• Sonuç bulunamadı

Cinselliğin kontrol altına alınması ve düzenlenmesine ilişkin pratiklerin, Avrupa ve Osmanlı nezdinde modernleşme ile olan ilişkisi, iktidarların birtakım denetleme ve kapatma, sağaltma ve medikalize etme biçimindeki formlarıyla daha

180

önce tartışılmıştı. Cinsel pratiklerin meşruiyetin sınırları dışına çıkmasının karşılıklarının hukuki ve toplumsal düzenlemelere götürüldüğü ve aile olmaya, dolayısıyla meşruiyete hem teşvik hem cezalandırma yolları ile özendirildiği görülür.

Mehmet Şamil Dayanç, Birikim haftalık dergide yayımladığı “Hakikat Oyununun Aşındırılması: Taktikler ve Altüst Edici Tekrarlar” adlı yazısında

söylemsel ve söylemsel olmayan pratiklerin ortaya koyduğu öznel deneyim alanlarını sorgular. Bunu yaparken Foucault, Butler ve Michel de Certeau’nun ortaya

koydukları fikir ve kavramları karşılıklı okuma denemesi yapar. 18. ve 19. yüzyıl itibariyle cinselliğin söylemsel varoluşa zorlandığını söyleyen Dayanç’a göre “Cinsellik söylemi kışkırtılırken, söyleme geçirilmesi ise üremeyi merkeze almak suretiyle gerçekleşir”. “Sapkınlıklar”, “cinsel uygunsuzluklar”, “sapma”ların kategorize edilip cezalandırıldığını ve bir kalıbına sokulduğunu ifade eder:

Başlangıçta normatif düzen evlilik ilişkileri açısından belirleyiciyken sonrasında “kenar cinsellikler” de “doğaya karşı” olmaları açısından konumlandırılırlar. “Batı’nın cinselliği yönetmek için sırayla

oluşturduğu iki büyük kurallar sistemi vardır,” der Foucault: “evlilik hukuku ve arzuların düzeni”. “Tamamlanmamış” cinsel pratikler için işlevsel ve ruhsal patolojinin icat edilmesi arzuların düzeninin bir örneğidir.134

Osmanlı’nın gayrimeşru ilişkilere, özellikle de fahişelik, metres tutma, zina konularında Tanzimat dönemi ve bilhassa Abdülhamid sürecindeki tavrının sosyal politikalar ve bilhassa aile kurumu açısından önemi büyüktür. 19. yüzyıl öncesi uygulamalar ile arasındaki fark bunun önemli işaretlerindendir. Ze’evi’nin çalışması

134 Bkz. https://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/9474/hakikat-oyununun-asindirilmasi-

181

bu açıdan oldukça aydınlatıcıdır. Özellikle 16. yüzyılda şeriat kurallarını ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunnamesini cinsel suçlar açısından kıyaslayan Ze’evi, kanunnamenin “cinsel ahlak ile ilgili konularda nispeten hoşgörülü” ve hatta

“liberal” (78) görünmesine karşılık incelikli bakıldığında durumun böyle olmadığını söyler.

Çalışmasında tek tek her statüden (çocuk, bekâr, evli, köle) kadın ve erkeğin işledikleri suça göre (örneğin heteroseksüel zina, eşcinsel zina, muhabbet tellallığı, fahişelik, tecavüz vd.) nasıl cezalandırıldığını tablolaştırır ve şeriat ile kanunname arasındaki bazı benzerlik ve farklara işaret eder. Ancak yazarın, katı cezalara karşın mahkûmiyetteki zorlukların şeriatı, kanunnameye göre daha esnek bir yapıda gösterdiğinin altını çizmesi dikkate değerdir. “Eylemi bizzat gören”, “çok sayıda nitelikli görgü tanığı” (78) bulmanın zorluğu sebebiyle şeriatın “insanları bu tür suçlarla itham edip mahkûm etmeyi neredeyse imkânsız hale getirdiği”ni söyler (78). Kanunnamenin ise cezalar daha esnek görülmesine karşın mahkûmiyet konusunda şeriata göre daha sert olduğu anlatılır.

