yerel ve ulusal ölçekte Lazlığın etnik sınırlarının yeniden inşası: Dil, hafıza, kültür”

makalesinde belirttiği Lazlık hallerinden farklıdır. Serdar, Lazlar için Türklüğün etnik ve ulusal olmak üzere farklı derece ve biçimlerinden bahseder. “Lazlık etnik olarak Türklükten kendini ayrıştırırken, çoğu Laz kendisini ulusal olarak Türklüğün içinde görmektedir”70. Benim çalışmamdaki görüşmeciler (özellikle erkekler) ise büyük oranda etnik aidiyetlerini vurgulamışlardır (soyağacı ve nereden göç ettiklerini belirtme gibi).

Laz olmanın Lazca konuşma ile doğrudan bağlantısı kurulurken Rumca konuşmak, Çaykara örneğinde, görüşmeciler açısından genellikle böyle bir anlam ifade etmemektedir.

İlk görüşmeden sonra araştırmamı yeniden gözden geçirerek, ilk görüşmecilerin kendi Türklüklerini meşrulaştırmada öteki olarak kurdukları “sohbet dili” Rumca olan köydeki insanlarla da görüşme yapmaya karar verdim. Zira Paçan/Maraşlı köyünün ötekisi olarak konumlandırılan köylerde yaşayan insanların kendi etnik kimliklerini nasıl kurdukları, hâkim Türklük anlatısıyla nasıl bir ilişki geliştirdikleri, Rumca konuşmalarını nasıl açıkladıkları gibi konuların incelenmesinin önemli olduğunu düşündüm. Bu nedenle çalışma Paçan/Maraşlı ’ya en yakın köylerden biri olan ve sohbet dili Rumca olan Anaso/Çambaşı ile devam etti ve kullanılan bu stratejinin ne kadar yaygın olduğu anlaşıldı.

Anaso/Çambaşı gerçekten de Paçan/Maraşlı’ya göre Rumcanın daha yoğun olarak konuşulduğu ve aktarımın Paçan/Maraşlı’ya göre iki kuşak sonrasına kadar devam ettiği

O görüşmeci, Çaykara’da Rumluk olduğunu ve Rumca konuştukları için böyle söylediklerini ifade etmiştir.

Fakat burada da Rum olmanın Kürt ya da Ermeni olmak ile aynı anlama gelmediğini ve bir tehdit yaratmadığını belirtmiştir.

70 Ayşe Serdar, “Yerel ve Ulusal Ölçekte Lazlığın Etnik Sınırlarının Yeniden İnşası: Dil, Hafıza, Kültür”, Mülkiye Dergisi, 39 (1), s.93.

37

bir köy. Örneğin, Paçan/Maraşlı’da altmış beş yaş ve üzeri Rumcayı hem anlayabiliyor hem konuşabiliyor, onların çocukları genellikle anlayabiliyor, fakat konuşamıyor, bir sonraki kuşak ise hiç anlayamıyorken Anaso/Çambaşı’nda genç kuşak konuşamıyor olsa bile Rumcayı anlamaktadır. Bu köyden bir görüşmecinin Rumca öğrenme sürecine dair söyledikleri aslında farklılığı açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Siz çocuklara – bardağı gösteriyor- bu bardak diyorsunuz Türkçe ama büyüklerinizden biri sizden bardağı Rumca istediğinde çocuk ikisini birden öğreniyor”. Anaso/Çambaşı’ndaki görüşmeciler her ne kadar Paçan/Maraşlı’ya göre daha fazla Rumca konuştuklarını kabul etseler de onlar da kendilerinden daha fazla Rumca konuşan başka bir köyü, Ogene /Köknar-Karaçam’ı işaret ettiler. Bu işareti takip ederek gidilen Ogene/Köknar-Karaçam’da, görüşmecilerin iddia ettiği gibi, Anaso/Çambaşı’na göre Rumcanın daha fazla konuşulduğu tespit edilmekle beraber Ogene/Karaçam’daki bir görüşmecinin söyledikleri kullanılan strateji açısından dikkate değerdir: “Biz buraya başka bölgelerden geldiğimiz için –Türklük vurgusunu güçlendiriyor- kullandığımız Rumca Türkçeleşmiş ve bozulmuş, asıl Rumca konuşanlar Tonya’da”.

