• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devlet adamlarında özellikle Rum isyanı büyük bir şaşkınlık ve öfkeye sebep oldu. Balkanlarda her geçen gün genişleyen isyan hareketinin, sadece Batılı ülkelerin tahrik ve desteğinden kaynaklanmadığı reaya arasında da devlete karşı bir memnuniyetsizliğin olduğu anlaşıldı. Klasik dönem millet sistemi anlayışının gayrimüslimleri tatmin etmediği görüldü. Fransız İhtilâli’nin yaydığı fikirler gayrimüslim tebaa üzerinde etkili olmuş ve hakim 8 Robert Mantran, "Doğu Sorunu'nun Başlangıçları (1774-1839), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c.II, Haz. R. Mantran, çev. Server Tanilli, Cem Yay., İstanbul 1995, s. 33

9 Diran Kelekyan, 19. Asırda İçtimâ-i ve Siyasî Avrupa, Dersaadet 1330, s. 627

millet anlayışını devam ettirmeyi imkansız bir hâle getirmişti .11 Osmanlı Devleti’nin güç

kullanarak Balkanlardaki hâkimiyetini uzun süre devam ettiremeyeceği anlaşılmış oldu. Bu durum Osmanlı devlet adamlarını yeni arayışlara itti. Devletin bekası için bir siyasi çözüm üretilmeliydi.

Sultan II. Mahmud 1826 yılından itibaren önemli reformlar gerçekleştirdi. Bir yanda Rum isyanı, ardından Mısır sorunu ile uğraşan Sultan diğer tarafta devletin bekasını temin edecek askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik alanda önemli yenilikler gerçekleştirdi. Sultan Mahmud devlet bünyesi ve sosyal yapıda değişimin önünü açarak gayrimüslimlerin siyasal ve kültürel statülerinde bir takım değişiklikler yapılması için ilk çalışmaları başlattı. Bu durum Osmanlı Devleti'nin klasik hukuki yapısında bir değişimi zorunlu hale getirdi. Osmanlı Devleti'ndeki gayrimüslim ve Müslüman toplumlar arasındaki siyasal ve toplumsal sınırlar yeniden belirlenmeye başladı. Gayrimüslim tebaayı mutlu edecek, siyasi, idari, eğitim, hukuk alanında yeni düzenlemeler yapıldı.

Sultan II. Mahmud öncelikle Hıristiyanların dini kurum inşa etmelerinin önündeki engelleri kaldırdı hatta kiliselere maddi yardım sağlayarak yeni bir dönem başladığını müjdeledi. Sultan 1837’de yabancı elçilere “Ben tebaamdan Müslüman’ı camide, Hıristiyan’ı kilisede, Musevi’sini de havrada fark ederim, aralarında başka bir fark yoktur. Cümlesi

hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır” 12 dedi. II. Mahmud

Müslümanlar ile gayrimüslimleri birbirine yaklaştırmak için büyük çaba gösterdi. Sultan müsadereyi kaldırırken, “bundan böyle Müslümanlara ve reayaya tatbik edilmeyeceği”ni belirtmişti .13 Osmanlı Devleti gayrimüslim tebaa ve yabancı ülke temsilcileriyle

gerçekleştirdiği görüşmelerde her fırsatta yeni bir dönem vurgusu yapıyordu.

Sultan II. Mahmud’un getirdiği bu yeni anlayış, Tanzimat bürokrasisi tarafından da kabul gördü. Tanzimat Fermanı'nın ilanı esnasında hazır bulunanlar arasında padişah ve bakanların yanı sıra gayrimüslim cemaat temsilcileri ile yabancı elçiler de vardı. Tanzimat Fermanı Sultan Mahmud’un başlattığı reformların daha da genişletilerek devam edeceğini gösteriyordu. Osmanlı uyruğu altında bulunan halkın, din farkı gözetilmeksizin aynı hukuki hak ve güvencelerden yararlanacağı vaat edildi. Bu durum şer’i hukuktan sapma ve Batılı tarzda hukuki yapıya yönelik bir işaret olarak kabul edilebilir.