Esra Yakut da “Tanzimat Dönemi’nden Önce Osmanlı Hukuku’nda Evlilik Dışı İlişkilere Verilen Cezalar” adlı yazısında İslam Hukuku ve Osmanlı’daki uygulama ve cezalara odaklanır. İslam hukukunda, zina suçunun ispatı konusunda mevcut olan ağır şartlar nedeniyle ve suçun unsurlarında görülen eksiklikler yüzünden “hadd cezaları”nın -yani zina, zina iftirası, içki içme, hırsızlık, dinden dönme gibi cezaların -Osmanlı hukuku içinde de son derece nadir uygulanabildiğini söyler. Bunun için kanunnameler üzerinden padişahların, şer’i hukukun açık bıraktığı bazı noktalarda, kendilerine tanınan örfi hukuk yaratma yetkilerinden yararlanarak, zina suçuna verilecek cezaları yazılı hale dönüştürdüklerini belirtir (Kebikeç, 2011: 261).

182

Yakut, çalışmasında Colin Imber’in “Zina in Otoman Law” yazısından yola çıkarak sözü edilen kanunnamelerde zinaya ilişkin cezaların başında para cezalarının geldiğini ancak bunun da evli ve bekârlar için ekonomik durumlarına göre belirlenen miktarlarda olduğunu söyler. Burada dikkati çeken şey, Imber’in belirlediği ve Yakut’un alıntıladığı üzere, evli ve bekâr olarak sınıflandırılan suçlulardan özellikle evli olanların cezalarının daha ağır tutulmasıdır. Bunun İslam hukukundaki

“muhsen” ve “muhsen olmayan” ayrımları ile benzerlik gösterdiği belirtilir (263). Aynı yazıda Nevin Ünal Özkorkut’un Türk Hukuk Tarihinde Zina Suçu kitabından hareketle bu cezanın cinsiyetlere göre ayrılmadığı, kadınlara verilen para cezasının erkeklere verilenle aynı olduğu ifade edilmiştir (263). Yakut tüm cezalandırma yöntemlerine karşın Osmanlı’da evlilik dışı ilişkiler ve fuhuşun toplumsal yaşamda varlığını devam ettirdiğini, “yaşanan ekonomik çöküntüler”135

, “taşradan İstanbul’a gelerek askeri ocaklara136 katılanların ailelerinden uzak olmaları”, “cezaların

yeterince caydırıcı olmaması” gibi nedenlerle özellikle İstanbul’da artış gösterdiğini vurgular (268).

“II. Meşrutiyet Dönemi’nde Toplumsal Ahlâk Bunalımı: Fuhuş Meselesi” adlı çalışmalarında Kemal Yakut ve Aydın Yetkin ise 19. yüzyılda sayıları hayli artış gösteren umumhaneler karşısında hükümetin tedbirler almaya çalıştığını belirtir.

135 10 Ağustos 1899’da Servet-i Fünûn’da yayımlanan “Namus Muhtekirleri” adlı yazıda Mahmud

Sadık’ın fuhuşun sosyo-ekonomik yönüne de atıf yapan yazısı dikkati çeker: “İhtimal ki nazar-ı dikkatinize tesadüf etmiştir, Tünel’in Galata cihetindeki methalinde asılı ilan levhaları arasında küçük bir çerçeve, küçük bir ilan: “La société des amies de la jeune fille”. Bu ilanın garip, kimsesiz genç kızları himaye etmek, onlara yer bulmak, hasılı hangi bir suretle olursa olsun imdatlarına yetişmek için teşekkül etmiş bir cemiyete ait olduğunu anlamakta güçlük çekilmez; hatta bundaki “genç kız”dan maksat kimler olduğunu, hangi biçareler olduğunu kestirmek de kolaydır: Her gün yüzlercesi

