• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. CUMHURİYET’İN DEVRALDIĞI MİRAS

2.3. Osmanlı’da Sanayi

Avrupa’nın 18. yüzyılda gerçekleştirdiği siyaset ve sanayi devrimi, bileşik bir yapı oluşturarak Avrupa’yı tümden değiştirmiş, ekonomi ve siyasaca büyük bir güç haline getirmişti. Doğal olarak Avrupa’nın içlerine kadar nüfuz etmiş Osmanlı Devleti de Avrupa’daki gelişmelerin etki alanından kaçamamıştır. Ticaret hacminin büyümesi, ekonomide fiyat dalgalanmaları, yabancı sermaye faaliyetleriyle gerileyen zanaatlar, devletin ekonomi politiğinde yeni değerlendirmeler yapmasını zorunlu kılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın teknik üstünlüğünü kesin olarak kabul etmiş ve Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in Fransa’ya elçi olarak gönderilmesiyle birlikte Batı ile ilişkilerini geliştirme çabasına girmiştir. Esas olarak ise bütünleşme süreci 1820’lerde başlar. 1838 ve onu izleyen ticari alandaki sözleşmeleri, bir anlamda bu bütünleşmenin alt yapısını kuran yasal düzenlemeler olarak görebiliriz. Bu tarihten itibaren I. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede Osmanlı Devleti Batı’nın askeri siyasal ve ekonomik gücüyle karşı karşıya gelmiş ve geleneksel ekonomik yapı, Batı kaynaklı kapitalizme açılmaya başlamıştır. Bir yandan taşrada güçlenen ayanlar ve Balkanlarda baş gösteren milliyetçilik hareketleri, bir yandan da Batı’nın gücü karşısında saray, bir dizi Batı reformları uygulayarak devletin gücünü arttırmaya çalışmış, iç ve dış kaynaklı bu gelişmeler toplumsal ve ekonomik yapıda dönüşüm yaşanmasını zorunlu kılmıştır.27

Osmanlı İmparatorluğunda sanayi kuruluşu ve gelişimi incelendiğinde göze çarpan özellik, ilk sanayi kuruluşlarının devlet eliyle yapılmış olmasıdır. Bunun başlıca nedeni 1820 yılında başlayan ve 1838 yılında daha büyük yıkıcı etkiler gösteren ticaret anlaşmalarıdır.

Bu tarihlerde İngiltere Avrupa’dan soyutlanmış, İngiltere mallarına karşı devletler ithalat yasakları uygulamaya başlamışlardı. İngiltere pazar sorununu Osmanlı Devleti’yle yaptığı bu anlaşmalarla çözmüş, nihayetinde bu anlaşmalar diğer Avrupa devletleri ile de imzalanmıştı. Böylece Osmanlı Devleti sanayileşmiş

27

Serdar Şahinkaya, Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası, 1. Baskı, Odtü Yayıncılık, Ankara 2009, s. 6

liberal devletlerle tarihte hiç olmadığı kadar ticari ilişkiler içine girmiş, ülke Avrupa’nın sanayi birikimi için açık pazar haline gelmişti. İthalatta gümrük vergileri 1838’e kadar % 3, sonrasında % 5 olarak uygulanırken, bu gümrük resmini ödeyen girişimci iç pazarda başka vergiyle karşılaşmıyordu. Oysa yerli malların iç pazarda dolaşımı için % 12’ye varan vergi resmi konuyordu. Örneğin Bursa’dan getirilen buğdaydan İstanbul girişinde % 8 gümrük alınıyordu. Buğday burada işlenip Bursa’ya un olarak geri döndüğünde % 8 vergi daha vermek gerekmekteydi.28 Yine bu tarihlerde kendine yeter düzeyde olan ipekli ve yünlü dokuma üretimi Avrupa’nın ucuz kumaşlarının ülkeye bu şartlarda girmesinden sonra önemli ölçüde gerilemişti.