Devlet adamları Tanzimat ruhunun halk tarafından anlaşılması ve yeni dönemin halk tarafından sahiplenilmesi için çaba gösterdiler. Müslüman ile gayrimüslimin kanun önünde eşit olduğu prensibinin benimsenmesi için padişah ve sadrazam büyük çaba gösterdi. Sadrazam Rıza Paşa, ülkenin farklı coğrafyalarından gelen farklı cemaat mensuplarına hitaben, “Müslüman, Hıristiyan, Musevi hepiniz bir hükümdarın tebaası, bir pederin evladısınız. Padişah efendimiz bilcümle, tebaasının ırz, namus, can ve malını taht-ı temine alan kavaninine memalik-i şahanelerinin her tarafında harfiyen riayet edilmesi azm-i kat’isinde bulundukları için içinizden düçar-ı zulm ve gadr olan kimseler varsa hemen meydana

çıksınlar; lazime-i adaletin icrasını talep etsünler” dedi .14

11 Şerif Demir, “Tanzimat Döneminde Bir Devlet Politikası Olarak Osmanlıcılık”, Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 29, (2011), s. 334

12 Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, İstanbul 1339, s. 65

13 Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1839-1914), TTK yay., Ankara 1996, s. 41

14 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri (1789-1856), c.V, TTK yay. Ankara 1994, s.71

Osmanlı Devleti Müslüman gayrimüslimler arasındaki eşitlik prensibini hayata geçirecek adımlar atmaya başladı. Öncelikle sancaklarda ardından eyaletlerde Müslüman ve gayrimüslim üyelerden oluşan meclisler kuruldu .15 Böylece gayrimüslimler, yönetime

katılarak ve yaşadıkları bölgelerin sorunlarına çözüm üretme imkânı buldular.

1840 Ceza Kanunnamesi’nin girişinde kanun önünde bütün yurttaşların eşitliğine vurgu yapılması16 son derece önemlidir. Batılı tarzda hazırlanan bir kanunname, tebaanın

aynı kanunlardan faydalanacağının belirtilmesi ve bütün tebaanın eşitliğinin açık bir ifadesi vardır. Aynı yıllarda İstanbul’dan taşradaki Valilere gönderilen bir genelgede genelgede “icrâi adâlet ve celb-i kulûb-i tebaa ve raiyyetle idâre-i hükûmet olunması … reâyânın mümkün mertebe hoş tutulup elden geldiği ve Şer’i şerifin mesag olduğu derece her sınıf tebaa-i devlet-i aliyyenin hukuk-i nefsiyye ve maliye ve ırziyyelerinden dolayı hüsn-i himâyet ve siyânet” olunmalarını bildiriyordu.17 Böylece Rus tahriklerinin boşa çıkarılacağı ve devletin

parçalanmasının engelleneceği düşünülüyordu.

Sultan Abdulmecid reformları yakından takip ediyor, gerçekleştirilmesi için büyük çaba sarf ediyordu. Padişah her eyaletten bir Müslüman ve bir zımmî delegeden oluşan iki kişinin İstanbul’a gönderilmesini fermanla talep etti. İki aydan fazla İstanbul’da kalan iki kişi daha evvel vilayetlerde yapılanlar hakkında detaylı bilgi verdiler ve çeşitli ihtiyaçlarının gerçekleşmesini istediler. Daha sonra eyaletlere komisyonlar gönderilerek taşradaki sosyal yapıda yapılan reformlar yakından takip edilmeye çalışıldı .18

1846'da Sultan Abdulmecid din ve inançla vatandaşlığın ayrı işler olduğunu, farklı dini inançların aynı ülke aynı hükümet altında yaşadığını ve ayrımcılığın yanlış olduğuna dikkat çekti.19 Osmanlı Devlet adamları reformları sürdürmek, sosyal yapıda ki dini gruplar

arasındaki farklılıkları kaldırmakta kararlıydılar. Fakat bu durum klasik yapıdaki zimmî anlayışını aşan, laik bir yapıya doğru gidişi göstermekteydi.