memleketten memlekete; gurbetten gurbete, zaruretten zarurete, nihayet levsten levse atılan zavallılar ki yurtlarından mürebbiyelik, sanatkârlık, muganniyelik, hizmetçilik, aşçılık diye çıkıp daha doğrusu çıkarılıp götürüldükleri uzak memleketlerde aç, üryan bırakılarak en sonra fuhuşhanelere düşüyorlar ve bu mezbelelerde sefaletten, hastalıktan, evet hastalıktan ve sefaletten mahv oluyorlar.” Bknz.

http://www.servetifunundergisi.com/namus-muhtekirleri/ Erişim tarihi 18.05.2019.

136 Askerler arasındaki sağlık / sağlıksızlık kaygıları aynı dönemde yazılmış pek çok kitabın yazılma

nedenlerindendir. Örneğin Hüseyin Remzi’nin Hıfzısıhhat-i Askerî Dersleri (1893-94) bunlardan biridir.

183

Ancak 1840, 1851 ve 1858’de kabul edilen ceza kanunlarında bu konuda açık bir hükmün bulunmadığını, bunun üzerine sadrazam Ali Paşa’nın 1859’da bir emirname yayımladığını söylerler. Buna göre fuhuş yapanların fiilinin derecesine göre 48 saatten 3 aya kadar hapis veya 3 aydan 6 aya kadar sürgün ile cezalandırılacağı belirtilmiştir. Ancak bu tedbirler de yeterli olmamıştır ( Kebikeç, 2011: 276).

Umumhanelerin özel, devlet elinde ya da kaçak olarak sayılarının gittikçe arttığı asır sonuna doğru bunlara bağlı olarak artan zührevi hastalıklar ise devleti ve toplumu daha da tedirgin etmektedir. Abdülhamid’in daha yoğun önlemler almaya çalıştığını söyleseler de farklı uygulamaları tespit eden yazarların, çalışmalarının sonundaki şu ifadeleri bu çalışma ve heteroseksüel zinaya bakış açısından da önemlidir:

Osmanlı toplumunda fuhuş yapan kadın ve erkeğe karşı ayrımcılık gözetildiği ortadadır. Zina eden ve bu işe hayatını idame ettirmek maksadıyla katlanan kadına “fahişe” sıfatı yakıştırılırken, fuhuş yapan erkeğe herhangi bir sıfat verilmemiştir. Zina eden kadınlar toplumdan dışlanırken, mahalleler veya evlerden çıkarılırlarken, erkeklere bu tür muamelelerin reva görülmediği gözlenmektedir. Nitekim fuhuş davalarında tarih boyunca hep kadın daha fazla suçlanmış ve ilk ceza verilen kadın olmuştur. Çünkü kadın, fuhuş suçunda cürmün kaynağı olarak görülmüştür. Ancak ortada bir suç varsa, bu suç tek failli bir suç değildir. Erkek de bu suçta en az kadın kadar kusurludur. Hatta bu suçta erkeğin kadından daha fazla kusurlu olduğu bile söylenebilir. Çünkü zaruret nedeniyle, kandırılarak veya zorla fuhuş bataklığına itilmiş bir kadının bedeninden faydalanmak için para vermeye istekli olan taraf erkektir. (299).

184

Bu gayrimeşru ilişkiler devletin ve ailenin devamlılığı fikrini etkilediği gibi, sağlıklı bir devamlılık fikrinin de önünde engeldir. Bunun için hem nüfus politikalarının özellikle anne-çocuk sağlığı üzerindeki etkilerine hem de sağlık politikalarının cinsel hastalıklar ve ıskat-ı cenine yönelik adımlarına hem tarihsel hem de edebî

ortaklıklarıyla göz atmak gerekir.

Benzer Belgeler