Ülkenin Avrupa sanayisinin açık pazarı haline gelmesiyle birlikte lonca sistemi iyice zayıflamıştı. Buna karşın lonca sisteminin yerine özel teşebbüse ait bir sanayi kuruluşu gerçekleştirilememiş ve kırsalda sanayi için gerekli olacak hammaddenin de dışarı kaçmasına neden olmuştur. Bu durumda, gerileyen zanaat üretiminin ihtiyaçları karşılayamaz duruma gelmesi, devleti inisiyatif alarak fabrika kurmaya zorlamıştır. Devletin Avrupa düzeyinde çağdaş donanımlı bir orduya sahip olma ihtiyacına yönelik açılan ilk tesisler bu nedenle pazara yönelmeyen, toplum sınıfları için ekonomik gelişmeyi etkilemeyen, daha geniş anlamda toplumu bir endüstri uygarlığının kültürel süreçlerine ortak etmeyen bir özelliğe sahiptir. Saray ve ordunun ihtiyaçları doğrultusunda dokuma ve deri sektörleri ise öne çıkan ilk sanayileşme göstergeleriydi.29

Resim 1-2: Hereke Dokuma Fabrikasında halı dokuyan işçiler (sol), Hamidiye Kâğıt Fabrikasının iç görünümü (sağ)

28

Orhan Türkdoğan, Türkiye’nin Sanayileşmesi Dün-Bugün-Yarın, 1. Baskı, Töre Devlet Yayınları, Ankara 1981, s. 254

29

19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren sınırlı da olsa ticaret alanında gelişme, kurumsallaşma, ulaşım ve iletişim araçlarının etkinleşmesi pazara yönelik bir imalat kesiminin ilk filizlerini vermesini sağlar. 1866 yılında Reşit Paşa’nın desteğiyle ilk kez kurulan Islah-ı Sanayi Encümeni, Avrupa sanayisine karşı el emeğine dayanan sanayinin yaşamasına imkân olmadığına kanaat getirmiş, ülkede büyük sanayi kurulması üzerinde durmuş ve bunun gerçekleşmesi için tekliflerde bulunmuştur. Bu teklifler arasında, esnaf kesimlerinin birleşerek aralarında şirketler meydana getirmesi, ürünlerin kalite ve fiyat bakımından standartlara bağlanması, gümrük vergilerinin arttırılması, sanayi okullarının kurulması, sergilerle yerli mallarının halka tanıtılması gibi hususlar vardır. Ayrıca 1873 yılında çıkarılan bir kanunla devlet fabrika kuracak kişilere gümrük ve vergi muafiyeti getirmiştir. Bu çabalara rağmen alınan sonuçlar pek parlak olmamıştır. 1883 ile 1913 yılları arasında milli sermaye ile kurulan kurumların sayısı 46’da kalırken, bunlara yatırılan sermaye 110 milyon kuruş dolayında kalmıştır.30

1915 yılı sanayi istatistiklerine göre Kurtuluş Savaşı Türkiye’sinin devraldığı sanayi mirası toplam 76.216 işçi çalıştıran çoğu manifaktur düzeyindeki 386 sanayi kuruluşundan ibaretti. Bunların % 70,3’ünü ise gıda sanayi oluşturmaktaydı.31

Görüldüğü gibi %80’in üzerinde bir oranla dokuma ve gıda sanayisinden oluşan üretimin gerçek anlamda sanayi olmadığı, ülkenin sanayisiz bir ekonomi olduğu ve ihtiyaçların büyük ölçüde Avrupa sanayisinden karşılandığını söyleyebiliriz. Bu durumda kuşkusuz halkın geleneksel yaşantısı devam etmiş, endüstri toplumu olma yönündeki değişimin görüntüsü fark edilebilecek düzeyde olmamıştır.

30

Orhan Türkdoğan, a.g.e., s. 288 31

Ali Gevgilili, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, 2. Baskı, Bağlam Yayıncılık, İstanbul 1989, s. 44

Benzer Belgeler