1856 Islahat Fermanı’yla İslam hukukunun gayrimüslimlere tanıdığı hukuki esaslar aşıldı. Artık İslam anlayışına ve Kur'an'a atıf yapan bir düzen yerine gayrimüslimleri Müslümanlarla eşit vatandaşlığa taşıyan ve onlara yeni haklar veren bir anlayış ortaya çıktı.

Gayrimüslimlerin ruhban sınıfına ait dünyevi yetkiler kaldırıldı. Devletin alacağı vergiler yeniden düzenlenerek Müslümanlar gibi vergi ödemeleri imkânı getirildi. Gayrimüslimlerin yaşadığı bölgede ihtiyaç olması halinde dini ibadethaneler yapılabilecek ve devlet buna ekonomik destek sağlayacaktı. Gayrimüslimlere yönelik din ve mezhep ayrılığından kaynaklanan her türlü onur ve gurur kırıcı ifade yasaklandı. Gayrimüslimlere ehliyet ve yeteneklerine göre devlet hizmetinde vazife alabilme imkânı sağlandı. Askeri okullarda dâhil tüm okullardan faydalanma hakkı tanındı. Artık gayrimüslimler de Müslümanlar gibi orduda istihdam edilebileceklerdi. Gayrimüslimlere idarede görev almanın yolu açıldı. Medeni hukukta da gayrimüslimlerin lehine bir takım iyileştirmeler sağlandı. Kısacası Islahat Fermanı’yla gayrimüslim tebaa ile Müslüman tebaa arsındaki sosyal ve hukuki alandaki farklılıklar iyice azaltıldı .20

15 G. Bozkurt, a.g.e., s. 43

16 Paul Dumont, “Tanzimat Dönemi 1839-1878” Osmanlı İmparatorluğu Tarihi”, c.II,Haz. R. Mantran, çev. S. Tanilli, Cem yay., İstanbul 1995, s. 81

17 Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Belleten, XXXVIII/112 Ankara 1964, s.621

18 G. Bozkurt, a.g.e., s. 43

19 Halil İnalcık, From Empire To Republic Essays on Ottoman and Turkish Social History, The Isis Press, İstanbul 1995, s. 275-276

Islahat Fermanı tamamen gayrimüslimlere yönelik ve dönemini aşan son derece ciddi ve önemli bir değişim projesiydi. Islahat Fermanı’nın sağladığı imkânlar 1876 Kanun-u Esasi ile anayasal bir güvenceye kavuşturuldu. Anayasanın 8. Maddesi, "Devleti Osmaniye tabîyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise bilâ istisna Osmanlı tabir olunur " demektedir. Anayasanın 11. Maddesi "Devleti Osmaniyenin dini islâmdır. Bu esası vikaye ile beraber asayişi halkı ve adab-ı umumiyeyi ihlâl etmemek şartile memaliki Osmaniyede maruf olan bilcümle edyanın serbesti-i icrası ve cemaat-ı muhtelifiye verilmiş olan imtiyazat-ı mezhebiyenin kemakân cereyanı Devletin taht-ı himayetindedir" denilerek devletin resmi dininin İslam olduğu vurgulanmakla birlikte kamu düzenini bozmayan her türlü din ve mezhep himaye altına alınmıştı. 19. Madde, "Devlet memuriyetinde umum tebaa ehliyet ve kabiliyetlerine göre münasip olan memuriyetlere kabul olunurlar".