Tonya’da, Rumca ile ilgili yapılan bir belgeselden anlaşıldığı kadarıyla orta yaş ve üzeri kişiler Türkçeyi okulda öğrenmişler, ancak genç kuşak Türkçeyi anadili olarak öğrenmeye başlamıştır71. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, Tonya’da aktarımın ve kullanımın daha yoğun olduğu bir Rumca ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz, fakat ben burada görüşmecilerin söylemlerinin stratejik birer hamle olduğunu ve bu stratejinin bir ötekini göstererek Türklüğü pekiştiren ve sonrasında bunu da aşan bir sonucunun olduğunu düşünüyorum. Fark edileceği üzere, Rumca konuşmak sürekli olarak bir ötekine ve bir ötekine havale edilerek en sonunda Çaykara’nın dışına atılmış

71 Erman Sağıroğlu, “Romeika (Rumca, Ponteika) Belgesel”, 2014, https://www.youtube.com/watch?v=-LHhSK5SsYo, (06.08.2019).

38

ve belirsizleştirilmiş oluyor. Buna çok benzeyen bir stratejinin Meeker’ın Of’ta yaptığı bir görüşmede de ortaya çıktığını görüyoruz. Meeker Of’ta yaptığı alan çalışması sırasında dışarıda kendisine “Hoca” diye tanıtılan ve kendi ifadesiyle “Türkiye Cumhuriyeti geleneklerine uygun giysiler giymeyen” kişilerden bahseder. Takkeli ve uzun sakallı bu kişiler hakkında kendisi okul memuru olan bir görüşmecisine sorduğu sorular karşısında görüşmecinin öncelikle şaka yaparak bu konuyu önemsizleştirmeye çalıştığını daha sonrasında ise hocaların geçmişte kaldığını var olan hocaların ise Of’ta değil Çaykara’da bulunduğunu söylediğini aktarır. Bu görüşmeciye göre, bir şekilde Of’ta kalmış olan hocalar ise oldukça önemsizdir 72. Görüldüğü üzere bu strateji, benim öncelikle Paçan’da karşılaştığım dili nereden öğrendiğini hatırlayamama, kendi konuştuğu Rumca’nın oldukça bozulmuş bir Rumca olduğu ve bu nedenle de önemli olmadığı dolayısıyla Rumca konuşanlar aranıyorsa başka yerlere bakılması gerektiği söylemleriyle paralellik göstermektedir. Hem Of hem de Çaykara’da “makbul vatandaş”ın çizildiği sınırların dışında kaldıklarını ima eden sorular karşısında, görüşmeciler oyunun kurallarını bildiklerini ve dahası kabul ettiklerini gösteren cevaplar vermişlerdir. Kendi durumlarını sağlamlaştıran ve/veya güçlendiren imkânları manipüle ederek bir oyun ya da hesaplaşmanın içindedirler. Bu oyun ve hesaplaşma, doğal olarak güçler arasındaki ilişkileri işaret eder, ancak söz konusu ilişkiler bir erk öznesinin hem oyun içindeki kişiler nezdinde hem de nesnel olarak varlığını ve kabulünü içerir. Çünkü strateji erkin varlığının ön koşulu ve tanınması ile işlemektedir. Erk öznesinin çoğu kere fark edilemeyen güçleri ile nüfuzu altına aldığı mülklerden, “zayıf olanın” farklı türdeki oyunlarıyla yararlanması, belki de bir kısmını kendine mal etme hamlelerinden oluşur73. İçinde bulundukları coğrafyada, makbulün sınırlarında gezen bu görüşmeciler, makbul olmayan bir ötekini göstererek ya da inşa ederek kendi durumlarının bir tehlike

72 Meeker, a.g.y., s.64.

73 Certeau, a.g.y., s.112,115.

39

yaratmasının önüne geçerler. Bölge insanın Rumca ile ilişkisine dair geliştirdiği stratejilerinin dışında, alan çalışmasında yer alan köylerin, Rumca konuşmasını etkileyen dışsal etmenleri tespit etmeye çalıştığımızda ilk elde en belirleyici olarak coğrafyayı göstermemiz yanlış olmaz.