Böylece gayrimüslimlere kabiliyet ve yeteneklerine göre devlet hizmeti açıldı. Anayasanın 25. Maddesi, "Bir kanuna müstenit olmadıkça vergi ve rüsumat nâmı aherle hiç kimseden bir akçe alınamz" şeklindedir. Böylece gayrimüslimlerin en fazla şikâyet ettikleri vergi eşitsizliği giderilmiş oldu .21

Osmanlı Devleti'nin gayrimüslimlerin sosyal, siyasal ve hukuki yapılarındaki değişim II. Mahmud ile başlayarak Islahat Fermanı ile önemli bir aşamaya ulaştı. Kanun-u Esasi ile anayasal güvence altında daha da genişletildi. Fakat bütün bu gayretler hiç bir zaman devletin beklediği takdiri görmedi. Gayrimüslimler bağımsızlık taleplerinden hiç vazgeçmediler. Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim politikasındaki değişim, devletin temel hukuki yapısındaki değişiklikler gayrimüslimleri tatmin etmedi ve iç isyanlar, ayrılık talepleri devam etti.

1878 Berlin Anlaşması’yla Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlığını kazandı. Bulgaristan bağımsızlık yolunda önemli bir adım attı. Bosna Hersek Osmanlıdan koparıldı. Böylece Osmanlı Devleti’nin Balkan coğrafyası büyük ölçüde parçalanmış oldu. 1801 Sırp İsyanı ile başlayan süreç 77 yılda bağımsızlıklarla tamamlanmıştı. Osmanlı Devleti'nin bütün gayretleri gayrimüslimlerin bağımsızlık isteklerinden vazgeçmelerini sağlayamadı.

SONUÇ

XIX Yüzyıl Osmanlı Devleti ve Batılı ülkeler için yoğun iç ve dış gelişmelerin yaşandığı bir zaman dilimi oldu. Osmanlı topraklarında Fransız İhtilâli’nin yaydığı fikirlerin gayrimüslim toplum üzerindeki etkilerine Batılı ülkelerin desteği de eklenince isyan hareketleri peş peşe geldi.

Osmanlı Devleti dış müdahale ve baskılara karşı denge politikasıyla zaman kazanmaya çalışırken, devletin temel alanlarındaki aksaklıkları gidermek için reformlar yapmaya çalıştı.

Osmanlı Devlet adamları içinde ilk kez II. Mahmud'la birlikte sosyal yapıya önem verilmeye, toplumsal birlik ve beraberliği sağlayacak adımlar atılmaya başladı. Çünkü gayrimüslimler klasik dönemdeki sosyal ve dini yapıya yönelik eleştiriler getirmeye başladılar.

Osmanlı Devlet adamları dış baskılar, iç talepler ve devletin içine düşmüş olduğu zaafiyeti de düşünerek sosyal ve dini yapıda değişim ve dönüşüme önem verdiler. Tanzimat devrinde Sultan Abdulmecid ve Mustafa Reşid Paşa, Islahat Fermanı'yla Âli ve Fuad Paşa Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında zimmî hukuktan kaynaklanan farklılıkları kaldırmaya çalıştı. Böylece ortak vatan etrafında ortak bir halk inşa etmeye gayret gösterdiler.

Tanzimat Fermanı ile başlayan yeni dönemden Müslüman halkın yanında gayrimüslimlerinde aynı ölçüde faydalanması söz konusuyken. Islahat Fermanı'yla birlikte sadece gayrimüslimlere yönelik Batılı elçileri şaşırtacak ölçüde bir anda sınırsız ve geniş imkânlar tanındı. Kanun-u Esasi'nin birçok maddesi gayrimüslim tebaanın haklarını anayasal güvence altına aldı. Bu süre zarfında gayrimüslimlere daha evvel kapalı olan askeriye, idare ve bürokrasi sahalarında hizmet etme imkânı tanındı. Birçok gayrimüslim bu imkânları kullanarak Osmanlı Devlet yönetiminde üst düzey görevlere geldi.

II. Mahmud'un başlattığı ve takipçilerinin sürdürdüğü sosyal ve dini yapının yeniden düzenlenmesi, gayrimüslimlerin sosyal ve siyasi yapılarındaki değişim başarılı olamadı. Öncelikle böyle bir değişime gayrimüslim grupların din adamları tepki gösterdiler. Ayrıcalıklı konumunu kaybetmek istemeyen ruhban sınıfı değişimden rahatsız oldular. Gayrimüslim halk devletin yeni politikasını samimi bulmadı. Osmanlı Devleti'nin zor bir döneminde yaptığı bu değişimin, gayrimüslimleri kandırmak ve bu zor zamanı atlatmak için yapılan bir oyun olduğu fikrine kapıldılar. Müslüman halk başından itibaren rahatsızdı. İslam anlayışının bir sonucu olan zımmi hukukundan sapma olarak gören Müslüman halk bu durumu hiç bir zaman kabullenemedi. Osmanlı Devleti'nin bu yeni uygulamaları halk tarafından benimsenmeyince başarılı da olamadı.

Osmanlı Devleti'nin çaba ve gayretleri başarılı olmadı. 1801'de başlayan ilk isyan hareketi 1878'de neredeyse tüm Balkan coğrafyasının Osmanlı' Devleti’nden kopmasıyla neticelendi. Balkan Savaşları sonrasında parçalanma çok daha derin ve acı oldu.

KAYNAKÇA

ABDURRAHMAN ŞEREF EFENDİ, Tarih Musahabeleri, İstanbul 1339 BERKES, Niyazi, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı yay., İstanbul 1978

BOZKURT, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu

(1839-1914), TTK yay., Ankara 1996

DAVİSON, Roderic H., “Turkish Attitudes Concerning Christian-Muslim

Equality in the Nineteenth Century”, The American Historical Teview, Vol.59, No.4 (Jul

1954), pp.844-864

DEMİR, Şerif, “Tanzimat Döneminde Bir Devlet Politikası Olarak Osmanlıcılık”, Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 29, (2011), s. 331-348

DUMONT, Paul “Tanzimat Dönemi 1839-1878” Osmanlı İmparatorluğu

Tarihi”, c.II, Haz. R. Mantran, çev. S. Tanilli, Cem yay., İstanbul 1995, s. 59-143

DÜSTUR, Birinci Tertip, c.IV, s. 4-5

İNALCIK, Halil "Türkiye ve Avrupa Dün Bugün", Doğu Batı, S.2 Şubat-Mart- Nisan 1998, s. 7-29

..., “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Belleten, XXXVIII/112 Ankara 1964, s.603-622

..., From Empire To Republic Essays on Ottoman and Turkish Social History, The Isis Press, İstanbul 1995,

..., “Türkler ve Balkanlar”, Balkanlar, Eren Yay., İstanbul 1993, s.9-34 ..., "Şark Meselesi", Türkiye Defteri, S.18 (1975), s. 565-571

KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri

(1789-1856), c.V, TTK yay. Ankara 1994

KELEKYAN, Diran 19. Asırda İçtimâ-i ve Siyasî Avrupa, Dersaadet 1330

MANTRAN, Robert "Doğu Sorunu'nun Başlangıçları (1774-1839), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c.II, Haz. R. Mantran, çev. Server Tanilli, Cem Yay., İstanbul 1995, s. 7-57

MUSTAFA NURİ PAŞA, Netayiç'ül Vukuât, Yay. N. Çağatay, III-IV, TTK yay., Ankara 1980

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye'nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, Arba Yay., İstanbul 1996.

SASON ERMENİ İSYANI’NDA HALİLÊ BİŞAR VE ANTRANİK

PAŞA MÜCADELESİ

MUAMMER ULUTÜRK*

NİHAT ÇELİK**

* Yrd.Doç.Dr, Batman Üniversitesi, Tarih Bölümü,

** MEB Öğretmen, Batman Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi

ÖZET

Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğunda XIX. Yüzyılın son çeyreğinde yaşanan Ermeni isyanlarından biri olan İkinci Sason isyanında önemli bir rol oynayan Taşnak liderlerinden Antranik Ozanyan’ın isyan öncesi Sason bölgesindeki faaliyetleri ve bu çalışmalarına karşı Müslüman kesimin liderliğini yapacak olan ilçenin ileri gelenlerinden aşiret lideri Halile Bişar arasında yaşanan mücadele işlenecektir. Serop Ağpür adlı Taşnak liderinin Halil tarafından öldürülmesi ve olay sonrası Taşnakların lideri olan Antranik Paşa’nın bu olayın intikamını alma süreci farklı perspektiflerden ele alınacaktır.

Konu ile ilgili bilgilere ulaşmak için Antranik Ozanyan hakkında kaleme alınmış eserlerden, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde konu ile ilgili belgelerden istifade edilmiştir. Ayrıca Sason özelinde olayın cereyan ettiği bölgede yaptığımız sözlü tarih çalışmasından elde ettiğimiz bilgilerin karşılıklı mukayesesini ve bunun sonucunda elde ettiğimiz ilginç bilgileri aktarmaya çalışacağız.

A. BERLİN KONFERANSI SONRASI ERMENİLER

1789 yılında yaşanan Fransız ihtilali sonrasında ortaya çıkan milliyetçilik rüzgârı dünyada tüm hızıyla esmeye başlayacak ve XIX. yüzyılın başlarında dünya siyasetinde halen asli oyun kurucularından olan Osmanlı İmparatorluğu bu milliyetçilik rüzgârının yıkıcı etkisinden en fazla etkilenen devletlerden biri olacaktır.

Osmanlı Devleti’nin yüzyıllardır tesis etmiş olduğu Osmanlı Barışı (Pax Ottoman), bu yüzyılın başından itibaren çatırdamaya başlamıştır. Osmanlı bünyesinde birlikte yaşamış olan azınlıklar sırayla Osmanlı Adasını terk etmeye başlayacaklardır. Azınlıkların Osmanlı Devleti’nden ayrılma sürecinde en sona kalan gayrimüslim cemaat de Ermeniler olacaktır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra 1878 yılında düzenlenen Berlin Konferansı esnasında yaşananlar Ermeniler için bu süreci hızlandırmıştır. Berlin Konferansı’nın 61. maddesi ile Ermeniler ilk defa büyük devletlerin ilgi alanına girmiş oluyordu. Avrupalı Devletler Osmanlı Devletinden Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde ıslahat yapmasını ayrıca Kürt ve Çerkez saldırılarına karşı gerekli tedbirleri almasını istiyordu. 1 Bu madde, beklentileri yüksek olan Ermenileri hayal kırıklığına uğratmıştır.

Ermenileri temsilen konferansa giden Ermeni Patriği Hırımyan’ın, Berlin Konferansı dönüşünde yaptığı vaazdan şu ifadeler yaşanan hayal kırıklığını ve cemaat olarak ne yapılması gerektiği konusunda ilerde yaşanacakların habercisi gibidir:

“Berlin’de ölü ruhu için helva dağıtıyorlarmış, beni de Ermenilere düşen payı alıp getirmek için gönderdiniz. Ben de kabımı alarak koştum. Gördüm ki Sırplar, Karadağlılar, Yunanlar, Bulgarlar, Romenler yanlarında asılı demir kepçelerle kaplarını doldurdular, hisselerini aldılar, götürdüler. Siz ise, bana kepçe yerine kâğıt verdiniz. O kâğıt parçasını sıcak helvaya ne kadar

soktum ise kâğıt da o kadar ıslandı. Nihayet düştü, dağıldı. Bende boş bıraktım, geldim.”2

Berlin Konferansı sonrası Osmanlı Devleti’nde, Avrupa’yı tanıyan, Bulgar, Yunan, Sırp gibi milletlerin hangi yol ve yöntemlerle Osmanlı Devletine karşı mücadele ettiğini bilen milliyetçi Ermeni gençler, kendi milletlerinin kaderini belirlemek için siyasi faaliyetlere başlarlar.

Ermeni milliyetçisi gençler ayrılıkçı siyasi faaliyetlerini Ermeni nüfusunun görece fazla olduğu Doğu Anadolu’da başlatırlar.

B. SASON BÖLGESİNİN ÇALIŞMA ALANI OLARAK SEÇİLME